Ynt: Tek Başıma Otomobil ile İran - Azerbaycan - Gürcistan - Ermenistan; 15.500 km Overland
Urfa ve Halfeti
Türkiye, iklimsel ve kültürel çeşitlilik açısından dünyanın en zengin ülkelerinden birisi. Kırkı aşkın ülkeyi gördükten sonra bu tespiti duygularımdan arınarak yapabiliyorum, ülkeme iltimas geçmiyorum. Bu topraklarda yaşayan insanlar çoğu kez bir ortak paydada buluşabilse de, en az o benzerlikler kadar farklılıklar da mevcut. Bilinçli bakanların kuzeyden güneye, doğudan batıya insan manzaralarının nasıl değiştiğini gözlemlemeleri mümkün.Ülkenin dışına çıkmadan Ortadoğu kentlerinin havası neye benzer diye fikir edinmek isterseniz Mardin ile birlikte Urfa’yı ziyaret etmenizi öneririm. Hitit Asur, Roma kısacası bölgede tarih boyunca ne kadar medeniyet hüküm sürmüşse çevrede izlerini bulmak mümkün. Nüfus artışı ve şehrin genişlemesine bağlı, adımladığınız sokaklarda tarih önünüzden kesintisiz biçimde akmıyor belki, yine de karşılaşılan yapılar, binlerce yıllık bir kentte bulunduğunuz gerçeğini yeterli sıklıkta hatırlatıyor.
Urfa, bildiğim alışkın olduğum batı tipi şehirlere varmadan önce cami avlularında, Balıklı Göl’ünün kenarında huzurlu saatler geçirdiğim, baharatçılarında oturup avuç kadar alışveriş sonrasında bardaklarca çay içip insanlarıyla sohbet ettiğim en önemlisi gönül bağı kurabildiğim kentler arasında yerini alıyor. Urfa bana kebabı baştan öğretiyor, en son ne zaman o kadar lezzetlisini yemiştim yaşadığım şehirde, hatırlayamıyorum, güzeli tattığım için sevinmeli miyim, tekrar bulamayacağım için üzülmeli miyim? Belki İzmir’e dönünce aynısı değilse de buna yakın tadı bulabilirim, zira bulamazsam kebap defterini ömrü billah kapatmak zorunda kalabilirim
Urfa merkezdeki gezimi bitirdikten sonra, Göbeklitepe’yi ziyaret ettim. Burası henüz keşif sürecinin başında, tamamlanması yıllar alacak, ancak şimdiki haliyle bile bilinen dünya tarihini değiştirmiş, arkeoloji alemine damgasını vurmuş durumda. Onbeş yıl kadar önce tesadüfen keşfedilen bu alanın önemi başlangıçta algılanamıyor. Gelişmelerden Alman arkeologlar haberdar edilince ödenek bulunup kazı çalışmaları başlayabiliyor, halen de yaz ayları boyunca kazılar sürmekte. Göbeklitepe, isanoğlunun avcı-toplayıcı ve göçebe hayattan yerleşik tarım toplumuna geçiş sürecinde inşa ettiği yeryüzünde bilinen en eski tapınak. Buradaki medeniyetin tarihi M.Ö. 10. yüzyıla kadar uzanıyor.
Urfa’dan sonra Halfeti’ye vardım. Halfeti, Atatürk Barajı tamamlanıp su toplamaya başlayıncaya kadar çoğu insanın bilmediği, vadi içine kurulmuş bir kasabaydı. Su seviyesi yükseldikten sonra kendi gölüne sahip yarı turistik bir Güneydoğu Anadolu kasabası haline geldi. Burada ilk bakışta insanı oyalayacak fazla şey yokmuş gibi gelse de, beni çok etkileyen bir atmosferi var. Karşısında, karaya çıkıp tırmanılarak keşfedilmesi gereken Rumkale’si Gölün uzak noktasında yeralan, sadece minaresi suyun üzerinde kalmış camisi, sahil şeridiyle, yamaca sıralanmış Mardin’dekilere benzer sarı taş evleriyle, iki- üç gün kalınsa sıkılınmayacak bir yer. Taş evlerden ve manzaradan o kadar çok etkilenmiştim ki, satılık var mı, kaçadır diye sormuştum çevredekilere. Halfeti yine de imkanları sınırlı, meraklılarının zahmetine katlanıp gittiği, pek gelişim gösteremeyen bir belde. Biraz bakım ve tanıtımla bölge turizminin önemli ayaklarından biri haline gelebilecek potansiyele sahip, belki zamanla. Belki de böyle kalması daha hayırlıdır, memlekette planlı ve koruma öncelikli turizm politikası üretilemediğinden Halfeti’nin de keşfedilip sömürülen, sonunda mahvedilen yerler kervanına katılması muhtemeldir…