Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Kitaplara bel bağlama hata payı bırak.
Taşıma imkanım vardı yanıma ülke tanıtıcı kitaplar almıştım, yolculuğun daha başlarında onlara bel bağlamamam gerektiğini Lazkiye’deki otel arama maceram kısa yoldan öğretti. Bir kere fiyat gibi değişken bilgilere kesinlikle güvenilmemeli, çoğu kez göz kararı konaklama yeri seçsem de bazen kitaplarda adı geçen yerlere gittim, tek sefer bile orada yazılı rakamlara kalmayı başaramadım, hep daha fazlaydı fiyatlar. İki kişi gezmek konaklama açısından daha avantajlı, tek kişi bile olsanız hosteller dışında genelde oda ücretinin tamamını ödemek zorunda kalıyorsunuz. Ve haritalar… Arap ülkelerine ait karayolları haritaları sadece iki şehir arasında yol bulunduğunu görmenizi sağlıyor, direksiyona geçtiğinizde ise çevrenizdeki insanlara defalarca yön sormaktan başka çare yok, kısa süre sonra hiç Arapça bilmeseniz de benzer hareket ve kelimelerden söyleneni anlar hale geliyorsunuz. Şehir haritalarında da ciddi hatalar çıkabiliyor, benim başıma geldiği gibi zaman kaybettirebiliyor. Lazkiye’deki hedeflediğim hosteli bulmam da harita sebebiyle uğraştırdı. Aslında, şehrin ilgili sahil kısmına ulaşmıştım ve haritanın gösterdiği sokağı bulmuştum, ama hostel ortada yoktu, sorduğum insanlar da bu kez orayı bilemediler, taksi tutup hızlı yoldan sonuca gidebilirdim belki, bu kadar uğraştıktan sonra kendim bulmak istedim ve ana caddeye dik 5 sokağı baştan sona geçtikten sonra hosteli buldum, tahmin edileceği üzere harita tüm sokakları göstermiyordu.
Halep’ten Lazkiye’ye otoyol harici İdleb üzeri alternatif bir güzergahtan gittim, yolda bakkal ve manav esnafıyla sohbet etme imkanı buldum. Bakkalda duran genç aldıklarımı arabaya koyarken koltuktaki acil durum gofretlerini görüp fazlaca ilgi gösterdi, kendisine satmamı istedi, satacak halim yok verdim gitti. Suriye halkı iyi niyetli ve sıcakkanlı, ancak sömürücü sayılmazlar, bir şey alıyorlarsa daha fazlasını vermeye çalışıyorlar, sonuç olarak verdiğim gofretler elma, armuta dönüşüp arabaya geri dönmüşlerdi.
Dolaştığım topraklar Osmanlı egemenliğinde uzun süre kaldığından çoğu yerin sadece bizim bilip kullandığımız isimleri var, örneğin Lazkiye kelimesini kimse kullanmıyor, söylediğinizde ise şaşkın şaşkın bakıyorlar, orijinal hali Latakia. Şam’da da benzer durum sözkonusu. Suriyeliler Şam dediklerinde sadece Şam şehrini değil şehrin bulunduğu bölgeyi de kastediyorlar. Lazkiye, çok çarpıcı manzaralar barındıran bir şehir değil, Suriye koşullarında modern görünümlü, batılı yaşam tarzının göze çarptığı, Hristiyan nüfusunun kolayca ayırt edilebildiği canlı, ekonomik açıdan kıyı ticaretinin de etkisiyle görece zengin bir şehir. Tüccar sınıfın büyüklüğünü en kolay sokaklardaki lüks arabalardan anlıyorsunuz. Şehrin merkezine denk gelen sahili liman neredeyse tamamen kapattığından, deniz kenarında püfür püfür akşamüstü gezintisi yapma imkanı yok. Denize paralel uzanan iç caddelerde Al-Mutanabi’ de aradığınız hareketliliği bulabilirsiniz. Burası ülkenin diğer yerlerinde görülmeyen modern yüzü, batılı yaşam tarzı matah mıdır tartışılır, yine de “Büyükşehir eğlencelerimi özledim, dur şurada hasret gidereyim.” derseniz “cadde” ihtiyaçları kısmen karşılayacaktır. Köşedeki büyük kilisenin çanları gençleri anlamını öğrenemediğim toplantıya çağırırken, Müslümanlar yakındaki camide akşam namazlarını kılmış dağılırlarken, güzel kıyafetler giyip parfümlerini sıkmış insanların yol boyunca kafeleri ve barları doldurmasını izlemek, Halep’den sonra farklılık yaratıyor.
Ertesi sabah üçyüz kilometreyi bulan turla sahil şeridini boydan boya geçtim. Suriye’nin kıyı şeridi ikiyüz kilometreden daha kısa. Önce kuzeydeki plaj bölgesine ve Ugarit Antik Kenti’ne gittim, dünyanın bilinen en eski ticari limanı, ilk alfabenin doğduğu yer, tarihi açıdan önem taşısa da görülecek şey kalmamış. İnsanoğlu geçmişi ve benliğiyle seyahat ediyor demiştim ya, işte o burada ister istemez devreye giriyor, Türkiye sahillerinin neredeyse tamamını görmüş biri olarak, ülkenin kıyı turizmi bölgesi gözüme pek sönük geldi, doğru düzgün, bakımlı tesis yok sayılır, buraya yabancı turist gelmediğinden pek yatırım da yapılmıyormuş, yani Suriye deniz tatili için gidilecek yer değil.
Güneye yönelip Tartus’a vardım. Burası hayatım boyunca unutamayacağım ve özleyeceğim yerlerin başında gelecek sanırım. Şehrin hiçbir albenisi bulunmasa da sahil şeridindeki lokantalardan birinde yediğim tavuk kebabı ve salatanın tadını anlatacak kelime bulamam. Hayatım boyunca yemek düşkünlüğü hiç yapmadım, yiyebildiğim şeyler parmakla sayılabilecek kadar azdır, bilmiyorum belki de bu yüzden, belki gerçekten Ortadoğu’nun insanı yemek işini iyi bildiğinden, baharatları dengeli şekilde kullanmadaki başarısından, yemek konusunda aşmışlar diyebilirim. Hemen şu akla gelebilir: Türkiye’nin büyük şehirlerinde tabağına 30-40 lira verilen, rezervasyonla gidilen mekanlarında da güzel lezzetler satın alınabilir. Katılıyorum, mümkündür, ama o benim ilelebet giremeyeceğim, girmeyi prensip itibariyle reddettiğim bir alem. Benim bahsettiğim lezzet sokağın kenarında, tabağı değil içeceği ve salatasıyla birlikte ve miktar olarak bizim dublemize denk gelecek büyüklükte on lira civarı fiyata satılıyor. Işınlanma makinası icad edildiğinde haftada en az iki kere oraya giderim.
Yemeğin kattığı motivasyonla, Al- Hosn(Krak Des Chevaliers) Kalesi’ni bulmak üzere yola koyuldum, tabii ara yollarda seyretme ısrarım yüzünden defalarca sormak zorunda kaldım. Burası ülkenin turistik açıdan temel ziyaret noktalarından, yolunu özellikle yenilemişler, dış turizmin yarısından fazlasını oluşturan Fransızların tur otobüsleri rahatça ulaşabilsin diye. Fransızlar deyince aklıma geldi: Genelde eski sömürgelerine böyle ilgileri var, Tunus, Cezayir, Fas’ı da benzer şekilde destekliyorlar, Tunus’da çok sayıda Fransızla karşılaşmıştım. Neyse, kale iyi,güzel, gidilmeye değer, yolu da manzaralı. Aslen kıyı ticaretinin işleyişini kontrol etmek üzere Araplar tarafından yapılmış, daha sonra 11. yüzyılda haçlılar bölgeye geldiklerinde ve geçiçi hakimiyetlerini kurduklarında kaleyi ileri karakol yapmak üzere genişleterek bugünkü haline getirmişler.
Kale gezisinde sonra bu kez doğudan giden köylerden geçen ara yollardan Lazkiye’ye vardım akşama doğru, neyse artık oteli kolayca bulabiliyorum. Suriye’de genel yol kalitesi Türkiye’dekinden yüksek, hazır asfalt kullanılmış, ana yollarda tabelalar yeterli, ancak özellikle ara yollar tahminimden daha karışıktı ve tabela sürekliliği yoktu, ülkede ve diğer Arap memeleketlerinde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta hız tümsekleri, bunu özellikle belirtmek istedim, arabayla giderken yürüyen aksama ciddi zarar verebilecek boyutta tümsekler var, bazılarında işaret yok ve fark edilmiyorlar, çoğunun oraya yapılma nedeni bile anlaşılamıyor, meskun mahal değil, yaya geçidi yok, köy kavşağına yaklaşırken ana yola tümsek koymuşlar, benim bildiğim ara yoldan çıkacak araba ana yolu kontrol eder ve dönüş yapar, köy yolu sapağına yaklaşıldığı için koskoca otoyoldaki arabaların tümü yavaşlamak zorunda mı? . Özetle sürekli uyanık bulunmak lazım, yine de yüz tümsekten doksandokuzunu görüp hız kesseniz bir tanesine mutlaka yakalanıyorsunuz, neyse ki benim arabanın yürüyen aksamı ortalama binek otomobilden sağlamdı ve birkaç kez engellere hızlı girmeme rağmen sorun çıkmadı. Ne yazık ki, bölgedeki tüm ülkelerde trafik kültürü fecaat, öyle tabela, trafik ışığı koyarak başa çıkılamadığından sürücüler bu şekilde terbiye ve kontrol ediliyor, şehirlerdeki büyük kavşaklarda da sürekli polis duruyor.
Otostopçu almak ya da almamak işte bütün mesele bu..
Arap milletleriyle ilgili söyleyebileceğim olumlu ve olumsuz çok şey var, zaten yeri geldikçe belirtiyorum, yolculuk boyunca hissettiğim en belirgin şey sökonusu ülkelerde vatandaş olarak yaşamanın zorlukları, tek adam rejimleri ülkelerin gelişimlerini sekteye uğratmış, insanların gerek bireysel amaçlarla gerekse de toplumsal alanda fark yaratacak, tekamül ettirecek şeyler yapmalarının hep önüne geçilmiş, daha çalışkanın, daha akıllının hakkıyla ödüllendirildiği bir düzen yok, haliyle çoğunluk karnını doyurup günü kurtarmaktan ötesini düşünmüyor. Peki bu koşullar insanları kolektif şekilde depresyona, ardından da isyana itiyor mu? Hayır, Suriye’de ve diğer Arap ülkelerinde sohbet ettiğim çok sayıda insanda yeni bir düzene, daha iyi bir yaşama dair özlem, arayış ve çabanın kırıntısı bile yoktu, onlar mevcut hallerini varoluşlarının doğası gibi görüyorlar, ne yaşıyorlarsa gerçek, olması gereken, “kader”, diye algılıyorlar. Aşiret devletleri düzeninde yaşarken güçten düşüp imparatorluk vilayetlerine dönüşmeleri, tekrar eski akıncı, ganimet toplayıcı günlerine dönme hayaliyle batılı ülkelerin manda rejimlerine el pençe divan durmaları, “Yok biz yanlıldık galiba.” deyip bu kez de diktatörlerden medet ummaları yüzyıllar boyunca bilinçaltlarında oluşan dinmeyen yorgunluğun ve boşvermişliğin temel sebepleri büyük ihtimalle. Bu cümleler biraz oryantalist bakış açısıyla yazılmış gibi gelebilir, farkındayım, ama nihai fikrim şudur: Bireysel ya da toplumsal düzeyde mutluluk ve hayatın anlamı konusunda mutabakat varsa ötesi önemli değildir. Eğer karşınızdaki “Ben bu halimle mutluyum.” diyorsa ona “ Yok sen öyle mutlu değilsin aslında, böyle mutlu olmalısın.” diyerek reçeteler veremeyiz. Bir Arap erkeği akşam yemeğinden sonra kahveye gidip nargilesini fokurdatmayı, Kürt kadını evinde oturup beş çocuğuna bakmayı, Amerikalı adam evinde beyzbol maçı seyredip bira içip göbek büyütmeyi, Rus kadını Antalya’ya gidip kendi ülkesindeki erkeklerde bulamadığı sevgi ve itibarı Türk erkeklerinde aramayı mutluluk sayıyorsa kimsenin itiraz etmeye hakkı yoktur bence.
Tüm bunların otostopçularla ilgisi, ben gittiğim yerlerle ilgili izlenimlerimi okuduğum kitap ve internet yazılarından çok yörenin insanlarının duygu ve düşüncelerini öğrenerek oluşturmaya çalışıyorum, arabaya aldığım kişiler de kısa sürede eşsiz bilgiler edinmemi sağlıyor, dikkat edilirse çok gerekmedikçe gezdiğim yerlerin kitabi tarihiyle ilgili kopyala yapıştır düzeninde kısımlar pek yoktur, sokakların ruhundan, karşılaşılan insanlardan ve iç yolculuğumdan bahsetmek bilinçli tercihimdir, kalanını internetten aratıp kolayca bulabiliyorsunuz zaten.