Ynt: İstanbul'da Karavan İmalatçısı varmı?
Merhaba,
Dün, önce Ferhat Beyin(fsirin), sonra benim, bu sabah da Hüseyin Beyin(rüzgar) sözünü ettiği konuya, bugün (04.01.2009) Radikal Gazetesinde, Avni Özgürel değinmiş, ilginç bir rastlantı oldu. Okumamış arkadaşların dikkatine. (Hüseyin Beye not: Kömürün çok iyi yakılması gerektiği çok önemli. Ferhat Beyin kötümser senaryosundan?!... yola çıkmış, çocukluğuma gitmiştim... Bu sabah A.Özgürel'i okuyunca gülümsedim...)
Cavid Sezen
Eskiden mangaldan zehirlenirdik
yazar adi
AVNİ ÖZGÜREL
Yorum / 04/01/2009
sayfayı yazdırarkadaşına gönderarşive ekle
2008’i Gazze faciasıyla noktaladık ve 2009’a Ankara’da doğalgaz sobasından sızan gazın zehirlediği yedi gencin ölüm haberiyle girdik... Böyle başlayan senenin hayır getirip getirmeyeceğini bekleyip göreceğiz... Umalım, dileyelim ki işittiğimiz son acı haber bu olsun...
Karbonmonoksit zehirlenmesi insanoğlunun kapalı mekânlarda yaşamaya başlamasından itibaren maruz kaldığı bir sorun. Renksiz kokusuz bir gaz olan karbonmonoksitin tüm dünyada aldığı canın haddi hesabı yok...
Göçebe olarak yaşanan asırlarda böyle bir sorun bulunmuyordu elbette... Yurt tabir edilen çadırların tepelerindeki açıklık havalandırma bacası işlevi de görüyordu...
Ama yerleşik düzene geçilmesinden sonra gazdan zehirlenme vakaları ahval-i adiyeden oldu..
Osmanlı asırlarında saray çevresi böylesi hadiselere pek sahne olmadı. Zira sarayın ısınmasından sorumlu kişiler mangalları odun kömürünün saldığı gaz tamamen çıkıp kömür kor haline döndükten sonra içeri taşıdıklarından zehirlenmeler baş ağrısı,
baygınlık düzeyinden öte etki yapmayan ‘maltız zehirlenmeleriyle’ sınırlı kaldı..
Maltızlar ısınma amaçlı değil kahve pişirmek için kullanılan küçük boy mangallardı... Evlerde kadınlar bunu tenekeden yaparlar, her evde beş-altı tane maltız bulunurdu. Sarayda ise harem kadınları orta mangallarından aldıkları yanmış kömürü beslerken, dışarıda havanın fazla soğuk olması veya ısmarlanan kahveyi acele yetiştirme telaşıyla yeterince beklemeden odaya alırlar, başında uzun süre durduklarında gazdan etkilenirlerdi. 1. Abdülhamid’in aşk derecesinde sevdiği gözdesi Ruhşah’ın böyle bir sıkıntı yaşadığı rivayet edilir. Olgunlaşmamış maltız getirip onun bu duruma düşmesine sebep olan hizmetli kadının derhal saraydan ‘taşra çıkarıldığı’nı söylemeye gerek yok herhalde.. Ruhşah’ın yaşadığı muhtemelen hafif bir baş dönmesi olmalı. Zira aksi olsa, yani değil ölüm, maazallah baygınlık geçirmiş olsa, hizmetlinin başına neler geleceğini tahmin etmek bile zor...
Ermeni ustaların sırrı
Konak tarzı yapılarda gazdan zehirlenme hadiseleriyle sık karşılaşılmamasının bir sebebi inşaatı yapan çoğunlukla Ermeni ustaların oda ve salonlarda olası duman ve gaz birikmesi ihtimalini gözeterek riski asgariye indiren, hava akımı kanallarına yer vermeleriydi... Hafif bir gaz olan karbonmonoksit bu kanallardan aralıksız tahliye edilirdi...
Konaklarda ocaklık veya mutfak olarak adlandırılan yemek pişirilip ev işlerinin görüldüğü mekânlarda ocakların tavandan sarkan bir zincirin altına denk gelecek şekilde inşa edilmiş olması da sebepsiz değildi. Genelde tabanı sıkıştırılmış toprak olan ve evle arasında seviye farkı bulunan tavan tahtaları çakılmamış mutfaklarda yanan ateşin dumanı çatıya veriliyor, duman kiremitlerin arasından dışarıya sızıyordu. Bu yolla ayrıca çatı katında ahşap kolonlarda meydana gelebilecek kurtlanma ve çürüme de önlenmiş oluyordu... Mimar Sinan’ın Ağırnas’ta Ermeni ustalardan bu sistemi öğrendiğini ve gerek inşa ettiği camilerde gerekse Edirne’de Rüstem Paşa adına yaptığı kervansaray tarzı sivil yapılarda uyguladığını düşünmek mümkün..
Sonuç malum Ermeni ustalar devri bitti ve böylesi duyarlılıklar unutuldu...