Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Ortadoğu’nun temize çekilemeyen tarihi.
Ortadoğu’da çok savaşlar yapıldı, bir şeyler değişmiş gibi göründü, ama bu coğrafyanın insanları, sivil toplum dediğimiz kendi kendilerini yönetebilme, kollektif iradelerini icraata dökecek iktidarlar çıkarabilme yetisinden o derece yoksunlar ki, çekilen acılar, maddi ve manevi kayıplar karşılığında elde edilen çoğu kez gergin, üzüntülü ve fakir hayatlardı. Arap dünyası böyle bir dünya, birey olarak yaklaştığınızda ve sosyal alanda geleneklerine baktığınızda çok yardımsever, iyi niyetli insanlar, ama toplumsal mutabakat, rasyonel siyaset, amaç birliği ve organizasyon düzleminde hiç de başarılı sayılmazlar, o yüzdendir ki insanlık tarihinin en büyük bozgunlarını alınlarına kazıdılar hep, konuştuğum insanlar asla kabul etmeseler de, bu konular açıldığında içlerindeki ezikliği ve yenilmişliği buram buram hissettirdiler.
Bugün Suriye Turizm Bakanlığı’nın internet sitesine girdiğinizde Hatay ve Golan Tepeleri’ni kendi sınırları içerisine aldıklarını görürsünüz. Malum Cumhuriyet ilan edildiğinde Hatay milli sınırlarımız dışında ayrı küçük bir ülkeydi, 1939’da referandumla çıkan karar neticesinde Türkiye’ye katıldı, savaşsız… Dünya tarihine baktığınızda bu tarz toprak kazanımlarına pek rastlamazsınız, ustaca planlanmış ve yürütülmüş bir politik manevraydı. Suriye bunu içine asla sindiremedi, artık yüksek sesle dile getirilmese de resmi ideoloji bağlamında içlerindeki ukteden kurtuldukları söylenemez. Benzer şekilde Golan da Suriye’nin içindeki sızıdır halen.
1900’lerin başlarından itibaren Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Arap ülkeleri Osmanlı sonrası boyun eğdikleri manda rejimlerinden teker teker kurtulup tam bağımsız hale gelmeye başladıklarında, henüz İsrail kurulmamıştı. Yahudiler en başından beri sayıca azdılar ve inançları gereği aralarına kimseyi kabul etmeyen, başka toplumlara dahil olamayan ittifak kurup güçlenemeyen bir düzen içinde yaşıyorlardı, bu sebeple büyüklü küçüklü sürgünlerle günümüze dek dünyanın her tarafına yayıldılar. İtile kakıla geçen yüzlerce yıldan, yaşadıkları soykırımlardan sonra onlar da oyunu bu dünyanın kurallarıyla sürdürmeyi, işbirliği yapmayı, Eski Ahit’de yasaklananları hiçe sayma pahasına amaca giden her yolu mübah saymayı öğrendiler. Yüzyıl başından itibaren petrol denen maddenin gelecekte taşıyacağı önem idrak edilmeye başlanınca, Amerikan Yahudileri’nin kutsal metinlerde adı geçen “Vaadedilmiş Topraklar” a yerleştirilmesi süreci başladı, Büyük miktarda toprak parçaları Amerikadan gelen paralarla satın alındı, bölgedeki Yahudi nüfusu hızla artmaya başlamıştı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra artık bölgede asgari yaşam alanı oluşmuştu ve 1948 yılında İsrail Devleti kuruldu...Gerisi Star Wars serisine benziyor, ardı arkası kesilmeyen savaşlar…
Araplar ve İsrailliler arasında bu son dönemde dört büyük savaş yapıldı. 1948, 1956, 1967,1973 yıllarında, bunların hiçbirinde Arapların açık ve net galibiyetinden sözedilemez.
İlk vuran kazanır.
Sanırım bu kuralın doğruluk payı var. 56 savaşından sonra Arap dünyasının liderliğine oynamaya çalışan Mısır, İsrail karşıtı söylemini giderek güçlendiriyordu, er geç yeni bir savaşın başlayacağını açıkça söylüyor bölge ülkelerini kıvama getirmeye çalışıyordu, hani derler ya “ Laf çok icraat yok.” aynen böyle. İsrail’in üzerinde oluşan gerginlik artık Arapların üzerlerine çullanmasını bekleyemeyecek boyuta gelmişti. Birisi sürekli sizi tehdit etse ne yaparsınız? Önlem alıp canınızın yanmasını en başından engellemeye çalışmaz mısınız? Onlar da öyle hareket ettiler… 1967 senesinin 5 Haziran sabahında uzun süredir tüm detaylarıyla hazırlanmış plan uygulamaya konmuştu ve insanlık tarihinin en kurnazca, akıllıca planlanmış savaşlarından birisi başlamıştı. Amerikan silah ve teknolojisi destekli İsrail ordusunun hava kuvetleri, uçaklarının tamamına yakınını yarım saat içinde tam yüklü havalandırmış Mısır’ın askeri havaalanlarına doğru göndermişti. Zamanlama öyle güzel seçilmişti ki, Mısır hava savunma tesislerindeki nöbet değişimi, uçakların zaten zor fark edilebilecekleri alçak irtifada ilerlemesi ve bazı filoların Akdeniz üzerinden gidip batıdan Mısır hava sahasına savunma kalkanının ters yönünden girmesi gibi muhtelif sebeplerden, üslerdeki üzerleri açık ve toplu halde bekleyen Mısır avcı uçaklarının yüzde doksanı yaklaşık iki saat içerisinde yerlerinden bile kımıldayamadan yok edilmişlerdi. Evet, Mısır Hava Kuvvetleri saatler içerisinde imha edilmişti, Mısır mevcut çaresizliğine ortak aramak üzere Ürdün ve Suriye’yi de bir şekilde savaşa dahil etmeyi başardı, belki o vakit ibreyi kendi lehine çevirebilecekti. O günün şartlarında kimse gerçek ve ayrıntılı bilgiye ulaşamıyordu ve varsayımlarla hareket ediyordu. İsrail Mısır hava tehditini bertaraf edip Sina yarımadasına doğru kara birliklerini sürdü, diğer yandan uçaklarını Ürdün ve Suriye’deki askeri havaalanlarını bombalamaya gönderdi. Üç ülkeyle aynı anda savaşa giren İsrail zaten çatışmayı ayrıntılarıyla planlamıştı ve pek tereddüt yaşamıyordu. Karadan Sina’nın neredeyse tamamını, Ürdün Nehri’nin batısında kalan Filistin topraklarını ve Golan Tepeleri’ni aşıp Şam’a 50 kilometreden az mesafe kalana dek geçtiği bölgeyi kontrol altına aldı, bu zaten mevcut askeri yeterliliklerinin sınırıydı, ellerindeki asker sayısıyla daha fazlası yapılamazdı, bir haftadan daha kısa sürede İsrail topraklarının büyüklüğünü 3 katına çıkarmıştı, şavaşın aylarca sürmesi beklenirken ateşkes çabuk geldi.
67 savaşı sadece savaşan değil tüm Arap ülkelerinde büyük psikolojik çöküntülere yol açmış ve asla unutulamamıştır, öyle ki bu savaşın rövanşı niteliğindeki, bu kez Arapların baskınıyla 6 Ekim 1973’de başlayan Yom Kippur Savaşı’na çoğu Arap ülkesinden sembolik miktarda askeri personel ve malzeme gönderilmiştir. Araplar yaşananlardan ders alıp bu kez ciddi plan yapmış ve bunu gizli tutmayı başarabilmişlerdir. Yahudilerin tüm dünyevi işleri bıraktıkarı dini günleri Yom Kippur’da sabah önce Mısır tüm gücüyle Sina’ya girmiş ve İsrail birliklerine ilk etapta ciddi zararlar vermiştir, Suriye ve Ürdün de kendi cephelerinde hamlelerini yapmışlardı. Savaşın sonunda 67’de kaybedilen toprakların tamamiyle geri alınamaması, mutlak galip taraftan sözetmemizi engelliyor. Yıllar sonra Camp David’de Amerika himayesinde pazarlıklar yapılmış ve Mısır bazı ödünler vererek Sina yarımadasına tekrar kavuşmuştur, ama Filistin Ürdün’e geri dönemedi, İsrail Ürdün Nehri’nin doğu kıyılarından santim geriye çekilmedi ve 67 savaşından önce Suriye’ye ait Golan Tepeleri de yine İsrail tarafından geri verilmedi.
Quneitra kasabasının tozlu yıkıntıları arasında yatan bu tarih Ortadoğu’da en basit şeyleri bile anlayabilmek yolunda edinilmesi gereken asgari bilgilerdendir. Quneitra savaş sırasında yıkılmamış, Camp David sonrası ulaşılan mutabakat gereği İsrail tepelere doğru geri çekilirken kasabada işe yarar ve taşınabilir ne varsa almış, evleri de kolonlarından dozerlerle çekerek yıkmış, diğer bazı binaları da çatışma tatbikatı yapmak üzere kullanmışlar ve enkaza çevirmişler.
Buraya Şam’daki İçişleri Bakanlığı’ndan alınan özel belgeyle girilebiliyor. Bina Şam’ın kuzeyindeki büyükelçiliklerin de bulunduğu semtte. Pasaportunuzu verdiğinizde belgeyi yarım saat içinde alıyorsunuz. Ben de sabah erken belgeyi aldıktan sonra 60 km kadar uzaklıktaki kasabaya arabayla gittim, yaya gezmek mümkün değil araç şart. Birleşmiş Milletler askerlerinin güvenliği sağladığı tampon bölge var, zaten karşılaşılan ilk kontrol noktası da onlara ait. Arabayla burayı geçip yavaş yavaş ilerlerken arkamdan bağrışma ve ıslık sesi duydum, meğer Suriye askeri kontrol noktasını geçmişim, bariyer falan yoktu. Pasaporta ve belgeye baktıktan sonra yanıma bir asker verdiler, kasabayı arabayla dolaştık, İsrail kapısına 50 metre mesafedeki karakol noktasında üst düzey subayla çay içtik. Sohbet ilginçti. Yeni evlenen çiftlerin balayına İstanbul’a gitmesi ve Türk yapımı mobilyalarla evlerini döşemesi moda olmuş son zamanlarda.
Quneitra turistik özelliği bulunmayan, az sayıda insanın zahmetine katlanıp gittiği, meraklısını etkileyecek, turist değil gezgin mantığıyla yolculuk ediyorsanız anlamlı ve özel bir bölge, uğraştığıma değdi…