Ynt: Serbest Muhabbet Köşesi (Trekking)
Mine G.Kırıkkanat'tan alıntı.
Akar para, kokar para
Bir zamanlar Türkiye, dünyanın en büyük 17. ekonomisi değildi. Ama verimli toprakları, tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir nüfus çoğunluğu vardı. İnsanların yerlerini yurtlarını ve en önemlisi, en iyi bildikleri işlerini bırakıp ya işsiz kalacakları ya da yarım yamalak yapacakları işlere koşulacakları kente göç furyası başlamamıştı henüz.
Köylüler yoksuldu, evet.
Öylesine yoksullardı ki, başta doğu, bazı bölgelerde parasızlıktan odun, kömür ya da gazyağı alamaz, kışın soğuktan korunmak için tezek yakarlardı, ataerkil ocaklarında.
Çünkü kendi davarı olmayanın bile başkasının dağda kırda dolanan davarlarının arkasından serbestçe toplayabildiği tezek, para vermeden bol bulunan tek yakıttı.
Üstelik, hem çok işlevli, hem de çevrecinin dik âlâsı, doğal dönüşümün zirvesi sayılırdı: Yoksul köylüler, sindirilmiş ottan ibaret davar dışkısını yalnız yakıt diye kullanmaz, toprağın cömertçe sunduğu kil ve suyla karıştırıp evlerini bu bulamaçla sıvarlar ve tezek, üretimi çevreye zarar vermeyen doğal bir çimento olarak çıkardı karşımıza.
Tek bir yan etkisi vardı: Kokusu. Duvar sıvasına dönüşüp güneşte kuruduğunda pek hissedilmezdi de, yakıldığında yoğun bir duman ve çekilmez bir koku salardı. Ama yurdumun insanı, doğalın o pis kokusundan bile çevreci bir çıkarım yapmış ve tezeği yaz geceleri, sivrisineklerden korunmak için açıkta yakardı.
Sivrisinekler kokudan mı bayılırlardı, yoksa dumandan mı boğulurlardı, bilemeyeceğim... Ama düşünün ki sivrisineklerin bile dayanamadığı o koku ve o duman, insanlarımızı pek rahatsız etmiyor olacak ki, kışın evin içinde çektiği dumanı, yaz geceleri dışarıda sefa diye tüttürebiliyordu...
***
Ülkemizdeki yaygın tezek kullanımı, edebiyatımıza sefalet göstergesi diye yansıdı ve akaryakıtı olmayan vatandaşın tezek yakıtı, yanlış hatırlamıyorsam ilk kez Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda, “kokaryakıt” olarak anıldı.
Evet; Türkiye, devleti ve kırsalıyla gerçekten yoksuldu o yıllarda. Ama bugünkünden çok daha az aç insan vardı. Hatta en yoksulu bile aç kalmıyordu: Türkiye, tarım ve hayvancılığıyla hiç bir ithalata gerek kalmadan nüfusunu besliyor, hatta fazlasını üretiyordu.
Kuş gribi yoktu, çünkü en yoksul köylünün bile birkaç tavuğu vardı ve henüz et yedirilip delirtilmeyen ineğin sütü, yem ararken KKK sorumlusu keneleri de temizleyen tavuk gibi tavuğun yumurtası, kimyasal gübre yüzü görmemiş tarla patatesi derken, bugünkünden çok daha kaliteli yiyeceklerle çok daha sağlıklı besleniyordu.
Türkiye artık dünyanın 17. büyük ekonomisi.
Köylerin çoğu ıssız, toprak nadasta, inekler ottan çok kemik tozu yiyor, etleri gazla yumuşatılıyor, tavuklar fabrikada yetişiyor, kenelere gün doğdu KKK oldular, bağlara bahçelere gübre diye kanserojen basılıyor. Zaten verimli topraklar da çokuluslu GDO lobilerine peşkeş çekildi.
Zengin Türkiye artık kendi kendisine yetemiyor, et ve gıda ithal ediyor. Kırsaldan göçün boğduğu kentlerin havası zehirlendi, suyu kirlendi, göçen köylülerin de çoğu işsiz, ama Türkiye zengin. Entansif tarım, sanayi hayvancılığı, fabrikalar derken, hem kirlenen, hem kirleten ülkeler kervanına katıldı yurdumuz.
Bir de baktı ki dünya, zenginleşen ülkeler gezegeni de kirletmiş, iklimler değişiyor.
Demek ki zenginliğin de bir kokusu varmış ve para, tezekten çok daha tehlikeli kokarmış: Egzoz gazları, fabrika bacaları, ısınma derken sadece iklimleri değiştiren CO2 değil, yüksek zehirli gazlar salarmış. Göller, nehirler, denizler zehirlenmiş...
***
Kopenhag’da toplandı devletler, insanlığı zenginleşmenin yarattığı kirlilikten kurtarmak üzere, karbon salımının yarı yarıya düşürülmesi için anlaşmaya çalışıyorlar.
Doğru da, gerçek ve kalıcı çözüm için “zenginlik” kavramı üstünde de düşünmek gerekmez mi?
En dar alanda en çok verimi alacağım diye köylülerini işsiz, topraklarını nadasa bırakan ve sanayileşeceğim diye gırtlağına kadar borçlanan bir ülke mi zengindir, yoksa parası az olsa da herkesin çalıştığı, daha iyi beslendiği, dolayısıyla nüfusu daha sağlıklı bir ülke mi?
Akaryakıt, kokaryakıttan daha tehlikeliymiş meğer.
Tezek pis kokar, ama öldürmezdi.
Karbonu, petrolü, kimyasalı hem pis, hem de ölüm kokuyor.