Ynt: Tek Başıma Otomobil ile İran - Azerbaycan - Gürcistan - Ermenistan; 15.500 km Overland
Mardin’den Kahta’ya
Mardin’den ayrıldıktan sonra önce kuzeye yönelip Diyarbakır’a vardım. Diyarbakır’a yıllar önce de gelmiştim. Urfa, Mardin, Kars gibi karaktere sahip kentlerden sonra Gaziantep havasında modern görünümlü, ancak pek ilgi uyandırmayan bir merkezi vardı. Birkaç saat geçirip özel birşey bulamadıktan sonra batıya, Nemrut Dağı’na yöneldim. Siverek’den sonra Atatürk Baraj Gölü üzerindeki ulaşımı sağlayan eski çıkartma gemisinden devşirme feribotla suyun karşı kıyısına geçtim. Güneydoğu Anadolu bölgesi Türkiye’nin kurak kesimlerinden ve baraj gölü sadece çevresindeki topraklara hayat vermekle kalmıyor, aynı zamanda buradaki insanların nefes alabilecekleri, kenarında vakit geçirebilecekleri ortam sağlıyor.
Yirmi dakika kadar süren yolculuktan sonra diğer iskeleden devam edip virajlı dağ yolunu tırmanarak milli park bölgesine girdim. 2150 metre rakımlı dağın zirvesindeki tümülüse ve doğu-batı teraslarına ulaşmak için yaklaşık yarım kilometrelik yer yer dikleşen patikayı tırmanmak lazım. Nemrut Dağı öyle kendine özgü ışığa ve manzaraya sahip bir yer ki insanda tekrar oraya gitme, saatler hatta günler geçirme isteği uyandırıyor. Ben bu duyguyu çoğu meşhur yerde yaşayamıyorum, gezdiğim diyarların büyük kısmını genelde tek sefer görmek yeterli geliyor, ancak Nemrut diğer kategoride yerini aldı, her ziyaretimde daha fazla sevdiğim, bağlandığım yerler arasına yerleşti.
Burası yeryüzündeki kendi şahsına münhasır nadir arkeolojik alanlardan biri. Sert iklim koşullarına sahip bir coğrafyada ikibin metre yüksekliğindeki dağın tepesine başka bir bölgeden getirilen taşlarla Kral Antiochos için 50 metre yüksekliğinde tümülüs inşa ediliyor, doğu-batı teraslarına yıkılmamış haliyle yüksekliği 2 metreyi geçen taş bloklar taşınıp tanrı kafası heykelleri yapılıyor, ikibin yıl öncesinin imkanlarıyla. Güneş doğduğunda ve battığında sırlarının çok azına vakıf olabildiğimiz Kommagene topraklarını sarının, kızılın tonlarına boyarken hangi tarafa bakacağımı şaşırıyorum. Nemrut’u karşıdan seyretmek mi, Nemrut’dan karşıyı seyretmek mi daha güzel diye düşünürken cevap bulamayacağımı anlayıp, o an her nerede isem oranın kıymetini bilmeye çalışıyorum…
Tanrıların dağından ayrıldıktan sonra bol virajlı ve dik yolu takip ederek batıya doğru devam ettim ve kurak sezonun etkisiyle iyice cılızlaşmış nehrin üzerindeki Cendere Köprüsü’ne vardım. Bu köprü milattan sonra ikinci yüzyılda Romalılar tarafından yapılmış. Boyut ve şeklinden çok konumuyla etkileyici bir yapı. Kurumuş nehir yatağından kemerin altına doğru arabayla ilerlerken suyun geldiği kayalık dar kanyon dirsek yaptığından, ötede ne var görülmüyor, sanki o kemerin altından kanyona girilince başka boyuta geçilip asla geri dönemeyecekmiş gibi hissediyor insan.
Cendere Köprüsü’nden güneye yönelip Kommagene Kralı 2. Mithridates’in annesi ve kızkardeşi için yaptırdığı Karakuş Tümülüsü diye bilinen yere uğrayıp Urfa yoluna girdim…