Ynt: Tek Başıma Arabayla 72 Günde Doğu-Orta-Kuzey Avrupa 22 Ülke 24000km Overland
Kiev
Moskova ve St. Petersburg’dan sonra eski Sovyet kentlerinin en renklilerindendir Kiev. Coğrafyası engebelidir, daha albenili ve zengin onlarca Avrupa şehrine fark atar bu konuda. Kentin mimarisini yukarıdan izlemek için katedrallerin çan kulelerine çıkmanız gerekmez. Büyük şehirdesinizdir, yine de bünyenizin kaldıramayacağı türden trafik sıkıntısı yaşamazsınız, şehrin en merkezi yerlerinde bile arabanızı park edecek yer genellikle vardır. Büyük parklar ve gezi alanları; müzeler ve kültür-sanat etkinliklerinin gerçekleştirildiği merkezler çoğu Avrupa şehrindeki gibi burada da bol miktarda mevcuttur.
Sosyalist geçmişe sahip diğer tüm kentler gibi Kiev’de de orta sınıf yok gibidir, insanlar ya çok zengindir ya da epey fakir. Her gelire ve koşula göre mutluluk bulunur arandığında. Karlı-soğuk geçen aylardan sonra, eğer kış boyunca kendilerini Antalya’da iki haftalık tatile götürüp kemiklerini ısıtabilecekleri parayı biriktirememişlerse, şehrin göbeğinde Dinyeper Nehri’nin kumsallarında su ve plaj aktivitelerinin hepsini gerçekleştirir insanlar. Masalarına gelen tabaklara yarım aylık maaş ödenmesi gereken lüks lokantaların kapısından içeriye giremeyenler Amerikan hamburger zincirlerinin makul menülerini tüketerek kendilerini yeni düzene hasbel kader eklemlenmiş hissederler, huzur bulurlar. Eski sosyalist ülkelerde bunca gelir ve fırsat eşitsizliğine rağmen çatışma düzeyinde sınıfsal huzursuzluk yaşanmamasının sebebini, o dönemlerden kalma ve halen kurtulunamayan ‘öğrenilmiş çaresizlik’ sendromuna bağlıyorum.
Kiev’e vardığımda gün batmadan manzarayı izleyebilmek için Dinyeper Nehri’ne hakim teraslara sahip Volodymyrska Hirka Parkı’na gittim. Anfi tiyatro gibi bir yerde yaşlılar toplanmış ilahiler söylüyorlardı. Sanırım Dinamo Kiev’in maçı vardı, yakınlardaki stada yürüyen yüzlerce taraftar geçti önümden. Kavga gürültü yoktu, içiyorlardı, slogan atmıyorlardı, ama neşeliydiler. Park çok büyük, nehrin batı yakasındaki sırtları komple kaplıyor.
Bahar ya da Yaz mevsimlerinde günlerden Pazar ise yapılabilecek en güzel şey akşamüstü Khreshchatyk Bulvarı ve Nezalezhnosti Meydanı çevresinde dolaşmak. Bu bölge trafiğe kapatılıyor ve binlerce şehir sakini ailecek vakit geçirmeye geliyorlar. Tatil günlerinde evlerine kapanmak yerine yaşadıkları yerlerin sokaklarını ve meydanlarını şenlendiren insanların bulunduğu şehirleri ziyaret etmek güzel. Avrupa Kıtası’nda biblo gibi ıssız kentlere çok rastlanır, ama her hafta sonu festival havasında kalabalığın toplandığı yerler fazla değildir. Meydan ve Bulvar boyunda hava kararana dek gezdim, insanları izledim, sokak müzisyenleri, işportacıların çevreleri kalabalıktı.
Meydanın kenarındaki mimari facia Globus Mall’girdim biraz etrafı kolaçan edip tuvaleti kullandım. Çıkmak üzere kapıyı açtığımda güvenlik görevlisi tam karşımdaydı. Tipim Çeçen’e mi benziyor bilmiyorum, sanırım yakın dönemde gerçekleşen birkaç bombalı saldırının etkisiyle eşkali şüpheli halim, tuvalet görevlisinin paranoyasıyla birleşince kontrol etme gereği duymuşlardır belki de.
Hava karardı, arazözler yan yana dizili geçip caddeyi ve meydanı yıkadı, Adım başı önünden geçtiğim, kuyrukların dışarıya taştığı MC Donald’slar tenhalaştı, tatil havası sona erdi. Yakınlardaki ara sokağa park ettiğim arabama yöneldim. Yandaki sosyetik kafeteryanın genç fırlama garsonu laf attı: “Abi güzel kahvemiz var, gel iç, pişman olmazsın!”. “Kahve var bagajda, şimdi beş dolar verdirtme bana.” dedim. “Tamam öyleyse, ikram ediyorum gel.” dedi. Gittim oturdum, kahveyi getirdi ve bir muhabbet başladı. Aslen Rusmuş, adı Konstant, üniversitede işletme okumuş ama ofis işinde 3000 Grivna kazanabiliyormuş, garsonluktan ise 6000 Grivna. Müslüman arkadaşlarının etkisiyle din değiştirmiş, evliymiş… Soyulmadan gece hayatını görebileceğim bir yer sordum, beklersem götürebileceğini söyledi. Birlikte Kiev’in yeni ve modern apartmanlarla dolu nehir kenarı bölgesine gittik. Daha sonra doberman köpekleriyle birlikte eşi ve arkadaşları geldi. Bana gösterdikleri kafeye girdim, gelmek için sanırım yanlış gündü, etraf fazla sakindi. Kıyıda biraz dolaşıp arabaya döndüm.
Ertesi gün merkeze yakın Lavra bölgesine gittim. Burada kiliseler, müzeler ve mağara manastırları var, Ortodoks Hıristiyanların hac noktası gibi bir yer. Lavra’dan merkeze dönüp St. Michael ve St. Sophia Katedralleri çevresinde dolaştım.
Sizin de başınıza gelir mi bazen? Bir kente gidersiniz ve “Bu ziyaret bana yetmedi, şurada bir ay kalsam da şehri biraz yaşasam diğer sefere…” diye geçer içinizden. Kiev’den ayrılırken hissettiğim tam olarak buydu…