Ynt: Tek Başıma Otomobil ile İran - Azerbaycan - Gürcistan - Ermenistan; 15.500 km Overland
Yolcudur Zafer bağlasan durmaz.
Psikoloji literatüründe “yol bağımlılığı” diye bir kavram var mı araştırmışlığım yok, ancak bendeki durum böyle açıklanabilir. Kesin hedefler koymaktan çok “Hele evden çıkalım da elbet varırız biryerlere.” mantığıyla hareket ediyorum genelde. İkibuçuk ay yollarda yer yer sefalet yaşayarak dolaştıktan sonra İzmir’e dönüşümün daha ayı dolmadan tekrar uykularım kaçmaya başlamıştı. “Yarın ne getirir bilinmez, içimde ukde kalmasın” dedim ve yaz bitmeden kafamdaki ikinci turu da gerçekleştirmeye karar verdim. Bu geziyi aslında daha kapsamlı yapmaya niyetliydim, Hazar Denizi’nin doğusundaki beş Türki cumhuriyete de gidecektim, bazı bürokratik sebeplerden rotadan çıkartmak zorunda kaldım. Türkmenistan ve Özbekistan için davet mektubu gerekiyor, gelmesi zaman alacaktı ve o belgelerin sırayla konsolosluklara verilmesi, beklenmesi gerekiyordu, tüm vizelerin alınması çok uzun sürecekti, gezinin yapılmasını tehlikeye düşürebilirdi. Uzun süreli ve menzilli seyahatler yapmak insana tarifsiz mutluluk veriyor, yine de hırsların kurbanı olmamak, inatlaşmamak gerek, her zaman işlerin ters gitme riski var, nitekim gitmişliği de var. Netice itibariyle ilerki zamanlarda o ülkeler için Rusya üzerinden, Moğolistan’a da uğramalı başka tur yapılabileceğine karar verdim.
Önceden belirlenmiş rotam ve zaman planlamam yok, bazen ülkeler bile eklenip çıkabiliyor derken samimiyim. İzmir’den yola çıkarken Ermenistan’a gitmeyi kesinlikle düşünmüyordum, Gürcistan Tiflis’de Azerbaycan Konsolosluğu’na gidip, vize alamama bozgununu yaşadıktan sonra Ermenistan’ı da dahil ettim, kapıdan vize verdiklerini bildiğimden ek külfet yaşamayacaktım. Bu gezi, çoğu yerleri önceden görmüşlüğüm bulunsa da Türkiye içinde geçen uzunca bir güzergah da barıdırmaktadır, yukarıdaki haritada işaretlemiştim.
Ankara’da ablamlarda bir hafta kaldıktan sonra Amasra’dan denize ulaşmak üzere tura başladım. Arkamdan değer verdiğim insanların el sallaması, beni uğurlaması başlangıcı daha kolay yapmamı sağlıyor, insanın gezip tozup geldiğinde kucaklaşacağı kişiler olduğunu bilmesi güzel, hepimiz az çok gezginiz, diğer yandan da yerleşiğiz, yaptığımız yolculukları memleketteki hayatımızdan aldığımız sabitlerle tarif ediyoruz genellikle. Süreler, mesafeler, hep yuvaya endekslenerek ölçülüyor; kültürler, coğrafyalar hep memlekette bildiklerimizle karşılaştırılarak anlatılmaya çalışılıyor. Ben ise artık standart gezi notu yazamayacağımı iyice anladım, hani şu günlük düzeninde tüm yemek, otel, gittim-geldim oturdum-kalktım ayrıntılarını içeren. Önemsediğim şeyleri kendi perspektifimden aktarmaya devam ediyorum. Takip ve teşvik edenlere de teşekkürlerimi gönderiyorum. Ayrıntılarla ilgili sorulara her zaman açığım, bunu da belirtmek isterim.
Amasra’dan Sinop’a elde avuçta kalan sahil.
Ondört yıl önce Karadeniz kıyılarını motorsikletle boydan boya geçtiğimde, gün gelip yüzlerce kilometre sahilin doldurulup, bitki örtüsünün yok edileceğini, tepelerin yıkılıp, ihtiyacın çok üzerine sahil yolunun yapılıp tüm kıyı şehirlerinin, köy ve kasabalarının denizle doğrudan bağlantısının kesileceğini bilseydim, üç beş makara film alır her yerin fotoğrafını çekmeye çalışırdım. Biliyorum ki Green Peace’ciler gibi kendimi asfalta da zincirleseydim sonuç değişmeyecekti, ne de olsa ebediyen iktidarda kalma ihtiraslarıyla beslenen popülist politikalar, karşılarına Ağrı dağı çıksa onu da yıkarlar, Kızılırmak’ın yönünü de değiştirirler, Fırtına Vadisi’ne baraj da yaparlar. Her şey milletimizin refahı için, hizmette sınır yoktur!
O yıllarda doğuya doğru gittikçe bölgenin daha da güzelleştiğini düşünmüştüm, Yüksek dağlık kesimler, yaylalar daha fazlaydı, sanki genel manzara daha güzeldi. Son gidişimde fikrim tersine döndü, bu bendeki değil Karadeniz kıyılarındaki olumsuz değişimden kaynaklanıyor. Sahil otoyolu doğal dokuyu mahvetmiş, yol boyunca giderken ne geçtiğiniz şehirlerden bir şey anlıyorsunuz ne de güzelim Karadeniz’den. Yaylalarda da durum farklı değil. Duble yol rekoru kırmak için Doğu Anadolu’ya çakıllı ziftli bol titreşimli asfalt dökülürken bazı yaylalara gıcır hazır asfalt kaplama yollar yapılmış.
Eğer benim gibi seneler önce görmüşseniz, Sinop’dan Artvin’e kadar kıyının ve Ayder ve Uzungöl gibi yaylaların eski güzel halleriyle karşılaşmayı beklemeyin, sorup soruşturup daha ötelerdeki yolları bozuk ve bakir kalmış yaylalara gitmekte fayda var, Artvin ve çevresini de tavsiye ederim.
Amasra’dan Sinop’a kadar geçtiğim güzergah bence Karadeniz’in en az bozulmuş ve manzarası en güzel sahil şeridi artık. Denize dik inen tepeleriyle, virajlı ormanlı yollarıyla, küçük sevimli kasaba ve köyleriyle, otoyollu diğer kısımda yaşanacak hayalkırıklığını bir parça da olsa gidermeye yardım ediyor.
Amasra, doğal limanı, elden geldiğince korunmaya çalışılan tarihi ve mimari dokusuyla, nispeten temiz cevresiyle, iç turizmin tehditine rağmen halen en görülmeye değer Karadeniz kasabalarından, bunca tarihi ve özelliği varken kendisini ısrarla Barış Akarsu ile tanımlamaya ve varetmeye çalışması ayrıca dikkat çekici. Evet Barış son yıllarda memleketin yetiştirdiği en düzgün ve yetenekli şarkıcılardandı, yine de kim olsalar ne yapsalar fark etmez, insanları efendice anmak yerine böylesine putlaştırarak sahiplenmeye çalışmak, dışarıdan anlaşılması zor, abartılı görüntüler inşa etmek bana pek doğru gelmiyor. Diğer ihtimal, belediyenin ve esnafın bir ölüm üzerinden rant sağlamaya çalışmasını düşünmek istemesem de, kendime mani olamıyorum.
Hayranlık kelimesini pek sık kullanmam, Sinop için rahatlıkla telaffuz edebilirim, memleketimin en güzel en şirin şehirlerinden, Merkezi ve çevresiyle Türkiye’de ömür geçirilebilecek en huzurlu yerlerden. Ellibin civarındaki nüfusu, korunan tarihi ve doğal örtüsüyle Karadeniz kıyılarının incisidir Sinop. Arkeoloji müzesi, tarihi cezaevi, limanı, plajları, temiz denizi, fiyordları, insanları ve yemekleriyle çoğu ziyaretçisine “İyi ki gelmişiz buralara.” dedirtir.