Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 129,991
Ynt: Hikayeler


Savaşın en kanlı günlerinden biri..

Asker, en iyi arkadaşının biraz ileride
kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin
üzerinde tutamayacağı ateş
yağmuru altındaydılar.

Asker teğmene koştu ve
“Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı
alıp gelebilir miyim?..”
Delirdin mi der gibi baktı teğmen…
“Gitmeye değer mi?.
Arkadaşın delik deşik olmuş…
Büyük olasılıkla ölmüştür bile..
Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın.”
Asker ısrar etti ve teğmen
“Peki ” dedi. “Git o zaman…”

İnanılması güç bir mucize…

Asker o korkunç ateş yağmuru
altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü…
Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen kanlar içindeki askeri muayene etti…
Sonra onu sipere taşıyan
arkadaşına döndü:
“Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana
değmez demiştim. Bu zaten ölmüş…”
“Değdi teğmenim” dedi asker…
“Nasıl değdi?” dedi teğmen…
“Bu adam ölmüş görmüyor musun?..”
“Yine de değdi komutanım.
Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.
Onun son sözlerini duymak,
dünyaya bedeldi benim için.”

Ve ölen arkadaşının son sözlerini tekrarladı:

Geleceğini biliyordum!..” demişti arkadaşı,
“GELECEĞİNİ BİLİYORDUM…”
 

Etiketler
Ynt: Hikayeler


Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce
cehennem kapısında bir melek karşıladı. Melek adama
şöyle seslendi: “Hayatta iken tek bir gün bile birisine
iyilik yaptıysan buraya girmeyeceksin. ”
Günahkar adam uzun süre düşündükten sonra,
bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı.
Balta girmemiş ormanda yürürken önüne
bir örümcek ağı çıkmıştı. Adam ağı bozmamak
ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmişti.
Heyecan içinde o günü meleğe anlattı.
Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı.
Gökten bir örümcek ağı inmişti.
Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti.
Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da
bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar.
Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından
korkarak onları itmeye başladı.
Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile
birlikte adam da cehenneme düştü.
“Yazık” dedi melek.
“Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiliği de kötülüğe dönüştürdü.
O insanlara şefkat gösterebilseydin eğer,
ağın herkesi taşıyabileceğini de görecektin.”

”YAŞAMIN ÖRÜMCEK AĞINI ÖREN İNSANIN KENDİSİ DEĞİLDİR.
O, BU AĞDA SADECE BİR TELDİR VE BU AĞA YAPTIĞI KATKIYI
ASLINDA KENDİ YAŞAMINA YAPMAKTADIR…..
 

Ynt: Hikayeler

Yolumuzdaki Engeller..

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine
kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.
Bakalım neler olacak?.
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları,
saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene
kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.
Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar
vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir
köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı
ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı
ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden
sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin
durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu
vardı içinde.

"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.

Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."
 





Ynt: Hikayeler

Farkında olmalı insan....
Bir damlacık sudan yaratıldığını farketmeli....
Anne karnına sığarken, dünyaya neden sığmadığını,
En sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını farketmeli....
Henüz bebekken dünya benim dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
Ölürken aynı avuçların herşeyi bırakıp gidiyorum işte dercesine apaçık olduğunu farketmeli.
Ve öyle yaşamalı ki insan hayatını dört dörtlük yapabilmeli....
 

Ynt: Hikayeler

ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUĞU – 1

Mustafa, annesi ve kız kardeşi ile birlikte dayısının çiftliğine gitti Akşamüstü çiftliğe vardıklarında dayısı onları çok candan bir şekilde karşıladı Hal-hatır sormalardan, iltifatlardan sonra akşam yemeği yendi Yemekten sonra bir saat kadar daha sohbet edildi ve ardından geceyi geçirmek üzere odalarına çekildiler

Ertesi sabah sabahın erken saatlerinde dayısı Mustafa’ya çiftliğin her tarafını gezdirip gösterdi Öğle vaktine doğru bakla tarlasına gittiler Tarlanın kenarına geldiklerinde dayısı parmağı ile tarlasındaki tohumları yemekte olan kargaları işaret ederek: “ Bak Mustafa, şu kargaları görüyor musun? İşte bunlar bizim baş düşmanımız Ben uğraşayım, çalışayım, onlar gelsinler tohumları yesin bitirsinler Oh ne ala, ne ala! Kimseye faydası olmaz şu karga murdarının Yaptıkları anca zarar, ziyan Bir de şu korkuluğun omuzlarına, kafasına konarlar “ gak gak “ diye öterler yüzlü yüzlü Korkuluğun sadece adı korkuluk Şu hale bak Dört beş karga omuzlarına konmuş, yemişler tohumları, doymuşlar, güneşleniyorlar Gel Mustafa, kovalım şunları “ diye söylendi

Mustafa ile dayısının geldiklerini gören kargalar uçup gittiler Daha sonra dinlenmek için bir ağacın altına otururlarken Mustafa, dayısına: “ Dayıcığım, bu tarla hep böyle midir? “ dedi “ Yani içinde çalışan, bekleyen olmadığı zamanlar kargalar tohumları yerler mi? “

Dayısı:

“ Yerler Mustafa’m yerler Bunlar sahipsiz bir tarla görmesinler Onu, yirmisi toplanır gelir Böyle gündüzleri tarlada beklemezsen birkaç haftaya kalmaz toprakta bir tek tane bırakmazlar” dedi Bunun üzerine Mustafa konuyu toparlama ihtiyacı hissetti: “ Peki dayıcığım, o zaman kargalar tohumları yiyip bitirmesinler diye sabahtan akşama kadar bekçilik yapmak zorunda kalıyorsunuz “

“ Aynen dediğin gibi oluyor Mustafa Çiftlikte yapılacak bir sürü iş varken, ben buraya gelip karga peşinde koşuyorum Ne yaparsın ki, bu bakla tarlası çok önemli Baklalar olgulaşınca hem kendimize yemeklik oluyor, hem de arabaya yükleyip pazarda satıyorum; iyi de para ediyor “

“ Demek ki burada bekçilik yapmak işleriniz için büyük engel teşkil ediyor, sevgili dayıcığım O halde izin verirseniz yarından tezi yok kardeşim Makbule ile gelip burada bekleriz Siz de çiftlikteki işleri yoluna koyarsınız Kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğimi bilmenizi isterim “

“ Hay, sen aklınla bin yaşa, Mustafa! Bak bu hiç aklıma gelmemişti Daha önce defalarca düşünüp de içinden çıkamadığım bu büyük sorunu kolayca çözüverdin Bugün akşama kadar burada kalırız Tarla bekçiliği nasıl yapılır iyice öğrenirsin Zaten zor bir tarafı yok canım Biraz dikkatli olup kargaları kollaman yeterli Akşama çiftliğe dönünce annene ben söylerim Onun da rızasını almak lazım “

Ertesi sabah erkenden yengesinin hazırladığı börekleri bir torbaya koyan Mustafa kız kardeşi Makbule ile birlikte dayısının bakla tarlasına geldi Gelir gelmez de, tarlaya inen kargaları kovalamaya başladılar Öğle vaktine doğru ikisi de çok yorulmuştu Bunun sebebi: Bir defa tarla oldukça büyüktü Bir tarafa üç beş karga tohumları yemek için gelseler Mustafa ile Makbule hemen koşuyorlar kargaları kovalıyorlardı Aynı kargalar uçuyorlar, tarlanın öteki tarafına iniyorlardı Tarlanın bir başından bir başına koşup durmak onları yormuştu İşin içine başka kargalar da karışınca durum iyice çekilmez hal almıştı Öğle vakti bir köşede oturup yengesinin hazırladığı börekleri yerlerken Mustafa Makbule’ye sorunu kökünden halledecek bir yöntem bulduğunu söyledi ve şunları ekledi: “ Makbule, kargaların bize oynadığı oyunun bilmem farkında mısın? Biz bu tarlaya gelir gelmez acemi olduğumuzu anladılar Uygulamak istediğim yöntem oldukça basit Tarlanın ortasında bulunan kulübenin içinden tarlayı enlemesine bölen bir çizgi çektiğimizi farz edelim Bu çizgi tarlayı iki eşit parçaya böler Yukarı tarafta kalan parça biraz meyilli, burası benim olsun Aşağı tarafta kalan parça dümdüz, burası da senin olsun Herkes kendi bölgesindeki kargaların kovalanmasından sorumlu olacak Eğer kendi bölgenin ortalarına yakın bir yerde durmaya özen gösterirsen sabahki yorgunluğunun iki kat azaldığını fark edeceksin Şimdi konuyla ilgili bana sormak istediğin bir şey var mı? “

“ Ne diyebilirim ki Mustafa abi Sen yapmamız gerekeni tam olarak anlattın Burada bana düşen görev anlattıklarını eksiksiz olarak uygulamamdır “

“ Aferin sana Makbule Senin gibi söz dinleyen, kavrayışı kuvvetli bir yardımcı ile çalışmak benim için şereftir Bu başarı sadece benim değil, ikimizin başarısı olacaktır Şimdi biraz acele edelim, böreklerimizi yiyelim de işe başlayalım Bak kargalara, meydanı boş bulunca nasıl da çoğalıverdiler Belki şu an için tarlanın üstünde uçmaktan başka bir şey yaptıkları yok ama eğer acele etmezsek birer ikişer tarlaya inmeye başlayacaklarına eminim Dayıma, kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğim, diyerek söz vermiştim “

Mustafa’nın kendi buluşu olan yöntem başarılı oldu Akşamüstü hava kararmaya başladığında kargalar geceyi geçirmek için konaklama yerlerine giderlerken aç ve yorgundular Çiftlikte yenen akşam yemeğinden sonra Makbule, o gün olanları ve kargaların üzgün ve perişan bir şekilde gidişlerini anlatırken, odada bulunanlar kahkahalarla gülmekten kendilerini alamıyorlardı Annesi Zübeyde Hanım, “ Benim Mustafa’m çok akıllıdır “ diyerek sarı saçlı, mavi gözlü oğlunu gururla alnından öperken, Mustafa vakur halini hiç bozmadan duruyor, sadece gülümsemekle yetiniyordu

Not: Bu hikayenin İngilizce versiyonu Atatürk's Childhood dünyanın en büyük sitelerinden İngiliz sitesi British Council'de 09-01-2007 tarihinde çıktığına dair siteden e-mail alıp siteye girdiğimde gözyaşlarımı tutamamıştım Siteye İngilizcesini ben göndermiştim Her gün dünyanın pek çok ülkesinden yüzlerce hikâyenin geldiği ve büyük çoğunluğunun sitede yayınlanma şansı bulamadığı bir durumda Atatürk'ün Çocukluğu'na ait bu yazı tam 2 yılı aşkın bir süredir dimdik ayakta Ne yazılar silindi gitti Bunu çeşitli Türk site ve forumlarındaki okurların ziyaretlerine borçluyuz Hepinize en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum Hoşça kalın




ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUĞU - 2


Mustafa’nın kız kardeşi Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı Bugün Mustafa tek başına bakla tarlasında bekçilik yapacaktı Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı Bakla tarlasına gelmeye başladığı ilk günlerde kargalar Mustafa’nın ne derece zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve onun uyguladığı yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi Mustafa sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın tam ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdu Aradan yarım saat geçmeden canı sıkılmaya başladı Böyle boş oturmak O’na göre değildi O, bir şeylerle meşgul olsun, bir işe yarasın, faydalı olsun isterdi Dayısının bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordu, faydalı oluyordu, fakat bunlar yeterli miydi? Hayır, yeterli değildi Ne yapabilirdi? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı Kitap en iyi arkadaştı Okurdun, öğrenirdin, fikirlerin gelişirdi Mustafa bir kitap alıp okumaya başladı Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canı da sıkılmıyordu

Aradan iki saat geçmişti Mustafa ilerdeki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördü Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilen Mustafa yerinden kalktı, kitabı kulübeye bıraktı ve yaşlı adamın yanına gitti Mustafa söze şöyle bir giriş yaptı: “ Merhaba dede, nereye böyle? “

Yaşlı adam:

“ Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum Bu kuzuyu toruna hediye olarak götürüyorum Geçen ay köye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar Torun kuzu diye tutturmuştu Ben de, şimdi çok küçükler, biraz büyüsünler bir tane sana getiririm dediydim Alsın kuzuyu besleyip büyütsün Dünyada en önemli şey sevgidir Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek öğretilmemiştir Bir bilinmezlik içinde bocalar durur Yüzyıllardır süregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar çıkardılar Toplumları birbirine düşman ettiler Sonuçta, bunun acısını insanlık çekti İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz Sevmek çok güzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım “

Yaşlı adam konuşurken, Mustafa oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemişti Şimdi söz hakkı Mustafa’nındı:

“ Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar Ben vatanımı çok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum için gurur duyuyorum Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl öğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim Tavsiyelerin neler olacak? “

Mustafa’ nın coşku dolu konuşması yaşlı adamı şaşırtmıştı On yaşlarındaki bir çocuğun bu derece bilgili ve kültürlü olması, düşüncesini korkusuzca söyleyebilmesi, öğrendiklerini yeterli bulmaması, yeni bir şeyler daha öğrenmek için soru sorması akıl alır gibi değildi Hani bu yaşlardaki kaç çocuğun aklına gelirdi vatan sevgisi?

Yaşlı adam düşüncelerinden sıyrılınca, gülümseyerek: “ Evlat, adını demedin bana, neydi adın? “ deyince Mustafa: “ Dede, benim adım Mustafa “ dedi Bunun üzerine yaşlı adam: “ Sana tavsiyem Büyük Vatan Şairi Namık Kemal olacak Namık Kemal, türlü engellemelere karşın, vatanını çok sevdiğini haykırmaktan çekinmedi Bu uğurda çok acı çekti, fakat hiçbir acı O’nu vatanına hizmetten alıkoyamadı “

Mustafa:

“ Bundan sonra Namık Kemal’in şiirlerini daha bir önem vererek okuyacağıma söz veriyorum Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum “ dedi Yaşlı adamın mutluluk hakkında söyledikleri şunlar oldu:

“ Mutluluk yaşamsal bir gerçektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna gölge düşürmeden istemek sana kalmıştır Mutlu olmak için büyük şeyler istemek gerekmez İnsan isterse bir kelebeğin uçuşunu görüp mutlu olabilir Her neyse Mustafa yavaş yavaş kalkayım Hava kararmadan kasabaya varmalıyım Anlattıklarımın sana bir parça faydası olduysa ne mutlu bana İyi günler dilerim “

Mustafa:

“ Ne demek dede, hem de çok faydası oldu Ben de sana iyi günler dilerim Yolun açık olsun “ dedi Mustafa yaşlı adam gittikten sonra kulübeye döndü ve sandalyesine oturarak konuşulanları düşünmeye başladı


ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUĞU – 3

Bir akşam yemeği sonrasında çiftlikteki odada oturulmuş ve gündelik olaylar konuşuluyordu Hüseyin Ağa: “ Yarın erkenden elma bahçesini çapalayıp, yabani otları ayıklamaya gidecektim ama çapayı bulamadım Hanım, çapayı bir yere koymuş olmayasın? “
Hüseyin Ağa’nın karısı: “ Efendi, çapanın alet dolabında olması lazım İki gün önce temizlik yaparken oradaydı “
Hüseyin Ağa: “ Öyle de bugün akşamüstü baktım dolapta yoktu Belki dedim sağa sola bırakmışlardır Aradım, bulamadım “
Hüseyin Ağa’nın çocukları, Zübeyde Hanım, Mustafa ve Makbule çapayı almadıklarını söylediler Bunun üzerine Hüseyin Ağa: “ Hanım, son günlerde çiftliğe yabancı biri geldi mi? “ diye sordu
Karısı: “ Hayır Efendi, kimse gelmedi Hep biz bizeyiz “
Hüseyin Ağa: “ Desene çapa sır olup uçtu “
Mustafa fikrini söylemek ihtiyacını hissetmişti: “ Dayıcığım, çiftliğe hırsız girmiş olamaz mı? “
Mustafa’nın sorusu odada bulunanların üzerinde soğuk duş etkisi yaptı Gözler Mustafa’dan yana döndü
Hüseyin Ağa: “ Ne hırsızı? “ diyebildi
Mustafa: “ Bir hırsız gelmiştir, çiftliğe girip çapayı çalmıştır “
Hüseyin Ağa: “ İki gündür ben, yengen, annen ve çocuklar çiftliğin avlusundaydık Ayrıca köpekler var Onlar geceleri burada kuş uçurtmazlar Hani dediğin olmaz diyemem ama biraz zor Hem hırsız neden sadece çapayı alsın, öteki aletleri de alıp götürebilirdi Bırak çapayı, aletleri, çiftlikte daha değerli pek çok eşya var Bunlar dururken neden yalnızca çapayı aldı? “

“ Dayıcığım, hırsızın ya çapa çok işine yarıyor ya da çapayı satmak kolayına geliyor Sadece çapayı almasının nedeni vereceği zararın büyük olmasını istemediğinden, yani hırsız insaflı biri Gündüz gelse gören olurdu Kimse onu görmediğine göre gece geldi Köpekler hırsızı tanıdıkları için ses çıkarmadılar Bu da hırsızın köyden biri olduğunu gösteriyor “

“ Pes be Mustafa, senin zekâna diyecek yok doğrusu Aslında ben de zeki sayılırım ama sen benden çok ilerdesin Ortada fol yok, yumurta yok , alt tarafı bir çapa kayboldu Bana kalsa yarın çapayı arar dururum Sana inanıyorum Mustafa ve yarın çapayı aramayacağım Artık geceleri nöbet tutacağız İlk nöbet benim Eee, sen ne diyorsun Zübeyde, şu hırsız işine? “

“ Mustafa’nın dediklerine katılıyorum O, boşuna konuşmaz Söyledikleri hep doğru çıkar Daha on yaşında ama çok akıllı Bambaşka bir çocuk Darısı bütün çocukların başına “

Hüseyin Ağa gece yarısına kadar çiftliğin avlusunda nöbet tuttu Daha sonra nöbeti Mustafa devraldı Mustafa avluyu en iyi görebileceği yer olan çiftlik evinin birinci kat merdiveninin orta sırasına oturdu Alet dolabının bulunduğu kulübe yan taraftaydı Eğer hırsız gelirse önünden geçecek ve onu rahatça görecekti Aradan bir saat geçmişti ki, Mustafa karşıdaki ağaçlıktan hızlı adımlarla yürüyerek gelen bir gölgenin alet dolabının bulunduğu kulübeye girdiğini gördü Gölge, o kadar rahat hareket ediyordu ki, hayret edersin Sanki babanın çiftliği, gel gir hiç korkmadan, dimdik yürü, kazma, kürek, çapa eline ne gelirse al git Mustafa köyden olan bu adamı ay ışığı altında tanımıştı Onun mert, dürüst biri olduğunu biliyordu Konuşmuşlukları, tanışmışlıkları vardı Bırak Hüseyin Ağa’yı, bırak çifti-çubuğu, benim küçük dostum, sen büyümüşsün küçülmüşsün ama yine büyüyorsun ve sonsuza dek büyüyeceksin diyen birinin yani bu adamın, kendisini hiçe saymasını, kendisinin de bulunduğu çiftlikten bir şeyler çalmasını onuruna yediremedi Mustafa kızgın bir şekilde yerinden kalktı, gitti kulübenin kapısının dört-beş metre gerisinde durdu, ellerini beline dayadı, bekledi Biraz sonra kulübeden çıkan adam kapıyı kapadı İki adım attı, Mustafa’yı gördü, elindeki kürek yere düştü Adamın gözleri yaşardı, belli ağlıyordu Adam elinin tersiyle gözyaşlarını sildikten sonra başını sağa-sola birkaç kere salladı ve küreği yerden alarak Mustafa’nın yanından yürüdü, gitti Mustafa o gece sabaha kadar nöbet tuttu Aslında Mustafa’dan sonra nöbet sırası amcasının oğluna geliyordu ama Mustafa amcasının oğlunun yerine de nöbet tutmuştu Çünkü O, yarın yapacağı girişimleri bir plan dahilinde belirlemek istiyordu Adam çapayı, küreği çalmıştı ama bunun bir nedeni olmalıydı Kimse durup dururken başkasının malını izinsiz almazdı Bu bir suçtu fakat suçluyu suç işlemeye iten nedenler vardı Nedenlerin sebepleri vardı

Mustafa ertesi gün öğle vakitleri adamın evine gitti Kapıyı dokuz yaşındaki Ahmet açtı
Mustafa: “ Vay Ahmet, canım kardeşim Nasılsın, iyi misin? Ben geldim “
Ahmet: “ Hoş geldin, Mustafa abi Sağ ol, iyiyim “
Mustafa: “ Ayşe nerede? Neden buraya gelmiyor? “
Ahmet: “ Mustafa abi, Ayşe annemin yanında Annem bir haftadır hasta Babam annem ölmesin diye dün kasabaya yürüyerek gitti Birisi çapa vermiş ödünç diye, onu rehin bırakıp ilaç almış İlacı anneme içirdik Bu sabah babam yine kasabaya gitti Elindeki küreği rehin bırakıp ilaç alacakmış Daha sonra babam çapayla küreği parasını ödeyip geri alacak ve sahibine teslim edecekmiş Babamın getireceği ilaç annemi iyileştirecekmiş Sence annem iyileşir mi Mustafa abi? “ İnsanın taş yürekli olması lazımdı bu durum karşısında ağlamaması için Mustafa gözyaşlarını tutamadı Birkaç dakika sonra Mustafa ile Ahmet içeri girdiler Ayşe yatakta yatan annesinin başucundaki sandalyede oturuyordu Mustafa’yı görünce ayağa kalktı Hasta kadın kollarını iki yana açarak Mustafa’nın sarılmasını bekledi Mustafa sandalyeye oturdu ama bu davranışının sebebini açıklaması gerekti

“ Yengeciğim iyileşince birbirimize sarılırız Yine eskisi gibi güzel günlerimiz olacak Bundan sonra daha fazla evinize geleceğim Yanlış bir hareketiniz hastalığınızın artmasına yol açabilir Bunun için size sarılmadım “ Hasta kadın zorlukla konuştu: “ Olur Mustafa Dediğin gibi olsun Ben de en kısa zamanda iyileşmeye bakarım “ Daha sonra çiftliğe dönen Mustafa olanlardan kimseye söz etmedi Yeni gelen ilaçları içen kadın on beş gün içinde iyileşti Adam başkasının tarlasında çalışarak kazandığı parayla çapayı ve küreği rehinden kurtardı Bir gece yarısı son defa çiftliğe girerek çapayla küreği yerine bıraktı Son sözü Mustafa söyledi:

“ Akıl ve mantık çizgisinden ayrılmayan insan olmanın bilincine varır İnsan iradesini kullanarak gerçekleri görür Yanlışta bile olsan doğru gözünün önündedir Gözünün önündekini görmek için göz kapaklarını aralarsın yani okuyup öğrenirsin


ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUĞU - 4

Bazı günler Mustafa Makbule’yi bakla tarlasında yalnız bırakıp çevrede gezmeye çıkıyordu Bir gün Mustafa gezerken bir kaval sesi duydu Bu kavalı kimin çaldığını merak edip kaval sesinin geldiği tarafa doğru yürüdü Biraz gidince baktı ilerdeki bir ağacın altında on yaşlarında bir çoban kaval çalıyor, etrafında da koyunlar otluyordu Mustafa bu çocuğun kavalıyla yarattığı sihirli dünyasını bozmak istemedi “ Varsın çalsın garip “ diye düşündü “ Ben de o kaval çalmayı bırakıncaya kadar burada oturur, beklerim “ Aradan yarım saat geçti Çocuk, türküler, oyun havaları çaldıktan sonra kavalını ağaca yasladı ve azık torbasını açıp yanında getirdiği yiyecekleri yemeye başladı Mustafa oturduğu yerden kalktı, çocuğun yanına doğru yürümeye başladı Karşıdan birisinin gelmekte olduğunu otların hışırtısından duyan çocuk başını kaldırdı Geleni tanımıyordu “ Acaba kim ki? “ diye düşündü Mustafa çocuğun yanına gelince gülümseyerek:

“ Merhaba arkadaş, afiyet olsun “ dedi “ Benim adım Mustafa İzin verirsen yanına oturmak istiyorum “

Çoban çocuk:

“ Tabii gel gel, buyur şöyle “ dedi “ Hem bak acıktıysan hiç çekinme ye bir şeyler karnını doyur Yemezsen, darılırım “

Mustafa çocuğun yanına oturdu Sessizce ikisi birlikte yemeklerini yediler Daha sonra Mustafa: “ Arkadaş, çok güzel kaval çalıyorsun Kendi kendine mi öğrendin yoksa bir öğreten mi oldu? “ diye sordu

Çoban çocuk:

“ Köylük yerde böyle eften püften işleri öğreten olmaz “ dedi “ Benim dedem de çoban, babam da çoban, eh, ben de çoban Beş yaşına bastığımda babam, haydi bakalım Ali, al güt şu koyunları, deyip on tane koyun verdi bana O günden bu yana çoban olup çıktık işte Dedemi, babamı kaval çalarken dinledimdi Bir gün canım sıkıldı, bu kavalı yaptım Öyle böyle derken öğrendim çalmasını Güzel çaldığımı az önce sen dediydin Sağ olasın “

“ Peki, arkadaş, çoban olarak yaşamını sürdüreceğini söylüyorsun Tabiatla iç içesin, koyunlarını güdüyorsun, dilediğince kavalını çalıyorsun İşine pek karışan olmaz Özgürsün, belki mutlusun da Fakat senden öncekilerden gördüğün, onların yaşadığı yaşam tarzının dışına çıkarak, dışarıya taşarak, daha aktif bir hayat yaşamayı arzulamaz mısın? Kendine bir hedef seçersin ve hedefine varmak için yeterli bilgiyi öğrenmeye okula gidersin Bu ön bilgiyi öğrendikçe, öğrendiklerinin ışığında fikirlerini geliştirirsin Eğer isterse kişi vatanına, milletine faydalı olabilecek pek çok iş başarır “

“ Ne yalan söyleyeyim, söylediklerinin bazı yerlerini tam olarak anlayamadıysam da çoğunu anladım İyi güzel diyorsun da bizim köyde okul yok ki Şehirdeki okula gitmeye kalksam, hiç tanıdığımız yok orada, kalacak yerim yok Zaten babamlar bırakmazlar gideyim Belki onlar da isterler Ali amir-memur olsun ama şu gördüğün koyunların başına bir çoban lazım Herkes amir-memur olsa, çobanlığı kim yapacak? Boş ver beni be, düşünme beni be, bırak ben çoban kalayım Sen asıl kendinden haber ver, buralarda kimlere misafir geldin ki? Hem senin geldiğin şehir büyük mü? Sizin okulda çok çocuk var mı okula giden? “

“ Bak arkadaş, hayatta insanın eline birtakım fırsatlar geçer Önemli olan ele geçen bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilmektir Bunun için de gayret gereklidir Eğer biz seçtiğimiz hedefe ulaşmak için yeterli gayreti göstermezsek, zaman içinde, hedefimize gittikçe yaklaştığımızı değil, bilakis hedefimizden giderek uzaklaştığımızı fark ederiz Kimsenin kimseye zorla meslek seçtirmesine taraftar değilim Severek yapılmayan bir iş, bir uğraş, kişiye hayatı anlamsız kılar Böyle biri de, eğer çıkış yolu bulamazsa yani hayatını anlamsızlıktan kurtaramazsa vatanına, milletine gerektiği şekilde faydalı olamaz Şimdi arkadaş, sen şehirdeki okula gitmeye kalksan orada yatılı bir okula girerdin ve kalacak yer diye bir sorunun olmazdı Az önceki sözlerinden bunun için birtakım engeller çıkabileceğinden çekindiğini anladım Ayrıca da, senin buradaki yaşantından pek şikâyetçi olmadığını fark ettim Fakat okuma-yazma isteği ile yanıp tutuştuğun belli Benim okuduğum okulda okuyan çocukları merak etmen bunu gösteriyor Ben, annem ve kız kardeşimle birlikte Selanik’ten dayım Hüseyin Ağa’nın yanına geldik Kız kardeşimle birlikte dayımın bakla tarlasında bekçilik yapıyoruz Fırsat buldukça çevrede gezintiye çıkıyorum İşte böyle bir gezinti anında seni gördüm, yanına geldim, oturduk, konuşuyoruz İki ay kadar dayımın çiftliğinde kalacağız Yani iki ay seninle bir arada olabiliriz demek istiyorum Arkadaş, eğer istersen sana okuma-yazma öğretmek istiyorum Biz buradan giderken sen okuma-yazma öğrenmiş olursun ve sana bırakacağım ders kitaplarını okuyup iyice öğrenirsin Bu arada boş durmayıp arkadaşlarına da okuma-yazma öğretmek için çaba sarf edersin Yakın bir gelecekte sizin köyün öğretmeni olursun Ne dersin arkadaş, ister misin okuma-yazma öğrenmek? “

“ Tabii ki, isterim istemesine de, becerebilir miyim dersin okuma-yazma öğrenmeyi? “

“ Becerirsin, becerirsin Sen istedikten, biraz da gayret gösterdikten sonra başarılı olmaman için hiçbir neden göremiyorum “

Mustafa daha sonra konuşmasının bir bölümünde Selanik’te Şemsi Efendi’nin İlkokulunda okuduğunu fakat babası Ali Rıza Efendi’nin ölümü üzerine, annesi ve kız kardeşiyle dayısının yanına geldiklerini anlattı İlkokulu bitirdikten sonraki amacının Askeri Rüşdiye’nin imtihanlarını kazanarak oraya girmek, Rüşdiye’yi bitirdikten sonra yüksek öğrenimine devam ederek sonunda subay olmak olduğunu belirtti Mustafa ile Ali bir süre daha konuşmalarına devam ettiler ve yarın aynı yerde buluşmak üzere birbirlerinden ayrıldılar Mustafa fırsat buldukça Çoban Ali ile bir araya geldi; ona okuma-yazma öğretebilmek için çırpınıp durdu Mustafa’nın bu iyi niyetli çabaları boşa gitmedi Bir süre sonra Ali, okuma-yazma öğrenmeye muvaffak oldu Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Mustafa:

“ Arkadaş, annem beni Selanik’e teyzemin yanına gönderiyor Yarın gidiyorum Selanik’te okumaya devam edeceğim İşte ders kitaplarımı getirdim İlk tanıştığımız günkü konuştuklarımızı unutmadın sanırım Bu kitapları iyice oku, öğren Fakat öğrendiklerin sende kalmasın Öğrendiklerini arkadaşlarına da öğret, onlara da okuma-yazma öğret Bir ülkede cahiller ne kadar çoksa, o ülke, o kadar geri kalmış demektir Ülkemizin medeni milletler seviyesine erişebilmesi, her ferdin, üzerine düşen görevi yapmasıyla gerçekleşir Sadece ben okuma-yazma biliyorum, ben bilgiliyim demekle olmaz Başkalarına da okuma-yazma öğretmedikçe, eğitmedikçe, bilgilendirmedikçe görevin tamamlanmış sayılmaz, yarım kalır Bunu sakın aklından çıkarma En güzel günler senin olsun arkadaş, hoşça kal…” dedi ve elini uzattı Çoban Ali, kendisine uzatılan dost eli sevgiyle sıktıktan sonra:

“ Seni subay olmuş yürürken görür gibi oluyorum, Mustafa İnşallah vatana, millete yararlı olursun Mustafa adını hiç unutmayacağım, sen de, Çoban Ali adını unutma Subay olunca fırsat bulursan gel gör beni, ben hep buralardayım, olur mu Mustafa? “ derken, göz pınarlarından akan yaşları silmek gereğini duymuyordu

Yazan: Serdar Yıldırım
 

Ynt: Hikayeler

Ben eskiden o garda bekler­ken giden trenlere aldırış et­mezdim pek... Gözlerimi rayla­rın ufukla birleştiği noktaya di­kip, henüz tanışmadığımız yeni dostun getireceği hediyeleri beklerdim umutla...

Çok bir şey de değil... bir avuç bilyeydi özendiğim...

İsterdim ki, avcuma alıp oluşturduğumda bana eski günlerden gıcır gıcır şarkılar söylesinler... onları yanyana di­zip camdan yollar kurayım; o yollar beni çocukluğuma taşı­sın...eğilip baktığımda dünün gökkuşağı renkleri yanıp sönsün cam kürelerin içlerinde... çarpış­tıklarında neşeyle yuvarlansınlar, bir­birlerini kırıp dök­meden...

Lakin bu yıl kes­kin bir bıçak düştü kısmetime, dizi dizi bilyeler yerine... Sa­rıldığı siyah-beyaz kağıt parçasından hain bir tuzak gibi dökülüverdi;

"sapı kardı, demi­ri .kör..." ve "bizim ora işi"ydi...

...kabzasında eski bir dost eli­nin ustaca işlediği mücevherler parlıyordu.

...çeliğinin soğuğunu sırtım­da hissettim ilk gördüğümde... sırt kemiklerimin arasından göğsüme, kalbime sokuldu. Canımı yaktı.

Tanışıklığımızdan sinsiliğin­den, kalleşliğinden utandım.

Ama bilendim aynı zaman­da... Ruhumda bitiveren bıçak­ların çeliğine sürttüm gövdesi­ni... kıvılcım kıvılcım keskinleştim sürtündükçe...

ihanetler öyledir zaten... içi­ni yakarken, bir ateşe dönüştü­rür insanı... Yanarken yakmayı öğretir.

İşte bir kez daha o buharlar­la sarmalanmış mahzun istas­yondayız cümbür cemaat... Kalkışa hazırlanan trenin son vagonundan eprimiş paltolar, solgun resimler ve ihanet bı­çaklan el sallıyorlar.

Biz, yaralarımızı gizlemeye çalışarak uğurluyoruz yaşamı­mızın deli dolu bir sayfasını da­ha...

Ve rayların, ufuk çizgisiyle buluştuğu noktadan çığlık çığ­lığa koşturuyor yeni bir sayfa­nın ilk satırları...

Her satırda yaşlanıp, her bıçaklanışta yaralanışımıza boşverip, şenlikli bir cenaze gibi karşılıyoruz yeni yılı...

İstasyona girince avuç avuç bilyeler dökülüyor vagonlar­dan...

Çekip gidenlere, yitip biten­lere, sırttan hançerleyenlere inat, yeni bir yılın kapısında gı­cır gıcır eski şarkılar söylüyoruz neşeyle...

Her sayfada zenginleşip, her yarada kanayarak, kah kinlenip, kah sevdalanarak ve dost ihanetlerinden hazin dersler alarak ayrılıyoruz gardan...

...bir başka Aralık sonunda yeniden buluşabilmek... ve gar­dan kalkacak son trene başı dik binebilmek umuduyla...
 

Ynt: Hikayeler

Bavulları hep toplu durmalı insanın...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...

İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...

Yalnızlığa alışmalı...



* * *



Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...

Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.

Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.



* * *



İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...

Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...

Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...

"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...

Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim­se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..."

Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...



* * *



Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.

Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.

O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...

Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...

Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...

Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...

Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...



* * *



Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...

Yollarla barışmalı...

Yalnızlığa alışmalı...
 

Ynt: Hikayeler

Bahar bulaştı ya hayata, ağaca, suya, içimde öyle bir seyahat kımıldıyor ki, diren direnebilirsen...
Yüreğim bavulunu toplamış çoktan; ruhum sırtlamış çantasını...
"Uzaklar" çekiyor içimdeki seyyahın tasmasını...
Marianne Faithful sanki şarkı değil, derdimin nedenini söylüyor radyoda:
"Saçlarında ılık rüzgarla/spor bir araba sürerek, Paris'e hiç gitmediğini/ 37 yaşında fark etti".
Buket Uzuner, yaşayageldiği hayatın anlamsızlığını 37'nci yaşgününde idrak eden bir kadının öyküsünü anlatıyor "Karayel Hüznü"nde... Bıkkın kadın, doğum gününün sabahında, büyük boy bir beyaz kağıda kırmızı rujla şu notu yazıp bırakıyor evdekilere:
"Bugün benim doğum günüm/Değişiklik olsun diye bu kez/Size domuz kanından nefis bir çorba hazırladım/İçine de zehir kattım/Ben Alpler'e gidiyorum/Çünkü 37 yaşıma girdim ve hâlâ Alp Dağları'na gidemediğimi ayrımsadım/Kalırsam, asla gidemeyeceğimi anladım/kalırsam düşlerimi, arzularımı hep ertelemek zorunda kalacağımı da.../hoşçakalın".

* * *

"Yaşamak değil/Beni bu telaş öldürecek" dediği gibi şairin; o telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgârlara taratmayı saçlarımızı, sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...
Gözümüz saatte söyleştik hep, koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık. Hep yetişilecek bir yerler vardı, aranacak adamlar, yapılacak işler...
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı; başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesi ile uyanma düşlerini hababam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lara kurduk saatin alarmını, 30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere...
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize...
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda, söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda...
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz; vakti gelip sandıktan çıkardığınızda bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış...

* * *

Jorge Luis Borges'in derlediği Babil kitaplığında Papini'nin "Ödenmeyen Gün" adlı bir öyküsü vardır. Güzel bir prensesin başından geçenleri anlatır:
22 yaşındayken bu prensese bir beyefendi sürpriz bir teklifle gelir. Hasta kızı için gençlik yılları aradığını söyler ve "Bana gençliğinizden bir yıl ödünç verirseniz, ömrünüz sona ermeden onu gün gün size geri ödeyeceğim" der.
Prenses henüz o kadar gençtir ki, cömertçe gözden çıkarır bir yılı; ödünç verir beyefendiye... 23 yerine 24 yaşına basar o yıl yaşgününde...
Yıllar yılı hatırlamaz verdiği borcu... Ancak ne zaman ki 40 yaşını aşar ve o dillere destan güzelliği bozulmaya yüz tutar; arar beyefendiyi ve 365 günlük alacağını tek tek tahsil etmeye başlar. Özellikle balo günleri, bütün çizgileri yok olmuş bir yüzle ve körpe bir bedenle girer salonlara... Gece odasına sızmayı başaran aşıkları, gece yarısından sonra yüzünün nasıl kırıştığını hayretle gözlerler... Her gençleşmenin ardından uyanış anı daha acı verici olur. Çünkü yaşı ilerledikçe, o hali ile 23 yaşı arasındaki fark daha da açılır. Fark açıldıkça "bir gün, bir saat, bir an olsun" gençlik aşısını tatmak daha güzel gelir.
Ancak sayılı gün çabuk geçer. Kalan günlerini hoyratça harcayan prenses, geri isteyebileceği sadece bir günü kaldığını fark eder: "Bir günlük ışık, sonra sonsuza dek karanlık..."
Ateşli bir sevgilinin bütün bedenini okşaması için o tek günü özenle saklar. Bu son yaşam parasını harcamak için çılgınca bir istek duysa da kıyamaz bir türlü...
Nihayet evine gelip, öyküsünü dinleyen ve dizlerine kapanarak gençliğinin son gününü kendisiyle geçirmesi için yalvaran bir adamın teklifini kabul eder.
"O gün" geldiğinde adam, en şık elbisesi ve titreyen yüreğiyle açar bahçe kapısını... Kadının villasına girer, iki kişilik hazırlanmış masada mumların yandığını görür. Bir süre bekledikten sonra meraklanıp prensesin kapısını tıklatır. Yanıt gelmeyince açıp girer. Dört bir yana savrulmuş görkemli giysilerle dolu odada prenses aynanın karşısında bir kanepeye uzanmıştır. Yüzü bembeyazdır. Gençliğinin dönmesini beklerken son nefesini vermiştir prenses... Adam bu ani ölümün nedenini yerde bulduğu mektupta okur. Satırlar, borçlu beyefendiye aittir:
"Soylu prenses!.. Size borçlu olduğum son gençlik gününü geri veremeyeceğim için çok üzgünüm. (..) En derin bağlılığımla..."

* * *

Erikler, kirazlar, çileklerle çıkageldi mi Haziran, pupa yelken kıpırdanır içim...
Saçlarını ılık rüzgarlara salıp uzak başkentlere spor arabalar süren coşkulu kadınların şarkılarını dinlerim Haziran'da... Ardında veda mesajları bırakarak hep ertelediği düşlerinin peşisıra yüksek dağlara tırmanan öfkeli kadınların öykülerini okurum. Ve geleceğe ödünç verdiğim yaşanmamış günlerimin yasını tutarım sessiz sedasız...
Yaşam... O hepimize borçlu olan hergele, öder inşallah bir gün hesabını... Yaşarız ertelediklerimizi, "gençliğimizin son günü" çalınmadan elimizden...
 



Ynt: Hikayeler

seyyah-34' Alıntı:
yazlıkta olmam sebebi ile sadece eve bazı ihtiyaçlar için geldiğimde sizlerin manalı ve bir o kadarda nasihat dolu hele çay ve bay bayan istek hikayeleri ilginç ve manidardı eşim ile hikayeleri okurken bazen gözlerimiz yaşlanıyor bezende 3 dkk sonra gülme krizine tutulabiliyoruz biz eşimle 24 yıllık evliyiz bizim evde hakaret, dayak , kötüsöz , geçin bunları yükses sesle hitap bile yoktur ama dün bugün değil tam 24 yıldır. anlatığınız hikayelerden döküldü bu yazılar klavyemden..
takip ediyorumda sanıyorum hikayeler burada bunları yazanlarında hislerine tercüman oluyor gibi geliyor ve bu çok hoş. olumlu veya olumsuz yazılar dahil
zaten olgun ve tecrübeli hikayeler farklı hemen dikkat çekiyor ve ve en önemliside okuyana tesir ediyor !! yanılıyormuyum .

dilekl kutusu :
güzel ve seviyeli arkadaşlarımız hikayeleri peş peşe yazmak yerine bir kaç hikayeden sonra diğerlerinin yazmasını beklese mi acaba ( tabiki beni değil ben belki 2 ay sonra aktif olabilirim )
ayrıca anlatılan hikaye ve başından geçenlerin kaynağının ve bilginin tam sağlamlığından emin olmadan yazılmaması sanırım çok yerinde olucaktır . hatırlatırım bu yazılarımız google de bir çok yerlere düşüyor aklınızda olsun .. gerçeklik ve sağlam bilgi konusuna örnek melsela 4. murat alkol ve yeni kapı hikayesi doğruluğundan emin olmadığımız her bilginin vebali olsa gerek diye düşünüyorum ve sizlerde bunu hikayelerinizde konu ediyorsunuz zaten.
ve yeni olarak bütün insanlığa örnek olabilecek kişinin kendi başından geçen seviyeli hikayelerde yazılabilir ..

zamanım azalıyor yazlığa dönmemiz için çıkmamız gerekiyor inş.. tekrar eve geldikçe sizlerin güzel seviyeli bol nasihatlı hani arasırada gülme krizli harika hikayelerinizi bekliyor olucaz eşimle .
hepinize sağlık sıhhat afiyet huzur ve mutluluklar diliyorum a.e.o bir kaç sonra aktif hikayelerimizle aranızda olucaz inş..

Yeni okuma fırsatı buldum yazdıklarınızı.Hikayeler yaşanmış olduğu kadar kurgu da olabilir,veya bugüne kadar konuşulagelmiş birtakım rivayetlerin( ki rivayet adı üzerinde) anlatımıda..(Birsürü örnek verebilirim.tarihi hikayelerin gerçekliğinimi sorgulayacağız)Önemli olan ders çıkarmak bence.
Burada sanki bir baskı hissettim..İnsanları seçici olmaya davet ediyorsunuz ,burası edebiyat sayfası değil.,(hatta serbest muhabbet kısmından taşınmış bir sayfa) Ayrıca bu kadar birsayfa eleştiri yerine bir hikayede siz yazsaydınız daha mutlu olurdum..Saygıyla...
 

Ynt: Hikayeler

Kalp ve Dil

Hazreti Lokman (Lokman Hekim), yanında yardımcısı ile ava çıkmıştı. Avdan dönerken bir kabile reisi Lokman Hekim'e bir gece misafir kalması için ısrar etti. Lokman Hazretleri de kabul ederek o gece misafir kaldı. Kabile reisi Hazreti Lokman için bir koyun kestirdi. Hazreti Lokman çömezine:

— Kesilen hayvanın en temiz iki azasını kes bana getir, dedi. Çömezi gidip koyunun kalbini ve dilini kesti getirdi. Hazreti Lokman:

— Aferin bildin, dedi.

İkinci gün başka bir kabile reisi, Hazreti Lokman'a bir gece de kendisinde misafir kalması ve evini şereflendirmesi için ısrar edince, Lokman Hazretleri onu da kırmayıp bir gece de onun evinde kaldı.

Orada da ziyafet olarak bir koyun kestiler. Hazreti Lokman gene çömezine bu sefer:

— Hayvanın bana en pis yerinden ikisini kes getir, dedi. Yardımcısı yine hayvanın dilini ve kalbini kesip önüne koydu. Lokman Hazretleri çömezine:

— Aferin bunu da bildin. Hakikaten insanın ve hayvanın en pis ve temiz yeri, kalbi ve lisanıdır, buyurdu.
 


Ynt: Hikayeler

Anne Merhameti


Bebeğimi görebilir miyim? dedi yeni anne. Bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıkla adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor, hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu... Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı.
Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak:
Büyük bir çocuk bana ucube dedi...
Küçük çocuk bu üzüntüyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona:
Genç insanların arasına karışmalısın diyordu.
Ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.
Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
Hiçbir şey yapılamaz mı? diye sordu.
Doktor:
"Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi.
Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti bir gün babası:
"Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.
Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan olmuştu. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu:
"Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım...
Babası:
Bir şey yapabileceğini sanmıyorum" dedi. "Fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil...
Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.
"Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası "..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?



Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!


Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir...


Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!"
 

Ynt: Hikayeler

Bİr Annenİn Son Mektubu

--------------------------------------------------------------------------------

..Annemin sadece bir gözü vardı. Öteki gözü çukurdu, yani yeri boştu.

Ondan nefret ediyordum. Çünkü bu durum beni arkadaşlarımın arasında utandırıyordu.


Babam, ben daha küçükken bir kazada öldüğünden, ailemizi geçindirmek de anneme kalmıştı. Bunun için okulda aşçılık yapıyordu.

İlk okulda iken bir gün annem bana "merhaba" demeye gelmişti. Sanki, yerin dibine geçmiştim. Bunu bana nasıl yapabilirdi.?

Onu görmezden geldim, ona nefretle bakarak oradan kaçtım...



Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım bana, "..Senin annenin sadece bir gözü var. Diğeri ne biçim.!" Dedi. Diğerleri de gülüşüyorlardı.

O anda yerin dibine girmek ve de annemin ortadan kaybolmasını istedim.

Bu yüzden, o gün onunla karşılaşınca dedim ki:

-"Beni gülünç duruma düşüreceğine, ölsen daha iyi!.."

Annem karşılık vermedi. Sadece, tek gözüyle bana biraz baktı ve uzaklaştı gitti...

Dediklerim hakkında bir saniye bile düşünmemiştim, çünkü çok kızmıştım. Onun duyguları beni hiç ilgilendirmiyordu. Onu evde istemiyordum ama ev onun üzerineydi...



Çok çalıştım, kendime yeter oldum, sonunda Singapur'a okumaya gittim.

Bir süre sonra da evlendim. Birikimime borç ekleyerek kendime bir ev aldım.

Daha sonra çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum. Annemi unutmuştum...

...................

Bir gün annem bizi ziyarete gelmişti. Öyle ya, kaç yıldır beni görmemişti.

Kapıya gelince, çocuklarım tek gözlü birini görünce birden korktular, sonrada güldüler.

"Babaanneniz" diyemedim. İçeri girince ilk fırsatta ona:

-"Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin.? Buradan hemen git.!" Dedim.

Bu çıkışıma annem kısık bir sesle:

-"Kusura bakmayın, ben yanlış adrese geldim galiba.!" Dedi ve çıktı-gitti...

...................

Aradan yine uzun bir zaman geçmişti.

Bir gün "mezunlar toplantısı" için okulumdan bir mektup aldım.

Karıma; "..iş seyahatine gidiyorum" diye bahane uydurdum.

Mezunlar toplantısından sonra, birden aklıma düştü.'Sadece meraktan' eski evime gittim.

Eski komşularımıza sorduğumda, "annemin öldüğünü" söylediler.

Önce biraz sevinç duyar gibi oldum ama içimde bir burukluk ve sızı hissettim.

Ben şaşkınca beklerken, "bana verilsin diye annemin bir mektup bıraktığını" söylediler.

Açtım ve okumaya başladım:

-En sevgili oğlum... Her zaman seni düşündüm.

Singapur'a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzüldüm...

Mezunlar gününde geleceksin diye çok sevindim ve bekledim.

Ama; "seni görmek için yataktan kalkabilir miyim" diye çok düşündüm...

Seni büyütürken, 'tek gözümle' sürekli bir utanç kaynağı olduğum için de üzgünüm... biliyormusun biricik oğlum. .?

Sen küçücükken, babanla birlikte bir kaza geçirmiştin. Baban öldü fakat sen, bir gözünü kaybetmiştin. Bir anne olarak, senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım...

Bu yüzden, babandan kalan tarlayı satarak, ameliyat masraflarına yatırdım.

İşte ,şimdi o yeri boş olan gözüm var ya , onu sana vermiştim. Nakil çok başarılı geçmişti, hiç fark edilmiyordu. "O gözle, biricik oğlum görüyor ya..." diye çok mutlu oluyordum . ana yüreği ya oğul, sana 'sen benim gözümle görüyorsun 'diyemedim ..

Başarılarından dolayı seninle o kadar gurur duyuyordum ki, bu bana yetiyordu.

Her şeye rağmen, sen benim oğlumsun...

Bütün sevgilerimle... Annen.
 




Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,774
Mesajlar
1,523,679
Kayıtlı Üye Sayımız
166,594
Kaydolan Son Üyemiz
SEMİHFİDAN33

SON MESAJLAR

SON KONULAR



Geri
Üst