Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 129,988
Rüyadaki işaret!..

Sultan İkinci Mustafa Hânın dâveti üzerine, İsmâil Hakkı Efendi, 1695 (H.1107) senesinde Edirne'ye gitti. Nemçe seferinde, orduya cihâdın sevâbını ve büyüklüğünü anlatarak, askeri coşturdu. Osmanlı Ordusu önce Belgrad'a vardı. Oradan Tuna'yı geçerek düşmanla çarpıştıktan sonra, kışın bastırması üzerine Edirne'ye geri döndü. Ertesi sene ordu yine Edirne'den ayrılarak Belgrad'a gitti. O sırada Sadrâzam Elmas Mehmed Paşa idi. İsmâil Hakkı Efendi, Elmas Paşanın hazır bulund uğu gazâların hepsine katıldı ve birkaç yerinden yara aldı. İsmâil Hakkı Efendi, ordunun zaferlerle geri dönüşünden sonra yaralı olduğu hâlde Bursa'ya döndü ve talebe yetiştirmeye, eser yazmaya devâm etti.
Otuz kıymetli eser verdi Hocası Seyyid Osman Fadlî'nin vefâtından yirmi sekiz sene sonra, gördüğü bir rüyâ üzerine âilesiyle birlikte Şam'a gitti. Şam'da üç sene kadar kaldı. Sonra Allahü teâlânın izni, Resûlullah efendimizin işâreti üzerine İstanbul'a gitti. Üç sene kadar Üsküdar'da kaldı. Bu sırada otuza yakın eser yazdı. Kendisi şöyle anlatır: "Üsküdar'da iken bir gece Şeyh Üftâde ve Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin rûh-u şerîfleri gelip yanıma oturdu. Bursa tarafına gitmemi işâret ettiler. Sizi sağ tarafımıza alalım deyip, beni sağ taraflarına aldılar. Azîz Mahmûd Hüdâyî bana çok iltifât etti." İsmâil Hakkı Efendi, 1722 (H.1135) senesinde Bursa'ya gitti. İlk iş olarak bir dergâh yaptırdı ve ismini "Câmi-i Muhammedî". koydu. Dergâh; mescid, çilehâne ve misâfir odalarından meydana gelmiştir. Câminin kitâbesi bizzat İsmâil Hakkı Efendi tarafından yazıldı.
Ömrünün son günlerini evine çekilerek, eser yazmakla geçirdi. Yetmiş altı yaşında iken, 1725 (H.1137) senesinde Hakk'ın rahmetine kavuştu. Kabri, yaptırdığı ve bugün İsmâil Hakkı Tekkesi diye anılan Câmi-i Muhammedî'nin mihrâbının arkasındadır. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın yakınlarından Hacı Ali Paşa hem türbesini, hem de Câmi-i şerîfi tâmir ettirmiştir. Kabrin üstü açıktır. Etrâfında ve üstünde demirden şebeke vardır.
 

Etiketler

Çoban ve Keçileri

Dünyanın bir köşesinde, zamanın birinde çok güzel büyük bir orman varmış. Bu ormanda her türden canlı barış içinde yaşarmış. Allah`ın nimetlerinden ihtiyaçları ölçüsünde faydalanır, şükrederlermiş.
Bir zaman sora aç gözlü bazı yaratıklar birleşerek güzelim ormanı talan etmeye başlamışlar. Orman sakinleri bu talan karşısında direnmişler. Ancak, ellerinde bir kaç tepecik kalmış ve barış imzalamışlar. Bu tepelerde ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde yiyecek içe cek bulabiliyorlarmış.Meyveler verimli ağaçlar gür ve büyükmüş.Yağmurlar düzenli yağar, mevsimler güzel geçermiş. Yağmur, Güneş ve verimli toprak; bitki ve meyvelerin büyümesi için den doğal, en güzel ortamı oluşturuyormuş.

Bir gün ormanda bir çoban ortaya çıkmış. Bir kaç tane keçisi varmış. Zamanla keçiler çoğalmışlar. Tabi ki keçi etini seven kurtlar da çoğalmış. Ormandaki bitkilerin, meyvelerin taze sürgünlerini yemeye başlamışlar. Mevsimler yine güzel geçmiş, yağmurlar yine düzenli yağmış ama bitkiler bodur büyümüşler. Meyveler yabani meyveye dönüşmüşler.

Orman sakinlerinin huzuru bozulmuş, kendi aralarında sert tartışmalar yapmışlar, guruplara ayrılmışlar. hatta birbirlerine zarar vermeye başlamışlar. Sonunda içlerinden bir kaç kişi çobana gitmiş ve keçilerini ormandan çıkarmasını istemişler.

Çoban orman arkadaşlarının dileğini yerine getirmemiş. çünkü keçiler, diğerlerinin yanında o`na üstünlük sağlıyormuş. Kurtlar çobanı korumaya almışlar. Kurtların, çobanın keçilerine, dolayısıyla çobana ihtiyaçları varmış. Bir gün çobanı ormana başkan yapmaya karar vermişler. Çoban bu hizmete (!) talip olmuş.

Yüksekçe bir kütüğün üstüne çıkarak başlamış konuşmaya;
-Sayın pek sevgili orman arkadaşlarım... canlarım...ciğerlerim... sevgili tavşanım, benim kurbağam, benim tosbağam, güzel sesli kargalarım...Ben sizin hakkınızı kimseye yedirmem. Sizleri çok severim. Sizler benim herşeyimsiniz. Bakın şu yamaçtaki ardıç çalıları yoktu. Onları ben yetiştirdim ben. Sizler için her şeyi yaparım. Önümüzdeki 150 yıl içinde daha bir çok şeyler yapacağız. Mutluluk ve refah içinde yaşayacağız. Dedikodulara sakın inanmayın. Benim canlarım, ciğerlerim, vatandaşlarım.

Orman sakinleri bu sözler karşısında keçileri, kurtları unutmuşlar, Tatlı Tatlı hayallere dalmışlar.

İçlerinden bazıları da şöyle fısıldamış;

KEŞKE ORMANIN DOĞAL GELİŞİMİNE ENGEL OLMASAYDI. BİZ ONUN SöYLEDİKLERiNi ÇOKTAN YAŞIYOR OLACAKTIK

yazan: Mustafa YILMAZ Y.Say?k Köyü Dörtdivan-BOLU
 


GAYRI DAYANAMAM BEN BU HASRETE...


Hüseyin Emre ile bir hayat kadının acıklı öyküdür..
Hüseyin,Çorum'un Alaca ilçesinde varlıklı bir ailenin oğludur.Nermin ile Çorum'da kırk gün kırk gece süren bir düğünle evlenmişlerdir.
Fakat,Hüseyin genelevde çalışan bir hayat kadınına sevdalıdır.
Hüseyin'in bu sevdadan asla vazgeçmemektedir.Hüseyin'nin ailesi bu sevdadan haberleri olur..Baskı ve şiddetle hayat kadınını çorumdan uzaklaştırırlar..
Ve hayat kadını bu hasrete dayana maz..Hüseyin'e bir şiir yazarak intahar eder..

Gayri Dayanamam Ben Bu Hasrete

Gayrı dayanamam ben bu hasrete
Ya beni de götür ya sen de gitme
Ateş-i aşkınla yakma çıramı
Ya beni de götür ya sen de gitme

Sen gidersen kendim berdar ederim
Bülbül gül dalına konmaz n'iderim
Elif kaddim büker kement ederim
Ya beni de götür ya sen de gitme

Yar sineme vurdun kızgın dağları
Viran koydun mor sümbüllü bağları
Hüsey'n'im geçiyor gençlik çağları
Ya beni de götür ya sen de gitme

Hüseyin bu acıya dayanamaz ve kendini alkole verir.hapishaneye düşer..
Görkemli,varlıklı hayat bir anda bitiverir.Çorum'dan Ankara'ya göç eder..
Ve oğlu tarafından öldürülür..
 




Sultan Bâyezîd'i ağlatan sözler!


Sultan İkinci Bâyezîd Han, Bâyezîd Câmii'ni yaptırınca, bir Cumâ günü câminin açılışı için geldi ve Baba Yûsuf Sivrihisârî'yi de dâvet etti. Baba Yûsuf Sivrihisârî, namazdan sonra kürsüye çıkıp vaaz etmeye başladı. Tesirli sözleriyle, Pâdişâh ve câmide bulunan cemâat ağlamaya başladı ve bu ağlama ile câmi inledi. Câminin açılışını seyretmek için gelip, dışarıda bekleyen üç Hıristiyan, Baba Yûsuf hazretlerinin tesirli sözlerinden ve cemâatin topluca ağlaması ndan çok etkilenmişlerdi. Bu üç Hıristiyan, müslüman olmaya karar verdiler. Hemen câmiye girip, Baba Yûsuf Sivrihisârî'nin huzûrunda müslüman oldular. Bu hâdiseyi gören Sultan İkinci Bâyezîd Han, yaptırdığı Bâyezîd Câmii'nin ilk açılışında böyle bir hâdisenin vukû bulmasından dolayı çok sevindi. Sonra bunlara pek çok para ve mal hediye etti. Ayrıca vezîrlerinin de vermelerini söyledi. Böylece müslüman olmakla şereflenen üç kişi, dünya ve âhiret saâdetine kavuştular.
 

Bu Dunyadan Bir Yavuz Sultan Selim Gecti

Osmanlı ordusu Mısır seferine giderken haliyle bağlık - bahçelik yerlerden geçiliyordu. Salkım üzümler, olgunlaşmış elmalar, armutlar ve daha türlü türlü meyvalar vardı.

Ordu Gebze yakınlarında konakladığı zaman, Yavuz Sultan Selim,'in içine bir şüphe düştü:

- "Acaba askerim sahibinden izinsiz üzüm ve elma koparmış olabilir mi?" diye düşünüyordu. Hemen Yeniçeri Ağası'nı çağırdı ve durumun araştırılmasını emretti.

Heybeler - torbalar araştırıldı, iyice soruldu ama , asker üzerinde hiç bir iz bulunamadı. Yeniçeri Ağası gelip durumu söylediğinde Padişah rahatlamıştı. El açıp dua etti:

"Ey Allah'ım!.. Bana haram yemeyen bir ordu ihsan ettiğin için Sana şükürler olsun."

Sonra Yeniçeri Ağası'na dönüp şunları söyledi:

"Eğer askerlerim içinde bir tek kimse sahibinden izinsiz bir meyve koparıp yese idi, Mısır seferinden vazgeçerdim. Çünkü hay ağa, haram yiten bir ordu ile beldelerin fethi mümkün olamaz!.."


*****



Mısır seferine gidilirken ordunun korkunç Sina Çölü'nden geçmesi gerekiyordu. Kum fırtınalarının etrafı kasıp kavurduğu, gündüzleri dayanılmaz sıcaklara sahne olurken geceleri dondurucu soğukları davet eden bu çölü dünya- da hiç bir ordu geçememişti. Yavuz Sultan Selim ordusuna moral verici sözler söyledikten sonra atını çöle sürdü.

Herkes yanındaki suyu idareli kullanıyor, namazlar teyemmüm yapılarak kılınıyordu. Yolculuk böyle sürüp giderken Yavuz Sultan Selim'in bir ara atından indiği ve saygılı bir halde yaya olarak yürüdüğü görüldü. Herkes şaşırmıştı ama, kimse sebebini soramıyordu. Padişahın hiç yanından ayırmadığı Hasan Can durumu öğrenmekte gecikmedi. Padişah O'na şunları söylemişti:

"İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde yaya olarak yürürlerken biz nasıl at üstünde olabiliriz Hasan Can?"


*****



Mısır'ın fethinden sonra esir Memluk kumandanlarından Kayıtbay Yavuz Sultan Selim'in huzuruna getirilmişti. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:

"- Söyle bakalım Kayıtbay, cesaret ve kahramanlığın ne işe yaradı?"

"- Cesaret ve kahramanlığım hâlâ var ey Sultan! Yalnız, bize ne yaptıysa ordunuzdaki toplar yaptı!"

"- Anlamadım!.."

"- Berberilerden biri, Venedik'ten top getirerek bize satmak istemişti de, Peygamberimizin, "ok ve kılıç kullanın" şeklindeki emrine aykırıdır diye satın almamıştık. O satıcı bize, "Yaşayan görecektir ki, memleketiniz top yüzünden elinizden çıkacaktır" demişti. Meğer doğruyu söylemişmiş!"

"- Din kaidelerine böylesine bağlı idiniz de, Allah'ın, "Düşmanın silahına aynı silahla karşılık veriniz" emrine neden uymadınız? Bilmez misiniz ki, "Ok ve kılıç kullanın" demek "Başka silah kullanmayın" demek değildir. O zaman o silahlar varmış, şimdi de bu silahlar var!"

Kayıtbay başını önüne eğdi ve sustu.


*****



1517 yılında kazanılan Ridaniye zaferinden sonra kutsal topraklarda huzuru sağlayan Yavuz Sultan Selim ordusuyla birlikte İstanbul'a dönüyordu.

Yolculuk sırasında, İbn-i Kemal adıyla tanınan Anadolu Kazaskeri ve ünlü bilgin Kemal Paşazade'nin atının ayağından sıçrayan çamurlar Padişah'ın kaftanını kirletti.

Kemal Paşazade mahçup oldu, korktu ve ne diyeceğini şaşırdı.

O'nun bu halini gören Padişah tebessümlü bakışlarla süzdükten sonra şöyle teselli etti:

"Senin gibi bir bilginin atının ayağından sıçrayan çamur benim için şereftir. Vasiyetimdir ki, öldüğüm zaman bu kaftan bu haliyle sandukamın üzerine konsun!"

Padişahın sırtından çıkardığı kaftanın çamurları temizlenmedi, öylece saklandı ve vasiyetine uygun olarak ölümünden sonra sandukasının üzerine örtüldü.


*****



İki yıl iki ay süren Mısır seferi sonra ermiş; bugünkü İsrail, Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır, Sudan, Cezayir ve Yemen devletlerinin bulunduğu topraklarının tamamı ile Suudi Arabistanla'la Libya'nın bir kısmı Osmanlı hakimiyetine girmiş, halifelik Mısır Abbasilerinden Türklere geçmiş, Türk toprakları iki mislinden daha fazla büyümüştü.

Şimdi, bütün bu işleri başaran kahraman İstanbul'a dönüyordu. Üstelik O, artık yalnızca bir Padişah değil, bütün müslümanların halifesi idi. İstanbul halkı yediden yetmişe yollara dökülmüş düğün - bayram ediyor, Padişahlarını en güzel biçimde karşılamanın hazırlıklarını yapıyordu.

O büyük kahraman durumun farkındaydı ama alkışlardan, tezahürattan sıkılıp utanacağını düşünüyor, İstanbul'a sessiz sedasız girebilmenin yollarını arıyordu.

Nihayet, yanına aldığı birkaç kişi ile birlikte tebdili kıyafet ederek Anadolu yakasından kayığa bindi ve gece vakti Topkapı Sarayı'na giriverdi.

Ertesi gün şaşalı bir tören için yollara dökülenler, Padişah'ın sarayda olduğunu öğrenince hayretler içinde kaldılar ve ne yapacaklarını şaşırdılar.


*****



Kutsal toprakların huzuru kavuşturulması için düzenlenen bu sefer sırasında götürülen para yetmediği için bir bezirgandan borç alınmıştı. Defterdar, bezirgana teşekkür ettikten sonra bir arzusunun olup olmadığını sordu ve şu cevabı aldı:

"- Verdiğim altmış bin altını istemem; hazineye kalsın. Yalnız, bunun yerine oğluma günde iki akçe ile orduda cebecilik verilsin!"

Defterdar bezirganın bu isteğini Padişaha iletince Yavuz Sultan Selim öfkelendi ve şöyle haykırdı:

"- Böyle kanunsuz bir teklif getirdiğin için seni ve o bezirganı katlederdim ama, el - alem, 'Mekke ve Medine fatihi olan Sultan Selim bir bezirganın malına tamah ettiği için bezirganı ve defterdarını öldürttü' derler. Bundan kaçınırım. Tek elden bezieganın parasını verin ve bana bir daha böyle kanuna uymaz işler getirmeyin!"

Bütün bunlardan sonra, "Hey gidi koca Yavuz bey!" demekten kendimizi alamıyor; bir vesileyle yazdığımız sözü tekrar ediyoruz: "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana kıssalar da hisseler de az!.."


*****



"Her nefis ölümü tadacaktır" ilahi hükmünce Yavuz Sultan Selim Han'n ölüm anı da gelip çattı. Padişah olalı daha sekiz yıl olmuştu, gençti devleti -milleti ve İslam alemi için büyük idealleri vardı ama, ölüm ferman dinlemiyordu.

Kemak Paşazade çok sevdiği Padişahı için bir mersiye yazmıştı. Bu alim kişi, O'nu ve kısa saltanat dönemine sığdırdığı büyük işleri şöyle tasvir ediyordu:

Şems-i asr idi, asrda şemsin
Zıllı memdüd olur, zamanı kasir
Tâc ü tahtıyle fahreder beyler
Fahrederdi ânınla tâc ü serir



Yani, Kemal Paşazade Tavuz'u hem asrın (yüzyılın) güneşi olarak görüyor, hem de ikindi vaktinde gölgesi uzun ama ömrü kısa olan ikindi güneşine benzetiyor. Bütün beyler tac ve tahtlarıyla övünürlerken tac ve tahtın Yavuz Sultan Selim'le övündüğünü dile getiriyor.

Ve, Yavuz Sultan Selim'in naaşı, Mısır seferinden dönüşte Kemal Paşazade'nin atının ayağından sıçrayan çamurla leke olan kaftana sarılıp defnedildi.
 


Ynt: Hikayeler


Bir gün sormuşlar ermişlerden birine, “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”. “Bakın göstereyim…” demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş: “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.” diye de bir şart koşmuş. “Peki…” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine “Şimdi…” demiş ermiş. “Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.” Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyrun” deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

“İşte…” demiş ermiş: “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır. ŞÜPHESİZ, HAYAT PAZARINDA DAİMA SEVGİYİ PAYLAŞANLAR KAZANÇTADIR
 



Ynt: Hikayeler


Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğunu merak etmiş. Kendi bulduğu cevapların hiçbirisi ona yeterli gelmemiş. Başkalarına sormaya karar vermiş. Aldığı cevaplar tatmin etmemiş. Mutlaka bir cevabı olmalıdır diyerek yılmadan sormaya devam etmiş. Köy köy, kasaba kasaba, ülke ülke dolaşmış. Zaman akıp geçmiş. Umudu tükenmeye başlamışken gittiği köylerden birinde, konuştuğu kişilerden biri:
- Şu karşı dağları görüyor musun? Orada yaşlı bir bilge yaşar. İstersen ona git. Belki o senin aradığın cevabı biliyordur. Sana söyler.

Adam yola koyulmuş. Uzun ve zorlu bir yolculuk geçirmiş. Nihayet bilgenin yaşadığı eve ulaşmış. Kapıyı çalmış. Bilge adamı evine davet etmiş. Hal hatırdan sonra bilge adama ne için geldiğini sormuş. Adam hayatın anlamının ne olduğunu sormuş.

Bilge adama demiş:
- Sana bunun cevabını söylerim. Cevabını söylemeden önce bir sınavı tamamlaman gerekiyor.

Adam bu öneriyi kabul etmiş. Bilge adama bir çay kaşığı vermiş. Çay kaşığına zeytinyağı doldurmuş ve adama demiş:
- Şimdi evin dışına çıkıp, bahçede bir tur at. Sonra buraya gel. Zeytinyağını dökmemek şartıyla. Bir damlası dahi dökülürse sana cevabını veremem.

Adam gözü çay kaşığında pür dikkat bahçeyi turlayıp bilgeye dönmüş.

Bilge:
- Kaşıkta yağ eksilmemiş. Bahçede neler gördün, demiş.

Adam şaşkın.
- Kaşığa dikkat etmekten bahçeyi farketmedim, demiş.
- Şimdi tekrar bahçeye çıkıp kaşık elinde bir tur at. Bu sefer bahçeyi inceleyip gel.

Adam tekrar bahçeyi turlamak için çıkmış. Ve bahçenin büyüleyici güzelliğine hayran kalmış. Geri geldiğinde bilge sormuş:
- Bahçede neler gördün?

Adam bilgeye bahçenin güzelliği karşısında büyülendiğini, bahçeye hayran olduğunu anlatmış.

Bilge gülümsemiş ve eklemiş:
- Kaşıkta bir damla bile yağ kalmadı. Hayat senin bakış açınla anlam kazanır. Sadece bir noktayı görürsen, hayatın akıp gider ve sen farkına bile varamazsın. Görebileceğin güzelliklerin tam ortasında hayatını yaşarsın. Akıp giden zamanın gözünde bir anlam kazanır. Hayatın anlamı senin bakış açında gizlidir.
 

Ynt: Hikayeler


9 yaşındaki bir Japon çocuğun en büyük hayali günün birinde çok iyi bir judocu olmaktır. Fakat talihsiz bir trafik kazası sonucu sol kolunu tamamıyla kaybeder. Hem çocuk hem de ailesi yıkılır.Ailesi sırf çocuk oyalansın diye, Japonların en unlu hocalarından birini tutarlar.

Hoca kolları sıvar, çocuğa tek kolla yapabileceği yegane fırlatma hareketini öğretir. Gece gündüz çocukla beraber bu hareketi çalışırlar. Bir müddet sonra çocuk hareketi gayet iyi ve hızlı bir şekilde yapmaya baslar, fakat hocası çocuğa her gün saatler boyu aynı hareketi adeta ezberletir. Çocuk bu hareketten sıkılır ve yeni hareketler öğrenmek istedikçe hocası bu hareketi dünyada en hızlı sen yapana dek çalışmasını ve başka hareket öğretmeyeceğini söyler. Bir müddet sonra çocuk bu hareketi yıldırım hızıyla yapmaya alışır. Bunun üzerine hoca çocuğa artık bir turnuvaya katılma zamanının geldiğini söyler. Olacak şey değildir. Tek kollu bir judocu tek hareketle turnuvaya katılacak. Çocuk itiraz ettikçe hocası “Evlat; sen öğrendiğin hareketi yap, gerisini merak etme” diye öğütte bulunur. 1. tur 2. tur derken çocuk turlar? gayet rahat geçer. En nihayet finale gelir.. tek hareket bilgisi ile finale kadar gelen çocuğun finaldeki rakibi bölgenin en iyi judocusudur. Çocuk dev cüsseli rakibini görünce korkar. Hocası yine sakindir, “evlat sen bu harekette dünyada teksin, kendi oyununu yap yeter” der. Çocuk rakibine kendi hareketini şimşek hızıyla uygular, rakip kalktıkça aynı hareketi yineler. İnanılır gibi değildir, çocuk tek kolla tek hareket sayesinde şampiyon olmuştur.

Çocuk dayanamaz ve hocasına sorar “hocam inanamıyorum, ben nasıl şampiyon oldum?” der.

Hocası yine sakin ifade ile söyle cevaplar, “Bu zaferin iki sırrı var oğlum. Birincisi judonun en güç hareketlerinden birini çok iyi yapabilmendir. İkincisi bu harekete karşı tek bir savunma vardır. O da hareketi yapanın sol kolunu tutmak!…
 


DÜRÜSTLÜĞÜN BÜYÜK ÖDÜLÜ

Bir zamanlar giderek yaşlanan ve arkasında bir veliaht bırakması gerektiğini anlayan Japon bir hükümdar varmış.
Vezirlerinden veya çocuklarından birini veliaht seçmek yerine farklı birşey yapmaya karar verdi.
Ülkesindeki bütün gençleri huzuruna çağırdı ve onlara şöyle seslendi.
Aartık tahttan çekilmenin ve yerime yeni bir hükümdar seçmenin vakti geldi. Hükümdar olarak içinizden birini seçeceğim.
Gençler bu sözleri şaşkınlıkla dinliyorlardı. Hükümdar sözlerine devam etti.
Bugün herbirinize tohum vereceğim. Tek bir tohum.... O tohumu ekmenizi, sulamanızı ve bir yıl sonra çıkan bitkiyi bana getirmenizi istiyorum. O zaman ben bitkiler hakkında hüküm verip benden sonra tahta geçecek hükündarı belirleyeceğim.
Saraya çağırılanlar arasında Ling isminde bir genç vardı ve onada bir tohum verildi.
Ling tohumu itina ile ekti, suladı pencere kenarında baktı. Hergün kontrol ediyor açıp açmadığına bakıyordu.
Üç hafta sonra, Ling in mahallesindeki gençler çiçeklerin nasıl açıp nasıl büyüdüğünü anlatıyorlardı. Ling saksısının içinde büyüyen hiçbirşey görmüyordu.
Nihayet 1 yıl geçti ve ülkenin gençleri hükümdarın huzuruna geldiler. Ling, annesine boş bir saksıyı götüremeyeceğini söylediyse de annesi dürüst olmasını öğütledi.
Saraya ulaştığında diğer gençlerin yetiştirdiği çeşit çeşit bitkiler karşısında hayrete düşmüş.
Hükümdar gençlerin yanına geldi ve bitkileri inceledi. Bu arada, Ling arkalara kaçıp gizlenmeye çalışıyordu.
Nekadar da büyük ağaçlar ve bitkiler yetiştirmişsiniz öyle dedi hükümdar. Bugün içinizden biri yeni hükümdar olarak tayin edilecek.
Birden imparator elinde boş saksıyı tutan Lingi gördü. Yanına getirmelerini emretti. Hükümdar Lingi yanına aldı, sonra kalabalığa ilan etti.
Yeni imparatorunuzu selamlayın adı Ling. Ling kulaklarına inanamadı. Hükümdar konuşmasına devam etti.
Sizlere vermiş olduğum tüm tohumlar kaynatılmıştı ve o yüzden de bunların filiz açmalarına imkan yoktu. Tohumların büyümediğini görünce sizler yerine başka tohumlar diktiniz. Sadece Ling kendisine verdiğim tohumu diktiği saksıyı deyiştirmrden boş saksıyı bana getirme cesaretini ve dürüstlüğünü gösterebildi. bu yüzden yeni imparatorunuz o olacak.
İmparator dürüstlüğü bu şekilde ödüllendirerek Japonyanın geleceği il ilgili çok büyük bir yön de kazandırmış oldu.
 




Ynt: Hikayeler


Dere tepe, dağ ova dolaşmasını seven tek gözlü bir adam varmış. Yürür yürür gidermiş, gider gider yürürmüş.

Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir köy görmüş; alacalı bulacalı garip bir köy. Yaklaşmış köye doğru. Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün…

Girince köyün içine anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası. Kadınların, erkeklerin, çocukların, velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri…

Gezginci adam karar vermiş burada yaşamaya:

Hiç değilse benim bir gözüm var, diyormuş.

Körler ülkesinde şaşılar kral olur, derler. Ben de bunların başına geçer yaşarım.



Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış. Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyorlarmış.

Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların. Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş.



Bir gün körlerden biri öteki körün malını aşırmış. Sadece tek gözlü adam görmüş bunu. Bağırarak ilan etmiş:

- Filanca malını çaldı falancanın.

Körler:

- Nereden biliyorsun o kadar uzaktan duyulmaz ki, demişler.

- Ben duymadım, gördüm. Gözüm var benim. Görüyorum.

Körler göz diye, görmek diye bir şey bilmiyorlarmış. Uzun yıllar içinde çoktan unutmuşlar bu hissi.

- Ne demek görmek, demişler, nasıl görüyorsun yani, duyulmayacak mesafeden anlıyor musun ne olup bittiğini?

- Anlıyorum tabii…

- inanmayız, imtihan edeceğiz seni…



Adamı almışlar, uzakça bir yere dikmişler. Tecrübeleriyle biliyorlarmış o uzaklıktan hiçbir şeyin işitilmeyeceğini.

- Anlat bakalım, şimdi biz ne yapıyoruz, demişler.

Adam anlatmış:

- Oturuyorsunuz, konuşuyorsunuz, Şu ayağa kalktı, bu elini oynattı, beriki bacağını sallıyor vs…

Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar:

- Anlatsana…

- İçeri girdiniz göremiyorum ki…

Körler bilmedikleri için içeri girmenin ne olduğunu:

- Ne olmuş yani içeri girmişsek. Elli santim fark etti, anlat anlat, demişler.

- Arada duvar var görmüyorum.

Körler :

- Sen atıyorsun, demişler. Demincek tesadüf etti.

Bak, şimdi bilemiyorsun.

- Çıkın dışarı, söyleyeyim.

- Bu kadar uzaktan duyunca ha içersi, ha dışarısı, ne çıkar yani…

- Ben duymuyorum, ben görüyorum, diyormuş adam.

- Öyle şey olmaz, demiler. Sende bir bozukluk var. Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun. Hekime muayene ettireceğiz seni…



Adamı yaka paça köyün hekimine götürmüşler. Hekim de kör tabii… Elleriyle yoklamaya başlamış adamı. Yoklamış ve parmaklarını adamın yüzünde gezdirirken:

- Buldum, demiş. Bozukluk burada…

Adamın açık olan gözünü kastediyormuş hekim ve:

- Saçmalaması bundan dolayı, diyormuş. Ben şimdi hallederim, düzeltirim onu…

Körler ülkesine kral olmaya kalkan gezginci zor bela kurtarmış kendini oradan.

Körler görenleri anlayamazlar. Saçmalıyor sanırlar ve onu da düzeltip kendilerine benzetmek için gözlerini çıkarmaya uğraşırlar.

H. G. Wells
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,773
Mesajlar
1,523,669
Kayıtlı Üye Sayımız
166,592
Kaydolan Son Üyemiz
Ömer Deniz Önder

Çevrimiçi üyeler

SON MESAJLAR

SON KONULAR



Geri
Üst