k_akkus
Ana Kamp
TRENLE İSTANBUL SOFYA 1
Bayramda 9 günlük tatil var. Herkes gezmeye gidiyor. “Hadi biz de bir yerlere gidelim” dedik. Yerli işletmeciler fırsat bu fırsat deyip fiyatları iki misline çıkarmışlar. Bu zihniyeti zaten hiç anlamış değilim. Bir gün önce 200 lira olan oda fiyatı bir gün sonra 350 lira. Niye? Bayrammış! Adam kazıklamanın adını bayram koymuşlar. İşin ilginci bu çarpık işe yetkililerin de ses çıkarmaması. Neyse…
Yurt içi böylesine pahalı olunca “Hadi Sofya’ya gidelim” dedik. Uzun zamandır trenle de gezmemişiz…
İstanbul Sofya 2 kişi yataklı kompartımanda gidiş 452 lira, Plovdiv (Filibe) İstanbul dönüş 397 lira. Fiyatlar avro üzerinden hesaplanıyor. İnternet üzerinden bilet satışı yok. Ben biletleri Sirkeci Garı’ndaki ‘Uluslararası Gişe’ den 20 gün önceden aldım. Bilet üzerinde ad soyad yok. Tren, vagon ve kompartıman numaraları yazıyor. Kredi kartı ile ödeme yapılabiliyor.
Şeker Bayramının 1. Günü akşamı Sirkeci Garı bekleme salonunun hemen dışındaki balkonda çayımızı içerek servis saatini bekliyoruz. Çay güzel, demi iyi 1.5 lira. Gelen geçeni seyrederek vakit geçiriyoruz. Eğer valizinizi bırakıp dolaşmak isterseniz gar içinde emanet dolapları var. Tek seçenekli; 20 lira, 12 saat. Daha azı yok. 10 lira vereyim 6 saat kalsın diyemiyorsunuz. Yine bize özgü bir gariplik de makine 20 TL’ lik banknotu kabul etmiyor. Ya 10 ya 5 TL’lik banknot istiyor.
Sirkeci Garı’nın deniz tarafından saat 21.30 da Halkalıya gidecek olan servis kalktı. 15 kişi varız. Demek ki tren de fazla kalabalık olmayacak. Trenin kalabalık olması gümrük ve pasaport işlerinin uzamasına neden olabilir. Yol 45 dakika kadar sürdü. Halkalı Garı yeni yapılmış. Modern, aydınlık, daha tam bitmemiş. Servisin bıraktığı yerden yürüyen merdivenlerle çıkıp, “Trene gider” tabelalarını izleyerek indiğimiz peronda İstanbul-Sofya treni bekliyordu. Görevlilerin gösterdiği kompartımana girdik. İki kişilik bu yerde masa, buzdolabı, lavabo, askılar ve açılınca yatak olan koltuklar var. Temiz çarşaf, nevresim ve yastık kılıfları da unutulmamış.
Buzdolabı çalışır vaziyetteydi. İçinde 2 şişe su, 2 meyve suyu ve 2 adet çizi kraker demiryollarının ikramı olarak bizi bekliyordu. 10.40’ da tren hareket etti.
Hemen masa örtümüzü yayıp çilingir soframızı kurduk. Hani “Akşam olmuş, güneş batmış. İçmeyip de ne halt edeceksin!” demiş ya Orhan Veli, bizimki de o hesap.
Kondüktör dolaşıp ad- soyad ve pasaport numaralarını yazdı.
İlk durak Çerkezköy. Başka yerde de durduk mu? Bilmiyorum. Saat 3’ te kondüktör “pasaport, pasaport” diye kapılara vurarak uyandırdı. 5 dakika sonra tren durdu. Trenden inip alt geçitten geçerek pasaport kontrolüne gittik. Pasaport kontrolünü yapacak olan polisler Kapıkule’den buraya geliyorlarmış. 5 dakika kadar bekledik. Bu arada elinde çıkış harcı pulları olan görevli isteyenlere harç pulu sattı. Eğer çıkış harcını daha önce yatırmadıysanız buradan rahatça alabiliyorsunuz.
Biz pasaport kontrolünü beklerken dışarıda lokomotifler değişti. Türk lokomotifi trenden ayrıldı, yerine Bulgar lokomotifi bağlandı.
Pasaport kuyruğunda toplam 30 kişi vardı. Kısa zamanda sıra geldi ve çıkış işlemlerini yaptırdık. Kompartımanlara döndükten bir müddet sonra bir görevli gelerek pasaportlarımızdaki çıkış damgalarını kontrol etti. Bizim sınırdaki işlemler toplam 1 saat sürdü.
Tren ağır ağır giderken önce Bulgar gümrükçü geldi. Türkçe “Yolculuk nereye? Var mı bir şey?” diye sordu. Olmadığını söyledik. Ağır ağır giden trenimiz durdu. Bulgar polisi, kontrol ederek pasaportları topladı. Saat 5.00 Pasaportların gelmesini bekliyoruz. Pasaport kontrolü için trenden inmek zorunda kalmadığımız için de seviniyoruz. Az sonra pasaportlar geldi. Toplam 2 saatte sınırlardan geçmiş olduk. Sofya’ya kadar uyumak niyetiyle ışığı kapatıp yattık.
Saat 9.30’da kondüktörün “Günaydın, Sofya” sesiyle uyandık. Giyinip ortalığı topladıktan sonra dışarıyı seyre daldık. Sofya’ya girerken sizi önce terkedilmiş bir iki fabrika binası karşılıyor. Yıllardır kullanılmadığından her tarafını otlar bürümüş. Çatıları çökmüş, bacaları yıkılmış… Bu bakımsızlık insanın içini acıtıyor. Daha sonra eski rejim döneminden kalma çok katlı büyük binalar sıralanıyor. İçleri nasıl bilmemem ama dışları dökülüyor. Daha önce Lviv ve Batum’da gördüğüm binalar da böyleydi.
Sofya Gar’ında ( Central Railway Station) trenden indikten sonra işaretleri izleyerek gardan dışarı çıktık. Ağaçların altından otele doğru yürürken Nazım Hikmetin dizeleri geliyor aklıma.
“Sofya’ya bir bahar günü girdim, şekerim.
Ihlamur kokuyor doğduğun şehir.” diye başlayan “Sofya’dan” adlı şiirinde Sofya’yı şöyle anlatır Nazım Hikmet:
…..
Sofya’da ağaç duvardan önce, duvardan güzel.
Sofya’da ağaçla insan karışmış birbirine,
hele kavak,
nerdeyse odaya girip
kırmızı kilime oturacak…
Sofya şehri, büyük mü?
Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil,
anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor,
Sofya büyük bir şehir…
Burda akşam deyince dökülüyor sokağa millet,
çoluğu çocuğu, genci ihtiyarı,
bir gülüşme, bir uğultu, bir gürültü, bir kıyamet,
bir aşağı, bir yukarı,
yan yana, kol kola, el ele…
………….
Sofya’da Gloria Palace Hotel’de kalacağız. Daha önce de bu otelde konaklamış memnun kalmıştık. İki kişi iki gece kahvaltı dahil 171 Leva. Yaklaşık 1 km. kadar yürüyüp otele varıyoruz. Daha önce erken giriş yapmak istediğimizi bildirmiş, olur almıştık. Görevli otelin dolu olduğunu ve erken giriş yapamayacaklarını anlatınca bavulu otele bırakıp Sofya’yı keşfe çıktık.
K. Maria Luiza Caddesi üzerindeki otelimizin 150 m. yakınındaki Avrupa’nın en eski camilerinden olan Banyabaşı Camisi ilk durağımız. Geniş kubbesi ve minaresinin yüksekliği ile dikkat çeken bu caminin planlarının Mimar Sinan tarafından yapıldığı ve 1566 yılında öğrencisi tarafından inşa edildiği düşünülmektedir.
Banyabaşı Camisi
Caminin hemen karşısındaki “Sofia’s Central Market Hall” ikinci durağımız. Burası kapalı pazar yeri. İçinde süt, yoğurt, peynir, meyve, hediyelik eşya… satıcıları ve börekçiler var. Otlu ve peynirli böreklerle kahvaltımızı burada yapıyoruz.
Central Market Hall
Central Market Hall’in hemen yanındaki Ekzarh Yosif Sokağı içindeki Avrupa’nın en büyük 2. Sinagogu olan “Sofia Synagogue” ne yazık ki kapalı. Dışarıdan fotoğraflamakla yetiniyoruz.
“Sinagog “Hoşgörü Meydanı” nın bir parçasıdır. Sadece 60 metre uzaklıktaki cami “Banya Bashi”, 300 metre uzaklıktaki Saint Joseph Katolik Katedrali ve Aziz Nedelya ortodoks kilisesi sadece 500 metre uzaklıktadır. Sofya, tüm büyük dinlerin bir arada nasıl yaşayabileceği ve birbirini tolere edebileceği konusunda dünyaya güzel bir örnek veriyor.”
Sofya Sinagog
Geldiğimiz yoldan geri dönüp Banyabaşı Camisinin arkasındaki tarih müzesine “Regional History Museum” a gidiyoruz. Eskiden şehir banyosu olan bu binanın mimarisi çok güzel. Daha önceki gelişimde gördüğüm şifalı olduğu söylenen sıcak suyun aktığı çeşmenin bugün suyu akmıyor.
Bayramda 9 günlük tatil var. Herkes gezmeye gidiyor. “Hadi biz de bir yerlere gidelim” dedik. Yerli işletmeciler fırsat bu fırsat deyip fiyatları iki misline çıkarmışlar. Bu zihniyeti zaten hiç anlamış değilim. Bir gün önce 200 lira olan oda fiyatı bir gün sonra 350 lira. Niye? Bayrammış! Adam kazıklamanın adını bayram koymuşlar. İşin ilginci bu çarpık işe yetkililerin de ses çıkarmaması. Neyse…
Yurt içi böylesine pahalı olunca “Hadi Sofya’ya gidelim” dedik. Uzun zamandır trenle de gezmemişiz…
İstanbul Sofya 2 kişi yataklı kompartımanda gidiş 452 lira, Plovdiv (Filibe) İstanbul dönüş 397 lira. Fiyatlar avro üzerinden hesaplanıyor. İnternet üzerinden bilet satışı yok. Ben biletleri Sirkeci Garı’ndaki ‘Uluslararası Gişe’ den 20 gün önceden aldım. Bilet üzerinde ad soyad yok. Tren, vagon ve kompartıman numaraları yazıyor. Kredi kartı ile ödeme yapılabiliyor.
Şeker Bayramının 1. Günü akşamı Sirkeci Garı bekleme salonunun hemen dışındaki balkonda çayımızı içerek servis saatini bekliyoruz. Çay güzel, demi iyi 1.5 lira. Gelen geçeni seyrederek vakit geçiriyoruz. Eğer valizinizi bırakıp dolaşmak isterseniz gar içinde emanet dolapları var. Tek seçenekli; 20 lira, 12 saat. Daha azı yok. 10 lira vereyim 6 saat kalsın diyemiyorsunuz. Yine bize özgü bir gariplik de makine 20 TL’ lik banknotu kabul etmiyor. Ya 10 ya 5 TL’lik banknot istiyor.
Sirkeci Garı’nın deniz tarafından saat 21.30 da Halkalıya gidecek olan servis kalktı. 15 kişi varız. Demek ki tren de fazla kalabalık olmayacak. Trenin kalabalık olması gümrük ve pasaport işlerinin uzamasına neden olabilir. Yol 45 dakika kadar sürdü. Halkalı Garı yeni yapılmış. Modern, aydınlık, daha tam bitmemiş. Servisin bıraktığı yerden yürüyen merdivenlerle çıkıp, “Trene gider” tabelalarını izleyerek indiğimiz peronda İstanbul-Sofya treni bekliyordu. Görevlilerin gösterdiği kompartımana girdik. İki kişilik bu yerde masa, buzdolabı, lavabo, askılar ve açılınca yatak olan koltuklar var. Temiz çarşaf, nevresim ve yastık kılıfları da unutulmamış.
Buzdolabı çalışır vaziyetteydi. İçinde 2 şişe su, 2 meyve suyu ve 2 adet çizi kraker demiryollarının ikramı olarak bizi bekliyordu. 10.40’ da tren hareket etti.
Hemen masa örtümüzü yayıp çilingir soframızı kurduk. Hani “Akşam olmuş, güneş batmış. İçmeyip de ne halt edeceksin!” demiş ya Orhan Veli, bizimki de o hesap.
Kondüktör dolaşıp ad- soyad ve pasaport numaralarını yazdı.
İlk durak Çerkezköy. Başka yerde de durduk mu? Bilmiyorum. Saat 3’ te kondüktör “pasaport, pasaport” diye kapılara vurarak uyandırdı. 5 dakika sonra tren durdu. Trenden inip alt geçitten geçerek pasaport kontrolüne gittik. Pasaport kontrolünü yapacak olan polisler Kapıkule’den buraya geliyorlarmış. 5 dakika kadar bekledik. Bu arada elinde çıkış harcı pulları olan görevli isteyenlere harç pulu sattı. Eğer çıkış harcını daha önce yatırmadıysanız buradan rahatça alabiliyorsunuz.
Biz pasaport kontrolünü beklerken dışarıda lokomotifler değişti. Türk lokomotifi trenden ayrıldı, yerine Bulgar lokomotifi bağlandı.
Pasaport kuyruğunda toplam 30 kişi vardı. Kısa zamanda sıra geldi ve çıkış işlemlerini yaptırdık. Kompartımanlara döndükten bir müddet sonra bir görevli gelerek pasaportlarımızdaki çıkış damgalarını kontrol etti. Bizim sınırdaki işlemler toplam 1 saat sürdü.
Tren ağır ağır giderken önce Bulgar gümrükçü geldi. Türkçe “Yolculuk nereye? Var mı bir şey?” diye sordu. Olmadığını söyledik. Ağır ağır giden trenimiz durdu. Bulgar polisi, kontrol ederek pasaportları topladı. Saat 5.00 Pasaportların gelmesini bekliyoruz. Pasaport kontrolü için trenden inmek zorunda kalmadığımız için de seviniyoruz. Az sonra pasaportlar geldi. Toplam 2 saatte sınırlardan geçmiş olduk. Sofya’ya kadar uyumak niyetiyle ışığı kapatıp yattık.
Saat 9.30’da kondüktörün “Günaydın, Sofya” sesiyle uyandık. Giyinip ortalığı topladıktan sonra dışarıyı seyre daldık. Sofya’ya girerken sizi önce terkedilmiş bir iki fabrika binası karşılıyor. Yıllardır kullanılmadığından her tarafını otlar bürümüş. Çatıları çökmüş, bacaları yıkılmış… Bu bakımsızlık insanın içini acıtıyor. Daha sonra eski rejim döneminden kalma çok katlı büyük binalar sıralanıyor. İçleri nasıl bilmemem ama dışları dökülüyor. Daha önce Lviv ve Batum’da gördüğüm binalar da böyleydi.
Sofya Gar’ında ( Central Railway Station) trenden indikten sonra işaretleri izleyerek gardan dışarı çıktık. Ağaçların altından otele doğru yürürken Nazım Hikmetin dizeleri geliyor aklıma.
“Sofya’ya bir bahar günü girdim, şekerim.
Ihlamur kokuyor doğduğun şehir.” diye başlayan “Sofya’dan” adlı şiirinde Sofya’yı şöyle anlatır Nazım Hikmet:
…..
Sofya’da ağaç duvardan önce, duvardan güzel.
Sofya’da ağaçla insan karışmış birbirine,
hele kavak,
nerdeyse odaya girip
kırmızı kilime oturacak…
Sofya şehri, büyük mü?
Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil,
anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor,
Sofya büyük bir şehir…
Burda akşam deyince dökülüyor sokağa millet,
çoluğu çocuğu, genci ihtiyarı,
bir gülüşme, bir uğultu, bir gürültü, bir kıyamet,
bir aşağı, bir yukarı,
yan yana, kol kola, el ele…
………….
Sofya’da Gloria Palace Hotel’de kalacağız. Daha önce de bu otelde konaklamış memnun kalmıştık. İki kişi iki gece kahvaltı dahil 171 Leva. Yaklaşık 1 km. kadar yürüyüp otele varıyoruz. Daha önce erken giriş yapmak istediğimizi bildirmiş, olur almıştık. Görevli otelin dolu olduğunu ve erken giriş yapamayacaklarını anlatınca bavulu otele bırakıp Sofya’yı keşfe çıktık.
K. Maria Luiza Caddesi üzerindeki otelimizin 150 m. yakınındaki Avrupa’nın en eski camilerinden olan Banyabaşı Camisi ilk durağımız. Geniş kubbesi ve minaresinin yüksekliği ile dikkat çeken bu caminin planlarının Mimar Sinan tarafından yapıldığı ve 1566 yılında öğrencisi tarafından inşa edildiği düşünülmektedir.
Caminin hemen karşısındaki “Sofia’s Central Market Hall” ikinci durağımız. Burası kapalı pazar yeri. İçinde süt, yoğurt, peynir, meyve, hediyelik eşya… satıcıları ve börekçiler var. Otlu ve peynirli böreklerle kahvaltımızı burada yapıyoruz.
Central Market Hall’in hemen yanındaki Ekzarh Yosif Sokağı içindeki Avrupa’nın en büyük 2. Sinagogu olan “Sofia Synagogue” ne yazık ki kapalı. Dışarıdan fotoğraflamakla yetiniyoruz.
“Sinagog “Hoşgörü Meydanı” nın bir parçasıdır. Sadece 60 metre uzaklıktaki cami “Banya Bashi”, 300 metre uzaklıktaki Saint Joseph Katolik Katedrali ve Aziz Nedelya ortodoks kilisesi sadece 500 metre uzaklıktadır. Sofya, tüm büyük dinlerin bir arada nasıl yaşayabileceği ve birbirini tolere edebileceği konusunda dünyaya güzel bir örnek veriyor.”
Geldiğimiz yoldan geri dönüp Banyabaşı Camisinin arkasındaki tarih müzesine “Regional History Museum” a gidiyoruz. Eskiden şehir banyosu olan bu binanın mimarisi çok güzel. Daha önceki gelişimde gördüğüm şifalı olduğu söylenen sıcak suyun aktığı çeşmenin bugün suyu akmıyor.