“Bu yıl unutamayacağım farklı bir şey yapmalıyım.” diye düşündüm. Artık yurt dışına açılmanın zamanı gelmişti. Aslında turla gitme isteği ağır bassa da, ilk olması nedeniyle akrabaların olduğu yerleri tercih ettik: Hollanda ve Almanya… Çok heyecanlıydık… Bizi neler bekliyordu acaba? Bu heyecan, havaalanında iyice arttı, tabii uçakta da…3 saatlik bir yolculuk, kolay değil. Duesseldorf’a uçtuk. Uçaktaki yolcuların büyük bir kısmı Türk olmasına rağmen, Türkçe konuşan hostes yoktu. Bizde de dil tam bir sorundu. İkimiz de tek kelime edemedik.. Duesseldorf’tan aldılar bizi. Doğru Hollanda’ya. Utanarak itiraf ediyorum, bunca heyecana rağmen, etrafı seyrederken uyumuşum. Olacak şey mi? Meğer iklim farkı, bunca kilometre, bunlar normalmiş.
“Hoş geldiniz!” yemeği:
Yurt dışında da mangal keyfine devam…
Yemekten sonra attık kendimizi dışarı.
Evler rüya gibi…
Hollanda’da olmazsa olmazlardan:
Nasıl da güzel poz vermiş, değil mi?
İnek görmeye alışmıştık, ama midilli de çok buralarda.
Rengârenk çiçekler, nilüferler.
Hava genellikle yağışlıydı. Ama yağmurdan sonrasının da keyfine diyecek yok… Pırıl pırıl bir hava.
Yağmurdan sonra keyif yapmak onun da hakkı, değil mi? Nasıl da güzel süzülüyor…
Yel değirmenleri… İyi ki varlar!
Hollanda ile Almanya arasındaki sınırın farkına varmıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz, Almanya’dasınız. Bad-Bentheim’da şato.
Yukarıdan süper görünüyor.
Öyle çok para var ki aşağıda… Ah, ahhh…
Veee, Amsterdam!Rüya şehir.
Şu gördüğünüz katlı otopark, sırf bisikletlerden oluşuyor. Hollanda’da herkes bisiklete biniyor. Çocuk, yaşlı, herkes. Yollar da bisikletlere göre düzenlenmiş. Bizde olsa, kimse takmaz bisikletleri.
Bunlar da ünlü kanallar.
Gitmişken kanal turu da yaptık tabii.
Böyle tekne evler de vardı. Yine her tarafı çiçek.
Biraz da bira keyfi yapalım.
Bu gezide göremediğim için en çok üzüldüğüm yerlerden birisi de, Anne Frank’ın evi oldu. Çok merak ediyordum. İtiraf edeyim ki, içeri girmeye de korkuyordum. Beni derinden etkilemişti çünkü yaşananlar. Yine de görmeyi çok istiyordum. Ama o kadar uzun bir kuyruk vardı ki, bekleyemedik. Ben de dışarıdan çekeyim bari dedim.
Burası da ünlü “kırmızı sokak”.
Ne alakası var değil mi? Bütün gün yağmur yağdı, sığınacak bir yer aradık. Normalde, bu sokakta fotoğraf çekilmesinden pek hoşlanmazlarmış. Biz de bu kadarıyla yetindik, ne yapalım?
Ayrıca, burada marihuana da pek yaygın. Çok kötü kokuyordu, denemedik.
Hiç ayrılmak istemesek de, Amsterdam’a burada veda edip döndük.
Ertesi gün Gröningen’e gittik. Yol, yine süperdi.
Hava yağmurluydu, manzara dayanılmaz…
Burası Gröningen. Öğrenci şehri. Bence, aynı zamanda bisiklet şehri. Her taraf bisiklet kaynıyor.
pg/img]
Nedendir bilmem, insana acayip özgürlük hissi veren bir şehir burası. Belki de öğrencilerin bolluğu yüzünden, burayı da çok sevdim.
Son gün Duesseldorf’a geçtik. Güzeldi, ama sanırım Hollanda’yı daha çok sevdim.
Birasına diyecek yoktu ama…
Ren Nehri’nin kıyısındaki cafe’ler hoştu.
Sokaklardan bir kare…
Veee… Dönüş. En kötüsü… Çok güzel bir tatilin daha sonu geldi.
Geride çok güzel fotoğraflar ve güzel anılar kaldı…
“Hoş geldiniz!” yemeği:
Yurt dışında da mangal keyfine devam…
Yemekten sonra attık kendimizi dışarı.
Evler rüya gibi…
Hollanda’da olmazsa olmazlardan:
Nasıl da güzel poz vermiş, değil mi?
İnek görmeye alışmıştık, ama midilli de çok buralarda.
Rengârenk çiçekler, nilüferler.
Hava genellikle yağışlıydı. Ama yağmurdan sonrasının da keyfine diyecek yok… Pırıl pırıl bir hava.
Yağmurdan sonra keyif yapmak onun da hakkı, değil mi? Nasıl da güzel süzülüyor…
Yel değirmenleri… İyi ki varlar!
Hollanda ile Almanya arasındaki sınırın farkına varmıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz, Almanya’dasınız. Bad-Bentheim’da şato.
Yukarıdan süper görünüyor.
Öyle çok para var ki aşağıda… Ah, ahhh…
Veee, Amsterdam!Rüya şehir.
Şu gördüğünüz katlı otopark, sırf bisikletlerden oluşuyor. Hollanda’da herkes bisiklete biniyor. Çocuk, yaşlı, herkes. Yollar da bisikletlere göre düzenlenmiş. Bizde olsa, kimse takmaz bisikletleri.
Bunlar da ünlü kanallar.
Gitmişken kanal turu da yaptık tabii.
Böyle tekne evler de vardı. Yine her tarafı çiçek.
Biraz da bira keyfi yapalım.
Bu gezide göremediğim için en çok üzüldüğüm yerlerden birisi de, Anne Frank’ın evi oldu. Çok merak ediyordum. İtiraf edeyim ki, içeri girmeye de korkuyordum. Beni derinden etkilemişti çünkü yaşananlar. Yine de görmeyi çok istiyordum. Ama o kadar uzun bir kuyruk vardı ki, bekleyemedik. Ben de dışarıdan çekeyim bari dedim.
Burası da ünlü “kırmızı sokak”.
Ne alakası var değil mi? Bütün gün yağmur yağdı, sığınacak bir yer aradık. Normalde, bu sokakta fotoğraf çekilmesinden pek hoşlanmazlarmış. Biz de bu kadarıyla yetindik, ne yapalım?
Ayrıca, burada marihuana da pek yaygın. Çok kötü kokuyordu, denemedik.
Hiç ayrılmak istemesek de, Amsterdam’a burada veda edip döndük.
Ertesi gün Gröningen’e gittik. Yol, yine süperdi.
Hava yağmurluydu, manzara dayanılmaz…
Burası Gröningen. Öğrenci şehri. Bence, aynı zamanda bisiklet şehri. Her taraf bisiklet kaynıyor.
Nedendir bilmem, insana acayip özgürlük hissi veren bir şehir burası. Belki de öğrencilerin bolluğu yüzünden, burayı da çok sevdim.
Son gün Duesseldorf’a geçtik. Güzeldi, ama sanırım Hollanda’yı daha çok sevdim.
Birasına diyecek yoktu ama…
Ren Nehri’nin kıyısındaki cafe’ler hoştu.
Sokaklardan bir kare…
Veee… Dönüş. En kötüsü… Çok güzel bir tatilin daha sonu geldi.
Geride çok güzel fotoğraflar ve güzel anılar kaldı…