Ynt: Avd Balkan Ülkeleri Gezisi 2014
BOSNA HERSEK
Sırbistan'dan Bosna Hersek topraklarına iki ülke boyunca akan tertemiz Drina nehri üzerindeki Trbusnica Sepak sınır kapısından geçerek giriyoruz. Hava karardı ve serinlik iyice artıyor. Belli ki rakım yüksek. Sırp gümrük kapısından çıkış işlemlerimizi yapıp Bosna kapısına yöneldiğimizde tatsız bir sürprizle karşılaşıyoruz. AB sigortamız bu ülkede geçmiyor.. tamam biliyoruz geçmediğini de 2 gün için 26 euro nedir kardeşim? Sigorta memuru nuh diyor peygamber demiyor. Kardeş ülke, kardeş halklardan dem vuralım.. Yok bana mısın demiyor. 25 euroya güç bela indirip sigortayı yaptırıyoruz. " Sigorta poliçesi de elde kalemle doldurduğu A5 boyutunda tek kelime İngilizce yazmayan bir belge".
Hemen ilk benzinci... bizi ilgilendiren alkol, sigara, akaryakıt fiyatları... Ala, gayet uygun... Benzin istasyonunun ufak kafesinde TIR şoförleri maç seyrediyor. Doğru ya dünya kupası oynanıyor, unutmuş gitmişiz... Bi bakalım ki Almanya 6 - Brezilya 0. Keyfimiz iyice yerine geliyor
)
Ve Bosna topraklarında karanlık, ıssız, bol virajlı, dar bir yolda ve devamlı yükselerek ilerliyoruz. Etraf iyice ıssızlaştı, öyle ki tilki, domuz, tavşan gibi bilimum hayvanlar yol üzerinde cirit atıyor. Kozluk diye bir kasabaya vardık. Saatler iyice ilerledi artık konaklamak gerekiyor. Karavancı ön sezileri soldaki benzinci ve hemen arkasındaki otelin bahçesinde bu iş olur diyor. Resepsiyondaki Boşnak genç bahçede konaklayabileceğimizi ama sabah 7 gibi terketmemiz gerektiğini söylüyor. Eyvallah...
Ve sabah... Apar topar bahçeyi terk ediyoruz. Ayrılmadan resepsiyondaki gence teşekkür ediyor ve aramızda topladığımız euroları bu işin desturu böyledir diye bahşiş olarak bırakıyoruz.
Sanki Rize ve Artvindeyiz. Evler yamaçlarda, yeşillikten zor seçiliyorlar. İlerlediğimiz yol haricinde düzlük yok. Her yer çam ormanları ve döne döne yükseliyor yolumuz. Muhteşem manzaralar eşliğinde bir yaylalar silsilesine varıyoruz. Doğa çok cömert burada, yeşilin binbir türü, yol kenarına serpiştirilmiş yayla evleri. Uzaklardaki yamaçlarda minik cami minareleri görülen Boşnak köyleri...
Ağzımız açık sabah sersemliğiyle bu manzaraya karşılaşmak insana yaşama sevinci veriyor. Artık iniş başladı, çıktığımız sertlikte iniyoruz. Geçtiğimiz kasabalarda, köylerde uyanmış sokaklar canlanmış. El sallayanlar, gülümseyenler...
Bir benzincide kahve molası veriyoruz. Türkiyeden olduğumuzu öğrenen yanımıza geliveriyor. "Türk dizileri"...öfff bi tanesi bilmem ki bana ne soruyorsunuz
Kahvelerimizi içip yola koyulmamızdan yaklaşık 45 dakika sonra Saraybosna görünüyor. Heyecanlıyım. Bu geziyi planlarken Saraybosna ve Mostar'ı görmeyi çok arzuluyordum. Saraybosna sokakları, yoğun olmayan bir sabah trafiği, işlerine gidenler. Hafif yağmur çiselemiş her yer mis gibi toprak kokuyor. Bozulmamış bir Anadolu şehrindeyiz sanki...
Açız ve böreğin kralı Saraybosna'da yenir. Eski çarşıda börekçiler. Biraz Bosna parası edinip dalıyoruz börekçiye... Enfes bir tat, yanında ayran. Bakırcılar çarşısında bulunan bir bedestenin bahçesindeki çınaraltı kahvesinde Türk usulü çaylar. Oh be kendimize geldik valla...
Şehri geziyoruz. Çok ama çok güzel. tam ortadan Miljacka nehri akıyor. Hiçbir görüntü bize yabancı değil, Türkiyedeyiz sanki. Cafeler, yollar insan dolu... Bizdeki mahalle berberlerinin çok benzerini " duvarlarda Ediz Hun, Türkan Şoray film afişleri vardı" bulup dalıyorum. Saç - sakal 20 KM. İnsana benzedim sonunda...
Bir yandan da buralarda gerçekleşen savaş aklımda. Bu coğrafya ve savaş kelimesi tezat... hemde çok büyük bir tezat. İnsanlığa sürülmüş bir kara lekedir savaşmak. Bu şehirde çok değil 20 yıl önce kadın - çocuk demeden binlerce insan katledildi. Ne uğruna ? Savaşı ve bu insanları birbirlerine düşüren sistemi, düzeni lanetlemekten başka bir şey gelmiyor elden. Hiç olmasın, hiçbir insan dini, siyasi, v.s sebeplerden ölmesin...
Keskin nişancı Sırpların insanların üzerine ateş açtığı meydanı, kuşatma altındaki şehre ulaşımı sağlayan tüneller, kurşunlanmış binalar. Savaşın kirli izleri gelecek kuşaklara ders olsun diye tamamen silinmemiş.
Öğleden sonra Saraybosna'dan ayrılıyoruz. Hedef Mostar. Yol inanılmaz bir manzara eşiliğinde kıvrıla kıvrıla ilerliyor. Mostar 130 km. Jablanicko gölü... Bu güzelliği tarif edebilecek kelime bulamıyorum. Cennetin yeryüzü şubesi işte burası... Yemek molasını Jablanicko gölü civarında bir yol kenarı dinlenme tesisinde veriyoruz. Sırbistan'daki cevapcici köftesi burada oldu cevapi ... Güzelll gönder 1,5 porsiyon.
Mostar'a 70 - 80 km var ve sağımızda başka bir nehir beliriyor. Neretva nehri. Mostar körüsü de tertemiz, turkuaz renkli bu nehrin üzerinde. Manzara müthiş. Fotoğraflar, kameralar devamlı çekimdeler.
Mostar'a girdiğimizde güneş batmak üzere. Öncümüz eski şehire çok yakında bir otopark bulduğunu, gecelik 5 euroya anlaştığını bildirdi. Karnımız zaten tok, bir iki tek atıp Mostar'la randevumuzu ertesi güne bırakıyoruz.
Sabah yağmur eşliğinde Mostar'ı geziyoruz. Osmanlı etkisi hemen göze çarpıyor. Hırvat topçu ateşi sonrası yıkılan Mostar köprüsü Türkiye'ninde katkısıyla yeniden, orijinal taşlarıyla yapılmış. Etrafı hediyelikçilerle dolu. Boşnak bir gencin köprüden atlamasını da kaydedip yol hazırlıklarına başlıyoruz.
Hırvatistan sınırı çok yakın. Neretva bize zaten yolu gösteriyor. Bütün heybetiyle yanı başımızdan akıyor. Artık Bosna Hersek bitiyor, gezi öncesi en çok merak ettiğim topraklardı. Görmek, oralarda nefes almak çok iyi geldi. Kesinlikle bir gün yeniden geleceğiz bu topraklara.
Dovidenja Bosna !!!
Dobradoşli Hrvatska !