Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan seyr-ü zafer Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 1,172
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 197,532
Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

vay be ne hayatlar var bizde tuzluk gibi biri sallasada aksak diye bekliyoruz resimelr çok güzel teşekkürler
 

Etiketler

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km



Zafer Bey,hoşgeldiniz,düşünüyorum da,dile kolay 15500 km gibi uzun bir yoldan sözediyorsunuz,çok güzel bir ''seyahatname'' olacak fotoğraflar ve gezi izlenimlerinizle.

Fotoğrafları ve yazılarınızı bekliyoruz.
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Zafer Bey hoşgeldiniz. Sağlıkla , kazasız belasız dönüşünüz bizleri çok sevindirdi. Fotoğrafları ve gezi izlenimlerinizi merakla bekliyoruz. Selamlar. Saygılar.
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Neden geldin? Burada sadece kum ve rüzgar var...

Yola çıkışımın kırkyedinci günü ve dokuzbinbeşyüzüncü kilometresiydi Mısır’da Halit’in bu sorusuyla karşılaştığımda. Benzin göstergesinin kırmızı ışığı yanmış, dışarıda çölün sıcak kumlarını üzerime püskürten fırtına, kapıyı dahi açmama izin vermezken, etrafta tek tük yaşam belirtisi varken, onun kanıksadığı hayat ve memleket, geldiğim diyarlara göre çok farklı ve görmeye değerdi. Birlikte çay içerken, söyleyip anlayabildiği az sayıdaki İngilizce kelimeyi seçerek anlatmaya çalışsam da ikna olmuş gibi görünmüyordu vedalaşırken. Onunla tekrar karşılaşamayacağımı biliyorum, ama yaptığı iyiliği unutacağımı sanmam. Arabasının peşine takılıp bir saat boyunca civardaki benzin bulunabilecek her yeri dolaşıp sonunda depoyu doldurabilmiştim.
Gitmeye karar verdim, sadece çöllerden değil, dağlardan denizlerden, köylerden, şehirlerden, evlerden, insanlardan geçtim, önümden akıp giden herşeyi elimden geldiğince görmeye, aklım yettiğince algılamaya çalıştım. Yolları ve anıları ardımdan havalanan tozlarda bırakmayıp hafızamda tutmaya gayret ettim.
Bazı gezi yazılarında insanların tam neyi aradıklarını bilmeden ama hayatlarına kalıcı ve büyük anlamını verecek “o şeyi” bulmak üzere yollara düştüklerini Tayland’a, Hindistan’a, Tibet’e gittiklerini hüsranla döndüklerini okumuştum, yine de o zamanlar çok ve uzaklara seyahat edilerek bunun bir nebze gerçekleşebileceğine ihtimal vermekteydim. Şimdi farklı düşünüyorum, her nereye gidersek gidelim hayatı algılayan ve tanımlayan birlikte götürdüğümüz benliğimiz. Yaşadığımız coğrafyada keşifler yapamayacak kadar körelmişsek, insanlarla iletişim kuramıyorsak, paralar harcayıp zamanlar ayırdığımız uzaklardan da eli boş dönmeye mahkumuz. Arayış seyahatin doğasında zaten var, hatta varlık sebebi, ama buna fazla kafa yormamak lazım, seyahat zaten önünüze yeterince şey seriyor, bunları ancak yolun akışına kendinizi bıraktığınızda görebiliyorsunuz, önceden kesin rotalar, beklentiler ve gezilecek yerler listesi oluşturarak değil.
Ben büyük beklentilerle çıkmadım yola, bu sayede, örneğin yıllardır gitmeyi istediğim Beyrut’un yarattığı hayalkırıklığını da şiddetli yaşamadım. Küçücük, sıkış tepiş ama içine girildiğinde kocaman Ortadoğu’nun, savaşların, barışların, birlikteliğin ve içe kapanışın, zenginliğin ve sefaletin, bitmeyen gerginliğin ve boşvermişliğin sırlarını söylemesini isterdim, ama şehir gelip gittiğimi farketmedi bile. Ondan dinleyemediğim hikayeleri Suriye’de Quneitra anlattı, varlığını yola çıkarken öğrendiğim kasaba, Golan tepelerindeki İsrail radarlarına hüzünle bakan, insanlarını yitirmiş, bin yıldan yaşlı Roma kentlerinden bile daha harabe kasaba…
Yazmak zor, konuşmak kolay benim için, paylaşmak da istiyorum diğer yandan, unutmamak da istiyorum, hem kendim hem de merak eden herkes için yazmak istedim.

Bu yolculuk bilindik turistik gezilere benzemedi pek. Evet, turistik bölgelerden geçtim, ancak amacım o bölgeler ,yerler ve şeyler arasında sıçramalar yapmak değildi en başından beri. Yolun kendisi ve hareket halinde bulunmak, kimi ara durak noktalarına ulaşırken geçirilen zaman ve yaşanan şeyler en az o duraklarda görüp yaşadıklarım kadar kıymetliydi. Turistik gezilerin programlılığından, konforundan, güvenliğinden ve mutluluk garantisinden eser yoktu benim serüvenimde. Beslenme, barınma ve yol bulma süreçleri genelde sıkıntılıydı. Ertesi gün nerede yatacağımı, nereye varacağımı, ne yapacağımı planlamadım çoğu zaman. Gün nerede bittiyse orada uyudum, yol nereye götürdüyse oraya gittim, kimse ne yapacağımı söylemedi, rehberlik etmedi. Paket turlarla veya çok kişiyle gidilen seyahatlerle kıyaslandığında zihnen ve bedenen daha yorucu bir seyahat biçimi. Uzun yolculuklara çıkanlar tecrübe etmiştir, bu tür gezileri tamamlayabilmenin tek yolu, bunu yakın zamanda bitip gidecek bir süreç olarak değil, sanki yaşamın normali ve süreğen haliymiş gibi algılamak ve davranmak. Aswan’da elli küsur derece sıcaklıkta tavan lambası kafama düştüğünde, yorgunluktan pes etseydim, uçağa atlayıp dört beş saat içerisinde evime dönebilir miydim? Hayır, onu sırt çantalıysanız yapabilirsiniz, benim gibi arabayla gittiyseniz transit dönüş en az yarım ay sürer. Nihayetinde işler yolunda gitti, geldiğim yoldan dönmek zorunda kalmadan yolculuğu dairesel rotada tamamladım.
 



Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

seyr-ü zafer' Alıntı:
Neden geldin? Burada sadece kum ve rüzgar var...

Yola çıkışımın kırkyedinci günü ve dokuzbinbeşyüzüncü kilometresiydi Mısır’da Halit’in bu sorusuyla karşılaştığımda. Benzin göstergesinin kırmızı ışığı yanmış, dışarıda çölün sıcak kumlarını üzerime püskürten fırtına, kapıyı dahi açmama izin vermezken, etrafta tek tük yaşam belirtisi varken, onun kanıksadığı hayat ve memleket, geldiğim diyarlara göre çok farklı ve görmeye değerdi. Birlikte çay içerken, söyleyip anlayabildiği az sayıdaki İngilizce kelimeyi seçerek anlatmaya çalışsam da ikna olmuş gibi görünmüyordu vedalaşırken. Onunla tekrar karşılaşamayacağımı biliyorum, ama yaptığı iyiliği unutacağımı sanmam. Arabasının peşine takılıp bir saat boyunca civardaki benzin bulunabilecek her yeri dolaşıp sonunda depoyu doldurabilmiştim.
Gitmeye karar verdim, sadece çöllerden değil, dağlardan denizlerden, köylerden, şehirlerden, evlerden, insanlardan geçtim, önümden akıp giden herşeyi elimden geldiğince görmeye, aklım yettiğince algılamaya çalıştım. Yolları ve anıları ardımdan havalanan tozlarda bırakmayıp hafızamda tutmaya gayret ettim.
Bazı gezi yazılarında insanların tam neyi aradıklarını bilmeden ama hayatlarına kalıcı ve büyük anlamını verecek “o şeyi” bulmak üzere yollara düştüklerini Tayland’a, Hindistan’a, Tibet’e gittiklerini hüsranla döndüklerini okumuştum, yine de o zamanlar çok ve uzaklara seyahat edilerek bunun bir nebze gerçekleşebileceğine ihtimal vermekteydim. Şimdi farklı düşünüyorum, her nereye gidersek gidelim hayatı algılayan ve tanımlayan birlikte götürdüğümüz benliğimiz. Yaşadığımız coğrafyada keşifler yapamayacak kadar körelmişsek, insanlarla iletişim kuramıyorsak, paralar harcayıp zamanlar ayırdığımız uzaklardan da eli boş dönmeye mahkumuz. Arayış seyahatin doğasında zaten var, hatta varlık sebebi, ama buna fazla kafa yormamak lazım, seyahat zaten önünüze yeterince şey seriyor, bunları ancak yolun akışına kendinizi bıraktığınızda görebiliyorsunuz, önceden kesin rotalar, beklentiler ve gezilecek yerler listesi oluşturarak değil.
Ben büyük beklentilerle çıkmadım yola, bu sayede, örneğin yıllardır gitmeyi istediğim Beyrut’un yarattığı hayalkırıklığını da şiddetli yaşamadım. Küçücük, sıkış tepiş ama içine girildiğinde kocaman Ortadoğu’nun, savaşların, barışların, birlikteliğin ve içe kapanışın, zenginliğin ve sefaletin, bitmeyen gerginliğin ve boşvermişliğin sırlarını söylemesini isterdim, ama şehir gelip gittiğimi farketmedi bile. Ondan dinleyemediğim hikayeleri Suriye’de Quneitra anlattı, varlığını yola çıkarken öğrendiğim kasaba, Golan tepelerindeki İsrail radarlarına hüzünle bakan, insanlarını yitirmiş, bin yıldan yaşlı Roma kentlerinden bile daha harabe kasaba…
Yazmak zor, konuşmak kolay benim için, paylaşmak da istiyorum diğer yandan, unutmamak da istiyorum, hem kendim hem de merak eden herkes için yazmak istedim.

Bu yolculuk bilindik turistik gezilere benzemedi pek. Evet, turistik bölgelerden geçtim, ancak amacım o bölgeler ,yerler ve şeyler arasında sıçramalar yapmak değildi en başından beri. Yolun kendisi ve hareket halinde bulunmak, kimi ara durak noktalarına ulaşırken geçirilen zaman ve yaşanan şeyler en az o duraklarda görüp yaşadıklarım kadar kıymetliydi. Turistik gezilerin programlılığından, konforundan, güvenliğinden ve mutluluk garantisinden eser yoktu benim serüvenimde. Beslenme, barınma ve yol bulma süreçleri genelde sıkıntılıydı. Ertesi gün nerede yatacağımı, nereye varacağımı, ne yapacağımı planlamadım çoğu zaman. Gün nerede bittiyse orada uyudum, yol nereye götürdüyse oraya gittim, kimse ne yapacağımı söylemedi, rehberlik etmedi. Paket turlarla veya çok kişiyle gidilen seyahatlerle kıyaslandığında zihnen ve bedenen daha yorucu bir seyahat biçimi. Uzun yolculuklara çıkanlar tecrübe etmiştir, bu tür gezileri tamamlayabilmenin tek yolu, bunu yakın zamanda bitip gidecek bir süreç olarak değil, sanki yaşamın normali ve süreğen haliymiş gibi algılamak ve davranmak. Aswan’da elli küsur derece sıcaklıkta tavan lambası kafama düştüğünde, yorgunluktan pes etseydim, uçağa atlayıp dört beş saat içerisinde evime dönebilir miydim? Hayır, onu sırt çantalıysanız yapabilirsiniz, benim gibi arabayla gittiyseniz transit dönüş en az yarım ay sürer. Nihayetinde işler yolunda gitti, geldiğim yoldan dönmek zorunda kalmadan yolculuğu dairesel rotada tamamladım.

Hocam sizde çok şey var; izliyoruz...

Cavid Sezen
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Gerçekten gideceksin ha? İstersen sakin kafayla tekrar düşün.

Bu boyutta seyahate çıkma düşüncesinin kafama girmesiyle yola çıkış tarihim arasında altı aydan fazla süre yoktur. Türkiye’de görmek istediğim hemen hemen tüm yerleri ziyaret ettiğimden farklı coğrafyalar ve insanlar tanıma isteğim artmıştı. Yıllar önce ailemle yaptığım gezilerde belli başlı Avrupa ülkelerini kısmen görmüştüm, Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya, Danimarka ve diğer bazı ülkelerin neye benzediklerini az çok biliyordum. Farklı ve daha önce denenmemiş bir rota oluşturmaya karar verdim. Zaman ve mesafe açısından ucu açık bu rotaya karar verdim. İnternet ve kitapları tarayarak gidilecek ülkelerle ilgili genel bilgilere ulaştım ama kesin program oluşturmadım.
Başta İsrail’e de girmek niyetindeydim, ancak o dönemde Türkiye- İsrail ilişkileri had safhada gergindi ve arabayla giriş yapıp özellikle de Filistin topraklarında yol gitmemin neredeyse imkansız olacağını farklı kaynaklardan teyit ettirdikten sonra vazgeçtim. Zira Nablus, Ramallah veya Beytüllahim gibi yerleri görmedikten sonra sadece Kudüs ve Telaviv’i ziyaret etmek için İsrail’ e gitmeyi anlamlı bulmadım. Belki oraları da göreblirim ileride.

Yolculuk öncesi tahmin edeceğiniz gibi çok fazla belirsizlik vardı ortada, ne kadar araştırsanız da Ürdün’den öteye giden pek bulunmadığından gerçekleşmiş yolculuklarla ilgili bilgi de edinemedim. Çoğu şeyi yolda karşılaştıkça öğrendim.
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Arap ülkelerinde haraç verme ve gümrüklerden geçme sanatı..

Suriye ilerleyen dönemde Arap ülkeleri gümrüklerinde yaşayacağım zorlu zamanların habercisi gibiydi. Hem her ülkede ayrı ayrı işlemler var, hem de eksiğiniz, yanlışınız bulunmasa bile resmi görevlilerin bir kısmı işinizi görmek için ceplerine atmak üzere para istiyorlar. Duymuştum, bir şekilde başıma gelmesini bekliyordum, fakat o durumda ne yapılması gerektiğine dair fikrim yoktu. Rüşvet denen şey olmayacak bir işi oldurmak veya süreci hızlandırmak için verilir. Bahşiş ise değişken kaliteli bir hizmetten memnun kalınırsa verilir. Gümrüklerden geçişte önceden tanımlanmış, değişmeyen işlemler yapılıyor ve bunları gerçekleştirmek oradaki devlet memurlarının asli görevi. Adına ne derseniz deyin Arap ülkelerinde , özellikle gümrüklerde ve ülke içinde çalışan resmi görevlilerde sorumluluk alanlarındaki işi nihayetlendirme karşılığında karşıdan para isteme eğilimi var, neredeyse kurumsal hale gelmiş bile sayılır, itiraz ve şikayet etme şansı pek yok, muhatab bulmak güç, kaldı ki rütbelilerin bile aynı düzenin içinde yeraldığını görünce, mevcut gerçeklik içerisinde elden geldiğince az kayıpla ilerlemeye çalışmak, bu doğrultuda taktik geliştirmek tek çare oluyor. Ben de ilk sınır geçişimde ve daha sonrakilerse, seyahati tatsız anılar, yorgunluklar ve sinir bozukluklarıyla doldurmamak için, herkes tarafından bilinen ve kabullenilmiş düzene uydum, yine de cebimden az para çıkmasına gayret ettim. Bahşiş onların açısından ahlak dışı değil, bunu gayet normal görüyorlar ve yaptıkları iş karşılığında hak ettiklerini düşünüyorlar, ancak bu olguyu kendi açımdan sadece bahşiş kavramıyla açıklayamamamın sebebi, para doğrudan veya dolaylı şekilde istenirken yanın bir ‘Vermezsen sana zorluk çıkartırım, üzerim!’ imasının mutlaka iliştirilmesi.
Libya’da Tunus sınırına yakın mesafede trafik polisi durudurup ceza keseceğini söylemişti. Mesai saati değildi, ‘Yarın Trablus’a git, Polis Merkezin’de cezanı öde sonra belgeyi bana getir sana pasaport ve ruhsatını iade ederim’ dedi. Suçumu, eksiğimi sordum, Tabii ki hiçbir belge eksiğim veya trafik kuralı ihlalim yoktu. İstenen paranın adı ne bahşiş ne de rüşvetti, adam düpedüz haraç istemişti. Söylediği ceza rakamını kenisine takdim etmiş , benim yerime yatırıvermesini rica etmiştim. Polis akşam akşam cebine attığı kendisine göre iyi miktarda paranın sıcaklığıyla bana güleryüzle teşekkür edip anında belgelerimi iade etmişti.
Haraç, rüşvet veya bahşiş, nasıl tanımlandığı pek de önemli değil sözkonusu ülkelerde (Suriye, Lübnan, Mısır, Libya) karayoluyla ve kendi aracınızla seyahat ediyorsanız bu mutlaka başınıza gelecek, hayalkırıklığına uğramayın. Ben durumu farklı taraflarıyla değerlendirmeye çalışıyorum. Seyahat ediyorsanız neredeyse tüm ülkeler kendi usullerince yasal ve yasadışı yollardan kurnazlıkla veya alenen sizden para istiyor. AB ülkeleri daha başlangıç aşamasında, sadece vize vermek için yüz Euro’dn fazla ücret istiyor, Slovenya yeni uygulamaya koyduğu otoyol vergisini cezaya dönüştürüp misliyle almak üzere kurnazca numaralar icat ediyor, başka seyler de var aklıma geldikçe yazarım. Net olarak bilip söyleyebileceğim, mevzubahis Arap ülkelerinde yapacağınız seyahatler tüm haraç ve diğer masraflar dahil herhangi bir Avrupa ülkesi gezisinden çok daha ucuza gelecektir. İşin ahlaki boyutuna bakarsak, örneğin İtlaya’ya gitmek için benden kanun gereği ve resmi kayıtla yani belge karşılığı istenen, vereceklerini garanti etmedikleri ve vermemeleri halinde iade etmeyeceklerini söyledikleri vize harcı için astronomik para, Lübnan gümrüğünde para talep edilmesinden daha içime sindirebildiğim bir durum değil. Maddi açıdan ise, vizesiz gidilen, yakıtın, yemeğin ve barınmanın ucuz olduğu bu ülkeler verilen üç-beş rüşvete rağmen daha ucuz ve cazip.
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Suriye-Halep. İlk Gün En Zor Gün..

Suriye Gümrüğü’nde biraz yoğunluk vardı çünkü taşıtla geçiş fazla, eskiden Irak’tan getirildiği gibi kamyonlarla kayıtdışı akaryakıt taşınmasına artık izin verilmediğinden boyut biraz küçülmüş ve taksi koltuklarının altına monte edilen depolarla daha düşük hacimde ticaret sürdürülmekte, bu sebeple giriş ve çıkışlarda araç depolarındaki yakıt durumu kontrol ve kayıt edilmekte. Hem kontrol var hem de transfer, peki nasıl? Onun cevabını ben vermeyeyim.
Aslında, kendi aracınızla seyahat etmiyorsanız gümrüklerden geçiş daha hızlı gerçekleşiyor daha az işlem gerektiriyor ve masrafı pek yok. Araba için fazladan kağıt işi ve fiziksel kontroller var, bu da zaman harcatıyor. İki saat kadar bekleyiş ve pasaport-triptik işlemlerinden sonra giriş damgaları basılmıştı ve Halep’e gitmeye hazırdım, ancak ister istemez ilk günün heyecanı da üzerimdeydi. Suriye için kısa süreli zorunlu trafik sigortasını yaptırdığım çocuk yanıma gelip, kendisini de Halep’e götürmemi rica etti. Hem okuyan hem çalışan 23 yaşındaki Musafa ile arabaya binip hareket ettiğimizde üzerimdeki gerginliği gördü ve Suriye ile ilgili faydalı pratik bilgiler vermeye başladı. Bir saat içinde şehir merkezine ulaşmıştık.
Bab Al-Faraj meydanına çıkan, otellerin bulunduğu dar sokağa parkedip oradaki birbirlerinden konfor olarak pek farklı olmayan otellerden birine Mustafa’nın da yardımıyla yerleştim. Vedalaştıktan sonra, arabaya yakındaki kapalı bir park yerine çektim. Seyahatin tamamında arabayla ve kendimle ilgili hırsızlık ve bilimum zarar ziyan, tehlike endişesi hiç hissetmedim, ancak yoğun trafik sebebiyle sokakta araba bırakılması mümkün bulunmayan Halep, Şam ve Kahire’de ücretli otoparka girmek zorunda kaldım.
İnsanoğlunun başka çaresi yoksa hemen alışmaya, uyum sağlamaya odaklanıyor. Ben de arabayı emniyete aldıktan sonra yavaş yavaş çevremi görmeye başlamıştım.
Bulunduğum bölge saat kulesi meydanı ve çevresi. Yakın sokaklarda genelde, girişinde kamyon motoru kayışları, dev makine dişlileri satan dükkanlar var. Burası Halep’in kayda değer tüm uğrak yerlerine yürüme mesafesinde. Müze, tarihi şehir bölgesi, çarşılar ve kale. Otelin sokağındaki esnaf lokantasında Halep kebabı yiyip ayran içtikten kafam daha iyi çalışmaya başladı. Akşamüstü hava kararana dek yakın çevrede sokakları dolaşıp uzun sürecek yolculuğumun ilk gününde kendimi yalnız seyahat etme gerçeğine alıştırmaya başladım.

Ertesi sabah güneşin doğmasıyla birlikte uyandım. İzmir’de gece ikiden önce yatıp sabah on civarı kalkabilirken tüm seyahat boyunca erken yatıp kalkmakta hiç zorlanmadım. Arap televizyonlarıyla tanışma amaçlı kanallara bakarken yeni açılmış Ürdün destekli TRT Arapça’nın test yayınına rastladım, Arap spikerlerin sunumuyla bol bol Türkiye tanıtım görüntüleri ve Türkçe müzik vardı. Dükkanlar açılmaya başlayınca Al-Jdeida’ya yürüdüm. Burası Halep’in eski şehrinde turistik amaçla eli yüzü düzeltilmiş bölge. Müze haline getirilmiş tarihi evler, aktif kiliseler, butik oteller, turistik lokantalar ve dükkanlar var, toplam nüfusun yüzde onunu teşkil eden Hristiyanların varlığı hissediliyor. Popüler Kültür Müzesi’ni gezdim. Halep’in geleneksel iç avlulu, havuzlu taş evlerinden birini etnoğrafya müzesine çeirmişler. Eğer dışarıda seyredecek manzara yoksa ve evin kapısı doğrudan sokağa açılıyorsa, yaşamın ve pencerelerin iç avluya dönmesi bence daha iyi, kapalı mekanlara hapis kalmadan gününüzü geçirebiliyorsunuz, hele de yılın yarısından fazlasının sıcak geçtiği iklimlerde bu tarz mimari ihtiyaç ve gereklilik halini almış. Benzer evlerden Mardin, Midyat, Urfa dolaylarında da var.
Jdeida’dan sonra otelin yakınlarındaki arkeoloji müzesine gittim. Burada, ilk çağlardan günümüze Suriye topraklarında yaşamış uygarlıkların eserleri var, gördüğüm müzeler arasında en iyilerden diyebilirim. Çok çeşitli taş, cam, bronz, bakır objeler görebilirsiniz.
Almanlar dünyanın çoğu geri kalmış ülkesindeki gibi Suriye’de de çalışmışlar, kazıp çıkarttıkları eserlerin en güzellerini ülkelerine kaçırmışlar, diğer deyişle alenen çalmışlar. Ana girişe konulmuş taş heykellerden içeride de vardı, gayri ihtiyari parmağımı tıklattığımda karton sesi geldi. Meğer asılları bizim Bergama Zeus Tapınağı’nın da sergilendiği Berlin Müzesi’ndeymiş. Etrafı paspaslayan yaşlı görevli heykelleri karpuz seçer gibi kütürdettiğimi görünce güldü ve kenara oturtup çay ikram etti, elindeki torbadan seçtiği metal liraları Suriye parasıyla değiştirmemi rica etti, fazladan para vermeye kalkınca “No Mösyö, haram!” diyerek reddetti.
Müzeden sonra kaleye gittim. Halep kalesi Ortadoğu coğrafyasında gördüğüm en etkileyici kale. Düzlükteki yığma tepeye yapılmış ve çevresinde derin bir savunma kanalı var. Dışarıdan bakıldığında bütünlüğünü ve görkemini koruduğu görülüyor. Surlara çıkıp manzarayı seyrettiğimde şehirle ilgili nihai fikrim oluştu. Burası muhtemelen yeryüzünde silüeti bozulmadan kalmış nadir yerlerden, fotoğraflarına bakarak bu duyguyu hakkıyla almak çok zor.
Kaleden sonra yine aynı bölgedeki tarihi çarşıya indim, Kaleye yakın kısımlarda çay bahçeleri ve hemen arkasında sadece turistik, hediyelik eşyalar satan pasajlar var, daha ileride ise atmosfer değişiyor, yerel halkın ihtiyaçlarını giderdiği etten kumaşa, baharattan elbiseye kadar yüzlerce farklı malın satıldığı büyük çarşıya ulaşılıyor. Bu tarafta turistlerle kimse ilgilenmiyor, satış yapmaya çalışmıyor, ilgi ve ihtiyaca göre saatlerce dolaşılabilir.

Halep ikinci kez bile gitmeye değecek gördüğüm en derli toplu Arap şehirlerinden.
(Devam edecek)
 

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Halep manzaraları

IMG_5026p2.jpg


IMG_5029p.jpg


IMG_5032p.jpg
 





Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

seyr-ü zafer' Alıntı:
Arap ülkelerinde haraç verme ve gümrüklerden geçme sanatı..

Suriye ilerleyen dönemde Arap ülkeleri gümrüklerinde yaşayacağım zorlu zamanların habercisi gibiydi. Hem her ülkede ayrı ayrı işlemler var, hem de eksiğiniz, yanlışınız bulunmasa bile resmi görevlilerin bir kısmı işinizi görmek için ceplerine atmak üzere para istiyorlar. Duymuştum, bir şekilde başıma gelmesini bekliyordum, fakat o durumda ne yapılması gerektiğine dair fikrim yoktu. Rüşvet denen şey olmayacak bir işi oldurmak veya süreci hızlandırmak için verilir. Bahşiş ise değişken kaliteli bir hizmetten memnun kalınırsa verilir. Gümrüklerden geçişte önceden tanımlanmış, değişmeyen işlemler yapılıyor ve bunları gerçekleştirmek oradaki devlet memurlarının asli görevi. Adına ne derseniz deyin Arap ülkelerinde , özellikle gümrüklerde ve ülke içinde çalışan resmi görevlilerde sorumluluk alanlarındaki işi nihayetlendirme karşılığında karşıdan para isteme eğilimi var, neredeyse kurumsal hale gelmiş bile sayılır, itiraz ve şikayet etme şansı pek yok, muhatab bulmak güç, kaldı ki rütbelilerin bile aynı düzenin içinde yeraldığını görünce, mevcut gerçeklik içerisinde elden geldiğince az kayıpla ilerlemeye çalışmak, bu doğrultuda taktik geliştirmek tek çare oluyor. Ben de ilk sınır geçişimde ve daha sonrakilerse, seyahati tatsız anılar, yorgunluklar ve sinir bozukluklarıyla doldurmamak için, herkes tarafından bilinen ve kabullenilmiş düzene uydum, yine de cebimden az para çıkmasına gayret ettim. Bahşiş onların açısından ahlak dışı değil, bunu gayet normal görüyorlar ve yaptıkları iş karşılığında hak ettiklerini düşünüyorlar, ancak bu olguyu kendi açımdan sadece bahşiş kavramıyla açıklayamamamın sebebi, para doğrudan veya dolaylı şekilde istenirken yanın bir ‘Vermezsen sana zorluk çıkartırım, üzerim!’ imasının mutlaka iliştirilmesi.
Libya’da Tunus sınırına yakın mesafede trafik polisi durudurup ceza keseceğini söylemişti. Mesai saati değildi, ‘Yarın Trablus’a git, Polis Merkezin’de cezanı öde sonra belgeyi bana getir sana pasaport ve ruhsatını iade ederim’ dedi. Suçumu, eksiğimi sordum, Tabii ki hiçbir belge eksiğim veya trafik kuralı ihlalim yoktu. İstenen paranın adı ne bahşiş ne de rüşvetti, adam düpedüz haraç istemişti. Söylediği ceza rakamını kenisine takdim etmiş , benim yerime yatırıvermesini rica etmiştim. Polis akşam akşam cebine attığı kendisine göre iyi miktarda paranın sıcaklığıyla bana güleryüzle teşekkür edip anında belgelerimi iade etmişti.
Haraç, rüşvet veya bahşiş, nasıl tanımlandığı pek de önemli değil sözkonusu ülkelerde (Suriye, Lübnan, Mısır, Libya) karayoluyla ve kendi aracınızla seyahat ediyorsanız bu mutlaka başınıza gelecek, hayalkırıklığına uğramayın. Ben durumu farklı taraflarıyla değerlendirmeye çalışıyorum. Seyahat ediyorsanız neredeyse tüm ülkeler kendi usullerince yasal ve yasadışı yollardan kurnazlıkla veya alenen sizden para istiyor. AB ülkeleri daha başlangıç aşamasında, sadece vize vermek için yüz Euro’dn fazla ücret istiyor, Slovenya yeni uygulamaya koyduğu otoyol vergisini cezaya dönüştürüp misliyle almak üzere kurnazca numaralar icat ediyor, başka seyler de var aklıma geldikçe yazarım. Net olarak bilip söyleyebileceğim, mevzubahis Arap ülkelerinde yapacağınız seyahatler tüm haraç ve diğer masraflar dahil herhangi bir Avrupa ülkesi gezisinden çok daha ucuza gelecektir. İşin ahlaki boyutuna bakarsak, örneğin İtlaya’ya gitmek için benden kanun gereği ve resmi kayıtla yani belge karşılığı istenen, vereceklerini garanti etmedikleri ve vermemeleri halinde iade etmeyeceklerini söyledikleri vize harcı için astronomik para, Lübnan gümrüğünde para talep edilmesinden daha içime sindirebildiğim bir durum değil. Maddi açıdan ise, vizesiz gidilen, yakıtın, yemeğin ve barınmanın ucuz olduğu bu ülkeler verilen üç-beş rüşvete rağmen daha ucuz ve cazip.

Önemli bilgiler için teşekkürler. Takipteyiz, selamlar.
 






Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,744
Mesajlar
1,523,065
Kayıtlı Üye Sayımız
166,559
Kaydolan Son Üyemiz
Sercantetik

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

SON KONULAR



Geri
Üst