Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 129,805
Ynt: Hikayeler

İkİ Sİmge
--------------------------------------------------------------------------------

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede
birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden
biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.


Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt
köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu
düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin
neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla,
sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."

- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.

- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik
ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe
ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diye
düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- "Hangisi mi evlat?
Ben, hangisini daha iyi beslersem!"
 

Etiketler


Âbid ve Azgın Bir Kadının Tövbesi

Beni İsrail'de azgın bir kadın vardı. Güzelliği ile insanları birbirine düşürürdü. Evinin kapısı devamlı açık dururdu. Kapısından geçen, kapının hizasında onu bir divan, üzerinde oturmuş görürdü.

Onu gören çarpılırdı. Onun yanına girmek isteyenin on altın hazırlaması icap ederdi. Daha ucuza kaldığı gibi daha çoğa tav olduğuda olurdu.

Günün birinde âbitlerden biri, onun kapısından geçiyordu. Gözü ona ilişti. Bütün güzelliği ile divan üstünde oturmuş gördü, çarpıldı. Nefsi ile çarpışmaya başladı.

O duyguyu içinden alsın diye bir yandan da Allah'a dua ediyordu. Bu hal ondan gitmedi. İçten içe büyük bir sıkıntıya girdi. Sonra gitti. Kendisine ait bir kumaş parçasını sattı. Kendisine yetecek kadar para topladı, o kadının kapısına vardı. O kadına getirdiği paraları vekiline verdi. Sonra buluşacakları zamanı tayin etti. Tayin edilen zamanda gitti.

Süslenmişti. Evin içinde bir başka divan üstünde oturumuştu. Âbit içeri girdi: gidip onun yanına oturdu.

Elini o kadına uzatıp ferahlamak istediği zaman Allah'ın rahmeti daha önce yaptığı ibadetin bereketi ile onu uyardı.

Kalbine şu duygu geldi. Benim haram işlediğimi Cenab-ı Hak hazretleri görüyor. Yaptığım iyi işlerin hepsini de iptal etti. Ne Yapacağım?

Bundan sonra içine bir korku düştü, rengi sararmaya başladı.

Kadın, onun sararan yüzünü, bitkin halini görünce sordu:

Sana ne oldu böyle?

Âbit şöyle dedi:

Ben Rabbimden utanıyorum. İzin ver gideyim.

Kadın şöyle dedi:

Yazık sana! Halkın çoğu senin şu bulunduğun durumda olmak istediği halde seni bu duruma getiren nedir?

Âbit şöyle dedi:

Ben Allah'tan korkarım, verdiğim para senin olsun. Yalnız bana izin ver çıkıp gideyim.

Kadın tekrar sordu:

Galiba sen bu işi ilk defa yapıyorsun. Şimdiye kadar hiç yapmadın.

Âbit:

Evet, hiç yapmadım, deyince kadın sordu.

Nerelisin? Adın nedir?

Adını söyledi. Nereli olduğunu anlattı. Kadın izin verince de haline acıyarak, ağlayıp sızlanarak çıkıp gitti. Başına toprak saça saça yürüdü.

Âbit gittikten sonra bu sefer de kadını içten bir korku sardı. Bu korku âbidin bereketi ile oluyordu. İçinden şöyle dedi:

O ilk defa bir günah işledi. İçine gireceği kadar günah korkusu girdi. Bana gelince şu kadar zamandan beri günah işlerim. Onu korkutan Rab, benim de Rabbim. Ondan daha fazla korkmam gerekir.

Bundan sonra tevbe etti. Kapısını halka kapattı. Eski bir elbise giydi. İbadete yöneldi. Allah'ın dilediği zamana kadar ibadete devam etti.

Bir ara içinden şöyle geçti:

Eğer âbidi gidip bulursam belki beni zevceliğe kabul ede. Onun yanında kalırım. Dini işlerimi de ondan öğrenirim. Allah'a ibadette bana yardımcı olur.

Hemen hazırlandı. Dilediği kadar mal ve hizmetci alarak yola çıktı.

O âbidin köyüne vardı. Âbidi sordu: haber verdiler, geldi.

Kendisini tanıması için yüzünü açınca âbit hemen o kadını tanıdı. Aralarında geçen o geceki hali hatırladı. Hatırlayınca da bayılıp düştü ve öldü.

Kadın çok üzüldü.

Hâlini oradakilere anlattı.

Ben, onun için geldim: tâ nerelerden? O da düşüp öldü. Onun akrabaları arasında kadına ihtiyacı olan yokmu?

Şöyle dediler:

Onun iyi bir kardeşi vardır. Ama malı falan yoktur.

Kadın şöyle dedi:

Mal istemez: yeteri kadar malım var.

Bundan sonra âbidin kardeşi geldi. O kadını nikahladı.

O kadından yedi tane oğlu oldu. Yedisi de dindar oldu.

En doğrusunuü yine Yaratan bilir.
 




Ynt: Hikayeler

Size bir ilginç hikaye daha.

Beni İsrailde bir melik vardı. Bir gün kendisine âbitlerden birini anlattılar. Melik dâvet etti. Saltanat kapısını araladı. Sohbetine aldı. Bir ara âbit şöyle dedi:

Ey Melik! Benim için bir güzele ne dersin? Bir gün görsen ki, senin cariyelerinden biri ile oynaşıyorum. Bana ne yaparsın?

Melik çok kızdı:

Ey facir adam, bana böyle bir şeyi yapmaya nasıl cesaret ediyorsun? deyince âbit şöyle dedi:

Benim bir kerem sahibi Rabbim var ki: bir günde yetmiş günah işlediğimi görse yine bana darılmaz. Beni kapısından kovmaz. Rızkımı da kesmez.

Hele bana bir bakın ki: O'nun kapısını bırakmışım da henüz hatâmı görmeden bana darılan birinin kapısına gelmişim. Ya bu beni suç işlerken görse ne yapar!

Bundan sonra ordan çıkıp gitti.
 

Ynt: Hikayeler

Mimar Sinan


"Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Camii'nin 1990'lı yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir insaat muhendisi, caminin restorasyonu sirasinda yasadiklari bir olayi tv'de soyle anlatmasti.

Cami bahcesini cevreleyen havale duvarinda bulunan kapilarin uzerindeki kemerleri olusturan taslarda yer yer curumeler vardi. Restorasyon programinda bu kemerlerin yenilenmesi de yer aliyordu. Biz insaat fakultesinde teorik olarak kemerlerin nasil insaat edildigini ogrenmistik fakat tas kemer insaasi ile ilgili pratigimiz yoktu. Kemerleri nasil restore edecegimiz konusunda ustalarla toplanti yaptik. sonuc olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalip cakacaktik. Daha sonra kemeri yavas yavas sokup yapim teknikleri ile ilgili notlar alacaktik ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktik.

Kalibi söktük. Sokmeye kemerin kilit tasindan basladik. Tasi yerinden cikardigimizda hayretle iki tasin birlesme noktasinda olan silindirik bir bosluga yerlestirilmis bir cam siseye rastladik. Sisenin icinde durulmus beyaz bir kagit vardi. Siseyi acip kagida baktik. Osmanlica bir seyler yaziyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafindan yazilmisti. Sunlari soyluyordu. "

Bu kemeri olusturan taslarin omru yaklasik 400 senedir. Bu muddet zarfinda bu taslar curumus olacagindan siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Buyuk bir ihtimalle yapi teknikleri de degiseceginden bu kemeri nasil yeniden insaa edeceginizi bilemeyeceksiniz. Iste bu mektubu ben size, bu kemeri nasil insa edeceginizi anlatmak icin yaziyorum. " Koca Sinan mektubunda boyle basladiktan sonra o kemeri insa ettikleri taslari Anadolunun neresinden getirttiklerini soylerek izahlarina devam ediyor ve ayrintili bir bicimde kemerin insaasini anlatiyordu.

Bu mektup bir insanin, yaptigi isin kalici olmasi icin gosterebilecegi cabanin insan ustu bir ornegidir. Bu mektubun ihtisami, modern cagin insanlarinin bile zorlanacagi tasin omrunu bilmesi, yapi tekniginin degisecegini bilmesi, 400 sene dayanacak kagit ve murekkep kullanmasi gibi yuksek bigi seviyesinden gelmektedir. Suphesiz bu yuksek bilgiler de o koca mimarin erisilmez ozelliklerindendir. Ancak erisilmesi gercekten zor olan bu bilgilerden cok daha muhtesem olan 400 sene sonraya cozum ureten sorumluluk duygusudur...

(alıntı)
 

Ynt: Hikayeler

Asya'da maymun yakalamak icin kullanilan bir cesit tuzak vardir. Bir
Hindistancevizi oyulur ve iple bir agaca veya yerdeki bir kaziga baglanir.
Hindistancevizinin altina ince bir yarik acilir ve oradan icine tatli bir yiyecek konur. Bu yarik sadece maymunun elini acikken sokacagi kadar buyukluktedir, yumruk yaptiginda elini disari cikaramaz. Maymun, tatlinin kokusunu alir, yiyecegi yakalamak icin elini iceri sokar ve yiyecegi kavrar, ama yiyecek elindeyken elini disari cikarmasi olanaksizdir.
Sikica yumruk yapilmis el, bu yariktan disari cikmaz. Avcilar geldiginde, maymun cilgina doner ama kacamaz. Aslinda bu maymunu, tutsak eden hicbirsey yoktur. Onu sadece onun kendi bagimliliginin gucu tutsak etmistir. Yapmasi gereke tek sey elini acip yiyecegi birakmaktir. Ama zihninde acgozlulugu o kadar gucludur ki bu tuzaktan kurtulan maymun cok nadir gorulur. Bizi tuzaga dusuren ve orada kalmamiza neden olan sey, arzularimiz ve zihnimizde onlara bagimli olusumuzdur. Tum yapmamiz gereken, elimizi acip
benligimizi ve bagimli oldugumuz seyleri serbest birakmak ve dolayisiyla ozgur olmaktir.



Joseph Goldstein
 

Ynt: Hikayeler

STALIN'IN TAVUGU

Stalin en sadist cinayetlerini planladigi calisma
odasina yakin dostlarini toplamis sohbet ediyordu. Votka
siselerinin biri gidip, digeri geliyordu. Kafalar iyice dumanlanmisti.
Stalin kan canagina donmus gozlerini etrafinda dalkavukluk yarisina
girmis adamlarina cevirerek sordu: - Sacini ihtilalde, halk
icinde, devlet yonetiminde, burokraside agartmis dostlarim...
Soyleyin bakalim halkin yonetime bas egmesi, kayitsiz sartsiz itaat
etmesi icin yoneticiler ne yapmali, nasil davranmalidir? Her
dumanli kafadan bir ses cikti..Kimisi adaletten, haktan soz etti..
Kimisi demokrasiden.... Kimisi surgunden, sehpadan,
hapisten... Kitlesel cinayetlerin deha capindaki katili
Stalin, begenmedi adamlarinin izahatlarini... Bir kadeh daha
votka cekerek soyle dedi: - Yonetimi eline geciren hukumdarin
Tanridan pek farki yoktur! Halkin karsinizda bas egip durmasi icin ne
yapmaniz gerektigini durun da su beyinsiz kafalariniza civi gibi
cakayim... Hemen hizmetcileri cagirip emretti. - Cabuk
bana bir tavuk getirin... Aceleyle bir tavuk kapip getirdi
adamlari... Stalin, kafalari iyice dumanlanmis adamlarinin
gozleri onunde basladi canli canli tuylerini yolmaya tavugun,...
Butun tuyleri yolunup cascavlak kalan tavugu odanin ortasina
saliverdi, lider... - Simdi izleyin bakalim nereye gidecek bu
saskin tavuk... Zavalli tavuk bu azaptan kacip kurtulayim diye
aralik kapidan disari canini atayim diyor, soguktan tir tir titriyor...
Masalarin altina giriyor, koseli masa ayaklari canini yakiyor... Duvar
diplerine kosuyor teleksiz, tuysuz kanatlari yara bere icinde
kaliyor... Somineye yaklasiyor tuysuz derisi kavruluyor...
Caresiz, tuylerini yolan Stalin'in bacaklari arasina saklanip,
siginiyor... O zaman Stalin, cebinden bir avuc yem cikarip
onune tane tane ativeriyor yolunmus tavugun...Yemlenen tavuk, Stalin
nereye yonelse pesinden kosuveriyor.. Agizlari bir karis
acik kalan dostlarina bakip, pos biyiklarinin atindan gulerek soyle
diyor Stalin: - Gordunuz mu, Halk dediginiz topluluk bu tavuk
gibidir.Tuylerini yolup al ve serbest birak... O zaman yonetmek kolay
olur... Stalin'in sofra dostlari hayretler icinde kalip " Vay
anasini birader... Adamdaki akila bak..." diye baslarini salladilar...
Bu gercekten olmus mu, yoksa uydurulmus bir oyku mu bilmem.
Ancak "Stalin'in Tavugu" diye bir tabir var...

(alıntı)
 

Ynt: Hikayeler

Ahde vefa
________________________________________
Hz. Omer arkadaslariyla sohbet ederken, huzura uc genc girerler.
Derler ki :

-"Ey halife, bu aramizdaki arkadas bizim babamizi oldurdu. Ne
gerekiyorsa lutfen yerine getirin."
Bu soz uzerine Hz.Omer suclanan gence donerek :

- Soyledikleri dogru mu diye sorar , Suclanan genc der ki :
-Evet dogru.

Bu soz uzerine Hz Omer;
-Anlat bakalim nasil oldu diye sorar:

Bunun uzerine genc anlatmaya baslar, der ki :

-"Ben bulundugum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim
ailemle beraber gezmeye ciktik, kader bizi arkadaslarin bulundugu yere
getirdi. Afedersiniz hayvanlarimin arasinda bir guzel atim var ki
donen bir defa daha bakiyor, hayvana ne yaptiysam bu arkadaslarin
bahcesinden meyva koparmasina engel olamadim, arkadaslarin babasi icerden
hisimla cikti , atima bir tas, atti atim oracikta oldu.
Nefsime bu durum agir geldi, ben de bir tas attim, babasi oldu.
Kacmak istedim fakat arkadaslar beni yakaladi, durum bundan
ibaret" dedi.

Bu soz uzerine Hz Omer:

-"Soyleyecek bir sey yok, bu sucun cezasi idam.Madem sucunu da
kabul ettin" dedi.

Bu sozden sonra delikanli soz alarak

-"Efendim bir ozrum var" diyerek konusmaya basladi

- "Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli olmadan
bana epey bir altin birakti. Gelirken kardesim kucuk oldugu icin
saklamak zorunda kaldim. Simdi siz bu cezayi infaz ederseniz
yetimin hakkini zayi ettiginiz icin Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz,
bana uc gun izin verirseniz ben emaneti kardesime teslim eder gelirim, bu
uc gun icinde yerime birini bulurum" der.

Hz. Omer dayanamaz der ki :

-"Bu topluluga yabanci birisin, senin yerine kim kalir ki?!"
Sozun burasinda genc adam ortama bir goz atar, der ki:

- "Bu zat benim yerime kalir." O zat Hz. Peygamber Efendimizin
(sav) en iyi arkadasarindan daha yasarken cennetle mujdelenen Amr Ibni As'
dan baskasi degildir. Hz.Omer Amr'a donerek,

- "Ey Amr, delikanliyi duydun" der.

O yuce sahabi

-"Evet, ben kefilim" der ve genc adam serbest birakilir.

Ucuncu gunun sonunda vakit dolmak uzere ama gencten bir haber
yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Omer'e cikarak genc'in
gelmeyecegi, dolayisiyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine
maktulun diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gencler razi olmaz ve
"babamizin kani yerde kalsin istemiyoruz" derler.

Hz. Omer kendinden beklenen cevabi verir der ki :

"Bu kefil babam olsa farketmez cezayi infaz ederim."

Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet icerisinde der ki :

-"Biz de sozumun arkasindayiz."

Bu arada kalabalikta bir dalgalanma olur ve insanlarin arasindan
genc gorunur. Hz. Omer gence donerek derki evladim gelmeme gibi onemli bir
nedenin vardi neden geldin?" Genc vakurla basini kaldirir ve (gunumuz
insani icin pek de onemli olmayan)

"AHDE VEFASIZLIK ETTI" demeyesiniz diye geldim der.

Hz.Omer basini bu defa cevirir ve Amr Ibni As'a der ki :

-"Ey Amr, sen bu delikanliyi tanimiyorsun nasil oldu onun yerine
kefil oldun".

Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razi olsun, vakurla
kanimizi donduracak bir cevap verir,

-"Bu kadar insanin icerisinden beni secti.

"INSANLIK OLDU "dedirtmemek icin kabul ettim" der.

Sira genclere gelir, derler ki :

-"Biz bu davadan vazgeciyoruz."

Bu sozun uzerine Hz Omer :

-"Ne oldu, biraz evvel "babamizin kani yerde kalmasin" diyordunuz
ne oldu da vaz geciyorsunuz?" der.

Genclerin cevabi da dehsetlidir :

-"MERHAMETLI INSAN KALMADI" DEMEYESINIZ DIYE ...

(alıntı)
 



Ynt: Hikayeler

Gazikovan
________________________________________

Mart 1921 İnönü Ovası İnsanın İflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş'un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu. Ethem Çavuş, 75 mm'lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu.

Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri attı. Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuşa istirahat verdi. İlk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu.

Kovanın üzerinde "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4.Alay 2.Tabur 8.Batarya 26 Rebiyülahir 1339*İnönü" yazıyordu. Birinci İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara'daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi.

Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının “kalem” dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı. “Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü”

Beş gün sonra Ankara Atölye'nin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi:
Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı. "Kâmil Usta! Müjdemi İsterim! Senin yavru cepheden dönmüş!“. Hepsi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu. Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır duaları ediyorlardı. Ustalar, İş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı. Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" diyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp "Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi" dedi. Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı. Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.

Eylül 1922 - Ankara Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğradı.*Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her zorlu durağından Ankara'ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu. Türk ordusunun İzmir'e girdiği gün Ankara'da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu. Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta; "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8.Batarya 12 Muharrem 1341*** Banaz" yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular;


Bismillahirrahmanirrahim. Selamün aleyküm gayretperver ustalar. Allah'a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir'e, kalplerimizdeki imânımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz'daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar’ ı ele geçirdiğimizde, Seyfi Çavuş'un ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu.Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum.Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı Muhsin Talât 4.Alay 2. Tabur 8. Batarya 14 Muharrem 1341 Salihli”



Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler.

Kamil Usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti.

Ocak 1923-Ankara Savaşının bitmesinin ardından Ankara'daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının-belki de yıllarca- sandıkların İçinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı.

29 Ekim 1923 - Ankara Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Yarım saat önce 20:30 sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş'un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat'ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi.
"Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım" Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu.
"Evet teğmenim? Sizi dinliyorum"
Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı.
"Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim"

Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti. Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82, 83, ...97, 98, 99... On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş "Yüzüncüyü attık komutanım" diyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara'nın her duvarından yankıyıp dört yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile.

Gazi Kovan ( Top Mermisi Kovanı)
 


NİYE BEN diyen herkes için Brenda'nın kaybolan lensi

Brenda, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı.
Bir gün cesaretini toplayarak bir gurup tırmanışına katıldı.
Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına.
Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı. ipi taktı ve kayanın dik duvarına tırmanmaya başladı.
Bir süre tırmandıktan sonra, nefesleneceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, guruptan yukarıda ipi asılı tutan kişi dalgınlıga düşerek ipi gevşti verdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda'nın gözüne çarparak lensini düşürmesine neden oldu.
Lens çok küçüktü ve neredeyse bulması imkansız gibiydi. Lens yamacın ortalarında kalmış ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda lensini bulabilmesi için yanlızca Allah'a dua edebilirdi. İçten içe düşünüp dua etmeye başladı.
(Allah'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi benim lensimin yerinide biliyorsun. Onu bulmama yardım et.)
Patikadan yürüyerek aşağıya indiler. Aşağıya indiklerinde oraya tırmanmak için yeni bir gurup gördüler.
İçlerinden biri ARANIZDA LENS KAYBEDEN VARMI? diye bağırdı.
Bernda'nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca kayaların üzerinde hareket ettikce karıncanın ağzındaki parlayan lens kızların dikkatini çekmişti.
Eve döndüklerinde Brenda lensi nasıl buldulkarını babasına anlatacaktı ve karikatürcü olan banası da ağzında lens taşıyan bir karınca karikatürü çizecek ve karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı.
(Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilmiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar da ağır. Ama sen istediğin için bu yükü taşıyacağım.)
 

Ynt: NİYE BEN diyen herkes için Brenda'nın kaybolan lensi

figo' Alıntı:
Brenda, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı.
Bir gün cesaretini toplayarak bir gurup tırmanışına katıldı.
Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına.
Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı. ipi taktı ve kayanın dik duvarına tırmanmaya başladı.
Bir süre tırmandıktan sonra, nefesleneceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, guruptan yukarıda ipi asılı tutan kişi dalgınlıga düşerek ipi gevşti verdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda'nın gözüne çarparak lensini düşürmesine neden oldu.
Lens çok küçüktü ve neredeyse bulması imkansız gibiydi. Lens yamacın ortalarında kalmış ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda lensini bulabilmesi için yanlızca Allah'a dua edebilirdi. İçten içe düşünüp dua etmeye başladı.
(Allah'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi benim lensimin yerinide biliyorsun. Onu bulmama yardım et.)
Patikadan yürüyerek aşağıya indiler. Aşağıya indiklerinde oraya tırmanmak için yeni bir gurup gördüler.
İçlerinden biri ARANIZDA LENS KAYBEDEN VARMI? diye bağırdı.
Bernda'nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca kayaların üzerinde hareket ettikce karıncanın ağzındaki parlayan lens kızların dikkatini çekmişti.
Eve döndüklerinde Brenda lensi nasıl buldulkarını babasına anlatacaktı ve karikatürcü olan banası da ağzında lens taşıyan bir karınca karikatürü çizecek ve karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı.
(Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilmiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar da ağır. Ama sen istediğin için bu yükü taşıyacağım.)

Güzel paylasım icin tesekkürler..
 





Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,759
Mesajlar
1,523,343
Kayıtlı Üye Sayımız
166,575
Kaydolan Son Üyemiz
Murat_Anıl

Çevrimiçi üyeler

SON MESAJLAR

SON KONULAR



Geri
Üst