Ynt: Karavanlı İlk Uzun Gezimiz; Edremit Körfezi'nden Marmaris Hisarönü'ne Ege Turu
İzmir İzmir Güzel İzmir...
İzmir her yıl klasik yaz tatili rotamızın üzerinde yer alır. Sarı sıcak öğlen güneşi altında trafik lambalarından bir an önce kurtulup Aydın otobanına kapağı atmaya bakarız. Çünkü gitmek istediğimiz yere varmak için yoldayızdır. Tam yarı yolda olduğu için belki otobana girmeden önce yakıt takviyesi, çok çok 10 dakika ihtiyaç molası. İzmir'le tüm ilişkimiz bundan ibarettir. Bu yüzden İzmir'i çevre yolları ve etrafını saran varoşlardan, sanayi sitelerinden ibaret biliriz. Yani aslında öyle olmadığını, olmaması gerektiğini de biliriz de.. Hep bir yerlere yetişme çabası işte... Bir kent isminin önüne gelen ''güzel'' sıfatıyla anılıyorsa vardır bir sebebi hikmeti.
Bu yıl bu zinciri kırmak, İzmir'in havasını solumak niyetindeyiz. İzmir'i yaşayabilmek için bir gün yetmez biliriz. Ama Yücel arkadaşımızın yazdığı gibi ''bir nefeslik'' de olsa bunu yanımıza kar sayacağız. Bu şehrin insanları ne yer, ne içer, hayat burada nasıl akar, karavanımızın penceresinden birazcık röntgenlemek istiyoruz.
Eski Foça'dan öğlenden sonra saat 3 gibi demir alıyoruz... Aslında ''marşa basıyoruz'' demem gerekir ama ne yapayım, eski alışkanlık, kıramıyorum bir türlü. Neyse ki günlerden Pazar ve İzmir'in girişindeki çevre yolları kalabalık değil. Ben karşıdan gelen temmuz güneşi tarafından haşlanırken arka yatakta muhtelif bölgelerde yine pireler uçuşmakta . İlk trafik lambasına yakalanıp durduğumuzda arkadan bir ses: ''Aaa gelgik mi? Ne çabuk?..'' ''Geldik. İyi uyudunuz mu bari?''
Önce forumdan tanıdığımız ve daha önce yüz yüze tanışma fırsatı bulamadığımız Mehmet abi'yi (orbay74) ziyaret etmek niyetindeyiz. Aynı zamanda garajında yapımını sürdürdüğü karavanını da görüp merakımızı gidermiş olacağız. Otogar yakınlarındayken arıyorum: ''Mehmet abi, ben forumdan Cem.... İzmir'deyiz. Eğer rahatsız etmeyeceksek geçerken bir ziyaret edip merhaba demek isteriz.'' ''Hiç rahatsızlık olur mu Cem? Sizler benim canlarımsınız.'' İnsanlara bu şekilde çat kapı sürpriz yapmak normalde adetimiz değildir. Ama altımızda karavan olunca ''eğer uygun değillerse biz onları karavanımızda misafir ederiz'' şeklinde bir rahatlık oluşuyor. Yeter ki zamanları uygun olsun. Mehmet abi hiç üşenmeden motorsikletine atlayıp bizi otogarın önünden alıyor.
Sohbet sohbeti açıyor. İlk kez yüz yüze görüşüyoruz ama birbirini yıllardır tanıyan insanların rahatlığı ve samimiyeti var iki tarafta da. ''Abi şu senin kocamanı görecektik?'' ''Aaa unuttuk valla! Gelin garajda göstereyim.'' Garaja iniyoruz ve başlıyoruz aracın sağını solunu ellemeye... Neresinden tutsak Mehmet abi'nin anlatacak yarım saatlik hikayesi var. ''Depolar?'' diyorum, başlıyor anlatmaya.... ''Camlar?'' uzun uzadıya açıklıyor. Banyo, yatak, dolaplar derken uzun süre kalıyoruz garajda. Kolay mı? Santim santim el emeğiyle, alın teriyle binbir türlü cin fkirle işlenmiş ''çoğu bitmiş, azı kalmış'' dev bir eser. Sahibiyle ve yaratıcısıyla bütünleşmiş canlı bir varlık adeta. Ne yazık ki garajda gördüklerimi çok detaylı olarak anlatmaya yetkili değilim. Ama şu kadarını söyleyeyim: Bu araç bittiğinde büyük sansasyon yaratacak...
[attachment=1]
Mehmet abi'nin eşi hanımefendinin demlediği çay ve çeşitli ikramlar eşliğinde sohbetle zamanın epeyce ilerlediğinin, güneşin devrilmek üzere olduğunun ayırdına varıyoruz. Ayrılma vakti geldi. Gece nerelerde konaklayabileceğimiz üzerine bir kaç kritik yapıp tavsiye aldıktan sonra (hüzünle değil) sevgiyle vedalaşıp oradan ayrılıyoruz. Karavancının halinden karavancı anlar. Sağolsunlar nezaketle evlerinde misafir etme teklifinde bulunuyorlar ama niyetimizi ve kentin dokusunu yaşama amacımızı açıkladıktan sonra çok da ısrar etmiyorlar. Araçlarını bir an önce tamamlamaları dileğimiz ve yollarda buluşabilmek umuduyla....
Akşam olmak üzere. Önümüzde gece konaklayabileceğimiz bir kaç yer alternatifi var ama İzmir'de yaşamın tam göbeğinde akabileceğimiz, mümkün olabilecek en merkezi yer olan Konak meydanındaki vapur iskelesinin yanındaki belediye otoparkında şansımızı denemeye niyetliyim. Girişte görevliye soruyorum: ''Gece karavanımızla burada konaklamayı düşünüyoruz. Sakıncası var mı, uygun mudur?'' ''Tabi konaklayabilirsiniz. Zaten turistler de karavanla hep burada kalıyorlar. Gece 11'e kadar görevli var. 11'den sonra da ekipler sürekli devriye geziyor. İlerideki taksi durağında 24 saat birileri bulunur. Yola yakın parkederseniz güvenlik sorununuz olmaz.'' Teşekkür edip makbuzumuzu kestiriyoruz. Giriş 4 TL. süre kısıtlaması yok.
[attachment=2]
Eeee artık İzmir'deyiz. Haydi şöyle Kordon'a doğru bir uzanalım bakalım... Üst geçitten karşıya geçip meşhur saat kulesinin altında fotograf vazifemizi de ifa eyledükten kellü, tahta köprüden doğruca Kordan'a uzanıyoruz...
[attachment=3]
Akşam yemeği için uygun bir yer bulamazsak Amerikan burgercilerinin kral olanı tahta köprünün hemen inişinde karşımızda. Nitekim Kordon boyunda bir saatlik gezintiden sonra kafamıza göre bir yer bulamayıp istemeden fast-food çılgınlığına bulaşmak üzere geri dönüyoruz. Normalde hiç sevmem ama ya çok acıkmışız, ya da İzmir'in ''Big King XL'' ı gerçekten çok lezzetli.
Akşam yemeğini fast bir şekilde hüplettikten sonra yarım kalan Kordon turumuza devam ediyoruz. Kızım faytonları görünce binelim diye tutturuyor. Faytonla küçük Kordon turu 20 TL. Daha önce çok sütçü beygiri görmüştüm ama İzmir kordon'dakiler kadar cılız ve bakımsız olanlarını görmemiştim. Atların halini görünce çok acıyorum. Yaşlılıktan ve bakımsızlıktan ayakta duramıyorlar. Bir deri bir kemik hepsi. Bence hayvan hakları savunucuları ve hatta İzmir belediyesi bu işe el atmalı. Kızıma durumu açıklamaya çalışıyorum. O da zavallıların haline çok acıyor ve binmekten vazgeçiyor. Ama bir yandan da her gördüğü fayton için ''Baba, bu faytonun atları nasıl? Bunlar bakımlı mı?'' diye soruyor. ''Aferim benim anlayışlı kızıma. Eğer atları bakımlı olan bir fayton bulamazsak, anlayışın için ödül olarak faytona vereceğimiz para yerine sana istediğin bir oyuncağı alacağım.'' diyorum. Henüz fiyat kavramı tam oluşmadığı için ''O zaman Barbie'nin karavanını isterim.'' diyor. Haydaaa! Bu işin faturası bana çok pahalıya mal olacak. Gözlerimi dört açarak ben de başlıyorum atları bakımlı olan bir fayton aramaya. Neyse sonunda buluyoruz da Barbie'nin karavanını almaktan kurtuluyorum.
[attachment=4]
Fayton turu sonrasında bizim de biraz keyif çatmak hakkımız.
[attachment=5]
Konak otoparkında bizi bekleyen evimize ancak gece yarısı dönebiliyoruz. Tatlı İzmir meltemi eşliğinde keyifli bir uykunun ardından hem dışarıda kahvaltı hem alışveriş yapar, hem de biraz gezeriz düşüncesiyle Kemeraltı'na doğru yürüyüşe çıkıyoruz. Çarşıya girer girmez esnaftan biri yanmıza yaklaşıyor: ''Souvenir mösyö?'' ''Türk'üz kardeşim. Bizden ekmek çıkmaz sana.'' ''Hass.....! Ben sizi turist sandıydım.'' ''Her keçi sakal bırakıp şapka takan turist mi olur kardeşim? Sen bize kahvaltı yapabileceğimiz güzel bir börekçi falan var mı buralarda onu söylesene?'' ''Olmaz mı abi? İlk aradan sağa dön, karşına çıkacak.'' ''Teşekkür ederiz.'' Ev yapımı limonata eşliğinde çıtır böreklerimizi gövdeye indirirken bizimki tatmin olmamış olacak ki kapıda bekliyor. Çıkışta son kez şansını denemek için yaklaşıyor: ''Abi almancı mısınız? Dönüşte götürmek için hediyelik?'' ''Değiliz kardeşim. Teşekkür ederim.''
Küçük kızımızı o kadar çok yürütüyoruz ki sonunda spor pabuçları parçalandı. Neyse ki tam yerine denk geldi. Buradan alışveriş yapabiliriz. O Winks'li, Barbieli modellerden istiyor ama benim gözüm onun minik ayaklarına yükleyeceğimiz gavur eziyetini birazcık olsun azaltabilmek adına daha kaliteli ve rahat olan markalarda. Sonunda üzerinde Roma zafer tanrısının adının yazılı olduğu seri sonu güzel bir model buluyoruz ve giydikten sonra o da babasının ne kadar isabetli bir karar almış olduğunun farkına varıyor.
İzmir'de buluşup sohbet etmek için eğer oralarda olursa Yücel arkadaşımızı da arayıp buluşacağımıza söz vermiştim. Ama alışveriş için o kadar fazla oyalanmışız ki eğer bu plana sadık kalırsak İzmir'de bir gece daha kalmak gerekecek. İzmir gerçekten güzel sıfatını fazlasıyla hak ediyor. Şehirler içinde güzel bir şehir. Ancak her ne olursa olsun şehir yine de şehir... Trafik gürültüsü, kalabalığı, satıcısı, dilencisi burada da var. Bu yüzden şehirde bir gün daha geçirmek çok da anlamlı gelmiyor. Aydın otobanının alışık olduğumuz sarı sıcak atmosferine bir an önce kapağı atıp Selçuk'a doğru gaza basıyoruz...