Ynt: Tek Başıma 45 Günde Vietnam-kamboçya-tayland
Bangkok
Pattaya’dan sonraki durağım başkent Bangkok idi. Şehrin birkaç tane otobüs garajı var. Doğu tarafından geldiğim için oranın terminalinde bırakıldım. Gün bitmeden bavulu bir otele atıp yatacağım yeri belirlemek için Khao San Yolu’na gitmek üzere taksiye bindim. Bangkok’un her bölgesinde otel var, burası Güneydoğu Asya’nın en renkli metropollerinden, iş ve turistik amaçlı misafiri eksik olmuyor.
Düşük bütçeli gezginlerin kaldığı, Banglamphu bölgesindeki Khao San Yolu ve çevresindeki sokaklar yıllar içerisinde Batılı gezginlerin Güneydoğu Asya gezilerine başlarken karaya ayak bastıkları ilk yer haline gelmiş. Kenti tanıdıktan sonra bunun tesadüfi olmadığı anlaşılıyor. Ben önce Vietnam ve Kamboçya’yı geçtiğim için daha iyi gözlemleyebildim. Bangkok Tayland’ın ve genel olarak Güneydoğu Asya’nın havasını buram buram taşısa da görünüş ve yaşayış açısından Batı tarzı bir metropol, dolayısıyla ortalama bir Batılı’nın hiç bilmediği kültürlerle tanışması aşamasında gayet yumuşak geçiş yapmasını sağlıyor. Khao San Yolu ve yan sokaklarında aç ve açıkta kalınmıyor en uygun fiyatlar bu çevrede.
Ulaşım konusunu özetlemem gerekirse taksi, tuk-tuk(yanları açık, sürücüsü önde, arkada iki kişilik koltuğu bulunan üç tekerlekli araç), metro, BTS(Skytrain: caddelerin ortasındaki beton sütunların taşıdığı demiryolunda giden hızlı tramvaylar), Chao Praya Nehri’nde işleyen hızlı ufak tekneler var. Eldeki yüklerden kurtulduktan sonra taksi ve tuk-tuk kullanmaya gerek yok, hem pahalı hem de trafik sıkışıklığından dolayı vakit kaybettirici. Tuk-tuklara sadece heves almak ya da işte onu da denedim demek için binilebilir. Taksiciler gideceğiniz yeri söylediğinizde kafalarından fiyat veriyorlar, ama hepsinde taksimetre var. ‘İlk kez gelmiyorum buraya, lütfen taksimetre açın’ derseniz açarlar ve ağızlarından çıkanın yarısı kadar fiyat ödenir. Asya Ülkelerinde kazıklanmaya en müsait harcama kalemi şehiriçi ulaşımdır, raiç öğrenildi mi pek sorun kalmıyor. Nepal, Hindistan, Kamboçya ve Vietnam’da da durum istisnasız böyle. Kentte görülmeye değer yerlerin tamamına yakınına nehir tekneleri, metro ve BTS’yi etkin kullanarak, kesişme noktalarında aktarma yaparak, halkın arasına karışarak, gerektiğinde sorarak ulaşılabiliyor. Teknelerdeki farklı renkli bayraklar uğradığı iskeleleri belirliyor. Ulaşım haritasında varılmak istenen noktaya en yakın iskele, ilgili bayrak rengiyle birlikte belirtilmiş. İki gün boyunca gezeceğim yerleri ulaşım haritasının üzerine oturtmak kısa süremi almıştı, sahada hiç aksama yaşamamıştım.
Bangkok’un merkezi kısımları görece bakımlı ve modern, ama merkezden uzaklaştıkça özellikle de Chao Praya Nehri’nin kanal boylarında kentin bakımsız ve maddi imkanlardan yoksun yüzü yoğun biçimde gözlemlenebiliyor.
Büyük şehirde yaşayan refahı görece yüksek, eğitimli Taylandlıların Batı tipi yaşamı nasıl algılayıp yorumladıklarını, nasıl pratiğe döktüklerini gözlemlemek eğlenceli. Batı deyince ihtiyaçtan fazla tüketmek aklıma ilk gelen şeylerden, bunu Tayland tasarımıyla en iyi Mahboonkrong’da(MBK) gözlemleyebilirsiniz. Şimdiye dek gördüğüm, ülkesini en iyi yansıtan AVM idi. Birçok ülkede alışveriş merkezleri yüksek tavanlı uzun koridorlara iki taraflı dizilmiş tekdüze pırıltılı dükkanlardan meydana gelir ya, burada öyle değil. Bangkok’da hatta Tayland’ın genelinde karşılaşılan gece-gündüz sokak pazarlarının sekiz katlı devasa binaya doldurulduğunu düşünün, ama bina insanları yutmuyor. Kemeraltı ya da Mahmutpaşa’da dolaşır gibi itiş kakış curcunalı ve ürünler ortalığa saçılmış durumda. Burası tek günde zor gezilir. Kentin farklı yerlerinde bu tarz dev AVM’lerin dışında sadece gece, sadece gündüz kurulan ve akla gelebilecek her şeyin satıldığı pazarlar mevcut. Şehir sadece tarih-kültürden ibaret değil, aynı zamanda alışveriş cenneti.
Bangkok’da iki gün boyunca şimdi müze halindeki Büyük Saray’ı, ülkenin bilinen tüm tarihine ait objelerin derli toplu görülebileceği Milli Müze’yi, Saltanat Kayıkları Müzesi’ni, Chao Phraya kıyısında 80 metrelik Kimer tarzı kulesiyle görkemli Wat Arun’u ziyaret ettim. Bu tapınağın, daha doğrusu Kamboçya tarzı Budist tapınaklarının Eyfel Kulesi’nin mimarına ilham verdiğini düşünmeye başladım. Kulenin yarısına kadar dar taş merdivenlerden çıkılabiliyor, ancak çok dikkat etmek lazım, kaya tırmanışı yapmak gibi.
Diğer Güneydoğu Asya ülkelerindeki gibi burada da Çin kolonisi var. Çinliler toplu yaşamayı şeçip kendi mahallelerini kurmuşlar. Çin mahallelerinin neye benzediğini görmek için ideal.
Bangkok geceleri de yaşayan bir kent. Eğlencenin her türlüsünü bulmak mümkün. Khao San’da bir kafede turistlerle pineklemek yerine şehrin gece yüzünü görmek için metroya atlayıp Patpong tarafına gittim, büyük gece pazarını dolaştım, sokakları turladım. İkinci hareketli bölge Sukhumvit Yolu’na geçtim, tek metroyla ulaşılabiliyor. Soi Cowboy denen go-go barlı sokaktan Nana Plaza’ya kadar yürüdüm. Go-go barlar sadece erkeklere hitabeden ve içlerinde bol miktarda dans, striptiz, bilimum başka gösterilerin sergilendiği bar-pavyon karışımı mekanlar. Bahsettiğim muhitlerde herkese göre eğlence mekanları da bol miktarda var.
Bangkok ilk bakışta modern bir metropol gibi görünse de dolaştıkça keşfedilen Asyalı karakteristiği de dikkat çekici. Onlarca büyük şehir gördükten sonra beklentisizce buraya gelseniz dahi kenti tanıdıkca Tayland’a özgü yanlarını keşfettikçe Tayland yolculuğunun mutlaka uğranması gereken duraklarından olduğunu görüyorsunuz. Tayland’a gidip iki tane ada görmektense bir ada çıkartılıp Bangkok dahil edilmeli rotaya, naçizane tavsiyem.
Bangkok’dan ayrılıp 700km kuzeydeki Chiang Mai şehrine trenle sorunsuz şekilde vardım. Yataklı ikinci mevkide gittim, kendimi acı çekmeye hazırlamıştım, aksine çok rahat bir yolculuktu.