Ynt: Transporter ile Türkiye - Yunanistan - İtalya
"Fsirin" lerin gezi notlarını zevkle ve ilgiyle okuyorum. Bu yıl Balkan'larda epeyce gezindik anlaşılan. Osmanlı kalıntıları arasında dolaşmak, anlatılanları ilgi ve iftihar ile dinlemek, onların bize karşı savaşmış kumandanlarının heykellerini hafifçe gülümseyerek (!) seyretmek ilginç oluyor doğrusu.
Gezi yapmak bir zorluk, dönüşte, beyaz sayfaları anılarla donatmak ayrı bir zorluk.
Sizlere , çepeçevre Adriyatik anılarımın tümünü aktarmadan önce Dubrovnik yakınlarındaki bir günümü anlatan bölümü paylaşalım dilerseniz.
Anılarımın bütününü kaleme alabildiğimde yine bu bölümde buluşmak üzere,
Selamlar,
RÜZGAR
Bir Butik Kamp Mutluluğu
Adriyatik gezimizin ikincisini, çok istememize rağmen ancak altı yıl sonra gerçekleştirebildiğimiz güzel bir Eylül sabahında, Dubrovnik deki kısa “anımsamalar” turumuzun ardından kuzeye doğru çıkıyoruz.
Ardımızda asma köprüyü bırakıp daracık , neredeyse kayalara sürtünürcesine kıvrılan yolda Zadar yönüne doğru yavaş yavaş ilerliyoruz. Solumuzda uzanan Adriyatik’in kıvrım kıvrım masmavi koyları, zeytin ağaçlarının yeşililiği arasından adeta birer cennet köşeleri gibi dinlendirici , davetkâr..
Bir süre sonra önümüze çıkan Slavo ‘ ya ani bir karar ile dalıyoruz. Çok değil Dubrovnik’ten sadece 30 km. çıkmışız. Ama bu davetkâr güzellik sonraki yüzlerce kilometrenin plânını programını bir çırpıda bozuyor. Karar vermek için birkaç saniye yetiyor bize. (Yalnız gezmenin avantajının burada da işe yaradığını sonradan anlıyoruz.) Küçük küçük kubbelerin bir büyük kubbe etrafında toplandığı tipik Ortodoks kiliselerinin büyüklüğü kentin büyüklüğünü de dışa vuruyor adeta … Slavo’ nun ki ise büyükçe..Dik bir yokuştan kentin merkezine inen yol bir meydana açılıyor. Buradan kıyı boyunca güneye ve kuzeye doğru giden yollardan güney ‘ ini tercih ediyoruz.
Denizin hemen dibinden giden incecik yol salkım söğütlerin arasından kıvrılarak yalıların önünden bilinmeyen bir güzelliğe doğru yol alıyor.
Güneşten solmuş tabelalar da birkaç Autocamp adı okunuyor. Yer yer ağaçların altında bir karavanlık kadar konaklanacak küçük alanlar olsa da biz bir kamping arayışı içinde bakınarak ilerliyoruz. Önünden geçtiğimiz bir bahçenin içinden biri fırlıyor önümüze…Güler yüzü ile önce plâkaya sonra da bize bakıyor… İngilizce soruyorum..cevaplıyor Bir şeyler söylüyorum (low season, €10).. tamam diyor… okey.
Girdiğimiz bahçenin Autocamp Bambo olduğunu soluk tabelasından anlıyoruz. Bahçe irisi kampta Alman, Avusturyalı, İtalyan ların yanına Türkiye plakamız ile dördüncü ünite olarak biz de yerleşiyoruz. Bir yer de henüz boş… Topu topu beş karavanlık bir “ butik “ kampingde olduğumuzu anlayınca çok seviniyoruz. Arka yamaçlarda birkaç çadırlık küçük düzlüklerde sadece bir Hırvat çadır var…
Takoz, kablo, tente üçlemesinin ardından mayolarımızı bir aceleyle giyip Yunanistan ın Aspravolta’ sında bırakıp yüzlerce kilometre hasretini çektiğimiz mavi sulara yeniden kavuşuyoruz. Selma hayatında benim bu kadar uzun yüzdüğümü, bir türlü sudan çıkmak istemeyişimi ilk defa görüyor. Yüzüme bakıyor hayretle.
Bende kendime bakıyorum hayretle … Dalmaçya ’ nın tipik, basamaklı, birbirinin üzerine binmiş küçücük odaları ile insanda yaşam sevinci yaratan taş evlerinin duvarlarından sarkan morumsu begonvillerin güzelliği, denizin derinliklerinde bile tek tek sayılabilen taşların buğulu ışıltısı geçmişin sakin, kara paranın henüz kirletmediği 70’lerin Bodrum günlerini anımsatıyor , ne zaman ve nerede olduğumu unutturuyor, sadeliğin, azlığın mutlu günlerine çekip götürüyor beni…
Bir yalnızlık bir ,sessizlik, bir durağanlık içinde öylesine geçen mutlu bir zaman dilimi…Buralara kadar gelebilmemin tüm yorgunluğunu alıp götürüyor.İncir ağaçlarından yayılan nefis kokular,asma lardan neredeyse başımıza değercesine sarkan koca koca üzüm salkımları, iğdeler bu sakin tabloyu tamamlayan birer doğa parçası olarak görüntüyü zenginleştiriyorlardı.
Akşamın ağır ağır kızıldan laciverte dönüşen loşluğunda karavanların önlerindeki sarımtırak ışıkların aydınlattığı insanların birer kadeh eşliğinde bu güzelliklerden birer parça kopartmaya çalıştıklarını gözlemek, sonra doğanın içinden gelen bu mutluluğun bir parçası olmanın sevinci ile şööyle geriye doğru yaslanmak… geçmişi anımsamak…geleceğe dair hayaller kurmak…rahatlamak…
Kamp’ la Slavo arası iki km. kadar. Yürüyerek gidilebilir ama biz geceyi kampı yaşamak, dinlenmek için kampta kalarak geçirmeyi tercih ediyoruz. Biraz da yorgunuz açıkçası. Yunanistandan beri Makedonya sı, Arnavutlu ğu, Montenegro su, Hırvatistan ı derken girişiyle, çıkışıyla pasaportlar bile karıştırılmaktan yorgun düşüyor…
Bu güzel ve tertemiz kampın birer gözlü, bulaşık yıkama, çamaşır yıkama lavaboları ile çamaşır makinası, ütüsü nün yanısıra chemical boşaltma yerinin ( acemi biri tarafından lavabo niyetine kullanılma tehlikesi ! olsa da ) son derece hijyenik görünümü kampçılar için moral kaynağı. Az sayıda ama düzenli ve hijyenik sosyal ünitelerin ülkemizde de yaygın olmasını, çok personelli büyük kampingler kurma hayallerinin yanı sıra ev pansiyonculuğunun teşvik edilmesine benzer yöntemlerle “butik kamping” modelinin bahçesi uygun olan ev sahiplerinin özendirilmesini , onlara birer gözlü duş- tuvalet üniteleri ile pek ala para kazanabileceklerini anlatmanın uygun olacağını düşünüyoruz. Yıllar önce Hırvatistan da bir çok 1000, 2000 üniteli kampingler görmüş ancak bu tarz tatil yapmanın fazla endüstriyel olduğunu, insanın kampın hara güresi içinde dağılıp gittiğini düşündüğümüzü anımsıyoruz.
At tavlası gibi göz göz duşların, tuvaletlerin, Anadoludaki çeşme başı yalaklarına benzer upuzun bulaşık yıkama yerlerinin, şehir yaşantısını anımsatan marketlerin artık bir şey dememeye başladığını konuşuyoruz epeydir. Bir zamanlardan beri tatil ve dinlenme için “azlık”, “tenhalık” aradığımızı ama bu özlemimizin büyük kampinglerdeki düşük sezon tenhalıklarında değil fakat küçük butik kampinglerin küçüklüğü ve şirinliği ile giderebileceğimizi düşünüyoruz...
Butik kampımızda yaşadığımız “butik mutluluğa” yolculuk programımızın ağırlığı nedeni ile istemeyerek son veriyoruz. Ertesi günün öğleye kadar sürdürmeye çalıştığımız güzel saatlerimizin ne yazıkki sonu geliyor ve
Slavo’ dan yukarı doğru ana yola çıkıp sola sinyal verdikten sonra yine bir büyük maceranın bilinmeyen heyecanı ile daracık Adriyatik yollarında Bosna-Hersek,Slovenya, İtalya, Avusturya, Almanya rotasına doğru uzayıp giderken aramızda bu iki kamping türünün insan doğası üzerindeki etkilerini tartışıyor, bir yandan da kıvrım kıvrım yeşilimsi mavi koyların güzelliklerini atlamadan her birine bir daha, bir daha bakmaya çabalıyoruz...
RÜZGAR