Ynt: Serbest Muhabbet Köşesi (Karavan Dünyası)
Küçücük karavanım ağrısız başım
Karavanla 10 metrekarede 2 bin kilometre...
Mutlu Tönbekici
--------------------------------------------------------------------------------
Denir ki “İçinizde kalan bir şey var mı?” sorusuna Sakıp Sabancı “Bir karavanla dünyayı dolaşmak isterdim” demiş ölmeden önce... Sakıp Bey’in karavanı muhtemelen müthiş bir şey olurdu. Heyhat ömrü yetmedi. Biz 7 gün ve sadece Türkiye’de olmak üzere karavanla dolaştık ve diyoruz ki: Her eve lazım! Ne otelciyi, ne akrabayı çekmeden, konaklama, uçak, otobüs rezervasyonu yapmadan, tümüyle spontane, hem maddi hem ruhi nefis bir yolculuk... Uygun bir tane bulur bulmaz alacağım...
Karavanın tarihi
Karavan: Sözlükte şöyle geçiyor: “Motorlu araçla çekilen portatif barınak.”
Kelimeyi Türkçe’ye İngilizce’den almışız. Peki İngilizce’de nereden çıkmış ‘karavan’ lafı? Bildiğimiz ‘kervan’dan.
Bu da ne acayip bir şeydir! Kervan lafı buralardan batıya deve üstünde gitmiş, sonra (manası hayli değişmiş olarak) batıdan doğuya metal bir kutu içinde geri dönmüş. Kalkıp “Vosvagen kervanla Assos taraflarına tatile çıktık” deseydim bir şey anlamayacaktınız di mi? Bu kadın yine kafayı yedi derdiniz. (Yedik gerçi ama konu bu değil).
Kelimelerin bu muhteşem yolculuğuna bayılıyorum. Bergamotun da buna benzer bir hikayesi var. Anadolu’da “Beğ Armudu” diye çok hoş kokulu bir armut varmış bir zamanlar. Bu armudun kokusuna çok benzeyen bir portakal türüne Fransızlar beğ armudundan yola çıkarak ve her zamanki gibi eşek arısı sokmuş dilleriyle yanlış telaffuz ederek “bergamot” demişler. Sonra bu kelime dönmüş dolaşmış “bergamut” şeklinde üstelik bir narenciyenin adı olarak dilimize geri dönmüş... Nereden nereye...
Çingene evinden klimalı karavana
Peki karavanın tarihi ne? Aslında Amerika’nın iç bölgelerinin Avrupalılarca istilasına kadar gidebiliriz. 1745’ten itibaren, filmlerden de hatırlayacağınız gibi, dönemin Avrupa kökenli beyazları, ‘vagon’ dedikleri ve günümüz karavanlarından çok da farklı olmayan at arabalarıyla ilerledi vahşi Batı’ya. 1810’da Fransa’da da üretilmiş ilk ‘vagon’ ve hemen panayır göstericileri tarafından severek kullanılmış. 1850’den sonra Çingeneler benimsemiş karavanı. Çadırlarından çıkıp “vardo” dedikleri bu at arabalarına yerleşmişler.
Modern anlamda karavanlar motorlu araçların yaygınlaşmasıyla ortaya çıkmış. İlk motorkaravan 1910’da Kanada’da bir kamyonun üzerinde inşa edilmiş. Araç arkasına takılan ilk karavanlar 1920’lerde ABD ve yine Kanada’da çıkmış. Hayli basit, sadece yatmaya yarayan seyahat römorklarıymış bunlar. Meraklılarına “teneke kutu turistleri” denirmiş o zamanlar. “Karavan” kulüpleri bile kurulmuş hemen. 1930 ve 40’larda karavanlar ev haline gelmiş. 50’lerde durum iyice köpürmüş dev modelleri yapılmaya başlamış. 60’lardan sonra Amerikan usulü ‘gecekondulaşma’ hareketi olan karavan evlere hizmet vermeye başlamış sektör.
Hippilerin evi
Ama esas patlaması 60’ların sonu 70’lerin başı yani “hippi” zamanında oluyor. Karavana dönüştürülmüş ve üzerine 578 adet çiçek çizilmiş VW minibüsler o dönemin sembolü haline geliyor.
Ekşisözlük’teki bir tanım çok hoşumuza gitti: “Genellikle ya bayağı zenginlerde ya da bayağı fakirlerde olan bayaa değişik bir araç.” Son yıllarda film setlerinde çok acayip lüks versiyonlarını görür olduk. Park halindeyken sağa sola genişleyen, içinde jakuzisi bile olan ve bizim evlerden kat be kat lüks versiyonları.
Türkiye’de yaygın değil. Göçebe kökenliyiz ama fena halde yerleşik olduk. Yazlık ev yerine karavan almak kimsenin aklına gelmiyor. O yüzden karavan parkları ya çok az ya da kötü. (Son iki yılda iyi bir iki yer açıldı)
Karavanda neler var veya olabiliyor?
Aslında gerekli her şey konulabiliyor.
* Küçük versiyonda iki buçuk, büyük versiyonlarda altı kişilik yatma yeri
* Yemek masası ve 4 kişilik oturma yeri
* Duş, tuvalet
* İki gözlü ocak
* Buzdolabı
* İstenirse fırın
* Dışarıdan aldığı elektrikle çalışan klima
* TV
* DVD * Bir sürü dolap
* Kalorifer
* 100 veya daha fazla litrelik temiz su tankı. Daha ne olsun?
Küçücük karavanım ağrısız başım
Foto galeri için tıklayın
Nereden çıktı bu karavan?
3 yıldır Türkiye’nin hali hazırda en çok satan seyahat kitabı “Küçük Oteller Kitabı”nın editörlüğünü yapmaktayım. 3 yıldır deli gibi dolaşmaktayız. Yılın en az 100 günü yollarda geçiyor. Evet tabii ki kendi aracımızla üstelik de Türkiye’nin en güzel otellerinde yatıp kalkarak ama kabul edin 100 gün boyunca evden uzak kalmak da kolay bir nane değil.
Karavan, hep kafamızın bir kenarında olan bir şeydi. Ev hissini az çok veren bir şey. Evet bir karavan almak istiyoruz. Ama paramız çok olmadığı için üç kuruşu harcamadan önce nedir bu karavan olayı bilelim istedik.
CASAVAN Karavan Kiralama Şirketi, (casavan.com) bu arzumuzu bir yerlerden duyup bize mail yazdı. Şirketten Çağrı Öztoprak, “Karavanlarımızdan bir tanesini bir haftalığına ister misiniz?” diye sordu. Agggghhh... İstemez miyiz? Hem de bayıla bayıla.
Karavanımız bir Volkswagen Volt LT35. Bir moto karavan. Yani tek parça. (Arkaya takılanlara çekme karavan deniyor) İçini CASAVAN’cılar kendileri karavana dönüştürmüş. Devletimiz, karavancılığı über-süper-very very lüks saydığı için (çünkü karavancının ayrıca bir jeti, ayrıca bir yatı ve bittabi 24 odalı malikanesi vardır) manyak bir ÖTV ‘bindiriyor.’ O nedenle ancak 5 yaşından büyük araçlar karavana çevriliyor.
Bizim karavan camper dedikleri 2,5 kişilik bir tip. Büyük olmadığı için çevik. Normal bir araç olarak da kullanmak mümkün. Günlük kirası 200 TL. Kilometre başına 40 kuruşluk mazot yakıyor.
6 kişilik versiyonları daha geniş ancak yolculuk açısından küçükler kadar pratik değil.
Karavanla neler yapılabilir?
* Türk polisi gıcıklık yapmadığı sürece dünyanın her köşesinde uyuyabilirsin! Ertesi gün sabahın köründe devlet dairesinde işin mi var? Park et dairenin önüne olsun bitsin. Canın bilmem ne dağındaki bilmem ne şelalesinde sabah banyosu mu yapmak istiyor? Park et kenarına, sabah gir. Uzun yola çıkmışsın, uykun mu geldi? Çek kenara uyu. Öz hakiki seyahat özgürlüğü budur. Gerisi laf. Otel ayarla, gece yarısı gel, kimseyi bulama... Vır vır vır... Yeter ki ağaç altına park et!
* İnsanın içini kemirip duran “bir yerlere yetişme duygusu”ndan kurtulabilirsin. Zira her yer senin. Doğadan başka kimse beklemiyor.
* Akrabalarını hem ziyaret edebilir hem de canın istemiyorsa evlerinde kalmadan çekip gidebilirsin. Gece nerede kalacaksınız, aa hayatta bırakmam, otele para verdirmem, çarşaf havlu kirlettim, eniştem de çok horluyor derdine son. Çok istiyorsan bahçelerine çektiğin kendi ‘evinde’ kalabilirsin.
* Bir yeri beğenmemişsen veya beğenmediğin birileri gelmişse, anında orayı terk edebilirsin. Maksimum terk süresi: Sandalyeyi, masayı toplayıp, tenteyi dürme sadece 10 dakika.
* Bavul toplama derdinden kurtuluyorsun. Eşyaları bir kere yerleştirdin mi, artık tamam. Otele de gitsen, bir pijama, bir diş fırçasını yanına alman yeterli.
* Karınla/kocanla/sevgilinle kavga ettiğinde ve o gece evde kalmak istemediğinde nereye gideceğini biliyorsun. Arkadaşlara gidip, gereksiz kafa ütülemelere, zırva tavsiye veya gaz almalara son.
ÖZETLE: 100 litre temiz suyu, banyosu, tuvaleti, idareli kullanılırsa 6-7 saat elektriği, düz ekran TV’si, DVD oynatıcısı, gazlı ocağı, buzdolabı, termosifonu, masası, sandalyesi ile evde yapabileceğin her şeyi bir karavanda yapmak mümkün! Yemekler de yaptık, çaylar da demledik, şampanyamızı patlatıp güneşi de batırdık, konuk da ağırladık... “Aslında 10 metrekarede de yaşanabilirmiş” düşüncesi insanı gereksiz yüklerden kurtulmaya doğru götürebilir. Karavan bir nevi terapi aynı zamanda...
Memlekette karavanı kullanan ünlüler:
Volkan Konak, Şevval Sam, İz TV’nin Vilko’su
(o da artık bizden sayılmaz mı?)
En çok nerede uyanmayı sevdik?
* Assos Sivrice Koyu:
Tek kelimeyle nefis! Minicik ve hâlâ bakir. Sabaha karşı 4’te vardık. Koyun en sonunda, denizin dibindeki “SARNIÇ OTEL”e park ettik. Kimse niye bu saatte geldiniz demedi. Meğer burada adet buymuş. 24 saat açık. Sabah güler yüzle hoş geldiniz dediler, bir şey ister miyiz diye sordular. Denizin neredeyse içinde bitmiş bir pırnal ağacının altında çok şahane bir kahvaltı ettik. Bir gece park ve iki kişilik kahvaltı için 20 lira ödedik. (Ali Rıza Öztekin 0537 8808590)
* Bursa Apolyont Gölü kenarı, Gölyazı:
Kamp yeri değil, bildiğiniz köy. Güzel olan sabah tekne pat patlarıyla uyanmak. Kadınlı erkekli köy halkı, erkenden balığa çıkıyor. Sonra o balıklar köy meydanında açık arttırma ile satılıyor. Köy güzel, halk sevecen...
* Pamucak Dereli Kamp:
Kamp olarak pek bir şey sunduğunu söyleyemem. Fakat memleketin en güzel sahili de burada. Nefisler ötesi bir kum. Harikulade bir deniz altı: Muhteşem balık sürüleri. Ve daha güzeli: O kadar HİÇ kimse yok ki... denize çıplak girdik!...
* Alsancak Gündoğdu Meydanı:
Ah işte gezinin en şahane kısmı. Gece saat 11 gibi geldik, sahile park ettik. Sandalyelerimizi çıkartıp çimlerin üzerine koyduk. Ayakkabılarımızı çıkarttık, minik Henkel ucuz şampanyalarımızı içtik, sigaramızı tüttürdük. Bir sularında yattık. Çok ama çok mutluyduk. Sabah beşte polis geldi. Megafondan korkunç bir sesle bizi “aracımızın başına” davet etti. Kıçından kalkıp başına geçtik, Saint Joseph’in oralarda bir otoparka gidip uyumaya devam ettik. Fakat o bölge de İzmir’in en “hareketli” bölgesiymiş. Sabaha kadar bir pazarlıktır gitti. Yine de eğlendik.
Karavanda göze alınması gerekenler
* İlk 4 gün kafa, her yerde çarpıyor. Hele hareket halindeyken es kaza buzdolabından kaptan şoför için su almaya kalkarsan tam anlamıyla felaket oluyor. Benim kafam 6 kere çok sıkı bir şekilde mutfak dolabına çarptı. Bir adet patatese döndü başım. Sonra alışılıyor.
* Klima hadisesi biraz problematik. Panelvan minibüslerde genelde klima olmuyormuş. Karavana çevrilince de içeriye elektrikle çalışan klima konuyor. Fakat o da ancak araç durduğu ve dışarıdan elektrik aldığı zaman çalışabiliyor. Açıkçası ağustos ayında, İzmir Şirince Kuşadası Assos yollarında, pek mantıklı değil. Belki bahar aylarında manalıdır.
* Çok hızlı dağılıyor. Ortada bir okunmuş gazete, bir plaj havlusu, bir bardak bırakıldığında, evde 20 kişilik parti verilmiş etkisi oluşuyor.
* Fazla eşyaya yer yok. Orta büyüklükte bir bavul, o da tıka basa olmamak şartıyla dolaplara ancak sığıyor.
* Ağaç altı bulunmazsa (veya benim gibi doğu batı hesabı yanlış yapılırsa) sabah biraz ‘sıcak’ uyanılıyor.
* Türkiye’deki kamp yerlerini açıkçası pek sevdiğimizi söyleyemem. Büyük çoğunluğunda bir “gecekondu” zihniyeti hakim. Şöyle ki: Yakın civarda bir şehirde oturanlar, çekme karavanlarını yakın bir kamp alanına yerleştirip gidip geliyorlar. O kadar uzun kalınca da o karavancılar yayılıp duruyor. Çıkma çadırlar, dev ev buzdolapları, kocaman TV’ler, koltuklar, salıncaklar... Yani karavancılığa tamamen ters bir durum gelişiyor. Karavan “kalk gidelim” derken millet çılgın bir yerleşme derdinde. Babacım gez dolaş yahu! Gürültü, patırtı... İki volt elektrik alacağım diye o hengameye girmeye değmez.
Yüzde 84 ÖTV!!
Devletimizin karavan düşmanlığı da ayrı konu. Beş yaşından küçük bir minibüs alıp karavana dönüştürürsen yüzde 84 (seksen dört!!!) ÖTV ödemek zorundasın. Bu yüzden hepsi 5 yaşında dolayısıyla yolculuk sırasında klima imkanı yok.
7 gün kaça mal oldu?
Araç kirası: 7 x 200 = 1400 TL
Mazot: 2000 km x 0.4 = 800 TL
Kamp yeri ücreti: 20 x 3 = 60 TL
Buzdolabını doldurma: 300 TL
Toplam: 2560 TL. (Karavan kirası vermiş olsaydık)