Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Milano, Bergamo, Venedik..Hoşçakal İtalya…
İtalya’da sık duraklamalarla uzattıkça uzattığım gezimin sonlarına yaklaşmıştım. Güneyin köy ve kasabalarla dolu buram buram tarih kokan yerleşimlerini, yeşili mavisi birbirinden güzel doğasını yavaş geçmeye çalışsanız da yeterli gelmiyor. Ne var ki İtalya pahallı. Tek sefer otelde kalamayınca, mükellef sofra donatamayınca insan biraz hüzünleniyor. Zaten ravyoliyi bile doğru düzgün pişiremedim benzin ocağında. Eğer ravyoli o yediğim şeyse tatmayanlar gözü açık gitmesin dünyadan. Sanırım her güzel yemek gibi bu da evde hazırlanırsa, yani hamuru taze açılmış içi doldurulup hemen pişirilmiş haliyle lezzetli oluyor. Lokantada yediğinle ya da marketten aldığın kurutulmuş haliyle pek tadılası değil, bizim etsiz kuru mantılar gibi. Neyse…
Milano Milano diye yıllardır duyardım. Böyle Roma gibi, ne bileyim Floransa gibi bir şehir bekliyordum karşımda. Ne yazık ki hiç etkilenmediğim, turistik açıdan hiçbir albenisini göremediğim bir kent çıktı karşıma. Anlatacak şey de bulamıyorum pek. Ağaçlı bulvarlar, lüks dükkanlar, benzerlerini çokça gördüğüm parklar vesaire. Maddi imkanı benimki gibi sınırlı arkadaşlara Milano ile vakit kaybetmemelerini naçizane öneririm. Cebinde tek çantaya, ayakkabıya binlerce Euro verebilecek Moda İkonu Sahika Koçarslanlı ruhu taşıyan bilhassa hanım arkadaşlarımız Milano’ya giderse belki istifade edebilirler
Kendimi hemen 50 Km mesafedeki Bergamo şehrine attım. Bergamo, nüfusu 100 bin civarı sevimli bir kent. Tarihi kısmı tepelerde kurulu ve tamamen korunmuş. Modern kısmı ise ovada imar edilmiş. Festival demiyeyim de kermes gibi bir hareketlilik vardı yeni şehrin meydanında. Yiyecek, içecek ve hediyelik eşya standları kurulmuştu, bütün domuzlar çevriliyordu. Burası kendi halinde bir kent, kitle turizminin temel uğrak noktalarından değil gördüğüm kadarıyla. Tepedeki tarihi şehir kısmında en etkileyici şey katedraldi. Fazla büyük değil ama içi şimdiye dek gördüklerim arasında en süslüsüydü. Ortaçağda insanlar namları yürüsün diye, ne yapmışlarsa abartılı biçimde süslemişler. Yapılar, giyim kuşam, alet edevatlar…Sanki görünüşleri ve görkemleri fonksiyonlarından daha önemliymiş gibi duruyor. Kuzey Avrupa ve Asya ülkelerinde ise üretilen şeylerin işlevi görünüşlerinden daha öncelikli ekseriyetle. Bu açıdan belirgin bir ayrışma var.
Bergamo’dan sonraki durağım Venedik idi. Yurtdışında beş tane şehir görme imkanının Size verildiğini hayal edin. İşte o haklarınızdan birini mutlaka Venedik’e ayrımalısınız bence. Venedik’in belgesellerini, fotoğraflarını hepimiz bol bol görmüşüzdür şimdiye dek, orada bizzat bulunmak ise gerçekten farklıymış, gördüğüm başka hiçbir yere benzetemem. Ancak burası öyle bir kent ki, hayatımda ilk kez bir şehrin sokaklarında yalnız dolaşmanın burukluğunu hissettim. Onlarca dünya şehri gezdim, ilk kez “Ah keşke sevdiğim kadınla el ele bu yollarda yürüyebilseydim” diye geçirdim içimden. İşte o kadın, “Zafer gondola binelim, Aşk Köprüsü’nün altından geçerken öpüşüp bize dair iyi ve güzel her şeyi kutsayalım” deseydi istediğini ve daha ne kadar klişe jestler bekliyorsa hepsini yapabilirdim. Venedik’in büyüsü zaten Sizden olağanüstü yaratıcılık beklemiyor, bilinenleri tekrarlasanız dahi, kendinizi ilk kez Siz yapıyormuş gibi kandırabilmeniz ve özel hissetmeniz kuvvetle muhtemel. Venedik yalnızlara güzel, aşıklara daha da güzel anlayacağınız. Sizi seven kadınların kıymetini bilin, imkanları zorlayıp onları Venedik’e götürün, vardığınızda şehir yapmanız gerekenleri size gösterecektir
Romantik, melankolik havadan sıyrılıp şehirden bahsetmem gerekirse, Venedik bizi ilgilendiren tarafıyla anakaraya 4 kilometrelik Özgürlük Köprüsü ile bağlanmış adalardan meydana geliyor. Adalar üzerinde onlarca kanalla suyolları açılmış, motorlu taşıt yolu yok. Araçlar köprüyü geçtikten sonra kentin girişindeki otoparklarda bırakılıyor. Büyük kanalların kenarlarında yürüyüş yolu var, bazı çok küçük kanallar ise binaların duvarları arasında kalıyor ve kapılar doğrudan kanala alçılıyor. Binalar ve kanallar birbirine pek benzemediğinden başından sonuna ilgiyle gezilebiliyor adalar. Bir iki meydan dışında pek açıklık alan yok, iç kısımlardaki sokaklar ise çok dar ve ilginçtir, çok ıssız. Turist Nehri’nin rotasına kendinizi kaptırmayıp, arada iç sokaklara sapmak iyi geliyor. Venedik’de birbuçuk gün geçirdim, buranın başından sonuna elde haritayla sistematik biçimde gezilemeyeceğine kanaat getirdim. Bir süre sonra “Zaten alan çok büyük değil, ne kadar kaybolabilirim ki?” deyip kendimi manzaraya ve kanal labirentinin sürprizlerine bıraktım. Artık nasıl denk getirdiysem, saatlerce gezdim, geçtiğim yerlere tekrar dönmeden.
1400 yıllık geçmişe sahip onlarca kanallı, yüzlerce köprülü bu muhteşem şehri önce hayal, sonra inşa eden tüm insanların ellerini eteklerini öpmek isterim. Venedik uzun tasvirlere mahal bırakmayan bir diyar, çünkü benzetme yapabileceğiniz eşdeğeri yok yeryüzünde. Gezilmesi gereken özel bir bölümü de yok bence, zaten içine girdiğinizde, gezdikçe gezesiniz geliyor. Büyük kanal üzerindeki köprüler en uzun durakladığım yerlerdi. Görüş mesafesi fazlaydı ve güzel fotoğraflar çekme imkanı veriyordu.
Venedik İtalya’daki rotam üzerindeki en son güzellikti. İtalya’ya böyle bir görsel şölenle veda ettiğim için mutluydum…