Ynt: Türklerde Kimlik Problemi
Osmanlının adalet sisteminin esası şeri hukuka dayalı idi dedim. Bu sistemde, insan ilişkileri düzenlenirken önce Kuran’a bakılır, Kuranda bulunamayan konular Hadislere istinaden çözülür, eğer aranılan konu her iki kaynakta bulunamazsa bu defa, daha önce benzeri konularda alınmış kararlarla Kıyas yoluna gidilir. Kıyas imkânı bulunamazsa, İslam âlimlerinin üzerinde mutabakat kıldığı İcma yoluna başvurulurdu. Kuran ve hadiste devlet yönetimiyle ilgili bilgilerin azlığı sebebiyle bu konudaki düzenlemeler hükümdarın yetkisine bırakılarak “örfi hukuk” ismi verilen kanunlarla halledilirdi. Yargı işlerini yürüten kadılardı. Kadılar için güçlü bir denetleme mekanizması yoktu. Yargılama esnasında en güçlü deliller şahitlerdi. Devletin güçlü olduğu dönemlerde, sistem gayet iyi işliyor merkezi otoritenin baskısı ve iyi eğitilmiş kadılar sayesinde adalet mekanizmasında aksamalar görülmüyordu. Ne zamanki merkezi otorite bozuldu, eğitim sistemi çöktü. Bütün yurt sathında feryatlar yükselmeye başladı. Kadılar adaletli hüküm vermekte yetersiz kaldılar rüşvet alabildiğine arttı. Eğitim seviyesi düşük kadılar Kuran, Hadis ve Kıyas gibi çok dağınık kaynaklardan faydalanarak doğru çözüme ulaşmakta zorlanıyorlardı. Kadılar, anılan bütün bu kaynaklara hâkim olmasının yanı sıra mezhepler arasındaki farklılığı iyi bilmeli ve farklı mezhepten kişiler yargılanırken bu farklılıklar göz önüne alınmalıydı. Kaldı ki kadılar anılan bu kaynaklara hâkim olsa bile adalet sistemine esas teşkil eden bu kaynaklar Türk töresine uygun olmayan görüşlerle dolu idi. Hadisler, büyük ölçüde güvenirliğini yitirmiş sahih olmayan birçok hadis piyasada dolaşmakta idi. Kıyas ve İcma usulüne esas teşkil eden görüşler Arap törelerinden esinlenerek meydana getirilmişti. Arap âlimlerin Kuranı yorumlayışlarında bile Arap töreleri hâkimdi. Bu durum, Türk toplumunun giderek törelerinden uzaklaşmasına sebep olmuş sosyal yapıda büyük dejenerasyonlar yaşanıyordu. Özellikle, İslamiyet öncesi çok geniş hak ve özgürlüklere sahip kadınlarımızla ilgili konularda Arap âlimlerin görüşleri, Türk kadınını toplum hayatından uzaklaştırmış adeta köleleştirmişti. Hukuk düzenindeki bu dağınıklıklar, Osmanlı Devleti zamanındada düzeltilmeye çalışılmış ancak, alınan tedbirler yeterli olmamıştı. II. Mahmut döneminde başlayan bu çalışmalar Tanzimat döneminde yoğunlaştı, batıdan Ticaret ve Ceza kanunu ile ilgili düzenlemeler alındı. İslam hukukunun dağınık kaynaklardaki kuralları, Mecelle isimli bir kitapta toplandı. Ancak kadın hakları ve aile hukuku ile ilgili kısımlarda düzenlemeye gidilememişti. Atatürk Devriminin temelini teşkil eden, kültürel düzenlemeler çerçevesinde hukuk sistemi de Türk toplumunu özüne döndürecek, kültürel yozlaşmadan kurtaracak bir niteliğe kavuşturulmalıydı. Medeni Hukuk yeniden düzenlenecekti. Bunun için iki yol vardı birincisi, Türk hukukçuları tarafından Türk törelerine uygun bir medeni kanun hazırlanması. İkinci yol ise mevcut medeni kanunlar içerisinde Türk toplumuna en uygun en modern olanı alınarak adapte edilmesiydi. Türk aydını, dünya görüşü itibariyle eski sistemden tamamen kurtulmuş değildi. Üstelik yeni bir kanun yazmak için zamanda yoktu. İlk etapta, Fransız ve Alman kanunları incelendi. Fransız kanunları oldukça hantal, kendisini zamana uyduramamış bulundu. Alman medeni kanunu Türk toplumu için oldukça uygundu. Ancak onunda dili çok ağır, anlaşılması zor bilimsel ifadelerle dolu idi. Nihayet oldukça sade bir dille yazılmış olan, yargıç’ a oldukça hareket serbestliği tanıyan, ekonomik atılımlara müsait olan İsviçre Medeni Kanununun alınması uygun görüldü. Uzman bir kurulca Türkçeye çevrilerek 22 Nisan 1926 tarihinde T.B.M. Meclisince kabul edildi. Başka bir ülkenin medeni kanununu aynen kabul etmenin sakıncaları olacaktı, zaman içerisinde bu kanun geliştirilmeli Türk törelerine, halkın gelenek ve göreneklerine tam uyumlu hale getirilmeliydi. Bu sakıncaların farkında olan Gazi Mustafa Kemal Paşa, kanun kabul edilmeden çok önce 1925 tarihinde kendi hukukçularını yetiştirmek üzere, Cumhuriyet tarihinin ilk Yüksek Öğrenim Kurumu olan Ankara Adalet Mektebini kurdurmuştu. Ama maalesef bu güne kadar yapılan iyileştirmelerin hedefine tam olarak ulaştığı söylenemez. Özellikle Ceza Hukuku ve Medeni Kanun da ki törelerle olan uyuşmazlıklar, halkın duygularını yansıtmayan kararların alınmasına sebep olarak, devletle halkın bütünleşmesini engellemektedir.