Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan seyr-ü zafer Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 1,172
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 196,879
Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

küçük ağa' Alıntı:
Zafer bey gençlerle kimsenin işi yok onlar büyük tv kanallarında yayınlanan futbol maçlarıyla avutuluyor sorun yaşlıyım diyenler ve emeklilerde ve bu katagoriye dahiliz hatırlatmak isterim selamlar
Selamlar ,
Biz bu düzene karşı geldiğimiz zaman halk tarafından "bölücü,anarşist vs." tepkilerle karşılaşıyoruz.Varımız yokumuz halk ancak utanmadan sıkılmadan bizi "halk düşmanı" olarak empoze ediyor başımızdakiler.Ve yandaş basınımız çok da güzel uyguluyor bunu.Tahtlarını sallıyoruz korkmadan , sarsılınca "Yeni oluşturdukları lacivert üniformalı ordularını" üzerimize sürüyorlar. Ancak bizim nihai amacımız halkımızın refahıdır.Yıllardır çekilen sıkıntıların dinmesidir.Bunun için savaşacağız yılmayacağız.
Saygılarımla , Deniz
 

Etiketler
Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Benim gibi Zafer beyin gezilerini ve paylaştığı yazılarını takip edenlerin merakla beklediği, yada merak ettiği iki husus var aslında.
Birincisi Uzak Doğu gezisinin resimleri ve Zafer Beyde bıraktığı izlenimlerin yazıları.
İkincisi ise konunun en başı. Ben en çok Zafer Bey'in yola çıkış kısmını merak ediyorum. Neredeyse 7 aydır sürekli yollarda. Bunun araştırma kısmı da vardır tabi.
Yola çıkmadan, araştırmaya koyulmadan önceki kısım. Ruh hali, yolculuk denemez artık, bu kadar uzun süre en hafif tabiriyle seyyahlık safhasına geliş süreci ve nasıl karar verdiği.
Diğer mesajlarda da yazıldığı gibi, geride bıraktıkları, yanına aldıkları ve getirdikleri. Beklentileri gibi.
İnsan ister istemez merak ediyor. Zaten Zafer Bey'in yazdıkları da salt bir gezi yazısından çok öte. Belki çok şey istedik bu sefer ama, dile getirmesem olmazdı.

Herşey gönlünüzce olsun.
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Kırk yaşına merdiven dayamaya yakınken, bu saatten sonra vereceğim mücadele kendi küçük ve mutlu dünyamı kurup, kollamaya çalışmaktan ibaret. Bu asla vurdumduymazlık veya egoistlik değil. Bir yandan değiştiremeyeceğim gerçeklere dair gerekçelerini ortaya teker teker serebileceğim ümitsizliğim, diğer taraftan zamanın kıymetini yaşadığım her iyi ve kötü anda daha iyi anlamam, sınırlı ömrümün kalan kısmında gücümün yeteceği sorunlarla mücadeleyi bırakmadan ve gerçekleştirebileceğim kadar şeyi hedefleyerek yola devam etme yoluna itti beni. Kolektif mücadele dünyayı iyileştirme yollarından biri. Diğeri ise her bireyin kendi hayatını ve yaşam alanını, bu dünyada tek başına yaşamadığını unutmayarak, başkalarına zarar-ziyan verme noktasına yaklaşmadan güzelleştirmeye ve geliştirmeye çalışması.

Siyasat Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirmek işime yaradı mı, ya da üniversite yıllarında okuyup öğrendiğimden fazlasını, mezun olduktan sonra öğrenmek?. Bildikçe yaşama dair sorularım, bildiklerime dair şüphelerim arttı. Bilmenin değiştirebilme gücünü de beraberinde getirebileceğini umuyordum başlarda. Kısa süre sonra doğru-yanlış, gerçek-gerçekdışı gibi kavramların mutlak olmadığını, insanların kendi aralarında vardıkları mutabakatla belirlendiğini idrak edebildim. Üzerinde ne kadar çok insan hemfikirse o şey daha gerçek, daha doğru..

Elbette bu dünyadan ayrı paralel bir evrende yaşıyor değilim, herkes neye maaruz kalıyorsa ben de payıma düşeni alıyorum. Akıl sağlığımı da kaybetmiş sayılmam, oysa ki bazen mutlu bir deli olmayı ne çok isterdim..Tek yaptığım, tek yapabildiğim, kendime biraz yaşam alanı açmak. O alanı, benzer hareket eden insanların alanlarıyla kavuşturmaya çalışmak. Sabun baloncuğu gibi havada uçuşan hayatım, başka baloncuklarla karşılaşınca birbirini patlatmıyor, birleşip daha büyük baloncuk oluyor.
Mücadele anlayışımı ise şöyle özetleyebilirim. Elden geldiğince beni yıkacağı kesin darbelerin karşısında durmamaya, bunlarla kafamı doldurup öfkelenmemeye, yılmamaya çalışmak. Değerler onlara gönül veren insanlar ayakta kaldığı sürece yaşarlar. Yıkılış, uğruna yıkıldığın şeyi ayakta tutamıyorsa boşuna..
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Kayzer,
Öncelikle bu kadar yakından takip ettiğiniz için teşekkürler. Güneydoğu Asya konusunu hemen açmak isterim aslında, ancak tamamlanmamış iki konu varken, en azından birini bitirip onu sonra açmayı düşünmüştüm.

Yola çıkmadan önceki on yılım bazı sebeplerden evde oturarak geçti, paylaşabileceğim, gururlanabileceğim pek birşey yapmadım, ama o on yıldan önceki hayatım çok hareketliydi, evde pek durmazdım.
Seyahat etme fikri, başıma gelen ve bardağı taşıran kimi ek olumsuzluklardan sonra akşamdan sabaha kafamda belirdi diyebilirim.. Gitmeye karar verdikten sonra varımı yoğumu seferber ederek amacıma uygun araba aldım. Menzili büyütmeden önce ufak yurtiçi denemeleri yaptım. Yapabildiğimi ve kendimi iyi hissettiğimi görünce daha uzun rotalar çizmeye başladım. Benim yaptığım yolculuklar çalışan insanların bir yerlere tatile gitmesine benzemiyor. Dinlenme ve eğlenme amaçlı değil. İçinde zorluk ve mücadele barındıran önceden kesin amaçlar ve beklentiler belirlemediğim süreçler. Sizin de farkettiğiniz üzere, bir tür seyyahlık durumu. Seyahat, yaşamımın temel gerçeklerini değiştirmese de, bana net biçimde listesini çıkartamayacağım mutluluk ve kazançlar sağlıyor, bu gezi yazılarında ne yazık ki tamamını ifade edemiyorum.

Yolculuklarla ilgili izlenimleri baştan sona okuyanlar(iki konunun toplamı 130 Word sayfasını aştı) bir bütünlük ve format taşımadığını görürler. Amacım, nerede kalınır, ne yenir tarzı rehber not tutmak değil. Kopyala yapıştır biçiminde tarihi detaylara da çok girmiyorum. Amacım geçtiğim yollar vesilesiyle kendi yolculuğumu anlatmak, çünkü yaptığım fiziksel geziye kendi içimde yaptığım yolculuk da ekleniyor genelde. Bunu birazcık yansıtmaya çalışıyorum, artık ne kadar yapabiliyorsam.. Kısacası ne tarz gezi yazısı okumak istiyorsam öylesini yazıyorum. Ağdalı betimlemelere girip, okuyanın kafasında resim oluşturamamaktansa, bol fotoğraf koyarak; Gezi kitaplarında zaten bulunan tarihi ve diğer detaylara görev havasında haddinden fazla yer vermektense, bunların benim ilgimi çektiği kadarını ve bana çağrıştırdıklarını anlatmak.. Söylediğim gibi, eksiğiyle, fazlasıyla bu benim yolculuğum.. Yola çıkma isteğim dayanılmaz hale gelip, bana gitmekten başka çare bırakmadığı andan itibaren yaşadıklarımın anlatabildiğim kadarı..
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Yazdığınız samimi cevap için tekrar teşekkür ederim. Yazdıklarınızın ve çektiğiniz resimlerin en başından beri, cevapda da dile getirdiğiniz, bu farklı havayı ve ruhu hep barındırdı. Bizi de bağımlı yaptı tabi. Çok ince bir uslubunuz var. O da ayrıca takdire şayan. Elbette aradığımız yaşadığımız hayata alternatif bir hayat aramak değil. Ama yaşadığımız hayatlar dışında bu dünyada bir şeylerin olduğunu bilmek, okumak, görmek isteği.
Yazılarınızı takipteyiz.
Herşey gönlünüzce olsun.
 



Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

seyr-ü zafer' Alıntı:
Değerler onlara gönül veren insanlar ayakta kaldığı sürece yaşarlar. Yıkılış, uğruna yıkıldığın şeyi ayakta tutamıyorsa boşuna..
Bu sözünüzü çok beğendim.Haklısınız ; mutlak doğru,mutlak iyi , kısacası toplumsal normların değiştirebildiği hiç bir olguda mutlaklık olamaz.Zaten olsaydı felsefe bilimi diye bir şey olmazdı ve insanlar ikibin küsür senedir aynı konuları tartışmazlardı , cevabınız için teşekkür ediyorum Zafer Bey.
Saygılar , Deniz.
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Geçmişten bugüne Libya’nın serüveni.

Libya, ülkeyi ziyaret eden yabancılar için özel kolaylıklar getiren bir yer değil. Yıllık turist sayısı yarım milyonu geçmiyor, gelenlerin çoğunluğu yurtdışındaki turizm acentalarınca organize edilen gezilerle buraya ulaşıyorlar, tıpkı daha önce Türkiye’den gidenlerin yaptığı gibi. Yabancılar için lokanta ve oteller nadiren bulunuyor. Vizeye tabi ülkelerin vatandaşları burada rehbersiz gezemiyorlar, sınırda rehber karşılıyor, ayrılana kadar yalnız kalınamıyor. Benim en büyük şansım, belki de bu geziyi yapmamı mümkün kılan şey vizenin kalkmasıydı(Vize istenmiyor artık, ancak pasaportun ilk sayfasındaki bilgilerin tercümesi ve Pasaport Müdürlüğü’nce onaylanması gerekiyor. Yaptırmadan gidenler kapıdan geri bile dönebilir.). Böylelikle, sınırdaki işlemleri tamamladıktan sonra, tek başıma ve özgürce ülkeyi gezmenin ayrıcalığını yaşadım. Hiçbir yetkili “Kimsin, nereden geliyorsun?” diye sormadı. Libya her köşesinde görülmeye değer şeylerle dolu bir memleket olmasa da, yeryüzündeki sıra dışı ülkelerden biri bence. Topraklarındaki birkaç antik Roma şehri dışında tarihi miras neredeyse yok. Libya’yı kuran etnik kökenin varettiği kültürel birikim de ahım şahım sayılmaz. Bu topraklarda bizim Bedevi diyip geçtiğimiz, aslında birden fazla kökenden gelen aşiret soyları yaşıyor; Berberiler, Tuaregler ve Tebular, yaşadıkları bölgeler farklı, ama hepsi temelde çöl göçerleri.
Libya 1950’lerde bağımsızlığını kazanana dek hep sözkonusu toplulukların dışında, bölgede hakimiyet kurmaya çalışan devletlerce yönetildi. Eski çağlarda özellikle kıyılar Yunan ve Roma medeniyetlerinin hakimiyet alanıydı. Daha geç dönemlerde ülke uzun süre Osmanlı egemenliğinde kaldı. Geçtiğimiz yüzyılda bölgenin petrol rezervi açısından zengin olduğu anlaşılınca sanayileşmiş devletlerin hakimiyet mücadelesinin merkezi haline geldi. İkinci Dünya Savaşı’nda burada İtalyanlar, Almanlar, İngiliz ve Fransızlar egemenlik kurmak için birbirleriyle savaştılar.

Kral İdris’in liderliğindeki Libya, kağıt üzerinde bağımsız, pratikte eski işgalcilerine bolca ekonomik imtiyazlar vermiş bir ülke olarak yaşamına başladı ve statüko 1967'de Arap-İsrail savaşındaki büyük hezimete kadar sürdü. Yenilgi tüm Arap ülkelerindeki gibi Libya’da da huzursuzluk yaratmıştı. 1969 yılında Kral İdris’in tedavi için Türkiye’de bulunduğu dönemde ordu iktidarı az kan dökerek ele geçirdi ve o zaman henüz 27 yaşındaki Muammer Kaddafi’nin dönemi başladı. Kaddafi, yükselen Arap milliyetçiliğini iktidarını sağlamlaştırma yolunda akıllıca kullandı hatta bu dönemde Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık’ı gibi Yeşil Kitap’ı yazdı. İktidar değişikliği batılı devletlerin Libya ile ilişkilerini pek etkilemedi, malum batı dünyası için demokrasi söylemi bir araçtır, ekonomik çıkarlar tatmin edildiği sürece diktatörlerle ilişkiye girilir hatta desteklenir, çıkarlar zedelenmeye başladığında, o ülkeye demokrasi getirmek için müdahale edilir.

Libya ile Batı Dünyası’nın işbirliği de 1988 yılında bir Amerikan yolcu uçağının Lockerbie’de Libyalı teröristlerce düşürülmesiyle kopma yaşadı. Olayın Libya Hükümeti’nin bilgisi dahilinde gerçekleştiği iddia edildi. O tarihten sonra ülkeye Birleşmiş Milletler denetiminde ambargo uygulandı. Kaddafi önceleri dirense de artık ambargonun yükünden kurtulmak için mi, gerçekten olayda dahli var mıydı bilinmez sorumluluğu üstlenip tazminat ödemeyi kabul etti. Buna rağmen başta Amerika ve İngiltere olmak üzere çoğu batılı ülkeyle diplomatik ilişkiler halen kesiktir.
Libya ambargo döneminde Arap ülkelerinden de yeterli desteği alamadığından yüzünü Afrika’ya döndü ve 2001 yılında 41 Afrika ülkesinin liderini toplayıp Afrika Birliği Kurucu Anlaşması'nı imzalattı, kıta ülkelerinin liderliğine soyundu.

Libya hakkında gayriresmi politik literatürde “Orası gerçek anlamıyla ülke değil Kaddafi’nin oyun bahçesidir.” denir. Ülkeyi görmeden önce bu mottonun fazlaca abartılı olduğunu düşünürdüm, gidip gördükten sonra fikrim değişti. Orada bir haftadan uzun zaman geçirdim, 4500 kilometreden fazla yol yaptım ve nüfusun çoğunluğunun yaşadığı kasabalardan, şehirlerden geçtim, benim izlenimlerim de aynı yöndeydi. Libya’dayken insana o tarz bir duygu geliyor. “ Şimdi burası ülkeyse diğerleri ne?” diye sormadan edemiyor insan. Bir toprağı ülke yapan şey nedir? Ortak dil, kültür, maddi-manevi üretim ve birikim, orada yaşayan insanların müşterek yaşam tarzları ve kolektif karakterleri vesaire.. Libya sanki birbiriyle ilişkisiz ve kendi başlarına bile devinmeyen parçaların suni biçimde birleştirilip yapıştırılmış hali gibi, korku ve baskı onları yan yana tutuyor.
Halkın genel durumu diğer Arap ülkeleriyle karşılaştırıldığında daha iyi sayılır. Mal ve hizmetler hep dışarıdan alınıyor. İnşaatlar yabancılara yaptırılıyor, sanayi üretimi yok sayılır, petrolden başka gelir yok. Emek yoğun ağır ve pis işlerde Orta Afrika Ülkeleri’nden gelenler çalıştırılıyor. Günlük hayat belirgin şekilde rölantide pinekleyerek sürüp gidiyor. Libya’dayken “Hah işte bu Libya’ya özgü bir şey, şimdi Libya’ya geldiğimi idrak ettim.” diyebileceğim hiçbir şey görmedim neredeyse, sadece Ghadames Kasabası özel bir yerdi, onu da bilahare anlatacağım.

Trablus, kasabadan hallice başkent.

Trablus’a varmaya yakın yol sormak için önünde durduğum genç, onu da merkeze götürmemi istedi ve arabaya bindi. Tarzanca biraz konuştuktan sonra, İngilizce bilen bir arkadaşına telefon edip beni görüştürdü. Türk olduğumu ve arabayı görünce sanırım, işadamı falan zannetmiş-ne de olsa buralarda turist görmeye pek alışkın değiller- benden iş istedi. Sadece gezi amaçlı geldiğimi güç bela anlatıp kendisini uğurladım. Şehir merkezinde, kalınabilecek ucuz fiyatlı bir oteli ararken, bana yardım edebileceğini düşündüğüm genç çocuklara adresi sordum. Birlikte biraz dolaştık onlar da yeri bulamadılar, daha sonra beni nuh nebiden kalma, garip ve pahalı bir otele götürdüler, başka yer arayacak halim yoktu, otele hiç hak etmediği ücretini ödeyip yerleştim. Odam en son Agahta Christie kalmış da sonradan müzeye çevrilmiş gibiydi. Dışarıya çıktığımda, Trablus’un merkezine yemek yiyecek yer bulmakta güçlük çektiğimi belirtmeliyim. Yeşil Meydan’ın kenarındaki Tunus kökenli fast food lokantasında, hayatımın en iyi fast foodunu yedim, menünün adı beef fajitas. Türkiye’deki meşhur markaların hamburgerlerinden çok daha lezzetliydi. Lokanta Arap kökenli, menü Meksika’dan, ilginç.. Yemekten sonra çay içecek yer aradım. Çoğu Arap ülkesindeki gibi Libya’da da akşamüstü güneşin bunaltıcı etkisi azaldığında yapılabilecek en güzel şey bir kahvehaneye gidip çay içmek, elmalı nargile kokuları arasında sakinleşmek ve çevreyi izlemek. İnsanlarla doğrudan iletişim kursanız da kurmasanız da, aralarına karışmak, onların günlük hayatlarıyla ilgili çok ipucu veriyor. Ben genelde selam verenleri geçiştirmiyorum, sohbet ediyorum. Burada da laf atan bir genç adamla konuşma fırsatı buldum. Adı Cevad’mış, Mısır’dan buraya çalışmaya gelmiş ve evlenip kalmış, yemeğe davet etti, zaten yediğim için gitmedim, hava karardığından çevreyi dolaşmayı ertesi güne bırakıp otele döndüm.

Ertesi sabah antika otelimin zemin katında, klorak kokusundan burnumun direği kırılarak kahvaltımı yapmaya çalıştım, Yumurta, çay, ekmek, her şey klor kokuyordu, genzimi tıkayıp ilaç niyetine önümdekileri yedim, ardından Yeşil Meydan’daki Milli Müze’ye gittim. Müze gezmek çoğu insana angarya gibi gelir, ben gidilen yerlerle ilgili önemli ipuçları verdiğini düşünüyorum, Sadece orada sergilenen objeler açısından değil, sergileniş biçimleri de memleketin zihniyetini ele veriyor. Milli Müze şimdiye dek gördüğüm en fantastik müzeydi. Orayı ziyaret etmeden önceki bir numaram O.D.T.Ü. ’deki Bilim ve Teknoloji Müzesi idi. Fotoğraf çektirtmedikleri için anlatmak istiyorum:
Trablus Müzesi’ni kim düzenlemişse tanışmak isterdim kendisiyle, muhtemelen Muammer Kaddafi küratörlüğünü yapmış, başka mantıki açıklama bulamıyorum. Girişte ziyaretçileri 2. Dünya Savaşı’ndan kalma bir Willys ile kaportası çürümüş mavi VW kaplumbağa karşılıyor. Onların yanlarına ve arkalarına serpiştirilmiş Roma heykelleri ve duvar kabartmaları var. Daha eski dönemlerden kalma mağara ve duvar resimleri de mevcut. Üst kattaki reyonlarda yine iç içe geçmiş biçimde Roma paraları ve Berberi çöl hayatından giyim, alet edevat örneklerini etnografik mankenler eşliğinde sunan camekanlı kısımlar mevcut. “Bu iş daha nerelere varır?” diye düşünürken çıktığım ikinci kat beklentilerimi boşa çıkarmadı. İçi doldurulmuş kara hayvanları, kurutulmuş balıklar ve kavanozların içinde envai çeşit börtü, böcekle dolu doğa tarihi katına gelmiştim. Libya’da müzelik ne varsa hepsini aynı binaya koymuşlar.
En üst katın hali ise hiç sürpriz olmadı bana. 2. kattan sonra zaten bekliyordum. Evet, son kat Kaddafi’nin muhteşem eseri modern Libya’ya ayrılmıştı. Her taraf Kaddafi’nin icraatlarını anlatan fotoğraf ve yazılarla doluydu, tabii hepsi Arapça ve tercüme yok. En baş köşede üzerinde Fransız ve Libya bayrağı bulunan büyük bir masa duruyordu, arkadaki fotoğrafta aynı masanın arkasında duran Kaddafi ve Jacques Chirac gülümsüyorlar, Kaddafi elini yumruk yapıp havaya kaldırmış, kim bilir Fransa’ya hangi imtiyazları verip kazanç sağladığını düşünüyordu. Şimdi Fransa kafasına bomba yağdırdıktan sonra Kaddafi o katı kapattırıp masayı ve fotoğrafı yaktırtmış mıdır merak ediyorum doğrusu..

Müzeden sonra gittiğim Trablus’un eski çarşı bölgesini gezerken, ülkede elle tutulur hiçbir şey üretilmediğini iyice anladım. Libya’ya özgü tek eşya yok, hediyelikler bile Afrika Ülkeleri’nden ithal tahta oyma biblolardan ve Çin’den ithal kumaş aksesuarlardan ibaret. Çarşıyı gezip bitirmek yarım saatten az zamanımı almıştı.

Anadolu’daki orta büyüklükte herhangi bir kentimizi alıp Trablus’un yanına koysak daha şık durur. Caddeleri, binalarıyla, kişinin üzerinde bıraktığı etkiyle kesinlikle bir ülkenin başkenti havasında değil. Şehrin eski kısmını ve sahil boyunu gezdiğimde de fikrim pek değişmedi. Dönüşte Yeşil Meydan’ın önünden geçerken üzerlerinde Amerika’yla ilgili ibareler bulunan tişörtler giymiş, pilot tipi güneş gözlüklü, beysbol şapkalı, telefonlarını ellerinden bırakmayan, parfüm kokan gençlerin park etmiş Harley-Davidson’ların üzerinde para karşılığı fotoğraf çektirmelerini seyredip vakit geçirdim.
Trablus’da daha fazla kalmak için sebep bulamadığımdan, arabaya atlayıp, tamamı Arapça yazılı yol levhalarından bir şey anlamadığımdan kırk kere yol sorarak, çölün 600 km derinliğindeki Ghadames’e gitmek üzere kentten ayrıldım..
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km


Trablus Kalesi
[attachment=1]


[attachment=2]


Milli Müze
[attachment=3]


Arap kanallarında tanıdık yüzler
[attachment=4]

IMG_8310p.jpg


IMG_8312p.jpg


IMG_8314p.jpg


IMG_8308p.jpg
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Sahra Çölü’nde tanrı misafiri olmak.

Libya’nın yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık ikibuçuk katı, nüfusu on milyondan az, çoğunluk sahillerdeki kasaba ve şehirlerde yaşıyor. Sahra Çölü’nün derinliklerinde ise, çok eski dönemlerde kurulmuş birkaç yerleşim var. Sözkonusu kasabalardan görsel açıdan en güzeli Gadames’e varmak için Sahra Çölü’nün güneyine giden yolda 600 kilometreden fazla katetmem gerekiyordu. Bu güzergahta 150 kilometreden uzun ıssız geçişlerde mevcuttu. Mısır’daki çöl deneyimimden sonra açıkçası pek de gözümde büyüttüğüm bir etap değildi bu, araba yürüdüğü sürece, benden yana sorun çıkamazdı. Manzarayı kaçırmamak için ve zaman kısıtlamam bulunmadığından gece pek yol yapmıyordum. Güneş batmadan kasabaya varamayacağımdan, yolun yarılarında mola verip çölde gecelemeye karar verdim. Dışarıda mutat gündüz rüzgarı devam ediyordu, tek kişi çadır kurmaya ve kurulan çadırı zaptetmeye elverişli ortam yoktu. Biraz daha ilerledikten sonra yolun bir kilometre kadar uzağında kulübemsi iki üç bodur yapı farkettim, direksiyonu oraya kırdım. Yer yer yumuşak kumda patinaja düşerek, neyse ki tamamen batmadan binalara varabildim, kimsecikler yoktu çevrede, sadece on metrekareden küçük bir kerpiç kulübeyle yanındaki hayvan damı vardı. Damın çevresinde hayvanların su içebileceği bir düzen görmedim, kulübenin içinde de sadece eski yün yatak ve isli boş bir tencere duruyordu. Arabadan çıkardığım malzeme ve tesisatla kulübenin içinde yemeğimi yapıp yedim. Hava kararmış, içerideki yatakta uzanıp rüzgarın sesini dinlerken, uzaklardan gelen koyun çanlarının sesini duymaya başladım, sürünün civarda durabileceği başka yer yoktu görüş mesafesinde, bulunduğum yere geldikleri aşikardı. Dışarıya çıkıp beklemeye koyuldum. Libyalılardan koyu tenli bir çoban ve iki köpeğinin yardımıyla yüz kadar koyunu damın altına götürdükten sonra yanıma geldi. Yabancıydım, davetsiz misafirdim, hiç de şaşırmış görünmüyordu, sadece gülümseyip Arapça bir şeyler söyledi. Kısa sürede el ve vücut işaretleriyle anlaşmaya başladık. Sadece işaretle ve birkaç bilindik Arapça kelimeyle ne kadar çok şey anlayıp anlatabildiğime kendim de hayret ettim. Türkiye’den geldiğimi, turist olduğumu, Gadames’e gittiğimi, hava kararınca durup rüzgardan korunmak için kulübeye sığındığımı ve daha fazlasını anlatabilmiştim. Cuma isimli çoban arkadaşımın Sudan’dan geldiğini babasının vefat etmiş, annesinin sağ olduğunu, eşinin iki çocuğuyla beraber halen Sudan’da yaşadığını, buraya işsizlik yüzünden geldiğini, ancak neredeyse karın tokluğuna çalıştığını, eve az para yollayabildiğini, koyunların kendisine ait olmadığını, her sabah yakınlardaki bir vahaya koyunları otlatmaya götürdüğünü, bazen yalnızlıktan çok bunaldığını söyledi.
Çay içtik, rüzgar azalmaya başlayınca ayışığı altında beraber çadırı kurduk, çölün gece serinliğinde, sıkıntısız uyudum. Sabah vedalaştıktan sonra o koyunlarıyla birlikte çölde tekrar kayboldu, ben karayoluna dönüp Gadames’e doğru devam ettim.

Çölde fırtına, arkamda kuramadığım çadırım.
[attachment=1]

Cuma ile birlikte.
[attachment=2]

IMG_8276p.jpg


IMG_8247p.jpg
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Gadames.

Libya’nın en güzel yeri ve dünyadaki mimari açıdan en kendine özgü köylerden biridir büyük ihtimalle Gadames. Uçsuz bucaksız kuraklıkta, insanoğlunun yaşamını yüzlerce yıldır sürdürebildiği vaha dediğimiz, yüzeye yakın su kaynağı barındıran nadir noktalardandır burası Sahra Çölü’nde. Roma Lejyonu’nun bölgede hakimiyet kurmasıyla giderek daha fazla önem kazanmış tarihte. Afrika’nın güneyinden ve içlerinden gelen kervanların mallarını bıraktıkları noktaymış. Buradaki tüccarlar gelen yükleri teslim alıp Avrupa’ya gönderilmek üzere Akdeniz kıyılarına ulaştırırlarmış. Roma İmparatorluğu döneminden sonra bölge Arap kavimlerinin, ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiş. Tarihini öğrenince şaşırmıştım, impratorluğun gerileme döneminde, 1800’lerin başında alınmış buralar. Osmanlılar, bu kasabanın ekonomik ve stratejik önemini fark etmiş olacaklar ki, diplomatik temsilcilik bile açmışlar. Zaten bugün gezilen tarihi bölge de Osmanlı döneminden kalma.


Bazı şehirler veya kasabalar için “ Buranın bir ruhu, karakteri var.” deriz ya, Gadames işte öyle bir yer. Yüzlerce kilometrelik ıssızlığın, sıcağın ve fırtınanın ortasında bir insanın hayal edebileceğinden öte güzellikte. Belki de yol boyunca, sanki karadeliğe çekiliyormuşçasına giderek artan o hiçlik ve belirsizlik duygusunun da etkisiyle ilk karşılaşmada ziyaretçisini böyle etki altında bırakıyordur, bilinmez. Başkalarının da gidip, görüp hislerini anlatmasını beklemek tek çare şimdilik. Dışarıda 45 derecenin üzerindeki sıcaklıkta rüzgar gün boyunca canlıları kavururken, kasabanın özellikle üzeri kapalı sokaklarında dolaşınca ve sokak kenarındaki oturma taşlarında dinlenirken, serinlikten hırka giyme ihtiyacı hissediyor insan. Gün ışığının ulaşmadığı loş ara sokakları gezerken Kaymaklı veya Derinkuyu yeraltı şehirlerindeymişim gibi hissettim kendimi.
Gadames şaşırtıcı, Gadames kendine özgü, Gadames güzel..

IMG_8309p.jpg


IMG_8317p.jpg


IMG_8321p.jpg


IMG_8323p.jpg


IMG_8329p.jpg
 



Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Develeri anlamak bazen zor. Kilometrekarelerce çöl var, gelip ip gibi yolun ortasında duruyorlar.
[attachment=1]
[attachment=2]

Gadames'in yeni kısmındaki kaldığım devlet yurdu.
[attachment=3]
[attachment=4]
[attachment=5]

IMG_8331p.jpg


IMG_8332p.jpg


IMG_8333p.jpg


IMG_8336p.jpg


IMG_8339p.jpg
 








Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,679
Mesajlar
1,522,098
Kayıtlı Üye Sayımız
166,527
Kaydolan Son Üyemiz
Selma Yörük

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst