Ynt: Tek Başıma 45 Günde Vietnam-Kamboçya-Tayland
Kamboçya’da İlk Durak Phnom Penh
Seyahatlere genellikle detaylı araştırma yapmadan çıkıyorum. Gerekli dokümanı yanımda götürüp, zamanı geldiğinde açıp bakıyorum, böylelikle keşfetme motivasyonumu koruyabiliyorum. Kamboçya’ya giriş yaptığımda da gideceğim kesin olan tek bir yer vardı, Angkor Wat; planım, rotam ise yoktu. Her şeyi akışına bırakmıştım. Mekong Nehri’nin kıyısında çıkış-giriş işlemlerini yaptırdıktan sonra tekneyle üç saat kadar kuzeye devam edip başkent Phnom Penh yakınlarındaki iptidai rıhtıma yanaştık. Çamurlu patikadan yukarıya tırmanıp bizi bekleyen minibüse bindik. Yarım saatlik yolculuktan sonra şehrin merkezine yakın bir yerde indirildik. Kentin farklı noktalarında farklı kategorilerde konaklama yerleri mevcuttu. Ben merkeze yakın gürültülü ve hareketli bir yerde kalmayı tercih ettim, 51. caddedeki salaş otelime yerleştim.
Phnom Penh ilk bakışta tozlu, yıpranmış ve sıradan gibi görünse de kısa sürede kendi ruhunu göstermeye başlayan, insanı oyalayan şehirlerden. Nice görkemli, zengin Avrupa kentleri görüp, yarım gün dolaştıktan sonra hissettirdikleri derin yalnızlık duygusu ve görsel tekdüzelikten sıkılıp ayrılmışlığım var; ama Doğu’nun kentleri öyle değil. Asya, Ortadoğu ve Afrika’nın şehirlerinde eğer asosyal değilseniz yalnız kalmazsınız. Özellikle de tek başınıza seyahat ediyorsanız çevreyle daha hızlı kaynaşırsınız. İnsanlarının, zamanlarının çoğunu kamusal alanda geçirdiği coğrafyalarda bulunulduğunda, gidilen şehrin park ve müzelerini gezmekten evla, hayata dair gözlem yapabilmek yolculuğu daha anlamlı hale getiriyor..
Phnom Penh’de tarihi mekanlar ziyaret edildiğinde sürprizlerle karşılaşmak muhtemel. Bu kadar fakir bir ülkede, tarihi mirasın bakımlı ve tertemiz tutulabilmesinin maliyetini karşılamak üzere ne kadar fedakarlık edildiğini anlamak için sanat tarihçisi olmak gerekmiyor. Phnom Penh’de mutluluğa erişmenin, yaşamı güzel kılmanın sadece ve sadece zengin olmaktan geçmediğini; kadere isyanla, dünyaya küskünlükle ömür geçirmek yerine mevcut koşullarda mutluluk alanları varetmenin bazen daha iyi fikir olduğunu görürsünüz.
Phmon Penh’de güneş battıktan sonra da günün bitmediğini fark etmek zor değildir. Şehir geceden sabaha hizmet etmeyi sürdürür uykusuz sakinlerine ve konuklarına. Burnunuzu hangi köşeye ne kadar uzatacağınız, ne kadar risk alabildiğinize bağlıdır. Unutulmamalıdır ki burası Bangkok’a benzemez, daha temkinli davranmak icap eder.
Kentte dört gün geçirdim. Görülecek temel turistik yerler nehir kıyısına yakın iki kilometrelik hatta yer alıyor. En önemli ziyaret noktası Kraliyet Sarayı. Sarayda halen Kral Sihamoni yaşadığından sadece belli bölümler halka açık. Gümüş Pagoda ve dans gösterilerinin, törenlerin düzenlendiği Chan Chaya Pavilion saray kompleksi içinde yer alan en görkemli yapılar.
Saray duvarlarının dışında kuzeyde Kamboçya Milli Müzesi yer alıyor. Burası tahmin edileceği üzere ülkenin kapsamlı tek tarihi eser müzesi. Antik çağlardan şimdiki zamana tarihi sırada düzenlenmiş galerilerde, günlük hayatta müze sınırları dışında artık hiçbir yerde görülemeyecek sanat eserleri örneklerini bulmak mümkün.
Şehir merkezinin güneyinde Tuol Sleng Müzesi var. Burada Kamboçya yakın tarihinin acılı ve karanlık yüzü ortaya çıkıyor. Pol Pot 1975’de Phnom Penh’i ele geçirdiğinde aslen okul binalarından oluşan bu yeri, rejim karşıtlarını tutmak üzere hapishaneye çevirmiş. Binlerce kişi bu hapishanede toplanmış önce, işkence edilip sorgulanmışlar, sonra ölüm tarlalarına götürülmüşler.
Hapishanenin bahçesinde otururken ülkeyle ilgili merak ettiğim konulardan biri hakkında bilgi edinme fırsatım oldu. Çocuk istismarının önlenmesiyle ilgili faaliyet gösteren organizasyonda gönüllü çalıştığını öğrendiğim genç bana ülkede bulunduğum sürede konuyla ilgili bir şey görüp görmediğimi sordu, ayrıca tuktukların arkalarındaki ihbar telefonu afişleri hakkındaki fikirlerimi öğrenmek istedi. On yıl öncesine kadar, fuhuş amaçlı çocuk ticareti alenen yapılmaktaymış. Son dönemde cezalar ağırlaştırılmış ve kontroller arttırılmış, sorunun önü büyük ölçüde alınmış. Şimdilerde bu suçun tamamen yok edilmesine çalışılıyormuş.
Afişlerde gülen çocuklar vardı, bence konuya dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak için mutsuz yüz ifadelerinin afişe konması gerekiyordu, bunu belirttim, o da ilginç buldu not etti.
Phnom Penh’in merkezinde vaktimi gündüzleri sokaklarda, çarşılarda, nehir kıyısı şeridinde dolaşarak, güzel yerel yemeklerden tadarak geçirdim. Bir açıkhava atış poligonunda M-16 ve AK-47 tüfekleriyle atış yaptım. Ücretini ödemeye razıysanız RPG ve el bombası atma seçeneği de var.
Özellikle akşamüstleri Tonle Sap’ın kıyısındaki insan manzaralarını izlemek güzeldi. Gençler gruplar halinde diziliyorlar kurdukları ses sistemlerinde çalan bazen yerli bazen batı müzikleri eşliğinde senkronize biçimde bir çeşit modern çağ katası yapıyorlardı.
Kent, üzerine karanlığın çökmesiyle farklı yüzünü göstermeye başlıyordu. Burada yaşanabilecekler kimine göre berbat, kimine göre dünyadaki en güzel deneyimlerindendir. Müzik, gösteriler, içecekler, sohbetler ve daha nicesi… Phnom Penh’de Sizi sabahlara kadar dumurdan dumura sürükleyecek muhtelif gece eğlencelerini tecrübe edecek merak ve cesaretiniz varsa cebinize 15 Dolar koyup dışarıya çıkmanız yeter, gerisini kadere bırakın…