Midyat
Midyat Mardin’in doğusunda, Süryani nüfusunun çoğunluğunun bulunduğu ilçemiz. Burada ikibin civarında Süryani yaşıyor ve geçimlerini ağırlıkla altın ve gümüş takı yapımı, şarap üretimi gibi işlerle sağlıyorlar. Midyat’da dokuz tane faal kilise var. Süryanilerin bağlı bulundukları Ortodoks kilisesinin patriği Suriye’de. Süryanilerin sayısı geçtiğimiz yüzyılın başında şimdikinden çok daha fazlaydı. Doğdukları toprakları bırakıp Amerika, Avrupa ve Suriye gibi yerlere göç etmelerinin sebebi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve ulus temelli Türkiye’nin kurulma sürecinde bölgeyi kontrol etmek isteyen başka ülkelerin tıpkı Arap, Ermeni ve Kürt nüfusa uyguladıkları gibi muhtelif vaatlerle kendilerini isyana teşvik etmeleri sonucunda meydana gelen gerginlikler ve olaylar.
Yeryüzünde mutlak anlamda toprak ve vatandan sözetmek mümkün değil aslında. Bunu gezip gördükçe daha iyi anlıyor insan. Sizin vatan dediğiniz yerlerde, siz oralara gelmeden önce yaşayan insanlar vardı. Aynı yerler onların da vatanıydı. Sizin vatan dediğiniz yerlere bir gün başkaları gelip hakimiyet kurabilir ve “Sen kenara çekil bakalım, buraları artık benim vatanım.” diyebilir. Ben uygarlık tarihinin başından beri vatan mefhumu ve dünya topraklarının bölüşümüyle ilgili kuralların değişmediğine inanıyorum. Akademisyenlerin, siyasetçilerin, her şeyi bilen gazetecilerin ağızlarından çıkan medeniyet, uzlaşı, paylaşım telkin eden konuşmaların hepsi hikaye. Yirmi yaşımdan beri siyaset metinleri okumuş, okuluna gitmiş ve gözlem yapmış biri olarak söyleyebilirim ki, son tahlilde demokrasi kavramı gayet izafi. Herkes demokrasiyi kendine göre tanımlar ve talep eder. Bir toprak parçası üzerinde kimin demokrasi anlayışının hükmedeceğine, o toprağa hükmeden kuvvet karar verir. Nasıl ki Roma’nın, Osmanlı’nın en güçlü dönemlerinde nice topraklar onların egemenliği altına girdiyse, o zamanlar bu imparatorlukların tarih sahnesinden silinip gideceği hayal edilemediyse, günümüzden yüz yıl sonra da kimin gidip kimin kalacağını bilmek zor, zannediliyor ki imparatorluk dönemi artık kapandı, iyi ve kötü her şey demokrasinin gereği.
Bildiğim tek şey var, toprağı vatan yapan aidiyet ve sahiplenme duygusudur. Yaşanan yerleri elde tutmak, hükmetmek için gerekirse malınızdan öte sevdiklerinizin canını ve kendi hayatınızı feda edebilir misiniz? Bence cevabı verilmesi gereken soru bu. “Dedelerimin kanı döküldü, oralar benim vatanım.” demekle olmuyor bu iş. “Dedelerin kan dökmüştü, gerekirse sen de kanını dökebilecek misin?” diye sorarlarsa cevabın evet mi? Ben cevabımı tek kelimeyle veremem bu yüzden, iki yönde cevap verene de saygı duyarım, vatanımı sevsem de, bu topraklar üzerinde varolanlara önyargıyla yaklaşmasam da, Türkiye topraklarının siyasi açıdan bölünmemesini istesem de, aksini düşünenleri anlamaya çalışırım ve “Elinizden geleni ardınıza koymayın, buyurun gücünüzün yettiğini yapın.” derim.
Konuyu tersten ele alırsak, hükmettiğin topraklarda kendini sana yakın hissetmeyen, seninkinden ayrı bir dünya kurmak isteyen insanlar var diyelim. Onlar diyor ki, “ Biz sizden önce buradaydık, burası bizim, artık bizbize kalmak istiyoruz, siz gidin.” . Peki şimdi ne olacak? Yine sahtekar, ikiyüzlü tonlarca laf edilecek, her zaman demokratik, uzlaşmacı çözüm bulunabilir, denecek…
Demokratik çözüm falan yok, çünkü herkesin demokrasi tanımı farklı, herkes kendi hükümranlığını sürdürmek üzerine demokrasi tarifi yapar ve bu adeta doğanın kuralıdır, varolmaya devam edebilmek için kendini ve yaptıklarını meşrulaştırmaya, herkesi ikna etmeye mecbursundur.
İngilizler Amerikan yerlilerini öldüre öldüre Yeni Dünya’yı kendilerine yurt tutarken de bu böyleydi, Türkler Anadolu’ya girdiklerinde de, Yahudiler, Arap topraklarında yayılırken de…
Şimdi kalkıp kim kime insanlık ve demokrasi dersi verecek?..
Temel kural hiç değişmedi, bin yıl önce beşbin yıl önce nasıl idiyse şimdi de öyle. Güçlü taraf kuralını dayatır, ama ikna ve tehdit yoluyla ama kaba kuvvetle. Bakalım zaman ne getirecek?..