Ynt: Tek Başıma Arabayla 72 Günde Doğu-Orta-Kuzey Avrupa 22 Ülke 24000km Overland
Güç bende…
İnsan evladı çabuk havaya giriyor vesselam. Parayı bastırıp güçlü bir araba aldığında ya da motosiklet belki de bir akıllı telefon, hayata onlar üzerinden bağlanıp kendini sahip olduğu eşyanın fiyakasıyla, teknik üstünlüğüyle tanımlamaya ve iyi hissetmeye başlıyor.
Gücü ve erdemi bilgelikte, saf inançta, mütevazı bir hayatta bulan eski çağların öğretileri günümüzde hükmünü yitirmiş durumda, dünyanın düzenini asla tekrar belirleyememecesine…
Güç her devirde geçer akçe, insanoğlunun vahşi doğasında mevcut. Bizi hayvanlarda ve bitkilerden ayıran onlarca şey var ise de, özde bu donanımlarımızı varolmaya ve hükmetmeye çalışmak için kullanıyoruz. Varolmak diğer varolanlara karşı bir durumdur ve güçlü olan, bekası uğruna diğerlerine ya hükmeder ya da onları yok eder.
Ukrayna’nın ortasında bir yerlerde ekin tarlalarının arasındaki soğuk savaş döneminden kalmış orta menzilli nükleer füze üssünü gezmek benim için özel bir deneyimdi. Hedef koordinatları önemli Avrupa kentlerine kilitlenmiş, on tane nükleer füzeyi barındırmış bir askeri üsse girebilmek sanırım dünyanın başka yerinde mümkün değildir.
Çocukluğumuzda televizyonda gördüğümüz, yer altındaki silolarda bekletilen, üzerlerindeki dev kapaklar açıldıktan sonra göğe yükselmeye başlayan dev füzelerden bahsediyorum. 90’lı yıllarda Amerika ve Rusya arasındaki anlaşmalar neticesinde karşılıklı olarak bu füzelerin çoğu imha edildi. Uzlaşma neden bu kadar kolay oldu? Çünkü teknoloji ilerlemişti ve 60’larda imal edilen söz konusu silahlar güncelliğini yitirmeye başlamıştı. Yani toplamda bakarsak, dünyadaki nükleer füze sayısı azalmakla birlikte yeni üretilenler yıkım etkisi ve caydırıcılık açısından daha üstünler.
Yukarıdan bir telefon geliyor: “Ateşle!”…Kasa açılıyor, kağıt ortamında saklanan kodlara bakılıyor. Emirle birlikte gelen kodlar tutuyorsa kasadaki anahtar kontrol panelindeki yerine takılıyor. Anahtar çevriliyor ve aynı anda ateşleme düğmesine basılıyor… Füze sadece o kontrol odasındaki subaylar tarafından harekete geçirilebiliyor, Moskova’da ayrıca ateşleme düğmesi yok…
Yerin 30 metre altındaki kontrol odasına girip, koltuğu oturduğumda, burada görev yapmış insanların neler hissettiğini anlayabilmek için uğraştım. Emir veriliyor bir yerden, ne olup bittiğine dair hiçbir fikirleri yok. Kendilerinden yapmaları beklenen şey, sorgulamadan ve beklemeden nükleer füzeleri milyonlarca kişinin yaşadığı şehirlere yollamak… Parmaklarının ucunda koskoca kentleri yeryüzünden silecek güç varken kendilerini nasıl hissediyorlardı? Sadece işini yapan bir profesyonel gibi mi yoksa bunca güçlü bir yok etme ya da dize getirme sürecinin tetiği çekecek kişisi olmak günlük hayatlarındaki psikolojilerini etkiliyor muydu?
Bu kadar kritik konumda sorumluluk almış bir askerle hiç konuşmadım, ama birkaç sene önce yolculuk esnasında bir özel harekatçıyla tanışmıştım. “Karşında adam duruyor, kişisel husumetin yok, tanımıyorsun bile, öldürürken ne hissediyorsun?”
Cevabı: “Ben en başından beri bunu bir meslek olarak gördüm. Taraftarı olmadığım bir davada, tanımadığım insanlara namlu doğrulttum, görev tanımım buydu. Eve gidip eşim ve çocuklarıma kavuşmadan önce, normal bir insan için katlanılamayacak onca şeyi üniformamla birlikte ‘iş yerimde’ bırakıyordum. Böyle yapmasam zaten ruhen sağlıklı hayat sürmeme imkan ihtimal yoktu.”
Kumanda koltuğuna yerleşip parmağımı o düğmeye götürdüğümde, ortada füze falan kalmadığını bildiğim halde kendimi avucundaki yüzüğe bakan Gollum gibi hissettim bir an sanki
![Smile :smiley: :smiley:](data:image/gif;base64,R0lGODlhAQABAIAAAAAAAP///yH5BAEAAAAALAAAAAABAAEAAAIBRAA7)
, itiraf etmeliyim…
Güç haddinden fazlaysa, yöneltilenden çok, ona sahip olanı yıpratmaya ve esaret altına almaya başlayabilir. Bu bıçak sırtı dengeyi korumak ise çok zor…