faruk haksal
Ana Kamp
- Mesajlar
- 20
- Tepkime Puanı
- 2
Bu satırları kaleme alan “Ben”deniz, [ayıp(mıdır) söylemesi,] tam KIRKİKİ yıldır kampçıyım. Hem de hiç ara vermeden, eski deyimi ile, “nizasız-fasılasız”…
Çadırcıyım, kombi-kampçıyım, çekme-karavancıyım, moto-karavancıyım.
Başka bir deyişle, yollardayım, ovalardayım ve tekmil deniz kıyılarındayım.
Ancak… İtiraf ediyorum...
- Eğer eski ismi ile Yugoslavya’nın Adriyatik kıyısı ve yeni siyasi kimliği ile Hırvatistan olmasaydı, [belki de] kampçı olmazdım.
Kampçılık, belki de içimde, yanıp sönen, parlayıp silikleşen geçici bir heves olarak doğar, gelişir ve sönüp gidebilirdi… Evet, sanıyorum bu böyle olurdu.
Ama, gördüğünüz gibi, “bu, böyle” değil!..
Çünkü... Hırvatistan var... Maddi ve somut olarak ve güpe-gündüz ve düpe-düz mevcut; yani var…
Tam 46 kez gittim ben bu ülkeye.
Dile kolay, tam kırkaltı kez!..
Çadırla gittim defalarca, kombi-kampla gittim, çekme karavanla otuza yakın seferim var...
Geri kalanı ise moto-karavanla.
Hayır, [düşünebileceğiniz gibi] deli de değilim.
Bu konuda aklınızda bir şüphe uyandı ise, reddediyorum!..
Şiddetle reddediyorum.
Neyse… Bu nazik konuyu şimdilik bir kenara bırakıp, işin esasına ve konumuza gelelim.
İşin esası çok basit.
Çünkü bu memleket çok güzel... Ama, gerçekten çok güzel… Üstelik, bitmek tükenmek bilmeyen ormanlarını ve ekonomisini harap eden o korkunç harbe rağmen…
Çok uygar ve çok düzeyli…
Ve ülkenin “turizm açılımı,” doğrudan doğruya kamçılığa yönelerek, şekillenmiş ve yapılandırılmış.
Her şey çok doğal. Yalın, sade ve görkemli!.. Neye yana dönseniz bir kamping, hangi kıyıya ulaşsanız birden çok kamping…
Deniz olağanüstü. Doğa olağanüstü; anlatılır gibi değil, [anlayacağınız gibi…]
Hani neredeyse, söylemeye dilim varmıyor ama, “deli” olunacak kadar güzel her şey ve her yer!..
Uygarlık, öyle müzelerde, kentlerin, resmiyetin ya da bürokrasinin duvarları arasına sıkıştırılmış değil.
Uygarlık, sabah size günaydın diyen insanların yüzlerinde… Gülümseyen, müşfik, doyumlu, sindirmiş, oturmuş kimliklerle size bakan gözlerin içinde, oralardan parlıyor...
Bu topraklarda, bu deniz kıyılarında insanın değeri oldukça yüksek, çok kıymetli, ama hayat ucuz, iyiden iyiye ucuz.
Doğa harikulade ve temiz ve bakımlı ve heyecan verici.
Ve yazımızın bu ilk perdesinin son notu olarak size bir not…
- Hayır kesinlikle ben bir Hırvat ajanı değilim ve turizm gelirlerinden yüzde falan da almıyorum... Yemin ediyorum. Dörtte biri abartıysa bu yazdıklarımın, beni Hırvatistan çarpsın!..
Evet, şimdi öykümüzün ikinci kısmı... Yazımızın ikinci perdesi.
Nasıl gidiliyor bu memlekete?..
İki yol üzerinden rotanızı çizebilirsiniz.
Birinci yol kısa ve ucuz... Ama, bir zorluğu var.
Güzergah şöyle:
İstanbul – İpsala – Selanik – Skopi (Üsküp) – Niş – Belgrat – Zagrep...
İpsala Selanik yolunun yarısı otoyol. Üstelik parasız.
Selanik’ten takriben 75 kilometre sonra Makedonya’ya giriyorsunuz. Vize yok. Yol güzel. Önemli ölçüde otoyol. Ve sonra Yugoslavya... [Yani, Sırbiya]
İşte yolun zor kısmı burası.
Bilmiyorum, belki de sizlere zor gelmez.
Benim için zorluğu şurada:
1.- Niş’e kadar olan yolun toplam seksen kilometrelik kısmı, biraz bozuk; yani satıh bizim bildiğimiz yollar gibi.
2.- Niş’ten sonra sürekli otoyol. Belgrat’a kadar 230 kilometre. Belgrat’tan sonra 135 kilometre... devamlı ve dümdüz...
3.- Yugoslavya’daki problem de şu: Polis radar avlaması yapıyor. Sanki memlekete gelmiş hissediyorsunuz kendinizi… Polisle ceza muhabbeti bir paket Malbro’ya kadar varabiliyor. Ve Yugoslav vizesi 40 Euro civarında, hudutta yapılıyor.
Evet bu yukarıdaki zorluklar yolun tekmil külfetini teşkil ediyor. Hepsi bu kadar.
Ben oldum olası, düm/düz otoyolları sevmem.
Polise ikram edecek Malbro’m da yoktur: Çünkü sigara içmiyorum. Ve bu memleketteki polislerin büyük bir çoğunluğu ısrarla sigara içiyor. Ve her nedense, bu memleketteki ikinci para birimi Malbro sigarası…
Neyse, bu otoyol düm/düzlüğünü gerimizde bırakıp; Belgrat’tan Zagreb’e doğru yönelen otoyolun yaklaşık 140. kilometresinde [yıllık izninizin kelime-i şahadetini getirip] Hırvatistan’a ayak basıyorsunuz.
İlk bakışta memleketin Yugoslavya’dan bir farkını algılayamıyorsunuz. Hemen moralinizi bozmayın. Ve ulu orta, bu öyküyü kaleme alan bendenize okumaya başlamayın… Çünkü, otoyoldasınız hala... Ve Hırvatistan’ın Yugoslav sınırına yakınsınız şimdilik...
Hele gelin bir Zagrep’e... Hele hele oradan da, aşağıya… Kıyıya, Adriyatik denizine doğru kırın dümeninizi... Göreceksiniz!
Evet, ne göreceksiniz?..
Daha doğrusu neyi görmek istiyorsanız, onu göreceksiniz
Tercihleriniz bunu belirleyecek...
Eğer fazla sıcak istemiyor ve bol FKK kampların olduğu bir ortamı seçiyorsanız. Riyaka’dan Batı’ya yönelip ISTRA adı verilen yarım adayı turlayabilirsiniz.
Bu bölge gerçek Hırvat kültürünü yansıtmaktan oldukça uzak, daha Batı, daha İtalya eğilimli bir renklilik taşıyor.
Ama gerçek Hırvatistan’ı görmek, taş evlerin o sade ve güzelim mimarisinde ev şaraplarının mahzenlerden doldurulduğu o eşsiz doğayı ve uygarlığı merak edip, yaşamak istiyorsanız, Riyaka’dan kıyıyı takip ederek Güneydoğu’ya doğru [kıvrıla kıvrıla] süzüleceksiniz.
Ama, öyle her gün yüzlerce kilometre kat ederek, [Rüzgar misali] soluk soluğa kıyıyı bitirmek yok... Çünkü böyle bir gayretkeşliğe hiçbir ödül verilmiyor Hırvatistan’da… Eğer böyle bir ödülün peşindeyseniz, hiç inmeyin Güney’e.
Bize sorarsanız, yavaş yavaş, sindire sindire, uygarlığı, doğayı, denizi ve tarihi birbirine katıp, tadını çıkara çıkara seyran eyleyin Adriyatik kıyılarını... Ya da hiç gitmeyin bu olağanüstü kamping cennetine…
Bence, bir kampçı, karavanı ile yurt dışına çıkmışsa, çıkıyorsa ya da çıkacaksa, Hırvat sahilini görmeden “hacı” olamaz.
Unutmadan şu notu da ekleyeyim: Hırvatistan için vize gerekmiyor. Hayat pahalılığı bizden daha iyi bir çizgide. Şarap çok ucuz. Kamp fiyatları Batı Avrupa’ya göre oldukça ucuz.
Zagrep, İpsala’dan, yaklaşık, 1500 kilometre.
İkinci yola gelince:
Bu güzergah, İpsala – Selanik – Katerini – Larissa – Meteora – İgomenitsa [vapur] Ancona veya Bari veya .... Ancano’nadan Spilt’e geçilebilme seçenekleri ile yüklü. Bari’den Dubrovnik’e de geçilebilir. Veya Venedik’e gidilip, Triyeste yolu ile Riyeka’ya gelinebilir.
Bütün bunlar olasılıklar.
Hele siz bir zehirlenin... Ve beni arayın, size daha nice nice “tyo”lar vermeye hazır, [tetikte] bekliyorum.
Sizleri kampçı selamı ile selamlıyor, yolunuz bol, gönlünüz dolu olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum...
Hoşça kalın…
www.soruyusormak.com
www.dnm-ler.com
Çadırcıyım, kombi-kampçıyım, çekme-karavancıyım, moto-karavancıyım.
Başka bir deyişle, yollardayım, ovalardayım ve tekmil deniz kıyılarındayım.
Ancak… İtiraf ediyorum...
- Eğer eski ismi ile Yugoslavya’nın Adriyatik kıyısı ve yeni siyasi kimliği ile Hırvatistan olmasaydı, [belki de] kampçı olmazdım.
Kampçılık, belki de içimde, yanıp sönen, parlayıp silikleşen geçici bir heves olarak doğar, gelişir ve sönüp gidebilirdi… Evet, sanıyorum bu böyle olurdu.
Ama, gördüğünüz gibi, “bu, böyle” değil!..
Çünkü... Hırvatistan var... Maddi ve somut olarak ve güpe-gündüz ve düpe-düz mevcut; yani var…
Tam 46 kez gittim ben bu ülkeye.
Dile kolay, tam kırkaltı kez!..
Çadırla gittim defalarca, kombi-kampla gittim, çekme karavanla otuza yakın seferim var...
Geri kalanı ise moto-karavanla.
Hayır, [düşünebileceğiniz gibi] deli de değilim.
Bu konuda aklınızda bir şüphe uyandı ise, reddediyorum!..
Şiddetle reddediyorum.
Neyse… Bu nazik konuyu şimdilik bir kenara bırakıp, işin esasına ve konumuza gelelim.
İşin esası çok basit.
Çünkü bu memleket çok güzel... Ama, gerçekten çok güzel… Üstelik, bitmek tükenmek bilmeyen ormanlarını ve ekonomisini harap eden o korkunç harbe rağmen…
Çok uygar ve çok düzeyli…
Ve ülkenin “turizm açılımı,” doğrudan doğruya kamçılığa yönelerek, şekillenmiş ve yapılandırılmış.
Her şey çok doğal. Yalın, sade ve görkemli!.. Neye yana dönseniz bir kamping, hangi kıyıya ulaşsanız birden çok kamping…
Deniz olağanüstü. Doğa olağanüstü; anlatılır gibi değil, [anlayacağınız gibi…]
Hani neredeyse, söylemeye dilim varmıyor ama, “deli” olunacak kadar güzel her şey ve her yer!..
Uygarlık, öyle müzelerde, kentlerin, resmiyetin ya da bürokrasinin duvarları arasına sıkıştırılmış değil.
Uygarlık, sabah size günaydın diyen insanların yüzlerinde… Gülümseyen, müşfik, doyumlu, sindirmiş, oturmuş kimliklerle size bakan gözlerin içinde, oralardan parlıyor...
Bu topraklarda, bu deniz kıyılarında insanın değeri oldukça yüksek, çok kıymetli, ama hayat ucuz, iyiden iyiye ucuz.
Doğa harikulade ve temiz ve bakımlı ve heyecan verici.
Ve yazımızın bu ilk perdesinin son notu olarak size bir not…
- Hayır kesinlikle ben bir Hırvat ajanı değilim ve turizm gelirlerinden yüzde falan da almıyorum... Yemin ediyorum. Dörtte biri abartıysa bu yazdıklarımın, beni Hırvatistan çarpsın!..
Evet, şimdi öykümüzün ikinci kısmı... Yazımızın ikinci perdesi.
Nasıl gidiliyor bu memlekete?..
İki yol üzerinden rotanızı çizebilirsiniz.
Birinci yol kısa ve ucuz... Ama, bir zorluğu var.
Güzergah şöyle:
İstanbul – İpsala – Selanik – Skopi (Üsküp) – Niş – Belgrat – Zagrep...
İpsala Selanik yolunun yarısı otoyol. Üstelik parasız.
Selanik’ten takriben 75 kilometre sonra Makedonya’ya giriyorsunuz. Vize yok. Yol güzel. Önemli ölçüde otoyol. Ve sonra Yugoslavya... [Yani, Sırbiya]
İşte yolun zor kısmı burası.
Bilmiyorum, belki de sizlere zor gelmez.
Benim için zorluğu şurada:
1.- Niş’e kadar olan yolun toplam seksen kilometrelik kısmı, biraz bozuk; yani satıh bizim bildiğimiz yollar gibi.
2.- Niş’ten sonra sürekli otoyol. Belgrat’a kadar 230 kilometre. Belgrat’tan sonra 135 kilometre... devamlı ve dümdüz...
3.- Yugoslavya’daki problem de şu: Polis radar avlaması yapıyor. Sanki memlekete gelmiş hissediyorsunuz kendinizi… Polisle ceza muhabbeti bir paket Malbro’ya kadar varabiliyor. Ve Yugoslav vizesi 40 Euro civarında, hudutta yapılıyor.
Evet bu yukarıdaki zorluklar yolun tekmil külfetini teşkil ediyor. Hepsi bu kadar.
Ben oldum olası, düm/düz otoyolları sevmem.
Polise ikram edecek Malbro’m da yoktur: Çünkü sigara içmiyorum. Ve bu memleketteki polislerin büyük bir çoğunluğu ısrarla sigara içiyor. Ve her nedense, bu memleketteki ikinci para birimi Malbro sigarası…
Neyse, bu otoyol düm/düzlüğünü gerimizde bırakıp; Belgrat’tan Zagreb’e doğru yönelen otoyolun yaklaşık 140. kilometresinde [yıllık izninizin kelime-i şahadetini getirip] Hırvatistan’a ayak basıyorsunuz.
İlk bakışta memleketin Yugoslavya’dan bir farkını algılayamıyorsunuz. Hemen moralinizi bozmayın. Ve ulu orta, bu öyküyü kaleme alan bendenize okumaya başlamayın… Çünkü, otoyoldasınız hala... Ve Hırvatistan’ın Yugoslav sınırına yakınsınız şimdilik...
Hele gelin bir Zagrep’e... Hele hele oradan da, aşağıya… Kıyıya, Adriyatik denizine doğru kırın dümeninizi... Göreceksiniz!
Evet, ne göreceksiniz?..
Daha doğrusu neyi görmek istiyorsanız, onu göreceksiniz
Tercihleriniz bunu belirleyecek...
Eğer fazla sıcak istemiyor ve bol FKK kampların olduğu bir ortamı seçiyorsanız. Riyaka’dan Batı’ya yönelip ISTRA adı verilen yarım adayı turlayabilirsiniz.
Bu bölge gerçek Hırvat kültürünü yansıtmaktan oldukça uzak, daha Batı, daha İtalya eğilimli bir renklilik taşıyor.
Ama gerçek Hırvatistan’ı görmek, taş evlerin o sade ve güzelim mimarisinde ev şaraplarının mahzenlerden doldurulduğu o eşsiz doğayı ve uygarlığı merak edip, yaşamak istiyorsanız, Riyaka’dan kıyıyı takip ederek Güneydoğu’ya doğru [kıvrıla kıvrıla] süzüleceksiniz.
Ama, öyle her gün yüzlerce kilometre kat ederek, [Rüzgar misali] soluk soluğa kıyıyı bitirmek yok... Çünkü böyle bir gayretkeşliğe hiçbir ödül verilmiyor Hırvatistan’da… Eğer böyle bir ödülün peşindeyseniz, hiç inmeyin Güney’e.
Bize sorarsanız, yavaş yavaş, sindire sindire, uygarlığı, doğayı, denizi ve tarihi birbirine katıp, tadını çıkara çıkara seyran eyleyin Adriyatik kıyılarını... Ya da hiç gitmeyin bu olağanüstü kamping cennetine…
Bence, bir kampçı, karavanı ile yurt dışına çıkmışsa, çıkıyorsa ya da çıkacaksa, Hırvat sahilini görmeden “hacı” olamaz.
Unutmadan şu notu da ekleyeyim: Hırvatistan için vize gerekmiyor. Hayat pahalılığı bizden daha iyi bir çizgide. Şarap çok ucuz. Kamp fiyatları Batı Avrupa’ya göre oldukça ucuz.
Zagrep, İpsala’dan, yaklaşık, 1500 kilometre.
İkinci yola gelince:
Bu güzergah, İpsala – Selanik – Katerini – Larissa – Meteora – İgomenitsa [vapur] Ancona veya Bari veya .... Ancano’nadan Spilt’e geçilebilme seçenekleri ile yüklü. Bari’den Dubrovnik’e de geçilebilir. Veya Venedik’e gidilip, Triyeste yolu ile Riyeka’ya gelinebilir.
Bütün bunlar olasılıklar.
Hele siz bir zehirlenin... Ve beni arayın, size daha nice nice “tyo”lar vermeye hazır, [tetikte] bekliyorum.
Sizleri kampçı selamı ile selamlıyor, yolunuz bol, gönlünüz dolu olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum...
Hoşça kalın…
www.soruyusormak.com
www.dnm-ler.com