Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan orsaalabanda Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 123
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 29,792
Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Alp ve nejat beyler, ilginiz ve güzel dilekleriniz için teşekkürler...

İnsel hocam, sizi kıl payı kaçırdık demek ki. Üzüldüm. Mutlu ve güzel gezileriniz olsun. Selamlar...
 

Etiketler
Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

cem kardeşim seninde daha evvel demiş oldugun gibi boş ver beyi isim daha samimi olacak yanına birde kardeşim dedinmi super olacak ;)
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

hiç' Alıntı:
Satırlarını okudukça şunlar yüreğimden geçti çocuk.

Ne kadar da çok, ama, çok istiyordu. Bir an önce. Hemen şimdi. Şimdi.

Debriyaj, birinci vites ve hafif gaz, kavrama noktası, sonra iki ve asfaltın geriye doğru kayan çizgileri, lastiklerin yumuşak sesi, motorun nefesi, hiç bu kadar keyifli gelmemiştir ona, diye düşündüm.

Yan gözle çekirdek ailesini süzmüştür bir ara, " onlar da benim kadar keyif alıyorlar mı acaba?.." O anı yakaladıysa eğer, uçmuştur kerata.

Tentesinin pırpırı altında o ilk akşam üstü dolaptan çıkan soğukça bira, nasıl da buz gibi gelmiştir. O ilk gece yatağa girip de yapılacak nice yolculuk hayallerinin keyfini uzatabilmek için, hemen aracının yanı başında yıldızların uzaklığına kanat açmış mutluluk cigaralarını peşpeşe ve anları birbirine ekleyerek " ya mutluluk galiba böyle birşey işte..." diye kafasından geçirmiştir.

" Dün sanki ben başka bir insandım, ya da, hayat başka bir hayattı..." da demiş olabilir.

Ne bileyim be çocuk, işte böyle şeyler geçti yüreğimden. Sevgiyle.

Haldun abicim, aynen de yazdığın gibi oldu gerçekten. Kalplerimiz sırça olsa bile, senin de dediğin gibi ''kalplerimizdeki sır değil''

Daha önce dile getirdim mi, hatırlamıyorum ama İznik gezisindeki kıyağının bu mutlulukta çok payı var. Bu yüzden kalbimdeki yerin apayrı ;) Bunu hiç unutmayacağım... Sayılı günlerinin çarçabuk geçmesini dört gözle bekliyoruz. Selamlar, saygılar...
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Eveeeet sayın seyirciler! Bu gece artık bitiyor...

Artık yazmaktan ben de sıkıldım. 32 kısım tekmili birden... Yakında bu sinemalarda...
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Sedir Adası...


Önceki yıllarda Sedir Adası'nın hep kenarından kıyısından geçmiş, gitme fırsatını bir türlü bulamamıştım. ''Kediyi öldüren meraktır'' derler. Neden böyle yazdığımı ilerleyen satırlarda anlayacaksınız...


Akyaka'da bir gün daha kalıp ''günlük tekne turuyla küçük bir gökova gezisi mi yapalım, yoksa bir an önce demir alıp Hisarönü'ne ulaşmadan Sedir Adası'nı mı aradan çıkaralım?'' diye çok düşünmüştük. Eşim ve kızım, ana-kız dayanışması içinde tekne turundan yanalar...Tatil süremiz kısıtlı olduğu için bir gün daha kaybetmek benim hiç işime gelmiyor. Tekne turu ardından kaçınılmaz olarak istakoz rengine bürünecek tenlerimiz ve güneş çarpması hissiyle Hisarönü'ne gece yolculuğu yapmak da istemiyorum. ‘’Neden bu acele?’’ derseniz, o tarihte henüz Hisarönü'nden ileriye gidemeyeceimizi bilmiyor, Knidos'a kadar rotayı uzatma planları yapıyoruz....


Bu gibi durumlarda bayanların hislerine kulak vermek gerekiyor. ''İnadım inat, ..... iki kanat'' dayatması fayda getirmiyor. Tekne turuna çıkıp Akyaka'da bir gece daha geçirmiş olsaydık çok daha güzel bir gün geçirmiş olacağımızdan eminim. Neyse, kısmet değilmiş...(Özür dilerim hayatım).


Öğlen saat 1 gibi ''Çamlık'' iskelesindeyiz. Sedir Adası'na tekneyle gidiş-dönüş kişi başı 10 TL. Çocuklardan ücret almıyorlar. Adadaki meşhur plajın da olduğu ören yerine giriş, yine ücretli. Ancak müze kartlarımız burada da geçerli olduğu için kaç lira olduğuna bakmamışım bile.


[attachment=1]


Yarım saatlik bir tekne yolculuğunun ardından adaya ulaşıyoruz. Ortalık bayram yeri gibi. Gelen, giden, yanaşmaya çalışan tekneler, arada yüzmeye çalışanlar, bağırış, çağırış, bir gürültüdür gidiyor... Ören yeri giriş kapısından itibaren kısa bir yürüyüşle plaja ulaşılıyor. Ancak plaja uzanan tahta platform yol üzerinde birilerinin ayağına basmamak için tek sıra halinde paytak paytak yürümek hiç de kolay değil.


Plaja ulaştığımızda ise büyük hayal kırıklığına uğruyoruz.

''Amaaaan! bu kadarcık mıymış? fotoğraflarda çok daha güzel görünüyordu oysa...''

[attachment=2]


Plaja girerken mecburi olarak üzerinizdeki tozdan, pisten arınmak için duş alıyor, çıkarken de yine üzerinize yapışan kumlardan arınmak için duş alıp çıkıyorsunuz. Buradan küçük bir kum tanesi bile kaçıramazsınız. Yakalanırsanız hakkınızda adli işlem yapılıyor. Yanınızda çanta, havlu vs. götürmeniz mümkün değil. Zaten götürseniz bile koyacak yer yok. Çünkü plajı denizden ayıran hat araya ip gerilerek ayırılmış. Bu hattın ötesine, plaja geçiş yasak. Arada elini, kolunu uzatan olursa ''Düüüüüt!'' kule üzerindeki görevlinin düdüğü...

[attachment=3]


Neyse ki Tamer'lerin uyarısı üzerine yanımıza havlularımızdan başka, cüzdan, para, vs. almamıştık. Bu yüzden plaj çantamızı gönül rahatlığıyla girişteki kayaların üzerine bırakıp denize atlıyoruz. Ben önden dalış yapıp önümüzdeki Fransız'ın bacakları arasından geçerek yüzülecek bir yer bulmaya çalışıyorum. En uygun olan açıklıktan çıkıp oradaki İtalyan grubu da dirsek ve diz darbeleriyle etkisiz hale getirdikten sonra bizimkilere el ediyorum:

''Gelin, burada yüzülecek bir açıklık buldum.''

Zorlu bir arbededen sonra onlar da yanıma ulaşıyor. Ancak kulaç atmak ne mümkün? Daha ikinci kulacımda elim yumuşak bir yüzeye temas ediyor. Kafamı sudan çıkardığımda yanımdaki orta yaşlı, geçkince Alman bayanın bana çapkın çapkın gülümsediğini görüyorum. İkinci yüzme denemesi ve... Bu kez daha sert bir cisim??! Olamaz erkek bu! İşin kötüsü, bizim de tacize uğrama riskimiz var.

''Ben burada denize girmem.’’ Diyorum.

‘’Haydi toparlanın. Çıkıyoruz.''


Kumlar gerçekten çok güzel. Hepsi aynı boyda, açık sarı renkte ve balık yumurtası formunda. Ancak bu kalabalığı gördükten sonra Sedir Adası'na bir daha gelir miyim, bilmiyorum? 10-12 yıl öncesine göre Gökova Körfez'inin tamamında gözlediğim kirlenme bu plajda kalabalık nedeniyle daha bir artmış gibi. O güzelim turkuaz renkli berrak sular gitmiş, yerine bulanık yeşilimsi garip bir sıvı kalmış.


Denizden çıktıktan sonra doğal olarak acıkıyoruz. Adadaki büfede tost ve hamburgerden başka bir şey yok. Fiyatları da ucu hafifçe sivriltilmiş cinsinden. Kızımıza bir tost sipariş edip biz de plaj çantamızdaki sabah kahvaltısından kalma kuru açma ve simite talim ediyoruz. Her ne olursa olsun, yine de çok mutluyuz. Hem ''Sedir Adası'nı, Kleopatra Plajı'nı da görmedik'' demeyeceğiz.


Cennet taamı susamlı kebaplarımızı mataramızdaki ılık suyla ağzımızda şöyle bir ıslatıp çevirdikten sonra zorlanmadan yutuyoruz. Hayır, fiyatına bakmadan hamburgerleri de alacağım ama çalınır korkusuyla yanımıza fazladan para alamadık.

PIC_0229.jpg


PIC_0230.jpg


PIC_0232.jpg
 



Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu



Antik kalıntıları, amfitiyatroyu, agorayı görmeden gidersek bu gezi eksik kalır. Öğlen sıcağında tozlu yollar, açlık ve susuzluk bizi yıldıramaz. Düşüyoruz yine tarihin tozlu yollarına...

[attachment=1]

[attachment=2]

[attachment=3]

[attachment=4]


Dönüşte, adanın diğer tarafında kalan, teknelerin yanaştığı iskelenin yanındaki plajda denizle olan hasretimizi gideriyoruz. Burası hiç kalabalık değil. Diğer tarafa göre de daha temiz.


Yine yarım saatlik bir tekne yolculuğunun ardından kamperimizdeyiz. Bu geziye çıkmadan önce ''dış duş aparatı alıp araca takayım mı, lazım olur mu?'' diye çok düşünmüştüm. Bu uygulamanın estetik ve pratik yönden getireceği kolaylık tartışılmaz. Ancak denizden sonra dışarıda duş almamızı gerektirecek durumlarda, ortam da uygunsa içerideki musluktan 1,5 lt.'lik pet şişeye doldurduğumuz su, denizin tuzundan arınmaya ve ayaklardaki kumları yıkamaya yetiyor. Bu şekilde en az 30 duş almaya yeterli suyumuz var depomuzda. Şampuanlı, köpüklü duş ise imkansız değil ama ortam uygun değilse bunun için kampinglere ihtiyaç var. Yaz tatili için konuşmak gerekirse duş sıkıntısını hiç yaşamadık. Ancak kışın durum ne olur, bilemiyorum? ‘’Çok çok, çekerim bir hamamın önüne, çalıştırırım webastomu, girip iki kese atar çıkarım’’ diye düşünüyorum.


Tam bu sırada Haldun dostum arıyor:

''Muhtar, nerelerdesiniz? Keyfiniz yerinde mi?''

''İyiyiz.'' diyorum,

''Sedir Adası'ndaydık da, yeni döndük.''

Haldun öyle derin ''Ooofff!'' çekiyor ki haline acıyorum....

''Yahu oflayıp puflama! Sen de al bir tane, birlikte gezelim.'' (Söylemesi kolay tabi. Arayış aşamalarında neler çektiğimi bir ben bilirim.)

Hala ümidi kırılmamış olsa gerek,

''O size küçük geliyordur zaten, büyüğünü alın da onu bize satın.'' diyor.

''Hadi len, yemezler! İyiyiz biz böyle.''

Haldun ikinci bir ''Off!'' çekiyor ve vedalaşıyoruz.... Ümidimiz, çok sevdiğimiz bu dostlarımızın da bir an önce vuslata ermeleri ve seneye bu turu beraber yapabilmemiz...


Duş sorunumuzu da oracıkta hallettikten sonra, içeride, kuruması için oraya buraya asılmış, uçuşan havlu ve mayolar eşliğinde Marmaris'e varıyoruz.

PIC_0233.jpg


PIC_0235.jpg


PIC_0238.jpg


PIC_0241.jpg
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu



Allâme-i cihan olsa yine de yoğun araç trafiği, kalabalık ve gürültünün olduğu yerde fazla işimiz yok. Akşam yemeği yerine geçecek ''hızlı ye, genç öl'' türü ikinci bir beslenmenin ve market alışverişinin ardından Hisarönü'ne doğru yola koyuluyoruz. Akşam olmak üzere. Buradaki hedefimiz, hakkında hep iyi şeyler duyduğumuz Evcan Kamping. Buranın özellikle yerli karavancı duayenler tarafından çok tutulan bir yer olduğunu, önceden haber verilmeksizin gidildiğinde boş yer bulmanın pek de mümkün olmadığını biliyoruz. Biz yine de şansımızı deneyeceğiz. Olmazsa Datça'ya doğru devam ederiz.


Kapıda bizi Mustafa bey karşılıyor. İlk aşamada, üzülerek, yerlerinin olmadığını söylüyor. Bir yandan da ''hangi bağın üzümüdür acaba, daha önce hiç görmemiştim?'' edasıyla bizi süzüyor. Kolay değil tabi. Sorumluluk sahibi bir işletmeci olarak, yıllardır oraya gelip birbirini tanıyan, artık büyük bir aile haline gelmiş müşterilerinin huzurunu gelip geçici bir zıpır için bozmak istemiyor. Bu arada ben,

''Dur bir bakayım o zaman! Bizden birileri varsa en azından merhaba diyeyim.'' diyerek nizamiye kapısından izinsiz, içeriye dalıveriyorum.

''Ahanda gördüm!''

Orada bir boş yer var. Ama hiç sesimi çıkarmıyorum. İşin tuhaf tarafı tanıdık kimseler de yok. (Şimdilik ben öyle sanıyorum) Bu arada Mustafa bey'in gözü bizleri birazcık tutmuş olsa gerek ki,

''Aslında şurada, en arka sırada, tuvaletlerin hemen yanında bir boş yerimiz var ama bilmem beğenir misiniz?'' diyor.

Büyük şirketlerde işe tuvalet temizleyiciliğinden başlayarak kariyer basamaklarını hızla tırmananların başarı öykülerini okumuştum. Ama karavancı camiasına kendini kabul ettirebilmek için de tuvalet sırasından başlandığını bilmiyordum. Biz eşimle tartışıp, bir yandan, ''Gitmek mi zor, yoksa kalmak mı?'' şarkısını söylerken Mustafa bey:

''Şey!'' diyor.

''Aslında bir yerimiz daha var. Ama yarın gelecek bir karavancı abimiz tarafndan rezerve edildi. Bir gece kalacaksanız orada kalabilirsiniz.'' (Benim az önce içeride gördüğüm yeri kastediyor.)

''Tamam'' diyorum.

''Zaten araç küçük. Biz öyle çok fazla yayılıp yerleşmeyiz. Gerekirse yarın yer değiştirip tuvalet bekçiliği görevimize yarın gece başlarız...''

Bu arada kendisini fotoğrafından tanıyıp, o olduğunu tahmin ettiğim Asya Kamp Karavan Derneği Başkanı Erdal Ötügen bey yanımıza yaklaşıp,

''Mustafa, ben yarın ayrılıyorum. Yarın gelecek olan ........ beyi benim yerime de alabilirsin.'' diyor.

Erdal bey beni tanımıyor. Ben de

''Gezenbilir karavan bölümünün kooooskoca bir moderatörüyüm.''

''Orada burada zirzop yazılar yazmaktayım'' diyerek kendimi tanıtmayı sevmediğim için sadece

''Teşekkür ederiz'' diyebiliyorum.

Mustafa bey'in artık sığınacak hiç bir bahanesi kalmadı.

''Yaa Gördünüz mü! Kapıdan kovsanız bacadan girerim böyle işte!''


Nizamiye sorgusunu bu şekilde savuşturduktan sonra ''Oh be!'' diyerek yerimize kalıcı olarak yerleşiyoruz. Kalıcı dediğim iki gün... Ve kendimizi amansız bir ''petank'' savaşının ortasında buluyoruz. Bazıları bu oyuna ''Bull'' diyor. Ne olup bittiğini pek anlamıyoruz ama ''kaybedenler tuvaletlerin önündeki sıraya sürgün ediliyordur belki'' diyerek bu oyundan uzak durmaya karar veriyoruz. Hatta o tarafa bakmıyoruz bile. Aman, aman bizden uzak olsun. Zaten bu yeri zor bulduk...

[attachment=1]


Arka tarafta acımasız petank savaşları olanca hızıyla devam ederken kızım kendi gibi güzel bir arkadaş bulmakta hiç gecikmiyor.


[attachment=2]



Evcan Kamping, denize sıfır konumda, okaliptus ağaçlarının gölgesinde, gerçek bir kampingde olması gereken eksiksiz altyapısı, ilgili ve nazik işletmecileri ve seçkin komşularıyla etkileyici bir atmosfer. Bize göre tek olumsuz yönü zeminin çim değil de toprak olması. Ancak toprağın yapısı nedeniyle çok fazla toz olmuyor. Çim olsaydı görsel açıdan da çok daha iyi olabilirdi. Araştırdık, okaliptus ağaçlarının, çok geniş alana yayılan kökleri nedeniyle topraktaki suyun tamamını çektiğini ve başka bitkinin yaşamasına izin vermediğini öğrendik. Komşumuz önümüzdeki iki cılız çam fidanını gösteriyor:

''Bunlar da geçen yıl dikildiler ve yaşam mücadelesi veriyorlar. Ne kadar dayanacaklar, belirsiz...''

[attachment=3]


Burada bir de yabanarısı tehlikesi var. Mevsim itibarı ile sayıları oldukça fazlaydı. Uçan ve oramıza buramıza konarak taciz edenlerden hiç korkmam. Ancak yerde gezinenlerden sakınmamız gerektiğini havalara zıplatan, göz yaşartan çok acı bir tecrübe sonucu öğrendim. Daha ilk günden ayağımın atrofiye uğramış en minik zavallı parmağı başparmağımla aynı boya geliverdi. O andan sonra parmağımı görenlerin, akraba evliliğinden olduğumu sanmamaları için ayakkabıyla dolaşmak zorunda kaldım. Ne yapalım, doğayı seven dikenine de katlanır.



Denizden yeni çıkmış Manisa tarzanı görünüşüme rağmen forumdan ''sçal'' takma adıyla bildiğimiz Serdar arkadaşımız ve Nihat bey (Zaloğlu) beni hemen tanıdılar. Kendileriyle yüz yüze tanışmaktan ve sohbet etmekten çok memnun oldum. Nihat bey forumda kendisini tanıtmıştı ama emekli beden eğitimi öğretmeni olduğunu unutmuşum. Eşimle meslektaş olduklarını hatırlamak bizim için ayrı bir sürpriz oldu.



Gece Evcan Kampingin tuvaletlerinde rastladığımız minik dostumuz:

[attachment=4]

[attachment=5]

PIC_0247.jpg


PIC_0251.jpg


PIC_0250.jpg


PIC_0243.jpg


PIC_0244.jpg
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Gezimizin başladığı ilk günden bu yana eşimle şöyle bir tartışmamız oldu:

Ben hayvanları çok severim. Ancak sokak hayvanlarından insana bulaşabilecek hastalıklardan da çok korkarım. Bu yüzden her gördükleri hayvanı yanımıza çağırıp sevmelerine hep karşı çıktım. Bu durum hayvan davranışları ve tepkileri konusunda henüz çok tecrübesiz olan küçük kızımız için özellikle önemli. Zaten kendimizden çok onun için sakınıyoruz. Bu nedenle her gittiğimiz yerde kedileri köpekleri (özellikle de kedileri) kovalayan acımasız ve korkunç gaddar baba rolü oynamak zorunda kaldım. Köpek dilinden biraz daha iyi anlayabiliyorum. Ama kediler sağı solu belli olmayan garip hayvanlar benim için. Siz severken sebepsiz yere aniden tırmalayıp ısırabiliyorlar. Eşim de benim aksime tam bir kedicidir.


O gece, artık gaddar, kötü baba rolü oynamaktan ve kızımın delici bakışlarından sıkılmış olsam gerek, bizimkilerin ta tuvaletlerin oradan peşlerine takıp getirdikleri kediyi beslemelerine ve sevmelerine ses çıkarmamıştım. O hain kedi de karnını güzelce doyurduktan sonra kızımı tırmalamak için o geceyi bekliyormuş.



Korkulan oldu. Ertesi gün bir ihtimal ''kampın kedisi olup sahipli ve aşılı olabilir mi acaba?'' ümidiyle Mustafa bey'e sorduğumda

''Çok üzüldüm. Ne yapsak da o kedilerden kurtulamıyoruz. Biz uzaklaştırmaya çalıştıkça çağırıp besleyen müşterilerimiz yüzünden buralardan ayrılmıyorlar.'' Cevabını alıyorum.

''Üzülmeyin. Sizin suçunuz değil. O bahsettiğiniz müşteri profilini ben çok yakından tanıyorum.'' Olan oldu bir kere…


Niyetimiz Datça'ya kadar gidip oradaki hastanenin doktorundan kuduz aşısının gerekli olup olmadığını öğrenmek. Ancak Hisarönü'nün Marmaris'e bağlı olduğunu ve çok daha yakın olduğunu öğrenince ''en azından görülen kuduz vakası ve salgın tehlikesi varsa daha iyi bileceklerini düşünerek'' Marmaris Devlet Hastanesi'ne gitmeye karar veriyoruz. Doktor:

''Çok endişeliyseniz aşının ilk dozunu yapalım. Ancak kendi çocuğum olsa ben aşı yapmam. Çünkü tıp literatüründe kayda geçen kedi tırmalamasından kuduz vakası yok'' diyor.

''Bu bölgede de hiç kuduz vakasına rastlanmadı.''

Açıklamalar biraz olsun içimizi rahatlattı. Ancak yine de keyfimiz kaçmış durumda. Ben ''Gördün mü şimdi? Ben size söylememiş miydim?'' türünden esip gürlüyorum. Minik kızım ise aşı olup olmayacağını sorarak ağlayıp duruyor... Aşı mereti de tek doz değil ki... İkişer gün arayla 3 doz, bir hafta ve bir ay sonra birer doz daha... Anne baba olmayanlara belki yersiz bir endişe gibi gelebilir ama ben kuduz aşılarının riski konusunda da endişeliyim. Sonuçta aşıyı yaptırmamaya karar veriyoruz ama şu an itibarıyla tatilimiz çoktan zehir oldu bile.


Hani Datça'ya, Knidos'a gidecektik, yolda geçerken de Aktur'a uğrayacaktık?... Marmaris'e kadar geri dönmüşüz.... Keyfimiz de kaçtı.... Geri dönüp tatilimize hiç birşey olmamış gibi devam etmek zor geliyor. Rotayı yazlığa, Bodrum'a doğru kırıyoruz.... Benim mideme kramplar girmiş, kızım ağlıyor ve burnumdan soluyorum. Eşim yeminler ediyor:

''Bir daha kedileri çağırırsam iki olsun.'' (ikincide vurularak öleceğini o da biliyor)

Hani tek kelime etseler Bursa'ya kadar molasız ve ağzımı açmadan geri döneceğim.... Esprili ve sakin mizaçlı görünüşüme bakmayın. Böyle durumlarda terör estiririm ben. ''Kime faydası var?'' derseniz ''Herkese, herşeye zararı var.'' Onu da bilirim. Ama dünya kopsa umurumda olmaz. Öyle de pis bir huyum var işte.
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu


Aşı yaptırmadığımız için önümüzde endişeli olarak geçireceğimiz koskoca bir 3 hafta var. (Bu yazının yazıldığı gün itibarıyla o süre henüz dolmadı.) ‘’Biz doktordan daha mı iyi bileceğiz?’’ diyerek kendimi avutmaya çalışıyorum. Ama yine karnıma ağrılar girdi ve dayanamayıp Mustafa bey’i aradım. O nankör kedinin hala yaşıyor olduğuna çok ama çok sevindim. Önümüzdeki bir hafta içinde ölmesin de, artık seneye ben başka yollardan icabına bakacağım...

Marmaris Bodrum arasında uzanan ve Yatağan üzerinden geçen yol, yol genişletme çalışmaları nedeniyle çok sıkıntılı. Rocinante burada da burnunu taş, toprak ve çamurdan kurtaramıyor. Bir de çok ilginçtir, nedense her gittiğimiz yolda asfaltın erimiş olan bölümü hep bizim şeride denk geliyor. Yahu, yol aynı yol, asfalt aynı asfalt, trafik aynı trafik, sıcaklık aynı sıcaklık… Nedenini bir türlü çözemedim. Her moladan sonra aracın camından zift kazımak zorunda kalıyorum…


Sıkıntılarımızın üzerine kalın bir perde çekip Milas-Bodrum ayrımını biraz geçtikten sonra yol kenarında gördüğümüz ‘’Iassos 18 km.’’ yazılı kahverengi tabela birden hassas bölgelerimizde kaşıntı yaratıyor.

‘’Girelim mi?’’

‘’Girelim…’’

Aman girmez olsaydık! Yol ilerlememize doğru orantılı olarak o kadar hassas bir dengeyle giderek bozuluyor ki, bir yandan ‘’yol çok bozuk geri mi dönsek acaba?’’ diyoruz, diğer yandan ‘’o kadar yol geldik, artık geri dönmek anlamsız olur.’’ Diyoruz. Yol ileride daha çok bozuluyor ama biz de geri dönmek için çok daha fazla ilerlemiş oluyoruz. Neden bu yolların son kısmını en başa almazlar ki? O zaman kimse o yola girmez tabi. Taşlı topaçlı, bol hendek, tümsek ve rampalı, bize 180 km. gibi gelen 18 km.’lik bir yolun ardından (yol dediğime bakmayın ağız alışkanlığı) Iassos antik kentinin kalıntılarına ulaşıyoruz. Sonuç yine hüsran… İsmini hatırlamadığım bir köyün sınırları içinde yer alıyor. Suyun içindeki kalıntılar uzaktan görülüyor. Ama deniz düşündüğümüz şekilde girilecek gibi değil. Dibi balçık çamur ve sazlıklarla kaplı. Oysa internetteki fotoğraflarda ne güzel görünüyordu. Sahilden kalıntılara doğru bir yol uzanıyor ama ileride yolu tel örgüyle kesmişler. Zaten gidilebilecek gibi olsa bile 5 saatlik yolculuğun ve moral bozukluğunun ardından gidecek halimiz yok. Denizi güzel olsaydı en azından denize girerdik.


Sahilde balıkçı kahvesinde oturanlara soruyorum:

‘’Selamınaleyküm dayı!’’

‘’Aleykümselam!’’

“ Buralarda gece karavanımızla konaklayabileceğimiz kamping türü bir yer var mı?’’

“Ağabeycim siz Zeytinlikuyu’ya gideceksiniz. Orada otel, motel her şey var. Hem plajı da var. Oradan denize girersiniz.’’

‘’Teşekkür ederim. İyi günler…’’

İçeriden eşim sesleniyor:

‘’Nereye gidecekmişiz?’’

‘’Zeytinli Koyu’na mı dedi, Zeytinli Köyü’ne mi dedi anlayamadım valla. Gidelim bakalım nasıl bir yermiş? Kamping varmış orada.’’


Gelirken kullandığımız yol o kadar bezdirmiş ki aynı yoldan geri dönmeyi hiç istemiyorum. İleri, hep ileri gitmek niyetindeyim. Nasıl olsa bu yol ileride Didim yakınlarında bir yere çıkar diye düşünüyorum. Nihayet tabelayı görüyoruz ‘’Zeytinlikuyu’’

‘’Aaa kuyuymuş ayol! İsminde meymenet yok bi kere buranın’’

‘’!...’’

Soruyoruz, soruşturuyoruz, konaklayacak yer için yine köy kahvesinin önündeki açıklığı gösteriyorlar. Deniz burada da pek güzel değil.

‘’Abi bir de koyun öbür yakasındaki motelin olduğu yere bakın. Orada plaj da var.’’

Soruyorum:

‘’Peki bu yol nereye gidiyor?’’

‘’Hangi yol?’’

İşaret parmağımla gösterdiğim yöne bakıyorum, tarlalar ve ağaçlardan başka bir şey yok!

‘’Aaa, yol nereye gitti yahu?’’

Yol yok…

‘’Yol burada bitiyor abi.’’

‘’Yahu yol biter mi? Kamyonların arkasında bile yazar. Hani ömür biter yol bitmezdi?’’

‘’Bilmiyorum abi. Kamyoncu değiliz. Balıkçıyız biz.’’

Anlıyorum ki burası gerçekten Zeytinlikuyu. Hem de kuyunun en dibi…

Koyun öbür yakasındaki motelin olduğu yer daha güzel. Ama oraya da kamperle giremiyoruz…


Gezinin bu bölümü boyunca tek bir fotoğraf bile çekmedik. Ya görülecek bir şey yoktu, ya da bizde görecek göz...


‘’Gör .…m yolları’’ geri dönüyoruz. Neyse ki garibim Rocinante’nin gıkı çıkmıyor. Onca yolu tık demeden götürüp getirdi. Bir tek, öğlen güneşinde olanca sinirimle Marmaris dönüşünde Sakar’ı tırmanırken otomobillerle yarışınca hararet yaptı. İbrenin tehlikeli yükselişinden korkup seyir terasında 5 dakikalık bir mola vermek zorunda kaldık. Yolculuk boyunca aracımızla ilgili yaşadığımız tek olumsuz tecrübe bu oldu.

[attachment=1]


Dönüşte Milas’ın köyleri üzerinden giden farklı bir asfalt yol keşfediyoruz. Yolumuzu uzatmak pahasına da olsa asfaltı tercih ediyorum. Yazlığa ancak akşama doğru varıyoruz. İşin tuhaf tarafı 10 günlük bir karavan yolculuğundan sonra bile canımız ev konforu çekmiyor.

‘’Ne yapalım?’’

‘’Hiç eve uğramadan aşağıya sahile inelim, bu gece de orada kalalım.’’

‘’Tamam. Oldu o zaman.’’


Sahildeki konforumuz ve hele de manzaramız evdekinden kat be kat üstün.


[attachment=2]

[attachment=3]

[attachment=4]

[attachment=5]




Gece yatmaya hazırlanırken, tam da dişlerimi fırçalarken dışarıdan bir ses:

‘’İyi akşamlar!’’

‘’İyi akşamlar.’’

Özellikle sertleştirilmeye çalışıldığı belli olan bir ses tonuyla:

‘’Ne yapıyorsunuz siz burada?’’

‘’!...’’

İçimden köpüklü ağzımla dışarı çıkıp:

‘’Merhaba dünyalı! Biz dostuz. Galaksiler arası yolculuk yaparken burada bir gece kalalım dedik. Bu da uzay aracımız Rocinante’’ demek geliyor. Onun yerine:

‘’Kamp yapıyoruz.’’ Deyiveriyorum…

‘’!...’’

Keşke ilk aklıma geleni söyleseymişim. Sessizlik bu kadar uzun sürmezdi.

‘’Peki siz kimsiniz?’’

‘’Ben bu sitenin yöneticisiyim’’

‘’Site dışından değiliz. 2 numaranın sahibi ……. Hanımın kızı ve damadı… Bu gün geldik.’’

Yine sessizlik…

‘’Peki ama neden evde değil de burada kalıyorsunuz?’’

Sana ne be adam! Ben sana neden burada yürüyorsun diye soruyor muyum? Keyfimin kahyası mısın? Nerede istersem orada kalırım.

Anlıyorum ki ne söylesem zaten şaşıracak:

‘’Evde misafirlerimiz var da, çok kalabalık. O yüzden burada kalıyoruz.’’ Diyorum.

‘’Allah allaaaah… Ne bileyim? Yani… İlk kez görünce…’’ gibi saçma sapan bir şeyler söyleye söyleye uzaklaşıyor…


Onca gecenin ardından başımıza gelmeyen bu olayın kendi yazlık sitemizde olması da ilginç bir anımız oldu.

PIC_0256.jpg


PIC_0269.jpg


PIC_0266.jpg


PIC_0263.jpg


PIC_0281.jpg
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Ertesi gün denize sıfır uyandığımızda ne kadar doğru bir karar almış olduğumuzu fark ediyoruz.

[attachment=1]


Yaşadığımızı her soluk alışverişimizde hissediyoruz. Önce bir deniz banyosu ve ardından manzaramız eşliğinde hem gözlerimize hem de midelerimize ziyafet…


[attachment=2]

[attachment=3]


‘’Kaç gündür balık yemiyoruz. Balık olsa da şöyle bir ziyafet çeksek kendimize’’ diyor hanım.

‘’Emrin olur hayatım. Yeni kahvaltı ettik. Biraz zaman geçsin, ben hemen kuşanıp şöyle bir yoklayayım denizin dibini’’

Yemek yedikten hemen sonra dalış tehlikeli. Biraz zaman geçirdikten sonra tüfengimi kuşanıp atıyorum kendimi masmavi kıpırtısız sabah suyuna…


Akşam yemeğimiz için denizin bize verdikleri: Levrek, Kefal, Çipura, Karagöz, Sargoz ne ararsan var.


[attachment=4]


6-7 gün boyunca burada kalacağım. Zıpkınla balık avı için çok uygun bir yer. Her gün dalarım artık diye düşünürken o gün öğlenden sonra erişteliklerin başladığı yerde gördüğüm dev karaltı içimi ürpertiyor. Su çok sığ. Olsa olsa vatozdur en azından durduk yere insana saldırmaz diye geçiriyorum içimden. Zaten beni görünce voltasını aldı hemen.


Ertesi sabah çok erken saatte dalış için daha ilerideki buruna gidiyorum. Su pırıl pırıl cam gibi. Balıklar geceledikleri açıklıklardan henüz kıyılara doğru gelmeye başlamış. Fazlaca ses yapmadan usulca giriveriyorum eski sevgilimin koynuna. O da istemem demiyor. Deniz size istediğiniz her şeyi verir. Ve karşılığında tek bir şey ister: ‘’Hayatınızı!...’’ Yoksa açmaz duvağını size kolay kolay. İhaneti de pek kaldıramaz. Başka bir aşk uğruna terk edilişin öfkesi olarak dişlerini bana da gösterecek birazdan…

PIC_0285.jpg


PIC_0286.jpg


PIC_0287.jpg


PIC_0296.jpg
 



Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu


Bu sabah balıklarda bir tuhaflık var. Dağınık sürüler halinde geziyorlar ve normalde beni görünce yıldırım hızıyla derinlere kaçan türler bu sabah kıyıya doğru üzerime üzerime geliyorlar. Birkaç başarısız atış denemesinden sonra açıklardan vazgeçip sığ sularda levrek kovalamaya başlıyorum. Suda ‘’Vınnn!’’ ‘’Vıınnn!’’ ‘’Vınnn!’’ diye garip sesler duyuyorum. İkide bir başımı çıkartıp motorlu tekne falan mı geliyor diye bakmak zorunda kalıyorum. Ama alışık olduğum motor ve pervane sesi değil bu. Elektrik motorlu botlar oluyor. ‘’Acaba onlardan mı?’’ diye düşünerek etrafı kolluyorum. Suda kesin bir makine var ama alışık olduğum, bildiğim türden bir şey değil bu. Levrekler öyle hızlı kaçışıyor ki ellerinden gelse suyun dışındaki kayaların üzerine çıkacaklar.

‘’Yahu korkmayın! Üçünüzü, beşinizi aldıktan sonra gideceğim. Dün de karşılaşmıştık. Bu kadar panik yapmamıştınız?’’

Derkennnn… Arkama dönmemle arkadaki resifin yan tarafından, aşağıda temsili resmini koyduğum iri bireyin süzüle süzüle, salına salına geçmekte olduğunu görüyorum…

‘’!...’’


[attachment=1]


En azından 3,5 – 4 metre boyunda. Gemi gibi, denizaltı gibi bir şey… Aramızda 5 metre ya var, ya yok. Beni görmesine rağmen hiç istifini bozmadan suda kayarcasına ilerideki kayalıklara doğru ilerliyor. O sesi artık çok daha net duyabiliyorum. ‘’Vınnn!’’ ‘’Vınnn!’’ ‘’Vınnnn!’’ Aslında bu bir ses değil. Hayvanın kuyruk hareketlerinin yarattığı titreşimin kulak zarımda yarattığı etki.


Zerre kadar korku duymadım. Ama elimde 90’lık makaralı zıpkın olduğu halde kürdan tutuyormuşum gibi hissettim. Zaten bu hayvanın saldırıp ısırmasına gerek yok. Bir kuyruk darbesi aldınız mı işiniz bitti demektir. Kendi büyüklüğünüzün iki katındaki bir hayvana kendi doğal ortamında elinizdeki kürdanla ne kadar zarar verebilirsiniz ki?


Beni görmesine rağmen açıklara kaçacağı yerde, kıyıya paralel olarak ilerlemesini sürdürdü. Bu da benden korkmadığı anlamına geliyordu. Elinde kürdan tutan siyahlı zayıf bir adamdan niye korksun ki? Eh! Ben de ondan çok korkmadım ama birazdan vuracağım balıklar, onların vurulurken yaratacağı titreşim, onlardan çıkacak kan, o balıkları belimdeki askıda taşıyacağım ve bu köpoğlusunun bende yaratacağı ‘’arkadan yaklaşır mı acaba?’’ paranoyası bir anda bütün avcılık içgüdülerimi sıfırladı.


Bu kadar kıyıya yakın ve bu kadar sığ sularda bu büyüklükte bir hayvanı görmek beni çok şaşırttı. Avcıların abartma huyu ve deniz gözlüğü ile nesnelerin olduğundan büyük göründüğü hepinizin malumudur. Ben diyeyim 4 metreydi… Haydi siz küçültebildiğiniz kadar küçültün. Ben diyeyim gemi gibiydi… Haydi siz küçük bir sandal boyuna indirin. Her ne yaparsanız yapın, gördüğüm canlı çok ama çok büyüktü.


Hayatı boyunca çok az insanın ve hatta çok az dalgıcın görme şansı yakalayabileceği bu muhteşem yaratığı denizin altında gördüğüme mi sevineyim, yoksa balık vuramayacağıma mı üzüleyim karar veremedim? Sudan çıktıktan sonra ayağımdaki paletleri çıkarıp okkalı bir küfürle yere savurduğumu hatırlıyorum…


Çok aramama rağmen gördüğüm köpekbalığı türünün gerçek fotoğrafını internette bulamadım. Burnu sivri ve yukarıya kalkık olan türlerdendi. Yaptığım araştırma sonucu o türlerin yalnızca Hint Okyanusu ve Pasifik kıyılarında yaşadığını görüyorum. Kuyruk yapısının çok benzemesi nedeniyle yukarıdaki temsili fotoğrafı yükledim.


Ve iri bireyle suyun altında selamlaşmamızın ardından bu yılki dalış sezonum da kapandığına göre artık gönül rahatlığı ile Bursa’ya işimin başına dönebilirim…


Tamı tamına 1965 kilometre ve 168 litre mazot …


Bu son satır yazımı bitirmek için hiç de uygun olmadı. Biraz süsleyip püslemek gerek…


Biz bu gezide çok mutlu olduk. Mutluluğumuzun küçük bir bölümünü sizlere aktarabildiysem kendimi daha da mutlu hissedeceğim. Bunca yazıyı sıkılmadan okuyan, beğenilerini ve güzel dileklerini ileten herkese ayrı ayrı teşekkürlerimi iletirim…


İzninizle son olarak, gezimiz boyunca içimden tekrarlayıp durduğum sözleri sizlerle paylaşmak isterim:

‘’Tanrım!...

Bana yeniden bahşettiğin bu güzel hayat için,

Anlayışlı, beni çok sevdiğine inandığım ve benzer şeylerden hoşlandığımız bir eşim olduğu için,

Güzeller güzeli bir evladım olduğu için,

Mükemmel bir ailem olduğu için,

Edindiğim tüm güzel dostlar ve arkadaşlar için,

Beni çok sevdiklerine inandığım ve benim de onları çok sevdiğim için,

Sağlımız, mutluluğumuz, tüm yaşadıklarımız ve aldığımız her nefes için,

Teşekkür ederim…

köpek.jpg
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Gezinizin sonu biraz buruk bitsede genel anlamda haz almaniz ve mutlu olmaniz cok guzel. Bu arada o ismini hatirlayamadigin iassos un icinde bulundugu koyun adi Kiyikislacik. Kayinpederimin yazligi koyu gectikten sonraki sitelerin birinde oldugu icin gecen sene bende oradaydim. Babama ait olan ve o siralar daha yeni alinmis sifir kilometre skoda octavia ile o yollarda ilerlerken ettigim kufurleri bir tek sen tahmin edebilirsin. Ve o yollardan milasa kadar toplamda kac kere gidip geldim hatirlamiyorum.

O bolgede cok bir guzellik bulamamanizin sebebi sizin moralinizin bozuk olmasi degil. Kullandiginiz yol bir cok yerde sahilin biraz ustunden gectigi icin bunu firsat bilen yurdum insanida yol ile deniz arasina hemen bir site kondurmus, koylarin etrafini dikenli tel ile cevirip kendilerine mal etmisler. Bu yuzden yoldan giderken gormeniz zaten imkansizdi. Gecen sene bu zihniyetle cok kavga ettim.

Adamlara

"Denizler halkin ortak malidi bu sahili kullanmak benim hakkim polis jandarma cagiririm" diyorum

"Istedigini cagir seni sokmam plaja (Aslinda siteye diyor ama siteye giremeden plaja ulasmak imkansiz)" diyor.

Ben bunun gibi bir kac konusmadan sonra farkli bir takdik belirlemistim. Sitenin kapisina gelince kornaya basiyorum bekci amcam kapiyi aciyor iceri dogru kim bu der gibi bakarken hemen bir selam cakiyorum el ile devam edip gidiyorum. Bir kac gun girip cikinca zaten adamin gozu arabaya alisiyor ve bizi siteden sanmaya basliyor. :smiley:

Bu arada bir daha oralara dusme ihtimalinize karsi kiyi yolunu degilde 1-2 kilometre geri gidip dag yolundan gittiginiz zaman yaklasik 38 kilometre sonra Akbuk' de bulursunuz kendinizi.
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu


Eveeet işte böyle...Bir "ilk" den izlenimler...Heyecan,merak,endişe,mutluluk,yorgunluk,karamsarlık,sevinç...32 kısımı bir arada yaşatan karavancılığın ilk izlenimleri.
Cem'in kaleminden karavancılığı özendiren bir gezi anısı okuduk.Okuduk hafif kalır.Yudumladık..demlendik.

Fotoğraflar da güzel ama bana göre Cem bir zoru başarabilen, kalbini yazıya dökebilen, ender rastlanan bir karavancı olma yolunda hızla ilerliyor.
Teşekkürler "orsaalabanda".Eline sağlık.

RÜZGAR
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Teşekkürler. Haika bir gezi, harika bir yazı,harika fotoğraflarla bezenmiş. Eline sağlık, kardeş...
 

Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Fotoğraflar da güzel ama bana göre Cem bir zoru başarabilen, kalbini yazıya dökebilen, ender rastlanan bir karavancı olma yolunda hızla ilerliyor.

Hüseyin ağabeyin ( rüzgar ) bu değerlendirmesine yürekten katılıyorum. Hemen herkes bir yerlere gider, gezer tozar, yer içer, bakar eder de; o ettiğinin içini nasıl doldurur.

Hani çok bilinen ve içi dolu bir söz vardır... Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.
 



Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu

Bir gezi bu kadar güzelmi anlatılır bu kadar güzelmi resmedilir.Ellerine sağlık diyorum cem.
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,670
Mesajlar
1,521,963
Kayıtlı Üye Sayımız
166,525
Kaydolan Son Üyemiz
ibissyusuf

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst