Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Plakayı ver plakayı al, istikamet Trablus.
Havayolu ve diğer toplu taşım araçlarıyla yaptığım Güneydoğu Asya gezisinden sonra gördüm ki, otomobille yapılan yolculuklar çok daha verimli geçmekle ve yapan kişiye kendini özel hissettirmekle birlikte bazen oldukça eziyetli hale gelebiliyor. Uzakdoğu gezisinde toplu taşımla, kara hava ve su yoluyla 10 kez gümrük kapısı geçtim, pasaport işlemlerinin en uzunu iki dakika sürdü, valizim hiç açılmadı, ülkeye göre farklı işlemler yoktu. Karayoluyla ve kendi arabamla yaptığım gezilerde ise, özellikle Türkiye’nin doğusundaki ve güneyindeki ülkelerde gümrük geçiş formaliteleri yer yer çok zaman harcattı. Bu tarz seyahat etmeye niyetlenenlerin, azimle mücadele etmeleri gerektiğini bilmelerinde fayda var. Libya kara gümrüğü de formalitesi bol geçiş noktalarından. Aynı Mısır’daki gibi geçici plaka almak gerekiyor. Transit geçiş yapacak araçlardan bile bunu istiyorlar. Mısır kapısından çıkıp Libya girişine vardığımda kapı açık olmakla birlikte, araçlı geçiş yapabilmem için işlemleri gerçekleştirecek, sınırdan 3 kilometre içerideki köyde bulunan ofisler kapanmıştı. Pasaporta giriş damgası basılmış, araçsız seyahat etsem geçip gideceğim, ama arabanın formaliteleri tamamlanmadığından o geceyi, bekleme alanında kurduğum çadırda geçirdim. Ertesi sabah gümrük görevlilerinin nargile kokusuna uyanıp oradaki taksilerle yine köye gittim, döviz bozdurup plaka bürosuna başvurdum. O bürodan bir adam benimle geldi, ilerideki başka binadan plakaları aldık, birlikte gümrüğe döndük, harçları yatırdıktan sonra
plakaları verdiler. Ardından yanımdaki nakit döviz miktarını beyan etmem söylendi, alıp saydılar, toplamı makbuza yazıp suretini bana verdiler ve saklamamı tembihlediler. Sıra arabanın kontrolüne gelmişti. Gezi boyunca ilk kez burada arama yapıldı, önceki gümrüklerde hep bagaj kapısını açtırıp içeriye bakmadan kapatmışlardı.
İşlemler nihayet tamamlandı ve tekrar yola koyuldum. Aynı sahilde uzanan başka ülkeye geçtiğimden manzarada büyük değişiklik yoktu, ben hep Sina Yarımadası’ndaki gibi denizi görerek gideceğimi ummuştum, öyle değilmiş, Libya’nın sahil kesimindeki yolculuğum boyunca deniz görmek istediğimde, kuzey yönündeki engebeli toprak yollara sapıp ıssız sahile ulaşabildim, 4*4 araçla yola çıkmanın faydalarını bu ve benzeri yerlerde çok gördüm.
Libya’ya giriş yaptıktan sonra vardığım ilk büyük yerleşim Tobruk’du. Burası ülkenin üç beş önemli kentinden biri. Tobruk bana Libya’nın ne menem bir ülke olduğu hakkında bayağı fikir vermişti. Şehir, bizim Anadolu’da gördüğümüz en yoksul ve bakımsız kasabalarımızdan daha ilginç görüntüye sahip değil, kamerayı çıkartıp belge niteliğinde iki fotoğraf çekmeye bile lüzum görmedim. Bu bölgede İkinci Dünya Savaşı sırasında şiddetli çarpışmalar yaşanmış, ancak izleri silinim gitmiş, birkaç asker mezarlığı var sadece.
Tobruk’dan Derna’ya ilerlerken Trablus’a kadar uzanan yaklaşık 1400 km’lik yolda dinmeyen kum fırtınalarıyla mücadele etmenin dışında yoculuğuma pek ilginç yenilikler katamayacağım anlaşılmıştı. Derna’ya kadar Türk firmalarının yaptığı yeni yoldan ilerledikten sonra sahil yolunu bırakıp Tokra’da tekrar kıyıya bağlanan yayla yoluna saptım. Suriye ve Lübnan’da yeterince Roma antik kenti gördüğümden, Tunus’da da göreceğimden, kıyı tarafında kalan Apollonia, Slonta gibi ören yerlerine gitmedim. Türkiye barındırdığı tarihi miras açısından o kadar zengin ki, çoğu yabancının hayatlarında ilk kez görüp hayranlıkla seyrettiği eski çağ harabeleri, Ege ve Akdeniz kıyılarında onlarca benzerini gördüğümüz bizler için sıradan hale gelebiliyor. Yalnız şunu da belirtmeliyim, yağışlı iklimler bu tip eserlerin daha erken yokolmasına sebebiyet veriyor. Anadolu’daki antik şehirlerde, depremler, iklim ve yağmanın etkisiyle sözkonusu ülkelerdekine nazaran daha az sağlam yapı kalmış durumda.
Yayla yolunda kupkuru çöl ikliminden biraz uzaklaşılıyor, doğal yeşillikler ve tarım alanlarından geçiliyor. El-Kubbe, El-Bayda gibi kasabalardan geçip El-Kuf Vadisi üzeri yine bir antik Roma kentinin bulunduğu Tokra’ya vardığımda güneş batmak üzereydi. Arabanın sağladığı imkanla yine sahile giden bir yola sapıp, fırtınadan kaçacak kuytu bulamadığımdan, yatacağım yerin önüne arabayı siper edip güç bela uyuyabildim.
Tokra’dan Bingazi’ye yine sahil yolundan ulaştım. Bingazi’nin Tobruk’dan tek farkı daha büyük olması, kentin karakteri diğerine çok benziyor. Merkezi kısımları arabayla dolaşıp dinlendikten sonra, burada kalmamaya karar verip devam ettim ve akşam tekrar ıssız bir kumsal bulup geceledim.
Ertesi gün Sirt Körfezi kıyısında sürüşümü sürdürüp, Ajdabiya, Sirt ve Misrata şehirlerini geçtim ve nihayet Trablus’a varabildim. Mısır sınırından Trablus’a uzanan hat özellikle ziyaret edilmeye değecek bir bölge değil bence, ama benim gibi overland yapanlar için hele de fırtına ayları başlamışsa, kişinin-aracının dayanıklılık ve sabır sınırlarını sınaması açısından çok iyi parkur, bahar aylarında fırtınalar kuvvetliyken burayı geçtiyseniz, artık hiçbir çöl yolu zor gelmez. İç çöllerde bu tarz sürekli rüzgarlar pek yok, burada deniz ve çölün kesiştiği hatta gece-gündüz döngüsü yüzeyde sürekli değişken sıcaklık farkı oluşturduğundan kum fırtınası dinmek bilmiyor, dolayısıyla bu etap benim için iyi deneyimdi..