Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Sahillerin ardındaki Tunus
Tunus, Akdeniz kıyısındaki Avrupa ülkelerinden daha ucuz olduğundan ve ulaşım kolaylığından dolayı Avrupa ülkelerinden çok turist alan bir ülke. Başta Hammamet ve güney bölgelerdeki kıyı kesiminde deniz-kum-güneş tatili yapılabilecek yerler var. Sicilya’ya kadar kendi araçlarıyla gelmiş gezginler buradan 10 saatlik feribot yolculuğuyla Kuzey Afrika’ya ayak basabiliyorlar. Çöl taraflarında Fransız ve İtalyan plakalı arazi araçlarıyla tatlısu maceracılarına rastladım. İnsanlarla dalga geçmek hiç adetim değildir, ama bazen içimden gülmeden de edemiyorum. Bir İtalyan Land Rover’i gördüm, belli ki binlerce Euro masraf edilip, araç komple modifiye edilmiş, ekspedisyon moduna geçirilmiş. Buraya kadar gayet güzel de kardeşim tepesine boyum kadar İtalyan bayrağı dikmek de nesi?? Sanırsın adam direksiyonu dümdüz tutup girmiş Akdeniz’den geçmiş sahrayı, savanları çıkmış Cape Town’dan. Velhasıl İtalyanlar da Türkler gibi dikkat çekmeyi seviyor. Neyse nazar değmesin kimseye, herkes kendini mutlu eden şeyi yapsın, ben de sessiz sedasız Hindistan’a gidip gelebileyim, başka şey istemiyorum, söz bu son olacak.
Matmata’dan ayrıldıktan sonra sahil kesimini değil çöl ve Batı Tunus rotasını tercih ettim, bu çölle vedalaşma yolculuğum olacaktı, büyük ihtimalle hiç tekrarlayamayacağım bir yolculuk.. Neyse ki kırk yıla yaklaşan hayatımdan sonra bazı anların kıymetini onları yaşarken de fark eder hale geldim, mümkün mertebe ağırdan alarak, defalarca durup fotoğraf çekerek Ksar Gilane’ye vardım, yol boyunca fırtına sınırında esen yan rüzgar, yolun kör noktasında kaldığından kaçamayıp üzerinden uçtuğum kum tepeciği bile neşemi kaçıramamıştı. Bu palmiyelerle çevrili çöl kasabası civardaki son vahalardan, daha güneyinde ve batısında Sahra’nın kum denizleri başlıyor artık, yol bitiyor. Kum denizine girmek içinse özel donanımlı araçlar şart. Yol bulmak için GPS navigasyonu yeterli değil. Fırtınalarla kısmen yer değiştiren kum yükseltiler arasında ve üzerinde güvenli şekilde gitmek, çöl coğrafyasını iyi bilen insanlardan yardım almayı gerektiriyor. Yine de grup halinde gidilirse ölümcül tehlike yok bence, en büyük aksilik aracı kuma saplamak olabilir. Mısır’ın Batı Çölü’nde arabayı kuma oturtup saatlerce mahsur kaldıktan sonra, tekrar riskli zorlamalar yapmayacağıma dair prensip kararı versem de, büyük yemin etmemiştim. “Belki burası daha müsaittir.” diyip, tekrar girdim kumluk bölgeye. Yaklaşık bir kilometre sonra zemin iyice gevşekleşti ve yine batmaya başladım. Durumumu daha dramatik hale getirmek istemediğimden, manevramı yapıp, kendi tekerlek izlerimin üzerinden döndüm.
Seyahat süresince, her türlü yol koşulunda gittim: çöller, virajlı dağ yolları, kuru zemin, ıslak zemin vesaire. Gördüm ki, kullanılan lastik motorun gücünden ve aracın yüksekliğinden daha önemli. Bu tarz uzun menzilli ekspedisyonlara çıkarken elimde üç seçenekten sadece birini gerçekleştirecek kadar para varsa, motorda-aktarma elemanlarında değişiklik yapıp çekiş gücünü arttırmak ya da aracı yükseltmek yerine, gideceğim yola en uygun lastiği almayı tercih ederim, bütçesi sınırlı kişilere de aynısını tavsiye ederim. Özellikle karayolu ağırlıklı gidecekseniz ve kırıcı off-road’a girmiyorsanız en zayıf motor ve standart araç yüksekliği yeterli gelecektir.
Ksar Gilane’den dönüşte yine küçük bir bedevi kasabası olan Douz’da geceledikten sonra yaklaşık beşbin kilometrekarelik El-Jerid Tuz Gölü’nü ortadan kesen yoldan Tozeur Kasabası’na yöneldim, rüzgar her zamanki gibi kuvvetliydi. El-Jerid haritada göl gibi görünse de suyu kurumuş, üzerinde araç gidebilecek kadar sert tuz yatağı açığa çıkmış.
Tozeur’u geçtikten sonra Kasserine üzerinden kuzeydeki Jugurtha Dağı’na yöneldim. Mides yakınındaki derin kanyon bölgesinin yukarısında çöl ikliminden artık yavaş yavaş uzaklaşılıyor, dağlık bölgenin kuzeyinde, yağışlı bir iklim ve bitki örtüsü görülmeye başlanıyor. Roma antik şehri Haidra'yı geride bıraktıktan sonra milli park kesimine vardım. Tunus’un en yeşillik ve tarım arazileriyle dolu yeri burası. Bu bölgeye özel bir önem veriliyor olmalı ki, polis ve askerden ayrı, korucu gücü tarafından güvenlik sağlanıyor. “Garde Nationale” kontrol noktasında durduruldum ve pasaportumu kaydettiler, bölgede ne kadar kalacağımı sordular ve Ain Senan kasabasına vardığımda oradaki merkeze uğramamı söylediler. Karanlık çöküp, kuvvetli yağmur başladığından çevrede fazla oyalanmadan doğruca kasabaya gittim, karakolu buldum. Burada seyahat belgelerimi verip biraz bekledikten sonra bir korucu benimle gelip mevcut tek oteli bulmama ve yerleşmeme yardım etti. Otelin ismi yok, tabelada sadece otel yazıyor. Kapı kilitliydi ve kasabada benden başka yabancı yoktu. Korucunun sorumlu kişiyi aradığı kırk dakika süresünce yandaki kıraathanenin tatsız kahvesini yudumladım, nihayet geldiler, otel açıldı. Avluya bakan odalarda 'İngiliz Hasta' filminin çekimlerinden sonra buraya bağışlandıklarından şüphelendiğim sahra hastanesi tipi gıcırtılı demir somyalar mevcuttu. Bir numaralı odayı seçip paslı yatağıma uzanırken, çöllerden çıkışımın şerefine sağanak yağmur arabanın tozlarını yıkıyordu. “Gökyüzü ağlamazsa yeryüzü gülmez.” deyiminin ne anlama geldiğini çölde uyanıp yemyeşil bir dağın eteklerinde uykuya daldığım o gün daha iyi anlamıştım..