Ynt: Doğu Karadeniz Gezimiz (Haziran 2006)
YEDİNCİ BÖLÜM;
Artık rotamızda ülkemizin kuzeydeki en doğu noktası var: Sarp sınır kapısı...
İnsanların "en"ler hep ilgisini çekmiştir, "en yüksek", "en derin", "en uzak" vs. gibi, Sarp sınır kapısı da bir Ege'li olarak bizim için ulaşılabilecek "en"lerden bir tanesiydi. Rahat bir sürüşten sonra ulaşıyoruz, yolda bolca tır kamyonu var, Karadeniz sahil yolundan önce trafiğin halini düşünemiyorum. Karadenizin en meşhuru tabii ki çay bahçeleri
Sınır kapısı alışılmış kapı görüntülerini pek andırmıyor. ortalıkta bir karışıklık, düzensizlik hakim. Karşıda Gürcistan'ın Batum kenti görünüyor. Bildik kentlerden farklı değil, biraz kamera çekiminden sonra dönüyoruz. Fotoğraf çekimi sanırım yapmamışız. Yolda sahil kenarında yemek molası veriyoruz, deniz o kadar çekici, hava öyle sıcak ve baskıcı ki suya atlayıvermek istiyorum. Ama eşimin ciddi muhalefetine yenilip vaz geçiyorum.
Hopa üzerinden Borçka'ya geliyoruz, amacımız Karagöl ve Machael. Bize daha önce jandarmadan izin almamız gerektiği söylenmişti, bu nedenle ilçe jandarma kom.a gidiyoruz, ama "böyle bir şey yok da ne işiniz var oralarda taa Aydın'dan bunun için mi geldiniz?" cevabı alıyoruz. Ne diyelim bu bizim keyfimiz...
İlk rota Karagöl, haritada yaklaşık 20 km. yolun 15 km.si asfalt görünüyor, baraj yolundan sapılarak gidilecek ama yolda asfalttan eser yok, sonra 5 km. orman içi yoldan gidiliyor. Sadece tek araçlık, iki teker izinden gidiyoruz, sağımız uçurum yada dere yatağı solumuz, dik yamaç. Karşıdan bir araç gelse yol verecek, manevra yapacak yer yok. Biraz gidince ürküp, geri dönmek istiyoruz ama dönecek yeri ancak göl kıyısında buluyoruz. İyi ki dönmemişiz muhteşm bir görüntü bizi bekliyor, haytımın en güzel iki gününü burada geçiriyorum. Göl kenarında orman bak. ait bir konaklama tesisi var. Bekçi ve ailesi aynı zamanda tesisin lokantasını işletiyorlar, uygun bir yere konaklayıp, elektiriğimizi ve hemen ötedeki çeşmeden suyumuzu alıyoruz. Akşam yemeğine tereyağında alabalık sipariş edip, yağan yağmur altında açtığımız tentelerimizin korumasında, şarkılar eşliğinde günü sonlandırıyoruz.
Sabah yine erken kalkıyorum, tüm gezi boyunca bende bu alışkanlık haline geldi. Eşim de kalkınca çocuklar uyurken, göl çevresinde gezintiye çıkıyoruz.
Sağda kaldığımız alan arkamızda orman tesisleri, sahilde iskele ve meşhur mavi kayık...
Hava kapalı, göl dümdüz cam gibi ve tam fotoğraf çekmek için biçilmiş kaftan..
Çiçekler, tahta köprüler, akan dereler...
Yakınlaştırılmış çekimde karşıdaki kamp alanımız;
Manzara muhteşem...
Meşhur mavi kayık, sanki bir ressamın tablosundan çıkmış gibi...
YEDİNCİ BÖLÜM;
Artık rotamızda ülkemizin kuzeydeki en doğu noktası var: Sarp sınır kapısı...
İnsanların "en"ler hep ilgisini çekmiştir, "en yüksek", "en derin", "en uzak" vs. gibi, Sarp sınır kapısı da bir Ege'li olarak bizim için ulaşılabilecek "en"lerden bir tanesiydi. Rahat bir sürüşten sonra ulaşıyoruz, yolda bolca tır kamyonu var, Karadeniz sahil yolundan önce trafiğin halini düşünemiyorum. Karadenizin en meşhuru tabii ki çay bahçeleri
Sınır kapısı alışılmış kapı görüntülerini pek andırmıyor. ortalıkta bir karışıklık, düzensizlik hakim. Karşıda Gürcistan'ın Batum kenti görünüyor. Bildik kentlerden farklı değil, biraz kamera çekiminden sonra dönüyoruz. Fotoğraf çekimi sanırım yapmamışız. Yolda sahil kenarında yemek molası veriyoruz, deniz o kadar çekici, hava öyle sıcak ve baskıcı ki suya atlayıvermek istiyorum. Ama eşimin ciddi muhalefetine yenilip vaz geçiyorum.
Hopa üzerinden Borçka'ya geliyoruz, amacımız Karagöl ve Machael. Bize daha önce jandarmadan izin almamız gerektiği söylenmişti, bu nedenle ilçe jandarma kom.a gidiyoruz, ama "böyle bir şey yok da ne işiniz var oralarda taa Aydın'dan bunun için mi geldiniz?" cevabı alıyoruz. Ne diyelim bu bizim keyfimiz...
İlk rota Karagöl, haritada yaklaşık 20 km. yolun 15 km.si asfalt görünüyor, baraj yolundan sapılarak gidilecek ama yolda asfalttan eser yok, sonra 5 km. orman içi yoldan gidiliyor. Sadece tek araçlık, iki teker izinden gidiyoruz, sağımız uçurum yada dere yatağı solumuz, dik yamaç. Karşıdan bir araç gelse yol verecek, manevra yapacak yer yok. Biraz gidince ürküp, geri dönmek istiyoruz ama dönecek yeri ancak göl kıyısında buluyoruz. İyi ki dönmemişiz muhteşm bir görüntü bizi bekliyor, haytımın en güzel iki gününü burada geçiriyorum. Göl kenarında orman bak. ait bir konaklama tesisi var. Bekçi ve ailesi aynı zamanda tesisin lokantasını işletiyorlar, uygun bir yere konaklayıp, elektiriğimizi ve hemen ötedeki çeşmeden suyumuzu alıyoruz. Akşam yemeğine tereyağında alabalık sipariş edip, yağan yağmur altında açtığımız tentelerimizin korumasında, şarkılar eşliğinde günü sonlandırıyoruz.
Sabah yine erken kalkıyorum, tüm gezi boyunca bende bu alışkanlık haline geldi. Eşim de kalkınca çocuklar uyurken, göl çevresinde gezintiye çıkıyoruz.
Sağda kaldığımız alan arkamızda orman tesisleri, sahilde iskele ve meşhur mavi kayık...
Hava kapalı, göl dümdüz cam gibi ve tam fotoğraf çekmek için biçilmiş kaftan..
Çiçekler, tahta köprüler, akan dereler...
Yakınlaştırılmış çekimde karşıdaki kamp alanımız;
Manzara muhteşem...
Meşhur mavi kayık, sanki bir ressamın tablosundan çıkmış gibi...