Ynt: Tek Başıma Otomobil ile İran - Azerbaycan - Gürcistan - Ermenistan; 15.500 km Overland
Bakü
Seyahate başlamadan önce, Azerbaycan’ı görmüş bir tanıdıkla konuşurken “ Oraya niye gidiyorsun? Görülecek fazla şey yok, sadece Bakü var, o da pek ilginç sayılmaz.” demişti. İnsan belli süre gezdiğinde ve çok güzel yerlerden geçtiğinde beğeni standartları da değişiyor haliyle. Örneğin İtalya’nın köylerinden kasabalarından geçtikten sonra, en az oraları kadar güzel yerlerle karşılaşmak umuluyor, Suriye ve Lübnan yemeklerinden sonra, en az onlar kadar güzel lezzetler bekleniyor, bu böyle sürüp gidiyor. Yine de gidilen her yeri kendi koşullarında değerlendirmeye gayret etmek gerekiyor bence. Bakü’ye de o gözle bakmaya çalıştım. Hazar Denizi’nin kıyısında iklimi karasal Kafkas bölgesinden nispeten yumuşak, tıpkı diğer eski Sovyet ülkelerinin başkentleri gibi tarihi taş yapılarla dolu bir merkeze sahip şehir. Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra, diğer Kafkas ülkeleri Gürcistan ve Ermenistan’a kıyasla daha fazla toparlanma imkanı bulabilmiş. Hazar Denizi’nden çıkan petrol ve doğalgazdan elde edilen gelirin bunda payı büyük. Yine de topyekün refaha ermiş bir ülke değil asla, erecek gibi de görünmüyor, ne de olsa milli iradeyle değil diktatörlükle yönetiliyor. Ülkelerin kaderlerinin tek insanın aklına, ufkunun sınırlarına ve insafına bağlı kalması biraz acı geliyor bana. “ Zafer bak Türkiye’yi seçimle gelen insanlar yönetiyor, onların vizyonlarından memnun musun?” diye sorarsanız, cevabımı sessiz kalarak verebilirim. Ses çıkartmak asabımı bozmaktan ziyade fark yaratmıyorsa hayatımda, hiç değilse sessiz kalıp, dikkatimi başka konulara vererek kısıtlı yaşamımı anlamlı ve güzel hale getirmeye çalışırım. Sanırım ben ‘yaşam alancılık’ diye tarif edebileceğim şeye inanıyorum, yani kolektif düşünce ve hareketin hantal yapısına bel bağlamadan, bireylerin önce kendi hayatlarını güzelleştirmek için ellerinden geleni en somut biçimiyle yapmalarının, sonraki aşamada, kendi içlerinde ve çevrelerinde yarattıkları bu ‘kurtarılmış’ alanları diğer insanların kurtarılmış alanlarıyla birleştirerek bütüne ulaşmalarının daha uygulanabilir olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple, muğlak ve etkileşime girilemeyen ideolojilerin peşinden koşmayan, kendi akıllarını kenara koyup kifayetsiz muhteris liderlerin arkasına takılmayan, kapasiteleri ölçüsünde kendilerini varedip geliştirmeye çalışan, elde ettikleri kazanımı çevresindekilere dayatmadan paylaşan insanlara büyük saygı duyarım.. Nereden alıp nereye getirdim konuyu kendimi tebrik ediyorum.
Dönelim Azerbaycan’a ve Bakü’ye: Hayatımda ilk kez yabancı ülkede karşıma çıkan herkese derdimi anadilimde anlatabilmek çok güzel bir duyguydu öncelikle, bunu Azerbaycan’dan başka ülkede yapamayız malum. Bakü’nün en karakteristik yapısı KIz Kulesi’nin açılmasını beklerken konuştuğum güvenlik görevlisi Rıza ve turizm danışma kulübesindeki Nihal değildi belki Azerbaycan dilinin referans kişileri, çünkü onlar her akşam saatlerce Türkiye televizyonlarını izliyorlar. Türkiye’den geldiğimi bildiklerinden daha anlaşılır cümleler kurmaya gayret etmiş olabilirler, ama konuştuğum köydeki-kasabadaki kişilerin de ağızlarından çıkanı anlayabildim hep. Azerbaycan’ın diğer hoş tarafı da şuydu: İnsanlar Türkiye’den geldiğimi gördüklerinde, öyle çok hayret ve ilgi gösterisi yapmıyorladı, yabancıya misafirperverlik gösterme havasına girmiyorlar, sanki ben de orada yaşıyormuşum da sadece aksanım biraz değişikmiş başka da fark yokmuş gibi, sanki başka ülkeden gelmemişim gibi davranıyorlardı. Aliyev’in, “Biz bir millet iki devletiz.” vecizesini böylelikle daha iyi kavradım, ülkede bireysel düzeyde de bu yaklaşım var gibi. O yüzdendir ki yakın zamanda Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkileri normalleştirme girişimleri Azerbaycan’ın fena halde kızdırdı ve üzdü. Çok sevdiğiniz bir insanın sizin değerlerinizin ve çıkarlarınızın aleyhine hareket ettiğinde ne hissederseniz, onlar da öyle duygu ve düşüncelere kapıldılar. Azerbaycan Türkiye’yi önemsiyor ve Türkiye’den aynı şeyi bekliyor.
Bakü’nün sahil kısmındaki tarihi bölgeleri kısa sürede gezilip tamamlanacak yegane ziyaret noktaları. Kız Kulesi ve arkasında uzanan tarihi şehir bölgesi, kıyı şeridindeki parklar bakımlı ve görülmeye değer. Azerbaycan’da benzin Türkiye’dekinin yedide biri fiyatınaydı, bunun dışında pek ucuzluk görmedim. İran ile kıyasladığımda otel konaklama ve yemek daha pahalı, özellikle Bakü’de, seçenekler de daha sınırlı. Burası bir turizm ülkesi değil, o beklentiyle gitmemek lazım. Sovyetler Birliği sonrası kurulan her ülke gibi Azerbaycan’da da batılı yaşam tarzına ilgi ve ayak uydurma çabası vardı. Giyimden yemeğe tüketim alışkanlıklarının değişmeye başladığı rahatça gözlenebilir. Otuz yaşından genç kuşakların Sovyet zamanlarından kalma kültürel etkiden iyice sıyrıldıkları söylenebilir. Bazen kendi yaşadığımız ülkeyi daha iyi anlayabilmek ve yeryüzünde konumlandırabilmek için dışarıdan ve başka insanların gözünden bakmak fayda sağlayabiliyor. Azerbaycanlıların gözünde Türkiye modern ve gelişkin. Kendi televizyon kanallarından çok Türkiye’ninkileri izliyorlar. Dizilerdeki ve programlardaki hayatları görüp, biraz da gerçeklik duygusundan koparak, ülkemizi sanki gerçekten öyleymiş gibi algılıyorlar. Sohbet ettiğim çoğu insanda bu durumu hissettim..
Kuzey Azerbaycan
Arabayla seyahat etmek sırt çantalı gezmekten kat kat zor, bunu arabasız gerçekleştirdiğim Güneydoğu Asya gezisinden sonra adamakıllı gördüm. Diğer yandan arabayla gezmek kişiyi şehirlere mahkum kalmaktan kurtarıyor daha çok yer görmeyi sağlıyor. Asıl keşfedilmeyi bekleyen yerler turistik merkezlerin dışında. Tıpkı Gürcistan’ın kuzeyindeki dağlarda geçtiğim etap gibi Azerbaycan’ın kuzey bölgelerine gitmekten memnun kaldım. Bakü’den sonra Sumkayıt-Kuba üzeri Hınalık’a yaptığım yolculuk çok güzeldi. Dağ yollarından tırmanıp, derin vadiler ve nehir yatakları geçtim. Bu bölgelerde nüfus yoğunluğu az, tipik dağlık Kafkas coğrafyası ve iklimi hakim. Kafkasya Bölgesi’nde yapılan yolculuklar boyunca sürekli değişen muhteşem doğa manzaraları, insana varmayı hedeflediği noktayı unutturup, sadece yolculuk anlarının tadını çıkartmaya sevkediyor. Gürcistan’da hissettiğim şeyler tekrarlandı, “Bu yol hiç bitmese keşke.” diye geçirdim içimden.
Hınalık’dan sonra yine dağlık ve ormanlık bölgelerden, mesire yerlerinden(Azerbaycanlıların tabiriyle istirahat zonaları) geçerek Kebele üzeri Şeki’ye yöneldim. Burası Azerbaycan’ın kuzeybatısında kendine özgü standartlarda turistik bir kasaba, yamaçta kurulmuş ve ormanlık yapısı sebebiyle kasabanın içine girene dek binalar görünmüyor.
Şeki insana huzur veren sakin bir atmosfere sahip, kalabalık yok, koşuşturma yok. Sokaklarında ve Hacı Çelebi Kalesi içerisinde yeralan bölgeyi dolaşırken hep biraz daha kalma isteği uyandırıyor. Surlar içinde yeralan küçük etnoğrafya ve tarih müzeleri, Azerbaycan’da müze gezmek isteyeler için iyi fırsatlar.
Şeki’den sonra güneyde Gence’ye yöneldim ve buradan tekrar Gürcistan’a giriş yaptım. Yaklaşık otuz kilometrelik yolculuktan sonra Ermenistan sınırına vardım..