Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan MK51 Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 146
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 36,823
Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Sevginizi Söylemekte Geç Kalmayın

LİSE 1.SINIF

İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için “benim en iyi arkadaşım” diyordum. Ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum. Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için o günün notlarını istedi ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum.

LİSE 2.SINIF

Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana askın nasıl kalbini kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi,
bende tabi ki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim 2 saat sonra Drew Barrymore’un bir filmi başladı ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi,
bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum.

SON SINIF

Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemeyecek” dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, “en iyi arkadaş” olarak. Ve partiye birlikte gittik, o aksam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum. Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana “hayatimin en güzel zamanını geçirdiğini” söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum.

Aradan yıllar geçti.

Bir gün bir nikâh dairesinde ve o kızın nikâhını izliyorum. Evet, artik evleniyordu, onun “evet, kabul ediyorum” demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum.
Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve nikâhıma geldin teşekkürler ” deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum
ama çok utanıyordum.

Yıllar çok çabuk geçti.

Şu an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum,
eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı. Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi.

“ONUN GÖZLERİNE BAKARAK ONUN BENİM OLMASINI DİLEDİM. AMA O BANA BENİM ONA BAKTIĞIM GÖZLE BAKMIYORDU BUNU BİLİYORDUM. ONU SADECE ARKADAS OLARAK İSTEMEDİĞİMİ BİLMESİNİ İSTİYORDUM, ONU ÇOK SEVİYORDUM AMA SÖYLEYEMİYORDUM
NEDENİNİ BİLMİYORUM AMA ÇOK UTANIYORDUM. KEŞKE BANA BENİ BİR KEZ SEVDİĞİNİ SÖYLESEYDİ.”

Böyle kaybetmektense sevdiğinizi söyleyerek kaybedin !
 

Etiketler
Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)


İyilikler düşünüp
Kötülükler ettik..
Sevgiler çığ gibi büyüdü içimizde
Söyleyemedik..
Sözcükler kırılıp kaldı dudaklarımızda
“ Seni seviyorum , seni seviyorum “ diyemedik..
Çıkıp dağlara haykırmak vardı
Belki erkeklerde ağlardı
Bilemedik…

Dr. Fahir Tüzün
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

"Hükümetler, Otoriteler ve Kocalar yanıldıklarını hiç bir zaman kabul etmezler"

Balzac
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi...

Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar.

Adam çok susamıştı...
Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular.

Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın...

Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:
"Affedersiniz... Burası neresi?"
Kadın ona gülümsedi: "Burası cennet, efendim".

Adam bunun üzerine sevinçle "harika!" dedi.
"Peki bana biraz su verebilir misiniz? Gerçekten çok susadım"....

Kadın cevap verdi:
"Tabi efendim, içeri girin... İçeride dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz"...
Adam köpeğine döndü, "hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü...
Ama kadın birden onu durdurdu:
"Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez... Hayvanları içeri almıyoruz"...

Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular...

Bir süre sonra kendilerini bu kez tozlu, çamurlu bir yolda buldular.
Ve yolun sonunda karşılarına, çiftlik girişini andıran bir kapıyla, yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı...

Adam sordu:
"Affedersiniz... Bana biraz su verebilir misiniz?"...

Dede; "içeri gel" dedi... "kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var"...

Adam sordu:
"Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?"

Dede; "Tabii" dedi... "çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kase bulacaksın"...

Bunun üzerine adam kapıdan girdi, biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu...

Adam çeşmeden, köpek de kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler...

Derken adam geri giderek, girişte bekleyen dedeye sordu:
"Su için çok teşekkür ederim... Peki burası neresi?"...

Dede; "Burası cennet" dedi.

Bunu duyan adam şaşırdı.
"Ama nasıl olur, az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da cennet olduğunu söylediler"...

Dede; "Şu rengarenk çiçeklerle süslü, altın kapılı yer mi?" dedi... "ama orası cehennem"...

Adam iyice şaşırmıştı;
"Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz?...

Dede gülümsedi:
"Kızmıyoruz... Çünkü onlar, kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar"...
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Denizli'de arastirma yapmak icin kamp kuran bir grup universite ogrencisi, kamp yakinina tuneyen bir Denizli horozunun sabahin erken saatlerinde yuksek sesle otmesinden cok rahatsiz olmuslar...

Sabahin korunde ortaya cikan horoz, once dikleniyor, sonra dakikalarca otuyormus...
Tabii ekipte ne uyku ne de huzur birakmiyormus.. .

Sonunda sabirlar tukenmis...
Susturmak icin baslamislar horozu kovalamaya.. . Horoz onde.. Gencler pesinde...
Mahalle arasina dalmislar... Kovalamacayi goren, fakat bir anlam veremeyen yasli dede, seslenmis:

- Hey, evlatlar!.. Bu zavalli horozu niye urkutuyorsunuz? ..

- Dede, sabahin korunde otmeye basliyor, kampi ayaga kaldiriyor. O yuzden basini kesecegiz!..

- Yaziktir evladim yapmayin!.. demis ihtiyar, birakin, ben onun sesini keserim, bir daha da rahatsiz etmez sizi...

Gencler bunun uzerine kovalamayi birakmislar.

Ertesi sabah, hafif "gak - guk" sesleri disinda horozdan kayda deger hicbir ses cikmadigini gorunce de sasirip dedeye kosmuslar:

- Yahu dede, ne yaptin da bu horozun sesini kestin?..

Ihtiyar gulmus:
- Kicina zeytinyagi surdum. Horoz kabararak otmeye yeltendiginde, gerisi tutmuyor ki kuvvet alsin... Ancak "gak - guk" edebiliyor.. .

Kissadan hisse:
Arkan saglamsa, istedigin kadar kabarir, diklenir, sozunu dinletirsin.
Arkan bir gevsemeye gorsun, ancak "gak-guk" edersin...
 



Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Vazgeçiş

Enstrüman seçmek için bir karar almam gerekiyordu. Ya keman çalacaktım, ya piyano, ya flüt çalacaktım ya da akordeon...
Olmadı, hepsini istedim, hiçbirinden vazgeçemedim. Yıllar geçtikten sonra her enstrümanı iyi çalabiliyorum ; ama hiçbirinde virtuoz değilim.
Bir enstrümanla isim yapamadım. Ne kemanla tanınan bir eserim var, ne de piyanoyla... Bütün enstrümanlari iyi çalıyorum, ama kimse tanımıyor beni.
Başarılı olmak için her şey değil, bir şey lazımmış. Keşke kemanı seçseydim ve diğerlerinden vazgeçseydim.

Başarı bir verişmiş ; bir şeyi alabilmek için birşeyi vermek, diğerlerinden vazgeçmek gerekiyormuş.

Karıma da hayatı zindan ettim, sevgililerime de... Hiçbirinden vazgeçmedim.
Yani... Evlilik sadece birisi için karar almak ya, diğerlerinden vazgeçmek... İşte evlenirken ben bunu anlamadan evlenmişim.
Evlendikten sonra başka kadınların da olduğu bir hayatı yaşamaya devam ettim. İçlerinden bazılarını daha çok sevdim ; ama ne onlardan birinde, ne de karımda karar kılabildim.
Yıllar sonra şimdi yapayalnızım... Ne karım kaldı, ne de diğerleri... Keşke birini gerçekten seçebilseymişim, ama, yapamadım. Çok kadın, hiç kadınmış !!! Tıpkı enstrüman seçimi gibi hepsini istedim ve sonuçta elim boş kaldı.

Almak için bırakmak gerekiyormuş. Dolu dolu boş yaşamak.

Hayatım boyunca yapacak çok işim oldu ; hepsini yapmayı istedim.
Hangisinde 'en iyi' yim? Şimdi bakıyorum, kazananlar, başarılı olanlar hep bir tek şey yapmışlar.
En iyi olmak için önce seçmek ve diğerlerini bırakmak gerekiyor. İşte de böyle, özel yaşamda da...
Bu seçimi yapmamız gerekiyor ; çünkü mutlaka bazıları daha uygun...

Bir ara ekonomik sıkıntıya düştüm. Tasarruf gerek. Başladım her şeyden %10 kesmeye, ne anlamsız bir uğraşmış bu.
%10 daha az peynir yemek, çay içmek. Bu tasarruf çok acı verdi bana, her an hissettim.
Her şeyden %10 kesmek tabiatima uygundu tabii.
Çok sonradan anladım ; sadece taksiyle dolaşmayı bıraksam yetermiş!
Her kalemden %10 değil, etkili kalemi bulmak gerekiyormuş. Yani, orada da seçim yapmak gerekiyormuş...

Her seçim bir kaybettirir!... Her tercih bir vazgeçiştir çünkü...

Sabah işe gitmekle, yatakta nefis bir miskinlik fırsatından vazgeçmiş olursunuz. Kalkar kalkmaz hayat bin seçeneği dayar burnunuzun ucuna... 'Ne giysem' telaşından, öğle yemeğinde 'ne alırdınız?' diye başucunuzda biten garsona, 'hangi kanaldaki filmi izlesem' kararsızlığından 'bize oy verin' diye bağırışan partilere kadar her şey, herkes, her an sizi ısrarla bir tercihe zorlar.
Yastığınıza teslim olmuşsanız, belki dışarda ışıl ışıl bir günden vazgeçmiş olursunuz.

Bahar esintileri taşıyan bir elbise belki o gün yaşamınızı ışıldatabilecekken, ağırbaşlı bir sadeliğe karar vermekle muhtemel bir tanışıklığı tepersiniz.
Belki yemediğiniz musakka, ısmarladığınız izmir köfteden daha lezzetlidir. Ya da öbür kanaldaki film, o anki ruh halinize daha uygundur. Ama yaşam, vazgeçtiğiniz şeye ilişkin ipucu vermez. Geri dönüp, o günü gökkuşağı desenli bir elbiseyle yeniden yaşama şansınız yoktur.
Bu seçim oyununda vazgeçtiğiniz şey, seçtiğinizden daha değerliyse pişmanlık kaçınılmazdır.
Ama neyin değerli olduğunun kararı da yine size aittir.
Ve vazgeçtiğiniz şey bazen bir saray, bazen şöhret sahnesinin parıltılı neonları da olsa, çoğu zaman gözünüz hiç arkada kalmaz.
Çünkü duvarlarına sevdiğinizin kokusu sinmiş bir ev ya da sevdiğiniz kadınla paylaşamadığınız bir saray sizin borsada kolay feda edilebilir değerlerdendir.
Hayata bir başka gözle bakmayı öğrendiyseniz, bu seçimde kazandıklarını sananlara yalnızca acıyarak gülümsersiniz.

Her şeyin sıradanlaştığı bir dünyada bazen kaybetmek en doğru seçimdir.

Ve o dünyada en yerinde tercih ; Vazgeçiştir.
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Adalet Hanım

Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insana ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı.
Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti.

Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın
'Günaydın Anne, Günaydın Baba' dedi.
Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü.
'Günaydın Kocacığım' dedi.
Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız
çocuklara bakıp 'Günaydın Evlatlarım' dedi.
Tüm çerçevelere kısaca göz atıp 'Sizleri, hepinizi çok özledim' dedi.
Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi.Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama 'Bir taksi istiyorum' dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu. Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu.
'Patlama be adam' dedi.
Nihayet taksiye binebildi. 'Teyze hoş geldin' dedi 25-30 yaşlarındaki şoför.
'Nereye gidiyoruz?'
Kadın kısa bir sessizliğin sonunda 'Tüm bir gün beni taşırmısın?' diye sordu. 'Sana 500 lira veririm.'
Adam küçümser bir gülümseme ile, 'Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze' dedi.
Kadın gülümsedi
'O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?'
'Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?'
'Anıtkabir'e'
'Anıtkabir'e mi?
'Evet'
'Tamam teyzeciğim'
'Yaş kaç teyzeciğim?'
'Seksen sekiz'
'Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim'
'Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum'
'Haklısın teyzecim'
Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti. Şoför 'Teyzeciğim geldik' dedi. Dalgın görünen kadın 'Evladım burada yardımına ihtiyacım var' dedi.
'Benimle gel'
Adam şaşırmıştı. 'Tabii teyze' dedi. Kuşkulu gözlerle 'Bizi buraya alırlar mı?' diye sordu. O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda
irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak
'Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?' dedi.
'Hayır'
'Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?'
'Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme'
'Ee o zaman'
'Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben'
Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı. Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde
'Nasıl çıkacaksın Teyze?' diye sordu.
'Her ay nasıl çıkıyorsam öyle'
'Her ay geliyormusun?'
'Evet'
Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu
sözlerin döküldüğünü fark etti.
'Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım'
Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra 'Hadi gidelim' dedi.
Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı.
'Yoruldun mu Teyze' dedi.
Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra
'Evet hem de çok yoruldum' diye cevapladı.
'Nereye gidiyoruz?'
'Bankaya'
Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.
'Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?'
'Sor bakalım evladım'
'Anıtkabir'de Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?'
'Uzun hikaye evladım'
'Olsun be teyze anlat ne olur'
'Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende 'Adalet' dedim. Bunun üzerine
'Ne güzel ismin varmış' dedi. 'Okulu bitirince ne olacaksın' dedi bana. Hemşire dedim. Oda
'Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır' dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı
'Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın' dedi .'
'Sen ne dedin peki?'
'Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.'
'Peki olabildin mi Adalet Teyze?'
'Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.'
'Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze'
'Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin'
'Haklısın Adalet Teyze. Bu bankamı gelmek istediğin'
'Evet'
'Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?'
'Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım'
'Osman teyzeciğim'
'Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?'
'Tamam teyzeciğim'
Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. 'Kim
bilir neler yaşamış, neler görmüştür' diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.
'Hoş geldin Hakim Teyze'
'Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti.'
'Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?'
'Yok aksine hoşuma gitti. Sağol'
'Nereye gidiyoruz?'
'Seyranbağlarına'
'Tabii'
'Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen'
'Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik rahmetli kocamla'
'Ne iş yapardı amca?'
'Subaydı.'
'Ne zaman vefat etti?'
'1952′de'
'Çok olmuş.Gençmiş'
'Kore savaşında şehit oldu.'
'Allah rahmet eylesin Hakim teyze'
' Sağol'
'Seyranbağları'na geldik nereye gideceğiz?'
'Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.'
'Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben'
'Yok bekle burada'
Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. 'Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu' yazısını okudu. Anlam veremedi. 'Bu kadın burada ne yapar ki?' diye düşündü.
Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın
'Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin' dedi.
Adalet hanım, buğulu gözlerle 'İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın' dedi.
Araba hareket etti.
'Nereye Hakim Teyze?'
'Hemen iki sokak öteye'
İki sokak ötedeki bu binada da 'Ankara Seyranbağları Huzurevi' yazıyordu.
'Bekle beni'
'Tabii Hakim Teyze'
Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra
oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
'İyi misin Hakim Teyze'
'İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor'
'Nereye gidiyoruz?'
'Cebeci Asri Mezarlığına'
'Tamam'
'Teyze nerelisin sen?'
'Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke'ye döndük. Allah'a Şükür Babam'da sağ salim döndü savaştan.'
'Sonra ne oldu?'
'Liseye Aydın'a gönderdi babam. Orada Atatürk'le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..'
'Çocuğunuz var mı?'
'Bir kızım bir oğlum vardı.'
'Neredeler şimdi?'
'Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.'
'Ne güzel'
'1978′de Fransa'da Ermeniler öldürdüler.'
'Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun.. O da babası gibi şehit oldu yani'
'Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.'
'Amin. Ya kızın?'
'O eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999′da depremde hepsi vefat ettiler.'
'Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma'
'Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol'
'Geldik Teyze'
'Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.'
'Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.'
'Yok beni alacaklar buradan'
'Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.'
'Çocukların var mı?'
'İki tane ellerinden öperler.' Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
'Adları nedir?'
'Kemal ve Ayşe'
'Oğlumun adı da Kemaldi.'
Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..
'Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi
içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.'
Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.

Ertesi gün Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.
'Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ'a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ'ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.'
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik.
Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı. Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu.
Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.
Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı.
Sordum: 'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.' Taksi şoförü bana, şimdi 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.
Şoför pek çok insanın çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta çöp dolu olarak dolanıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler.
Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.
İşin ana fikri şu ki, başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler. Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.'
Hayat %10’yla ne yaptığınız, %90 onu nasıl alıp karşıladığınızdır.
Sevgiyle kalın,

Son olarak, yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez...
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

9/2/2008 - Gülse Birsel'den 'Mutluluğun sırrı'...

Gülse Birsel'den 'Mutluluğun sırrı'...

Toplanın, mutluluğun sırrını veriyorum!

Bir kere şu ortaya çıktı: Para, mutluluk getirmiyor kardeşim! Modern dünya, sadece 'daha zenginlerin', 'daha az zenginlerden' biraz daha mesut olduğunu, bu saadetin de 'üstünlük' hissinden kaynaklandığını ve uzun sürmediğini keşfetti! Psikologlar 'mutluluk' konusuna takmış durumdalar. Temel ihtiyaçları karşılandığı sürece, daha fazla para ekstra bir mutluluk getirmiyor.

Peki, kim, niye mutlu oluyor? Time dergisinin son sayısı, birçok bilim adamının bu konuda yaptığı araştırmalardan çıkan ilginç sonuçları konu alıyor. Mutluluk, bizim sandığımız etkenlerden çoğuyla hiç bağlantılı değil!

Para? Hiç alakası yok!

Eğitim? Hiç etkisi yok!

Zekâ? Aynı şekilde!

Gençlik? Bilakis! Yaşlıların hayattan gençlere göre daha çok zevk aldıkları ve depresyona daha az meyilli oldukları kanıtlanmış!

Evlilik? Araştırmalara göre, evli insanlar bekârlara göre biraz daha mutlu olsa da, bunun sebebi zaten mutlu olmaya meyilli insanların evlilikleri daha kolay yürütmesiyle ilgili olabilir!

Güneşli havalar? Hayır! Amerika'nın bol yağmurlu bölgelerinde yaşayanların Kaliforniyalılara göre daha depresif olmadığı kanıtlanmış!

O zaman insanları mutlu eden ne?

Bulgulara göre dini inanç insanların mutluluğunu artıran önemli bir etkenmiş. İnanan insanlar zorluklara karşı daha kolay göğüs geriyor ve daha iyimser oluyorlarmış.
Arkadaşlar, mutsuzluğa karşı müthiş bir ilaçmış! Ahbapları, dostları, aileleri ve çevreleriyle daha yakın ve sık ilişki kuran insanlar karamsarlıktan uzak kalmak için en etkili formülü bulmuşlar.


Bu arada, mutlu olmak için bir grup psikoloğun kullandığı 'gün inşa etme' metodundan bahsetmek lazım. Denekler bir gün önce dakika dakika ne yaptıklarını hatırlayıp, bu aktivitenin onların açısından mutluluk düzeyini birden yediye kadar işaretliyorlar. Bu test 900 kişide uygulanıyor. Sonuçlar ilginç...


En çok mutluluk veren aktiviteler, arkadaşlarla sosyalleşme, evde yatıp gevşeme, dua etme ve yemek yeme... Bunları spor yapma ve televizyon seyretme takip ediyor. Tuhaf ama 'çocuklarla ilgilenmek' listenin en altlarında, ev işinin bir sıra üstünde yer alıyor! Çoğu insanın hayatında mutluluğunun kaynağı olarak gördüğü çocukların, günlük hayatın mutsuzluk sebeplerinden biri olması ilginç! Demek ki, mutlu ettiğini sandığınız her şey mutlu etmiyor! Ancak, günlük hayatta insanı sinirlendiren, geren, mutsuz eden ufak tefek olaylar, hayatın genelinde mutluluk kaynağı olabilirmiş! Sürekli şikayet ettiğiniz stresli işiniz, hayatınızın en önemli rengi olabilir örneğin.

Psikologların bu konuyla ilgili edindiği farklı bir bulgu da: 'Sonların gücü'! Sözgelimi, sizi çok mutlu eden bir ilişki, son bir haftasında berbat kavgalar ve gözyaşı dolu bir ayrılıkla sonlanıyorsa, bütün hayatınız boyunca o ilişkiyi kötü hatırlıyorsunuz!
Bu konu, kolonoskopi yaptıran bir grup insan üzerinde test edilmiş. Biliyorsunuz kolonoskopi, bağırsaklarla ilgili rahatsız edici, biraz acılı bir muayene metodu. Bir grup hastaya standart kolonoskopi yapılmış. Diğer grupta ise kolonoskopi aleti, muayeneden sonra 60 saniye hareketsiz bırakılmış. Hastalara acı veren bölüm aletin hareketleri olduğu için, uygulama 60 saniye daha uzun sürdüğü halde, muayenenin sonu 60 saniyelik acısız bir zaman dilimiyle bittiği için, ikinci gruptaki hastalar, uygulamayı, ilk gruba göre daha az rahatsız edici bulmuşlar!

Peki, herkes mutlu olabilir mi? 1996'da yapılan bir araştırmaya göre, bir insanın hayatından memnun olması, yüzde 50 oranında genetik yapısına bağlı! Genler neşeli, rahat bir kişilik yapısını, stresle başa çıkma kapasitesini, depresyon ve endişeye mehili yönlendiriyor! Eğer bir insan genetik olarak mutluluğa meyilliyse, başına berbat şeyler de gelse, hatta kaza sonucu bir uzvunu bile kaybetse, zaman içinde, eski mutluluk seviyesine ya da ona yakın bir noktaya dönebiliyor!


Bütün psikologların üzerinde fikir birliğine vardıkları üç mutluluk formülü var:
Şükretmek, iyilik yapmak ve yaptığın işi sevip daha çok konsantre olmak! Şükretmek, hayattan duyduğun memnuniyeti ifade etmek, hatta bunu düzenli olarak yazmak ve söylemek, sadece insanın keyfini yerine getirmekle kalmıyor; Kaliforniya Üniversitesi'nin araştırmasına göre fiziksel sağlığı düzeltiyor, enerji seviyelerini yükseltiyor, acı ve yorgunluğu azaltıyor! İyilik yapmak, sözgelimi düzenli olarak bir huzurevini ziyaret etmek, bir komşuya yardım etmek, babaanneye mektup yazmak, mutluluk derecesini ani ve dramatik biçimde artırıyor!
Ne para, ne aşk, ne güneş, ne gençlik. Yaptığınız işi sevip, o işe bütün konsantrasyonunuzu ve enerjinizi severek vermek de, mutluluğun formüllerinden biri. Marangoz olsanız da, doktor olsanız da böyle. O kadar araştırma, kolonoskopide ekstra 60 saniyeye katlanan denekler (!), yazışmalar, toplantılar, istatistikler... Psikologlar yine bize anaokulunda öğretilenlerle kutsal kitaplarda yazılanları bulmuşlar:

Mutlu olmak için çalış, iyilik yap, şükret!
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

DUVARI AŞAMIYORSAN BİR KAPI AÇ

Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy, multimilyoner Elmer Kelen'in portresini yapmak için görevlendirilmişti.
Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı.
Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen'e yeterince benzediği görüşündeydi. Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin
kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti.
Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner
stüdyodan ayrılırken sanatçı bir ricada bulundu :
Portreyi size benzemediği için reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?
Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu.
Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı. Kelen'in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy'nin yaptığı portresinin üzerinde 'Bir Hırsızın Portresi' etiketiyle teşhir edildiğini gördü. Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi. Müdür reddedince Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti. Bunun üzerine müdür Kelen'in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı.
Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı. Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, ayni zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dönüşmüştü. Çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatının eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.

Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti :

Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.

Dr. Charles C. Lever
 



Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu. Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu. Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; “Umarım değişir..” dedi şefkatle. Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona “çirkin ördek yavrusu” diye sesleniyorlardı.
Zavallı yavru o kadar mutsuzdu ki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi. Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu. Mola verdi. Bir yanda açlık, bir yanda korku…Ama yapabileceği hiç bir şey olmadığından derin bir uykuya dalmakta gecikmedi.

Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anladı. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu. Birden bir tüfek sesi ile irkildi. hiç zaman kaybetmeden oradan uzaklaştı. Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir çiftlikte buldu. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu. Ateşin yanında uyumasına izin verdi. Fakat yavru ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı.

Günlerce bir göl bulabilmek için rasgele yoluna devam etti. Sonunda bir göl kıyısına ulaştı. Bu arada yalnız başına yaşamayı öğreniyordu. Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu. Kendisi farkında olmadan görüntüsü değişiyordu. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu.

İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar. Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyordu.Birden bire suda aksini gördü. O da ne!…

Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etti. Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu.
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

> Karanlıktaymışlar.
> İki embriyo, bir ana rahminde....
> Her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...
> Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...
> Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş.
> Elleri, ayakları belirginleşmiş.
> Gözleri çıktıkça meydana,
> İkisi de çevrede olup biteni fark etmiş...
> Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu...
> Sıcak, ıslak, sevgi dolu...
> 'Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki' demişler, '...bize ne mutlu...'
> Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.
> Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler.
> Onları besleyip büyüten kordonu fark edince
> O kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.
> Sonra başlamış bir varoluş tartışması:
> 'Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk' diye sormuş ikizler...
> 'Annemiz' demiş biri, 'O bizi var etti, bize can verdi.'
> 'Ne biliyorsun' diye itiraz etmiş öteki, 'Sen hiç Anneni görmedin
> ki...':
> 'Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için
> uydurduğumuz bir şeydir.'
> Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.
> Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler.
> Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...
> Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...
> Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek;
> Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.
> '- Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz' diye fısıldamış
> ikizlerden biri efkarla...
> '- Ben gitmek istemiyorum' diye diretmiş öteki; 'doyamadım ki daha
> hayata...'
> '- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan
> sonra hayat vardır.'
> Sormuş karamsar olan:
> '- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra
> başımıza neler gelecek?'
> Şiirle cevaplamış iyim ser olan:
> 'Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok
> seferinden...'
> Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış.
> Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış.
> Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.
> Ve 'ömrümüz bitti' diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar.
> Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu,
> Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.
>
>
> Bu bir CAN DUNDAR Yazısıdır,
>
> hayatı sadece dünyadan ibaret sananlar
> gibi, yaşamlarının sadece ana rahminde olduğunu ve doğunca öleceklerini
> sanıyorlar..
>
> Kimbilir belkide bizde
> yanılıyoruz onlar gibi...
> Ölünce ölmüş değil,
> belkide doğmuş olacaz..
> Nerden bilebiliriz ki!
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Bildiğiniz gibi Apollo astronotlarından biri olan Neil Armstrong, aya ilk adım attığı zaman sadece o ünlü, " Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım " sözünü söylememiştir.

Ayrıca uzay gemisine tekrar binmeden önce, şu esrarengiz sözü de söylemiştir:

" İyi şanslar Bay Gorsky ..."

NASA'da bulunan bir çok kişi, ilk başta bunun, rakipleri olan Rus kozmonotları için öylesine söylenmiş bir söz olduğunu düşündüler. Ama daha sonra, böyle bir kişinin ne Rus, ne de Amerikan uzay programlarının birinde bulunmadığını ortaya çıkardılar.

Yıllarca birçok insan Armstrong' a, " İyi şanslar Mr. Gorsky " nin ne anlama geldiğini sorup durdu, ama her seferinde Armstrong, bu sorulara sadece gülümsemekle yetindi. Yalnızca 5/08/1995'de, bir röportaj esnasında, muhabir konuyu 26 yıl önce söylenmiş o ünlü söze getirdi. Ama bu sefer Armstrong soruyu yanıtsız bırakmadı, çünkü Mr. Gorsky ölmüştü ve Armstrong da bundan dolayı bu soruyu artık yanıtlayabileceğini düşünmüştü.

Armstrong, küçük bir çocukken, arkadaşıyla beraber evinin arka bahçesinde beyzbol oynuyormuş. Arkadaşı bir esnada topa öyle bir vurmuş ki, top, Armstrong'un komşularının yatak odasının penceresinin önüne düşmüş.

Burada Bay ve Bayan Gorsky oturuyormuş. Topu almaya gittiği sırada küçük Armstrong, Bayan Gorsky'nin Bay Gorsky'e bağırarak söylediği şu sözlere kulak misafiri olmuş:

" Oral seks ! Her zaman oral seks istiyorsun ?! Oral seksi ancak yan tarafta oturan çocuk ayda yürüdüğü zaman görebilirsin . "
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Önceki Peygamberlerden birisi, bir gün bir rüyâ görür. Rüyâsında kendisinden, sabahleyin kalkınca karşısına ilk çıkan şeyi yemesi, ikinci olarak karşılaştığı şeyi gizlemesi, üçüncü olarak karşılaştığı şeyi kabûl etmesi, dördüncü olarak, karşılaştığını yeise, ümitsizliğe düşürmemesi, beşinci olarak karşılaştığından da kaçması istenir.

Sabah olur. O peygamber aleyhisselâm kalkınca, karşısında gözüne ilk çarpan büyük ve kapkara bir dağ olur. Bu manzara karşısında duraklar, hayrete düşer ve kendi kendine, “Rabbim bana onu yememi emretti. Rabbim bana, gücümün yetmeyeceği şeyi emretmez” diye düşünür.

Onu yemeğe azmederek oraya doğru yürür. Fakat yanına yaklaşınca dağ birden küçülür, küçülür ve baldan daha tatlı bir lokma hâline gelir. Peygamber onu yiyerek yola koyulur.

Biraz gidince karşısına altın bir tas çıkar. Hemen bir çukur açarak onu toprağa gömer ve tekrar yola koyulur. Fakat biraz gittikten sonra dönüp arkasına baktığında altın tasın toprağın üstüne çıkmış olduğunu görür. Geri döner. Onu tekrar gömerek yine yoluna devam etmek üzere hareket eder. Fakat biraz gidince yine dönüp geriye baktığında, altın tasın yine dışarıda olduğunu hayretle müşâhede eder. Bu dönüp gömmeler birkaç defa tekrarlandığı hâlde altın tas yine üste çıkar. Nihâyet peygamber, “Ben, Rabbimin bana olan emrini yerine getirdim” diyerek onu gömmek için bir daha geri dönmez ve yoluna devam eder.

Biraz gidince, kendisine doğru gelen bir kuşla karşılaşır. Kuşun peşinde de bir şâhin var. Kuş, “Ey Allahın nebîsi, beni kurtar” diyerek Peygamberden yardım ister, Peygamber de onu himâyesine alarak, “Üçüncü olarak karşılaştığın şeyi kabûl et” emri gereğince onu yeninin içine saklar.

Bu arada onu avlamak için peşinden gelmekte olan şâhin gelip, “Ey Allahın nebîsi, ben aç idim. Sabahtan beri onu avlayıp karnımı doyurmak için uğraşıyordum. Tam yakalayacağım sırada onu benden aldın. Rızkıma mâni olma!” der. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm, “Benden, üçüncü olarak karşılaştığımı kabûl etmem, dördüncü olarak karşılaştığımı da yeise düşürmemem istenmişti. Üçüncü bu kuş. Onu kabûl edip kurtardım. Ya dördüncüyü ne yapayım? Onu ümitsizliğe düşürmemem lâzım” diye düşünür. Yanında bulunan etten biraz keserek beklemekte olan avcı kuşa atar. O da onu alıp gider. O uzaklaşınca saklamakta olduğu kuşu da salıvererek yoluna koyulur.

Yolda ilerlerken beşinci olarak pis kokulu bir cîfe, pislik ile karşılaşır. Geceki rüyâ gereğince ondan da süratle uzaklaşır. O gece rüyâsında kendisine gündüz olan hâdiselerdeki hikmet, sır şöyle izâh edilir:

“Birinci olarak, çok büyük ve kapkara bir dağ olarak gördüğün ve sonradan baldan daha tatlı bir lokma hâline gelen şey, öfke ve kızgınlıktır. Öfke, önce büyük bir dağ hâlindedir. Sabır edildiği ve yenildiği zaman baldan daha tatlı bir lokma olur.

İkinci olarak karşılaştığın altın tas, güzel ve iyi amellerdir. İyi ve güzel ameller, hareketler, davranışlar ne kadar örtülürse örtülsün, yine de açığa çıkar ve kendilerini belli ederler.

Üçüncü olarak, sakladığın kuş, sana sığınana ihânet etmemeni, himâyene almanı öğretmek istemektedir.

Dördüncü hâdise, birisi senden bir şey istedi mi, kendi ihtiyâcın olsa bile onun hâcetini görmek gerektiğine işârettir.

Beşinci olarak karşılaştığın ve kendisinden kaçtığın pis kokulu cîfe gıybete işârettir. Gıybet eden, ötekini-berikini çekiştiren insanlardan, pis kokulu cîfeden kaçarcasına kaç!..
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

--------------------------------------------------------------------------------
S.K. beşinci elementi ararken tanıştığı çirkin sevgiliyle altı yıl yaşadı. Sonunda onu terketmeye karar verdi.Ölümü pahasına da olsa damarından , beyninden söküp atacak. Fakat bencil sevgilinin onu bırakmaya hiç niyeti yok. S.K.beş gün içinde yardımınızı bekliyor....
Randevu saatinden önce gelmiştim buluşacağımız yere. Kapıdan içeri girdiğimde bir çorba kaşığı içinde ısıttığı eroini, titreyen parmaklarıyla enjektöre çekiyordu. Her yerinden ter akıyordu. Kollarında iğneyi sokmadığı yer kalmadı. Sonra ayak parmaklarından denedi. Yine olmadı. Vücudunda delinmemiş bir damar bile bulamadı. Sonra bütün gücüyle masaya sapladı şırıngayı. Krizin şiddeti giderek artıyordu. Dizleri tutmuyordu. Çantasına uzandı. Küçük bir paket çıkardı. Kat kat naylonlara sarılmış paketi açıp içindeki tozu cam sehpanın üzerine döktü. Çakmağıyla iyice ezdi. Kredi kartıyla çizgi yaptı. Cüzdanından çıkardığı gıcır gıcır bir milyonluk banknotu boru yaptı. Bir ucunu burnuna soktu. Diğer ucuyla da her çizgiyi birer nefeste çekti. Beyaz zehir kana karıştıktan sonra normale döndü.
S.K. sokaklarda kıvranan onbinlerce gençten biri. 27 Ocak 1975'te Münih'te doğdu. Tıp eğitimi aldı. Doktor asistanı oldu. Psikolojik danışmanlık eğitimi aldı. Ünlü Busters Dans Grubu'nda oynadı. Tayland Boksu'nda Münih ikinciliği var. Türkiye'de rehberlik ve hosteslik yaptı. Sabah 06:00'da kalkıyor; yüzüyor, koşuyor, yazıyordu. Ay parçasıydı, zekiydi. Kafasında 127 telefon numarası tutabiliyordu. Hayat doluydu.
Bir gün '5. Element'i (sevgiyi) aramaya çıktı. Yolu İstanbul'a düştü. Sevgiyi bulamadı ama bencil bir sevgiliyle tanıştı. Öylesine bencildi ki, onu herkesten kopartıp aldı. Esiri yaptı. S.K. o çirkin sevgilinin uğruna Tarlabaşı'nda, Aksaray'da, Beyoğlu'nda... umutlarını, hayallerini sattı. Sonunda bir ilkbahar günü tanıştığı bu sevgiliyi terketmeye karar verdi. Çıkageldi işte. Sadece beş gün dayanabilecek. Beşinci günün sonunda iki seçeneği olacak S.K.'nin. Ya terkettiği sevgilisine geri dönecek ya da ölümcül krize girecek. Ama birincisini asla tercih etmeyecek.
S.K.'nin komaya girmemesi için ya eroin alması gerekiyor ya da hastaneye yatması. S.K. onu, terkettiği için asla almayacak. Gireceği kriz 2 saat 30 dakikayı aşarsa, muhtemelen ölecek. Son krizi 2 saat 32 dakika sürmüş. Eğer krizi hastanede karşılarsa S.K yeniden doğacak.
S.K.'nin bu derginin yeni sayısı çıkana kadar vakti var. Bu satırları okurken onun zamanının giderek azaldığını unutmayın. Onun cansız bedenini umumi bir tuvalette bulduğumuzda çok geç olacak. S.K. hayal ve gerçeğin arasındaki çirkin çizgide sizi bekliyor. İşte onun ibret verici hikayesi.
—Uyuşturucuyla tanışma sürecini anlatır mısın?
Eğitimimi tamamladıktan sonra Almanya'da T..... adında birini sevdim. İlk aşkımdı. O ise çocukluk arkadaşımla nişanlandı. Bu olay bana çok acı verdi. Henüz 18 yaşındaydım. Kırıldım... Aynı apartmanda oturuyorduk. Onu arabadan inip apartmana girene kadar sadece 5 saniye görebilmek için hergün 5 saat bekliyordum. Astım olmama rağmen sigaraya ve alkole başladım. Benim için dayanılmaz olan bu acıyı unutabilmek için memleket değiştirdim. Türkiye'ye geldim.
Geri dönüş hakkımı yaktım. Mutsuzum. Hayatımda sevgi yok. Bir köpeğe âşık oldum. Bütün sevgimi ona bağladım. Bana sadece babamın mektupları destek oluyordu.
—Nasıl geçiniyordun?
Ailemin gönderdikleri harçlıklar ve sigorta parasıyla. Sonra bir Alman firmasının İstanbul şubesinde müşteri temsilcisi olarak işe başladım. Yeni insanlarla tanıştım. O bar senin bu disko benim... Akşamları Regata'da bir süre şarkı söyledim. Etrafımda çok yakışıklı erkekler vardı ama onların aradığı başka şeydi. Arkadaşlarım 'Aradığını bulana kadar denersin' diyerek benim bu tavrımı eleştiriyorlardı. Bundan hoşlandım diyerek yatağa girmek bana ters geliyordu. Aradığım erkeği bulduğumda ona verecek bir şeylerim olmalıydı. Sadece beni bir gece göğsünde yatırıp, sabaha kadar hiçbirşey istemeyecek birini arıyordum. Böyle birini bulsaydım ertesi gün ona canımı, herşeyimi vermeye hazırdım. Ama en son istenecek şeyi ilk önce istiyorlardı.
Bir gün işyerinde hiç de tipim olmayan E.... beni sevdiğini söyledi. Onunla birlikte olabileceğim aklımın ucundan bile geçmiyordu. Israrını kıramadım, birkaç defa hep birlikte bir yerlere gittik. Dans ettik. Elimi tuttu. Yanağımdan öptü. İçim 'cız' etti. Birşeyler hissettim. O gece de rüyamda dans ettik, gözlerimizden sevgi akıyordu... Ertesi gün herşey farklıydı. Onu sevmeye başladım.
Zamanla onda aradığım sevgiyi, inceliği bulamıyordum. Küçücük bir ilgiyi bile esirgiyordu benden. Bir günaydın bile demiyordu. Yalvardım, ağladım olmadı, olmadı, olmadı... Artık çok geçti çünkü ben sevgimi ona bağlamıştım. O eğlenip, gezmek, yatmak, kalkmak istiyordu. Nişanlısından ayrılmış ve bir duygusal boşluktaymış. Yani bir kurban arıyordu, o kurban ben oldum. Benim işim bitti dedim. Çünkü ben doğuştan —sevgiye— bağımlı biriyim. İşte uyuşturucuya başlamamda en büyük etken E.... oldu.
—Eroinle nerede tanıştın?
Büyük bir bunalıma girmiştim. Bir ilkbahar günüydü. Almanya'da beraber büyüdüğüm kankardeşime gittim. Evde arkadaşları da vardı. Bunlar sırasıyla banyoya gidip geliyordu. Giren mutlu çıkıyordu! Ben de girdim. Çamaşır makinasının üstünde çizgiler vardı. Burunlarına çekiyorlardı. Bu şeyin uyuşturucu olduğunu tahmin ediyordum ama tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Ben de istiyorum diyerek atıldım. Bana da bir çizgi yaptılar. Çektim.
Önce biraz midem bulandı. Ama o kadar mutlu oldum ki, anlatamam. 'Tamam! Aradığım bu işte' dedim. O kadar mutsuzdum ki, onun verdiği acıyı taşıyamıyordum. Bana mutluluk veren tek şeyi bulmuştum artık! Uzanıyorum. Gözlerim kapanıyor. Daha önce bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Adını öğrendim; eroinmiş. 'Ben bunu içmeliyim, bunu bulmalıyım' dedim ve orada başladım işte.
—Kolay mal bulabiliyor musun?
Param vardı. Şirkette tercüme işlerine de ben bakıyordum. İyi para alıyordum. Parayı verip "Bulun diyordum" geliyordu. Önceleri ufak ufak almaya başladım. İki günde bir, haftada bir çekiyordum. İşyerine de götürmeye başladım.
—E....'ın haberi oldu mu?
Bir gün E...'ı karşıma alarak, bir çizginin tam üstündeyim. Yardımına ihtiyacım var, ben uyuşturucu batağına saplandım. Sonu ölümmüş ama sen şu an bırak de hemen bırakırım ve senin için ömür boyu el sürmem dedim. "Bana ne kızım! Ben mi verdim senin eline" dedi ve gitti. Yıkıldım... Onun umurunda bile değildim. Ben ona bütün sevgimi vermişim, ömrümü bitirmeye hazırdım. E... kapıdan çıkıp gittikten sonra artık benim hayatımda acılarım ve eroinim kaldı. İyice bağımlı olmaya başladım. 4—5 ay sonra krizler başladı.
Torbacının nasihati(!)
—Eroini hep arkadaşların mı temin ediyor yoksa belli mekanlardan mı alıyorsun?
Regatta'da şarkı söylerken konuşuluyordu. Birbirlerine 'Peynir var mı?' diye soruyorlardı. Ama orada hiç kimseden almadım.
Birgün Marmaris'teki dostlarım İstanbul'daki akrabalarıyla tanıştırdılar. Bu kişinin bir de kankardeşi vardı. Romen kız. Onun eroin kullandığını öğrendim. Samimi oldum. Bana mal bulmasını istedim. O da beni Aksaray'da torbacısıyla tanıştırdı. Bu benim ilk torbacım oldu. Çok iyi bir adam. Bana her mal getirdiğinde yarım saat nasihat veriyordu. "Bak kızım; bu pislikten ben neler gördüm, neler... Ölenler oldu. Sen daha yolun başındasın. Şu an zevkini yaşıyorsun ama ben dağları devirenleri gördüm. Ne yuvalar yıkıldı. Bak şimdi işin, paran var. Bunların hepsini kaybedersin. Bir gün fuhuş batağına kadar gireceksin. Gel yol yakınken dön" diyordu. Torbacı dediğin parayı alır, malı verir çeker gider. Bu diğerlerinden farklıydı.
—Torbacıya kaç günde bir gidiyorsun?
Haftada bir. Her defasında 5 gram satın alıyordum. Bu da bana 5 gün yetiyordu. Yani günde 1 gram içiyordum. Bugün 10 gram çekiyorum.
—Malı hep aynı torbacıdan mı alıyorsun?
O kadar çok torbacı girdi ki araya isimlerini bile hatırlayamıyorum.
—Ailen nasıl öğrendi?
İstanbul'daki ablam biliyordu. Ağabeyimin gençlik bunalımları için annem İstanbul'a gelip gidiyordu. Bir süre bende kaldı. Birgün işyerinde kriz gelmeye başladı. O gün de çok önemli müşteriler gelecekti. Tuvalete gittim ama çantamda malım yoktu. Anladım. Annem bulmuştu. Taksiye atlayıp eve gittim ve onu vermesini istedim. Bir daha içmeyeceğime ikna ederek geri aldım. Akşam eve gelmeden un ve karabiber karışımı bişey hazırladım ve annemin gözü önünde tuvalete döktüm. Zavallı anneciğimi kandırmıştım. Bana inanmış bir halde Almanya'ya döndü. Kahroldum. Ben ne yapıyorum, nereye gidiyorum bilmiyorum.... Bir tozla dost olmuş, bir toza bağımlı yaşıyorum.
—Günlük hayatın nasıl, normal mi?
Normal insanlar gibi sabahları kalkıp bir kahvaltı yapamıyorum. Kalkar kalkmaz eyvah yine bir gün başlıyor diyorum. Terlemeyle uyanıyorum, burnum akıyor, ışığa bakamıyorum, eklem yerlerim ağrıyor, midem bulanıyor. Sadece onu istiyorum. Yastığımın altında mal olmalıydı. Sabahları kalkamıyorum, sızıyorum, işe geç gidiyorum. E....'ın acısı da içimde. İşten ayrılmayı düşünüyorum. İstifa dilekçemi hazırlamıştım. Fakat onlar beni çağırıp 3—5 bin mark tazminat verip atıldığımı söylediler. O kadar çok sevinmiştim ki... Paranın hepsini mala yatırdım. Kasımpaşa'dan 500 paket mal aldım. Torbacımı bulamadığım için kazıklandım. Paramın olduğunu biliyorlardı. 1 milyonluk malı 100 marka sattılar.
Beton tedavisi!
—Baban ne diyor bu işe?
Marmaris'e dostlarımın yanına gittim. Onları çok seviyorum. Orada manevi dayım ve manevi yengem var. Bir süre kaldıktan sonra malım bitti. İstanbul'a döndüm. Mal alıp geri dönecektim. Evimin kapısını açtığımda karşımda babamı buldum. Benim durumumu öğrenince Türkiye'ye gelmişler. Tatile gittik. Beni karşısına aldı, karşılıklı sigara yaktık. "Almanya'da olduğu gibi şu anda ben senin baban değil arkadaşınım. Hadi anlat bana. Ne kullanıyorsun?" diye soruverdi. Anlattım. Babam kahrolmuştu. Tedavi olmamı istedi. Onu kıramadım. Birlikte AMATEM'e gittik. Orada çok aşağılandık. Babama, "Kızın bu kadar sene içerken kör müydün?" diye hakaret ettiler. Yerleri olmadığını, bir ay sonra gelmemizi söylediler. İnanılır gibi değil. Bir bağımlı gelmiş yardım istiyor ve bir ay sonraya gün veriyorlar. Zaten ben babamın hatırı için yatacaktım. Kurtulma isteğim çok azdı. Zaman kazanmak benim de işime geliyordu. Çünkü eroine daha doymamışım. Beynimden tam silmemişim. Hâlâ içimde acılarımı yaşıyorum. E....'ın acısını, yalnızlık acısını yaşıyorum. Pişmanlık var içimde. Yanımda babam olsaydı bunları yaşamazdım diye düşünüyorum
—AMATEM'e yattın mı?
Yer açıldı, yatırdılar beni. Birinci gün malın etkisi vardı; kafam iyiydi. İkinci gün çok pis krize girdim. Eyvaaah! dedim. Olayı beyninden silip attığın zaman bedensel acı hafifler ve daha kolay kurtulursun. Babamın hatırına yattığım için bir an önce şu yataktan kalkıp canlansam da gitsem içsem düşüncesi var kafamda. Krizde ne bir doktor tedavisi vardır ne bir şey... Çırpınıyoruz, kendimizi yere atıyoruz. Biz buna 'beton tedavisi!' deriz. Betona yatıp tepiniriz. Evde de bunu yapardık. Çünkü kriz anında vücudun yanıyor, acılar çekiyorsun, betona atıyorsun kendini, betonda yatıyorsun. Serum filan yok orada. Takmadılar. Takılması gerekiyordu.
10. gündeyim, tam bırakmak üzereyim büyük krizi atlatmışım, kararlıyım. Birden yanıma biri geliyor, yeni yatış yapmış. "Oooh!" diyor. "Şimdi iğne yaptım kafam öyle güzel ki" diyor. Gel de delirme! 17. gündeyim titremelerim yüzünden odadan dışarı çıkamaz oldum. Utanıyorum. Kaşığı, bardağı bile ağzıma tutturamıyorum. Her yerim oynuyor. Serum yok. Vitamin istiyorum vermiyorlar. "Dışarıdan alacaksın, doğal besleneceksin" diyorlar. Akşamları bir Diyazem veriyorlar o kadar. Beton tedavisine devam. Taburcu olmak isitiyorum dedim. İmzamı attım çıktım. Bu titremeler bana oradan kaldı.
AMATEM'e eroin sokmuşlar
—Tedavi işe yaradı mı?
İyi niyetli arkadaşların yardımıyla yeniden yattım. Krizdeyim. 72 saat sürdü. Baktım yapamayacağım torbacımı arayıp mal istedim. "Hayır, sen tedavi oluyorsun mal veremem" dedi ve telefonu kapattı. Defalarca aradım, başka bir hastaneye yatacağım, yürüyebilmem için gerekiyor diyerek ikna ettim. O gün de çarşamba; ziyaret günü. O zaman kurallar farklıydı. Ziyaretine herkes gelebiliyordu.
Ziyaret saati geldiğinde annemi, babamı ve torbacımı kapıda gördüm. Torbacıyı görünce çekmiş kadar oldum, gözlerim parlıyor. Hayatım, aşkım gelmişti. Annemle babamı bir masaya oturtup malımı çaktırmadan aldım. Tuvalete koşup bir fırt çektim. Yüzüme, gözüme, dizlerime can geldi. Ailem de beni bu kadar mutlu gördükleri için seviniyordu.
İçicileri de ayaklandırdım. Adamlar hepsi kurtulmuşlar, kararlıydılar bir daha geri dönmeyeceklerdi. Hepsinin kanına girdim. Belki bu çektiklerim onların günahı. Ama ben çok az gördüm kurtulanı. Ne zaman mal gelecek diye hepsi peşimde fır dönüyor. Ben paraları topladım. Herkes bir çekimlik için bütün parasını veriyordu.
—Bir tedavi merkezine uyuşturucu sokmak bu kadar kolay mı?
Tespit ettikleri anda atıyorlar.
—Nasıl tespit ediyorlar?
Her sabah idrar tahlili var. Bu yüzden mal bekleyen arkadaşlar ellerinde malı çekmeden önce idrarlarını hazırlamışlar bile. Kimi bardağa, kimisi poşete doldurmuş. Onlar şeytan biz şeytan! Bunu öğrenince ben de idrar dilenmeye başladım. Herkes malı çektiği için de temiz idrar bulamadım. Sızmışım odamda. 48 saat sonra gözümü evde açtım.
—Ailenin tepkisi nasıl oldu?
Malımı istedim. Babam döktüğünü söyledi. Ben de işte şimdi beni kaybettin diyerek yerdeki halıyı tırnaklarımla parçaladım. O anda babam malı yuttum dese karnını yarıp yine alacak kadar vahşileştim. Öyle acılar çekiyorsun ki; tarifi yok. Damarlarımın içinde acı. Kemiklerimin içinde. Ruhumun içinde acı. Sonra pasaportumu ve annemin cüzdanını kaptığım gibi evi terkettim. Babam ağlayarak peşimde koşuyordu. "Kızım evde deneyelim" diye yalvarıyordu. Tozumu atmakla beni kaybettin baba diyerek bir korsan taksiye binip gözden kayboldum. (Daha sonra öğrendim ki, duraktaki diğer korsanlar, çalışmıyoruz diyerek babamın beni takip etmesini engellemişler.) O kadar acı çekiyordum ki, babamın acısı krizin acısını bile bastırıyordu. Çünkü babam benim herşeyimdi. Astımlı bir bebekken beni ayaklarında sallayarak uyuturdu. Aybaşımı, bulaşık yıkamayı ondan öğrendim.
Eroin paramı babam verdi!
—Babana duyduğun sevgi taksiyi durdurmaya yetmedi mi?
Duygusal tarafım dur diyor. Çünkü ben kişiliğimi eroine satmadım. Fakat içimdeki şeytan "Çabuk, krizdesin, yürü, iç kendine gel, içince nasıl olsa bu acıyı unutacaksın" diyor. Şeytanı dinledim ve doğruca torbacıma gittim. Kaleiçi'nde buluştuk. Malı çektim.
Kendime gelince babamı aradım. Dönmem için yalvardı. "Tedaviyi evde yaptırırız" dedi. Döndüm... Tedaviye ben hazır olduğumda başlanmasını istedim. Bir ay sonra hazır olurum dedim. Bu süre içinde gözlerinin önünde hep içtim. Sızıyor, sağımı solumu yakıyordum. Onlar için dayanılmaz bir acıydı bu. Babacığım bir ay boyunca sırf evde kalayım diye eroin paramı bile verdi. Annem benim kendi elleriyle zehirlenmeme dayanamıyordu. Hemen Babam Almanya'ya gidip 27 yıl çalıştığı BMW'deki işini bıraktı. Sigortalarını öldürdü ve kesin dönüş yaptı. Alman yasalarına göre 3 ay oroda oturup da dönüş yaparlarsa her ay 7 bin mark para alacaklardı. Babam "Belki o 3 ay içinde evladımı kaybedebilirim" diyerek bütün haklarını öldürdü.
—Bir ay sonra...
Bu bir aylık süre de zaman kazanmaktan başka birşey değildi benim için. Olay benim beynimde bitmemişti. Tek aşkım, tek sevgilim eroin. Ben buna aşığım. Ben hâlâ içiyorum. Evde huzur diye bir şey kalmadı. Tedavi olmaya razı oldum babamın hatırı için. Doktor geldi, serum bağlandı ve tedavi başladı.
Doktordan Rivotril istiyorum. Çünkü tarifsiz bir acı var. Canımdan can gidiyor. Üzerimde böcekler geziyor gibi. Terleyip üşümeyi aynı anda yaşıyorsun. Vücudunun heryerine dikenler batıyor. Dizlerinde, tarifsiz ağrılar var. Krizin ikinci gününde kusmalar başlıyor. Üçüncü gün ölecekmiş gibi zannediyorsun. Her nefes alışında boğazın kuruyor artık nefes alamıyorsun, ölüyorsun sanki. Kusmalar devam ediyor. Yemyeşil zehir kusuyorum. Öğürüyorum, duvarlarda yankılanıyor. Safra kesesinin, bağırsakların içindeki zehir öğürmeyle dışarı çıkıyor. Bu çıktıktan sonra rahatlıyorsun. 72 saat böyle geçiyor. Beşinci, altıncı gün derken 10 gün de serumlar devam etti.
Sonunda hayata döndüm. Babam "Dile benden ne dilersen" dedi. Bir dediğim iki edilmiyordu. Araba istedim; Kırmızı Ford Sierra. Garajım yapıldı, hemen arabam geldi. Yalnız kalmak istediğimi söyledim; harabe haline getirdiğim daireyi benim için yeniden düzenlemeye başladılar.
—Gerçekten kurtuldun mu?
İki ay aradan sonra sokağa çıkar çıkmaz çantamı aldığım gibi torbacının evinin yolunu tuttum. Babam ise arabayla hava aldığımı sanıyor. Şeytan damarlarımda dolaşıyor. Zaten beynimden çıkmamıştı. Eroinin verdiği hazla o zavallı insanları boş hayallere daldırdım. 'Eroinsiz güzel günler yaşayacağız. Uyuşturucu bağımlısı bir kızınız olmayacak. Kendimi size adayacağım, hiç evlenmeyeceğim' diyordum. İyice güvenlerini kazandım.
İstanbul bana tehlikeli, Marmaris turu yapayım dedim. İnandılar. 2—3 ay kaldım. Döndüğümde evim harika olmuştu. Onlar beni tertemiz sanıyor, verdiğim umutla ayakta duruyorlardı. Gene malım bitti. Bir çekimlik vardı çektim. Balkonda sızmışım. Vücudumun yarısı balkondan aşağı sarkmış. Ağzımdan salyalar akıyor. Yürek yakan bir manzara... Arkamdan babam geldi. Gözgöze geldik. O bir dakikalık bakışa neler sığdı neler. Beni yatağıma yatırırken konuşamıyordu, gözleri doldu. O batağa yeniden düştüğümü anladı.
Sabah mal almaya çıkıyorum. Babam hiç sitem etmedi "Hadi tekrar deneyelim, başarana kadar deneyelim, hata yapmış olabilirsin" diyordu. Baba önümden çekil dedim. Çünkü krizim geliyordu. Sekiz saatim dolmak üzereydi. Gittim ve çektim.
—Bu düş kırıklıkları ne kadar sürdü?
Defalarca. Başladık. Serumlar takıldı. Ama beynimdeki şeytanı atamıyorum. Annem sabahlara kadar iğne kaymasın diye başımı bekliyor, elimi tutuyor. İki gün serum yedim. Babamı meyva suyu almaya gönderdim. Sonra pasaportu alıp Marmaris'e gittim. Manevi dayıma, yengeme tedavi olmak istiyorum dedim. Onların da bana güvenleri kalmamıştı. Dört dörtlük bir tedavi uyguladılar. Dört gün serum yedim, bütün arkadaşlar seferber oldu. Ayağa kalkınca ben yapamayacağım, eroini özlüyorum dedim. Onları da çiğneyerek İstanbul'a geldim. Tekrar başladım. Bırakmak istediğinde gerçekten bırakıyorsun. Ama düşlere engel olamıyorsun.
Hollanda'da eroin krizi
Bir gün kankardeşimin abisi (kabin amiri) kafama girdi, hostes olmaya ikna etti. Konuyu babama açtım, tedavi olmak istiyorum dedim. O kadar çok sevindi ki... Hosteslik kursu boyunca tedavi sürdü. Krizdeyken sınava girdim ve kazandım. İki ay sonra uçuşa başlayacaksınız denildi. Marmaris'e gittim. Şirketle bağlantı içindeyim. Uçuş tarihi bekliyoruz. Yine içiyorum.
Beklenen telefon geldi: "İlk uçuş Hollanda'ya. Sabah 08:30'a kadar hazır ol." Acilen İstanbul'a döndüm. Krizdeyim. Arkadaşın evine Şişli Etfal'den doktor çağırdık. Serumları taktırdık. Kriz geçmeden uçuşa geçtik. Binbir işkence ile 350 yolcuya servis yaptım.
—Uçuş sırasında eroin alıyor muydun?
Hayır. Evde alıyordum. Yine bir uçuş sonrasıydı. Uçak 4 saat rötar yaptı. Beş yıldızlı bir otele gittik. Herkes gününü gün ederken ben odamda krize girdim. Orada satışı serbest ama satılan yerlerin adını bile soramıyorum. Bir anlayan olur diye çekiniyorum. İstanbul'daki ofisi aradım, hemen işten ayrılmak istediğimi söyledim. İstanbul'a gelmemi istediler. İnanılmaz acılar içinde döndüm. Biri ispiyonlamış. Ben hemen eroin kullandığımı söyleyerek çıkışımı aldım.
—Sonra...
Marmaris'te ünlü bir tur firmasında rehber olarak işe başladım. Jiple turist gezdiriyordum. Ayrıca turistik mekanlardan da yüzde 25 komisyon alıyor, animatörlük yapıyordum. Bir günde 10 bin mark kazandığım oluyordu. İşimi çok iyi yapıyordum. Ay sonunda İstanbul'a gelip malı alıp dönüyorum. Bu arada yumurtalıklarımı üşüttüm. İltihap bağlamış. 3 milyara yakın parayla İstanbul'a tedavi olmaya geldim ama arkadaşlarla yedik.
—Paralar bitti. Şimdi nasıl mal bulacaksın?
İşte bugünden sonra ben nerelere sürüklendim. Camlı Kahve'de mal aradım. Beni kullanmak isteyenler oldu. Benimle yatmak isteyenler oldu. Torbacılar ortada yok. Mutlaka biri yüksek dozdan ölmüştür.
Kız arkadaşlarımın aracılığıyla Bayrampaşa'da oturan biriyle tanıştım. Zeytinburnu'nda bir yere gittik. Evlerinde kaldık. Bunlar gece tufaya çıkıyor (hırsızlığa), gecede 500 milyon kazanıyor ama bana eroinim için günde 3 milyoncuk veriyorlardı. Evinde kaldığımız çocuk bunun bedelini çok ağır ödememi istiyordu. Bir gece krize girdim. Ben kıvranırken o malı gözümün önünde sallıyor, onunla yatmamı istiyordu. Acılar içinde kıvrana kıvrana terk ettim orayı. İki kız arkadaşta tedavi oldum! Pasaportumu, hosteslik sertifikamı unuttuğum için aynı eve geri döndüm. Bana bira ikram etti. Birden şişeyi kırıp boğazıma dayadı. Boynumdan kanlar akmaya başladı. Zorla tecavüz etti. Ben işkence çekerken, dünyam yıkılırken o zevkinin derdindeydi. (Ağlıyor)
—Bu kötü olay için sonun başlangıcı diyebilir miyiz?
Belki de... Bu olay beni erkeklerden daha da uzaklaştırdı. Çünkü eroinmanlar zaten seksten hoşlanmaz.
Hırslandım, yeniden Marmaris'e gidip kendime tedavi programı hazırladım. Öyle güzel uyguladım ki 4., 5. günde yemek yiyebildim. 9. gün ayaktayım. Cin gibiyim. 10. gün yeni bir kriz bastı. İki saat titredim. Bilincim yok. Tek gözlü canavarlar görüyorum. Elinde şırınga yaklaşıyorlar. O anda birisi sakin ol diye dokunmaya kalksa gittim. Hemen öleceğim. Manevi dayımın bir tanıdığı bu krizleri biliyormuş. O evdekileri uyarmış; aman sifonu dahi çekmeyin, lambalara dokunmayın demiş. Onun yardımıyla mutlak bir ölümden döndüm
—İğneye ne zaman başladın?
Eroinsizlikten bunalımdayım. Annemi arıyorum, onun sevgisine ihtiyacım var. Ama babam telefona çıkmaya hazır olmadığını söylüyordu. Annemin beni sevmediğini düşünüyordum. (Oysa zavallı annem benim yüzümden kalp hastası olmuş, bana söylemiyorlar.) 30 tane hap aldım. Sarhoş olup kendimi denize attım. İçmelerin oradaki tehlikeli bölgede girdaba doğru yüzdüm. Kurtarmışlar. Dostlarım yardım etti, moral verdiler. Artık eroin kullanmıyordum.
Manevi dayım ailemi arayarak müjdeli haberi verdi. Hep birlikte İstanbul'a geldik. Otogarda babam karşıladı. Hemen kızımı (köpeğimi) sordum. Ağlamaya başladı. Kızım, intihara kalkıştığım gün kendini iki kez arabanın altına atmış ve ölmüş. Babamın güllerle donattığı mezarının başında, sabahlara kadar ağladım. Bu acıyla damardan almaya başladım.
Dergâhta bir eroinman!
—Ruhsal durumun nasıl?
Beklenen yarınlar kaybolmuş dünden/Ümitler selamı kesmişler benden/Nasılsa hayır yok gelecek günden/Kadere rest çektim isyanlardayım...
—İsyan etmek neyi çözüyor?
Dua da ettim. Bazı tanıdıkların teşvikiyle ailemle birlikte Adıyaman'a Menzil Dergahı'na gittik. Türbede dua ederken gözyaşlarımı tutamadım. Çevremdeki insanlar "Ulan biz yıllardır geliyoruz gözyaşı dökemiyoruz, şu açık kıza bak" diyerek beni seyrediyorlardı. Bayan olduğum için şeyh ile görüşemedim. Babam benim adıma şeyhten tövbe aldı. Ben de Rabia Ana'dan tövbe aldım. Rabia Ana "İnşaallah kurtulacaksın" dedi. Dua ettik, sekiz şartı yapıp tövbe ettik. Menzilden dönerken beynim o kadar karışık ki... Bir tarafta köpeğim, ortada şeytan (eroin). Yolda şeytan uyandı. Bu sefer çok kararlıydım. Eroinsiz sekiz ay geçti. Ailem gerçekten inandı. Namaz bile kılmaya başladım. Doğum günümde bana sürpriz yaptılar. Tüm aile ablamlarda toplandı. Bana bir doğum günü pastası hazırlamışlar. Üzerine 24 yerine sıfır yazmışlar. Annem ilk kez orada sarıldı bana. (Ağlıyor).
—Mutlu son mu?
Keşke öyle olsaydı! Bir gün aniden hosteslik zamanından tanıdığım kız arkadaşım aradı. O...pu'nun tekidir... Beynimde şimşekler çaktı. Dayanamadım evine gittim. Kapıdan içeri girer girmez kokusunu aldım. Bu ısıtılan tam olarak iyi kaliteli bir maldı. Hemen çektik, kafayı bulduk. O lanet şey yine kanıma girdi.
—Tünelin sonuna gelmişsin. Neden?..
Bu yaşadığım kötü bir düş gibiydi. Bu olaydan sonra ailemle olan tüm bağlarım koptu. Ailemi kaybettim. Üç kız arkadaşla Fatih'te yaşamaya başladık. Beyoğlu Şanzelize Bar'da konsomatrislik yaptık. Mal parası için sabaha kadar çalışıyor, sarhoşların kahrını çekiyoruz. Aramızda kötü olaylar oldu. Ayrıldık.
Yeniden hostesken tanıdığım kızın yanına döndüm. Birlikte yaşamaya başladım. Ben çok güzel olduğum için beni pis işlere zorladı. Sırtımdan geçinmeye başladı. Beni ezdi, dövdü, iftira attı, aşağıladı. Sırtımdan dünyaları kazandı. En sonunda ayrıldım onun yanından.
Param yok, gidecek yerim yok. Banklarda, kömürlüklerde yattım. Denize düşen yılana sarılırmış. Eskiden beni sevdiğini söyleyen erkek arkadaşın evine gittim, bir ay orada kaldım.
Altın vuruş yaptım
—Biraz da esiri olduğun aşkından bahsedelim istersen. Rekorun nedir, altın vuruşu denedin mi?
Altın vuruşu üç kere denedim. İkisinde kriz halindeydim, damar bulamadım. Biri başarıyla sonuçlandı. Öldüğümü gördüm. Mezara girdim. Ağladılar başımda. Beyin damarım çatlamış. 5 saat sürdü. Kulağımdan ve genzimden kan geldi. Ölmedim.
- Yanında hiç ölen oldu mu?
Birgün biri yüksek dozda almış, gidiyor. Hemen tuzlu su bastık, ölmedi. Yine biri şırıngaya mal çekerken pislik kaçırmış, fenalaştı. Pislik çok tehlikelidir. Bu yüzden malı çekerken sigara filitresinden çekeriz. Hemen temiz mal bastım. Temiz mal basınca kendine geldi.
—Aşkını nasıl terkettin. O günü anlatır mısın?
Birgün kuaförlük yapan biri bir torbacıyla tanıştırdı. Bu benim son torbacım oldu. Beni sevdiğini söylüyordu. Malı ondan alıyordum. Fakat beni dövüyor, aşağılıyordu. Mal uğruna nefreti, kini içime yazıyor, sabrediyordum. O gün yine bir kavga oldu. Bana 'kaşarlanmış k..pe', 'namussuz' dedi. Yüzüme tükürdü. İşte bu filmi koparttı. Çünkü eroin benim kişiliğimi asla yok edemedi. Ben kişiliğini kaybeden insanları gördüm. Anasını, babasını, bacısını satıyor. En önemli kavramlar onun için bitmiş. Var olan tek şey toz. Bulacak, içecek, uçacak. Fakat hayat dolu olan bir insanı ezdiler, hırpaladılar, aşağıladılar, sırtımdan geçindiler, gururumu ayaklar altına aldılar. Hayata küstürdüler beni. Namus-eroin-kriz üçgeninde kaldığımda ben namusu seçiyordum. Ama... Bedelini ağır ödedim. Herşeyimi bırakıp çıktım o bataklıktan. Yanımda sadece beş günlük tozla. Bir dostumun "Bir gün kurtulmak istersen buraya gelebilirsin" dediğini hatırladım. Taksiye bindim. Tekerlekler döndükçe o bataklıktan gerçekten uzaklaştığımı hissettim.
-Ailenden haber alıyor musun?
Yıkılmışlar. Annem kalp hastası oldu. Babam aklını yitirmek üzereymiş. Hepsini bitirdim.
—Türkçen iyi olmadığı için sanırım bazı şeyleri yeterince anlatamadın. Kendini bir filmle, şarkıyla, ya da kitapla anlat desem hangisini seçersin?
Beşinci Element derim. Çünkü orada aranan beşinci element sevgiydi. Ben de hayatım boyunca hep beşinci elementi aradım aradım.
—Sen tıp eğitimi almış birisin. Eroinin içinde böyle bir element var mı?
Yok. (Ağlıyor) Yine de dünyanın bir yerinde benim için bir sevgi var. Buna inanıyorum.
—Elini uzatıp yardım etmek isteyen insanlar sana güvenebilir mi?
Başka şansımın olmadığını biliyorum. Öleceğimi biliyorum. Zamanımın daraldığını biliyorum. Ben inançları olan bir insanım, Allah'a kendimi affettirmeden ölmek istemiyorum. Beş günlük eroinim var. Beşinci günün sonunda büyük krize gireceğim. En son krizim 2 saat 32 dakika sürdü. Bu 3 saati aşacak. Buna da insan bedeni dayanmıyor. Torbacılar bunu bildikleri için durmadan beni arıyor. Mal vermek istiyorlar. Buna rağmen o bataklığa dönmeyeceğim. Kriz anında hastanede olursam yaşarım. Yoksa burada... Bana son bir şans verin. Lütfen... (Ağlıyor)
—Son kararın mı?
Kesinlikle... Eğer kontrol altına alınabilirse, yeterince güçlüyseniz gerçekten işe yarar. Ben yaşayan kanıt olmak istiyorum.
— Bir cümle ile eroinin tanımını yapar mısın?
Hayalle gerçek arasındaki çirkin çizgidir eroin.
TORBACI, EROİNMAN KIZI TEDAVİ ETTİRDİ!
Ben ne torbacılar gördüm. Temizsin hastaneden çıkmışsın seni araya araya buluyor, bedava mal veriyor. "İç benden olsun" diyor. Temizsin ya. O kadar emekler, acılar boşa gidiyor. Bağımlı olana kadar bedava, sonra ölsen de parasız zırnık yok. Romen kızın torbacısı farklıydı. Romen kız, eroin parasını vücudunu satarak kazanıyordu. Sonra torbacı yanına aldı bunu. Birlikte yaşamaya başladılar. Torbacı, hem satıyor hem de onun gözünün önünde erimesine dayanamıyor. Sonunda ona acıyor ve tedavi ettiriyor. Sonra da ülkesine göndermiş.
EROİNMANIN SÖZLÜĞÜ
Peynir: Eroin
Torbacı: Satıcı
Hastayım: Krizdeyim
Tedavi olmak: Krize girince mal çekip rahatlamak
Küt—küt: Fuhuş
Tufaya çıkmak: Hırsızlık
Altın vuruş: Yüksek dozda ölüm vuruşu
Ihlamur (Ih): Sus, çaktırma
Taklaya gelmek: Kafan iyi, uçuyorsun
Cilalamak: Eroinin etkisini artırmak için hap almak
 



Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Daha henüz 18 yaşındaydı,ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan kanser hastalığına yakalanmıştı. Kahır içinde kendini eve kapatmıştı. Sokağa bile çıkmıyordu. Annesi,birde kendisi. Bunlardan ibaretti hayat onun için. Bir gün çok sıkıldı. Sokaklara attı kendini.. Bir yığın vitrinin önünden geçti. CD satan bir dükkanı geçerken aniden durdu, geriye dönüp kapıdan içeri bakarak hayal meyal gördüğü tezgahtar kıza bir kez daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı. Gözleri ve yüreği takılı kalmıştı. Bir süre düşündükten sonra CD dükkanına girdi. Kız gülümseyerek koştu ona doğru "Size nasıl yardımcı olabilirim" diye... Öyle bir gülümseyişti ki genç şaşırdı, geveledi, bocaladı sonra "Evet" diyebildi.. Rasgele bir plağı işaret ederek "Evet,bu CD yi almak istiyorum" dedi. Genç kız plağı aldı, içeri gitti. Az sonra paketlemiş bir şekilde geri geldi. Genç paketi aldı evine geldi ve hiç açmadan paketi dolabına attı... Ertesi sabah yine aynı dükkana gitti. Yine bir CD sardırdı kıza, yine eve gelip açmadan paketi dolaba attı. Günler hep sardırılıp açılmayan CD alımları ile geçti gitti. Bir türlü genç kıza açılmaya cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda... Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi.Ertesi sabah cesaretini toplayıp aynı dükkana gitti, ve yine bir plak seçti. Kız plağı sarmak üzere arka kısma gidince genç "sizinle bir gece çıkabilir miyiz ?" diye yazarak altında telefonunu ekleyip gizlice kasanın üstüne koydu.Sonra genç kızdan plağı alarak kaçarcasına uzaklaştı dükkandan. İki gün sonra evin telefonu çaldı. Anne açtı telefonu. CD dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan. Delikanlıyı istedi. Gizlenen notu daha yeni bulmuş, ve görür görmez aramıştı. Ama delikanlının annesi ağlıyordu... "Duymadınız mı ? " dedi, "Dün kaybettik oğlumu" Cenazeden birkaç gün sonra anne oğlunun odasındaki eşyaları düzenlerken gözüne dolabındaki paketler ilişti. Paketleri aldı oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir CD ve birde not vardı. "Merhaba,sizi öyle talı buldum ki, bir akşam birlikte çıkalım mı ? Jacelyn !... Bir başka paketi açtı. Yine başka bir not vardı. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece için davet edin artık... Sevgiler
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,760
Mesajlar
1,523,367
Kayıtlı Üye Sayımız
166,576
Kaydolan Son Üyemiz
Atakan Usun

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst