Ynt: Tek Başıma Otomobil ile İran - Azerbaycan - Gürcistan - Ermenistan; 15.500 km Overland
Tahran
Tahran büyük şehir olmasına, trafiğinin yoğunluğuna rağmen, sokak-cadde ve yön tabelaları düzenli, Latin harfleri kullanılmış, bu durum yabancıların işini kolaylaştırıyor. Kente girerken elimdeki basit haritanın yardımıyla Azadi Kulesi’ne ulaşmam pek zaman almamışdı.
Kule büyük bir kavşağın ortasında, çevresi açıklık. 1971 yılında Pers İmparatorluğu’nun 2500. yılı anısına yapılmış. Alt geçitlerden buraya ulaşılıyor. Elli metre yüksekliğindeki bu anıt dört katlı. Yapı malzemeleri İran’ın çeşitli bölgelerinden getirilmiş. Zemin katta büyük sergi galerileri var. Biletle girilen kule rehber eşliğine geziliyor, bana da İngilizce bilen genç bir çocuk eşlik etti. Sergi kısmında Çek Cumhuriyeti’nden sanatçıların hazırladıkları, ülkeyi sembolik biçimde anlatan bir çalışma vardı, diğer kısımda ise yarı değerli taşlar sergileniyordu, üst katlar boştu. Yukarıya çıkan asansör, kulenin biçimi dolayısıyla çift eksende hareket ediyor.
Azadi Kulesi’ni gördükten sonra, ulaşım kolaylığı sağlayabilecek bir nokta aradım ve İmam Humeyni Meydanı çevresinde karar kıldım. Bu meydandaki istasyon iki aksta işleyen Tahran Metrosu’nun kesişme noktası. Tahran içi ulaşımda metroya mutlaka öncelik verilmeli, sistem yeni, iyi işliyor, sorunsuz ve ucuz. Gidilecek yere en yakın istasyonda inilip taksiyle besleme yapmak akıllıca olur. Sadece taksi kullanmak pahallıya gelir, mesafeler uzun, trafik yoğun, benzin fiyatı Türkiye’dekinin yedide biri olmasına rağmen taksi fiyatı o kadar ucuz değil.
İmam Humeyni Meydanı yakınındaki bir arka sokağa arabayı parkedip Erbat Müzesi, Milli Müze ve İslam Müzesi’ni ziyaret ettim. Sonradan konuştuğum İranlılar “ Aaa oraya mı gittin? Puhaha!” diye dalga geçse de Erbat Müzesi sıra dışıydı. Burası Şah döneminde rejim karşıtlarının konulduğu ve işkence gördüğü eski bir cezaevi aslında. Günümüzde rejim propagandası yapmak amacıyla kullanılıyor, ancak videolarla, balmumu heykellerle, canlandırılan işkence sahneleriyle dolu sunum o kadar abartılı ve garip ki, koskoca trajedi komediye dönüşüyor, bazı yerlerde gülmemek için kendimi zor tuttum. Rehberimiz eski mahkumlardan biriydi, ziyaretçilerin arasına tek yabancı bendim, ilgi kaynağı haline geldim. Diğer gelenlerden Davud ve eşi anlatılanları tercüme etti. Gezi sonunda ısrarla ziyaretçi defterine görüş yazmam istendi, Türkçe yazdım. Ne yazdığımı ısrarla sordular, tercüme edip söyledim, Farsça’sını yanına eklediler.
Sonraki durağım, Tahran’ın Bağdat Caddesi diye tasvir edebileceğim, Valiasr caddesiydi. Burası lüks alışveriş mağazaları ve yemek mekanlarının sıralandığı bir cadde, gençler rağbet ediyor. Civarda batı tarzı yemekler sunan muhtelif mekanlar rahatlıkla bulunabilir. İran ile Türk mutfağının kesişim kümesi oldukça büyük, beslenme sıkıntısı hiç yaşanmıyor. Valiasr, hali vakti yerinde Tahranlıların yaşam biçimini gözlemlemek açsından güzel bir muhit, öz itibariyle şehirli batılılarınkinden çok da farklı hayatlar yok.
İran ile ilgili en çok merak edilen şeylerden biri eğlence dünyasının durumuydu, döndükten sonra bu konuda sorular gelmişti çevremden. Ev dışındaki mekanlarda sabahlara kadar süren eğlenceler yok, kamusal alanda alkollü içki satışı ve tüketimi yasak. İnsanlar meyveli malt içecekleri tüketerek nefislerini körletiyorlar kafe ve lokantalarda. Bununla birlikte alkollü içkinin her türlüsünü el altından tedarik etmek mümkün, zaman zaman basında okuduğumuz Derbend villalarındaki çılgın ev partileri gerçek, bunu bizzat o hayatı yaşayan insanlardan öğrendim. Ekonomik durumu müsait kişiler, gözlerden uzak, evlerinde, bahçelerinde istedikleri gibi yaşıyorlar. Her köşede rejim muhafızı bulunduran molla oligarşisinin bilgisi dahilinde tüm bunlar, kamusal alana taşmadığı sürece çoğu şeye göz yumuluyor artık. Giyim kuşamda aykırılık ise sokaklarda çoktan boy göstermeye başlamış bile. Punk saç biçimli, küpeli, İngilizce yazılı tişörtlü erkekler; yüksek topuk ayakkabılı, rengarenk kıyafetli, sahne makyajlı, şalları neredeyse enselerine düşmüş kadınlar adım başı arz-ı endam ediyorlar. “ Batılı tarzda giyinenleri, süslenenleri rejim polisinin alıp eziyet ettikten sonra ailelere teslim ettiğini duyuyorduk, nasıl bu kadar rahat davranabiliyorsunuz?” diye sorduğum gençler, yaptırımların artık eskisi kadar uygulanmadığını söylediler. Yine de ara sıra ‘ibret olsun, biz bu işin peşini bırakmadık’ mesajı vermek için tatsızlıklar çıkartılıyormuş polis tarafından.
Gençler flört edebiliyor mu? Evet, seks dışında kadın erkek ilişkileri yaşanıyor. Evli olmadıkları halde el ele, kol kola dışarıda dolaşan insanlar var, birkaçıyla konuştum. Fotoğrafını çektiğim bir çifte sormuştum. “ Are you married?” diye, “A little bit.” cevabını vermişlerdi hafif mahçup düşerek. Tüm bu anlattığım ‘rahat’ yaşam Tahran, kısmen de Tebriz, İsfehan ve Şiraz için geçerli, diğer yerlerdeki hayatlar daha geleneksel ve muhafazakar biçimde sürüyor.
Tahran’da kaldığım günler içinde Tajriş ve Derbend bölgesine de gittim. Kuzey-güney aksında işleyen metro oralara ulaşım için iedal. Metronun Tajriş’e gelmesine bir durak kalmış, simdilik son nokta Geytariye. Orada inip taksi-dolmuşla yukarıya devam ediliyor. Tajriş’de tıpkı Valiasr gibi piyasa mekanı, alışveriş cenneti. Buradan kısa taksi yolculuğuyla Elbruz Dağları eteklerindeki Derbend bölgesine varılıyor. Dağı yaran ve tabanından akarsu geçen bir vadinin çevresinde tatlı, turşu, baharat satan dükkanlarla, çok sayıda kepapçı ve lüks lokantalar var bu bölgede. Fiyatlar İran standartlarında gayet yüksek.
İmam Humeyni’den Derbend’e gidene dek sosyal çevreleri farklı; güleryüzleri, yardımseverlikleri benzer insanlarla kesişti yolum. Metroya bindikten sonra yanımda oturan takım elbiseli ben yaşlardaki kişiye yol yordam sormaya yeltendim. Adının Ali Rıza olduğunu öğrendiğim bu genç adam diplomatmış. Pakistan’da dört yıl dış görev yapmış, kısa süreli Türkiye’de de bulunmuş. Hemen “ Ne olacak bu İran’ın hali?” tarzı sorularla damardan konuya girdim. Gayet samimi cevaplar aldım. Pek renk vermeyeceğini, “ Her şey, iyi güzel yolunda. İran muhteşem ülke.” benzeri şeyler söylese hiç yadırgamayacaktım, ama o dürüst davrandı, cesur cevaplar verdi. Detaylarına fazla girmeden pek çok sorunla uğraştıklarını, halen dış politikayı belirleyen hakim zihniyetten pek memnuniyet duymasa da, en geç bir iki nesil sonra politik-bürokratik kadroların kaçınılmaz olarak değişeceğini ve ülkenin yakın gelecekte sağlam raylar üzerine oturup olumlu yolda ilerleyeceğine dair beklentilerinden bahsetti. Ali Rıza ile dolmuşa binip Tajriş’e çıkarken tesadüfen yanımıza oturan kız konuşmaları duyup bize katıldı. Adı Cavidan. Kuzey Kıbrıs’da okuyormuş, tatil için buraya dönmüş. Malum uluslararası hukuk yüzünden Kıbrıs’a doğrudan uçuş yok, oraya giden tüm uçaklar Türkiye’deki bir havalimanına tekerlek değdirmek zoruda, bu sebeple defalarca İstanbul’a gitmiş. Dolmuştan indiğimizde ikisi de aynı anda, ben talep etmeden telefon numaralarını verdiler, ve bir sorunla karşılaşırsam çekinmeden arayıp yardım isteyebileceğimi söylediler. İşte İranlılar böyle sevimli insanlar; Farsi, Azeri ya da Arap kökenli olmaları durumu pek değiştirmiyor.
Tajriş’de dolaşıp Derbend’e çıkmadan önce yol kenarındaki banka oturmuş insan manzaraları seyrederken yanıma başka bir genç geldi. Hüseyin ile de uzun süre konuştuk her konuda, beni dolmuş durağına bıraktı, vedalaşıp ayrıldık.
Kısa yolculuktan sonra Derbend’e varmıştım ve karnım acıkmıştı. Sırt çantası ve elinde batonlarla dağa tırmanacağı her halinden belli orta yaşlı bir adama ucuz ve lezzetli yemek yapan lokanta var mı diye sordum. Tarif etmek yerine “ Gel ben seni götüreyim.” dedi . Lokantaya vardığımızda garsonlara Farsça bir şeyler söyleyip cebinden para çıkardı. Durumu anlayıp adamı engellemek için üzerine atladım, bana kebap ısmarlamaya kalktı iyi mi? Çok iriydi, beni savurarak parayı garsona verdi, kendimi nasıl mahçup hissettim anlatamam. “ Daha beş dakika önce tanıştığın, ismini bile bilmediğin birine niye yemek ısmarlıyorsun?” diye sordum. “ Bu bizim geleneğimiz, kültürümüz, sen benim misafirimsin ve biz misafirlerimize böyle davranırız.” dedi. Arkadaşıyla kamp yerinde buluşacaklarmış, kalamadı. Vedalaşırken isminin Mustafa olduğunu söyledi. Sevinçle hüzün arası karmaşık duygularla yemeğimi yiyip çayımı içtim. Çevreyi dolaştıktan sonra, olayın etkisini üzerimden atamamış halde geldiğim yoldan merkeze döndüm.
Tahran’ın kuzeyinde yeralan Elbruz Dağları’nın zirvelerine yakın teleferik ve kayak tesisleri var. Teleferiğin alt istasyonuna Tajriş’den dolmuşla ulaşılıyor. Ertesi gün yine aynı yolu katederek bu kez Tochal Telecabin’e gitim. Hattın uzunluğu yedibuçuk kilometre ve yaklaşık yarım saatte zirveye ulaşılıyor. Yol boyunca iki istasyonda duruluyor. Techizat biraz külüstür, İzmir’deki teleferik gibi küçük kabinler var. Bu teleferik benim ilgimi çekti, gittiğim için memnun kaldım. Mesafe uzun; vadiler , tepeler aşılıyor. Hat bazı yerlerde hafif aşağıya yöneliyor; bazen yere yakın bazen yüksekte ilerliyor. Üst istasyonun rakımı 3760 metrede. Burada pistler ve telesiyej var. Ben yaz ortası gittiğimden kar yoktu, ama hava soğuktu. İniş aşamasında sıra vardı, beklerken önümdeki kız dönüp mükemmel bir İngilizceyle konuşmaya başladı. Adı Meryem, Ailesiyle Amerika’da yaşamış, dönmüş. İran’dan Türkiye’den bahsettik karşılıklı. Kendisine İran’da kadın olmakla ilgili sorular yönelttim, sağolsun beni bayağı bilgilendirdi. Ülkede kaldığım süre boyunca sokakta kadınlar laf atıp sohbet etmeye çalıştılar sıklıkla, İsfehan’da Nihal ve arkadaşları dondurma ısmarladı, Şiraz’da Parisa kaleyi gezdirdi, Yazd’de, Tebriz’de, Persepolis’de İranlı kadınlarla diyalog kurdum. Karşılaştıklarımın hepsi eğitimli, meslek sahibi, akıllı ve terbiyeli insanlardı. Bir şeriat ülkesinde yaşamalarına rağmen asla rehavete kapılıp geri planda kalmaya rıza göstermemişler, eğitimi ve sosyal hayatta yer edinmeyi önemsemişler. Özgüveni yüksek, bakımlı İran kadınlarına saygı duyduğumu belirtmeliyim. İran’a gitmeyip oradaki kadınların sefil esaret hayatları yaşadığını düşünenler yanılıyor. Kırsal kesimde, tıpkı Türkiye’deki gibi kadına hak ettiği değer verilmiyor olabilir, ancak şehirli eğitimli kesimlerde kadına tanınan fırsatlar Türkiye’dekinden aşağı kalmaz. Bankacılık gibi ofis işlerinde çalışıyorlar, hava karardıktan sonra bile caddelerde tek başlarına işlerinden veya alışverişten eve dönen kadınlar görülüyor. Elbette durum eşitlikten sözetmekten uzak, yine de benim gördüğüm, İran’da kadına Türkiye’dekinden daha az değer verilmediği.
Şimdi akıllara o haberlerde dönüp duran, zina sebebiyle recm cezasına çarptırılan kadın gelebilir. Evet İran’da şeriat yasaları işliyor ve böyle bir ceza var, tasvip edilecek şey değil. Diğer yandan memleketimizde durum çok mu farklı? Bizde aynı şeyi yapan kadınların kafasına bizzat ailesi tarafından kurşun sıkılıyor. Sonuç itibariyle bizim İran’a ne uygarlık ve ahlak öğretecek halimiz var, ne de oradakilere acıyacak durumdayız. Maalesef böyle..
Tahran’da görülmeye değer tarihi saraylar da var. Buraları gezerken Çırağan, Topkapı, Beylerbeyi, Dolmabahçe saraylarındaki boyut ve görkemi beklememek gerekir. Söylediğim yerler akıldan çıkarılıp öylece dolaşılmalı. Derbend yakınlarında Niyavaran Sarayı, merkezdeki büyük çarşıya yakın Gölestan Sarayı ziyaret etmeye değer yerler. İran mimarisinde genelde saray ve konakların bahçelerinde büyük havuzlar bulunması, bol ayna kullanımı dikkatimi çekti. Gölestan’ı metroda yol sorduğum Selahaddin ile birlikte gezdik, Batı İranlı Kürt kökenli bir genç çocuk. Neredeyse bütün gün birlikteydik, dolaştık, konuştuk, yiyip içtik. Milat Kulesi’ne de gittik, yukarıya çıkış sınırlı saatlerde mümkün içeri giremedik. Bana çok iyi rehberlik etti.
Tahran İran’ın bütün farklı hallerinden kesitler sunması açısından görülmeye değer bir şehir. Arabayla gidilirse, şehir içinde kullanılmasını tavsiye etmem, trafik çok sert, Orada geçirdiğim günler, ülkenin güzel insanlarını tanımama vesile oldu, bu açıdan çok mutluyum, gidilmesini şiddetle tavsiye ederim..