Şairlerin ve Güllerin Ülkesi İran

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan VitaEsMorte Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 26
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 15,554

VitaEsMorte

Zirve
Mesajlar
2,896
Tepkime Puanı
39
Yola çıkacak kişinin ilk aşması gereken şey kendi yerleşikliğidir, demiş Oruç Arouba. Yoğun bir çalışma temposunun ardından üç haftalık bir gezi için doğrusunu söylemek gerekirse bu sözün muhatabı olmadım desem yalan olur. İlk kez yurt dışına, üstelik araçla ve üstelik İran’a... Belki de biraz daha az iddialı bir yerle başlamalıydım. Fakat bu düşünceler zihnimde belli bir süre yoğrulduktan sonra hiçbirinin aslında benim düşüncelerim olmadığına kanaat getirdim. İran’a gideceğimi duyan ve beni az da olsa tanıyan herkes dahi bana tuhaf tuhaf bakıyordu. Belli ki birilerinin insanları yönlendirmesi gayet kolay oluyor günümüzde. İlerleyen kısımlarda da okuyacağınız gibi atomu parçalamak ön yargıları parçalamaktan kolay.

Bu düşüncelerle yola çıktığımda İstanbul’dan beri 1200 km’yi geride bırakmıştım. Yol uzun olunca düşünmek için çok da zaman oluyor. Üstelik geçtiğim topraklarda binlerce yıl önce yazılmış türküleri de dinlerken aslında bestekarının ne demek istediğini görerek anlıyorum. Sanırım bu dizeler başka bir şekilde de anlatılamazdı.

İran sınırında, bu yazının ilk paragrafının son tümcesindeki söze, yaparak ve yaşayarak şahit oldum. Nedense sınırın İran tarafında zorluklar çıkartıldığından ve yardımcı olunmadığından herkes muzdarip. Peki o zaman benim muhatap olduklarım melek mi acaba? Bütün işlerimde bana son derece saygılı ve yardımsever bir şekilde yol gösteriyorlar ve gayet de kibar ve güler yüzlüler. Ah bu memleketimin genellemeler aşığı insanları...

DSC_0163.JPG


DSC_0190.JPG


DSC_0127.JPG

"Cunubi Azerbaycan" dağlarında...

Sınırdaki görevliler Türkçe biliyorlar, fakat şöyle de bir durum var. Kendi aralarında Farsça konuşabiliyorlar bazen ve ben ne dediklerini az çok anlıyorum. Hatta buna kendi yorumlarımı da katıyorum. İlginçtir ki onlar Farsça konuşuyor ben anlıyorum ve Türkçe cevap veriyorum; onlar da beni anlıyor. Allahım, farklı bir coğrafyada farklı dillerde anlaşabilmek ne kadar güzel.

Tabi hiçbir gezi yoktur ki baştan sonra her şey rast gitsin. İran’da kalacağım süre on günü geçtiği için İran plakası almam gerekiyor. Esasen sınırdan hemen Tebriz’e geçmek istiyordum fakat şu saat itibariyle devlet daireleri kapalı ve benim plakayı Hoy kentinden almam gerek! Çaresiz sınıra en yakın yerdeki Maku kasabasına geliyorum. Burada arkadaşım Ekber’in gelişimi haber verdiği Mustafa Bey ve bir arkadaşı beni karşılayıp bana akşam Maku’yu gezdiriyorlar ve “hoş-beşt” yapmak için bir “çayhane”ye gidiyoruz. Burada gayet keyifli bir sohbet ve “galyanlarla” (nargile) devam eden gecede, Mustafa Bey bir başka yere misafirliğe gideceğini fakat beni bir arkadaşına emanet edeceğini söylüyor. İlginç bir not olarak da arkadaşının Türkçe anlamadığını ve bunun benim için güzel bir hatıra olacağını belirtiyor! Ah Mustafa beyciğim, bir Türk’ün anlaşmak için aynı dilden konuşmaya ihtiyacı var mıdır ki? Yeni tanıştığımız Rami arkadaşımızla yemeğe gidiyoruz, yemek sonunda ben Farsçam’ı ilerletmiş, Rami ise Türkçe bildiğinin farkına varmış olarak “konaklarımıza” dağılıyoruz.

Kaldığım yer İran Devleti’nin işlettiği Mihmansaray isminde güzel ve temiz bir mekan. Burada bir kişinin gecelik konaklama ücreti 23500 tümen (yaklaşık 23 dolar). Belki tek sorun bu kadar sıcak bir havada dahi kaloriferleri yakmaları...

Bu arada size İran'da kullanılan para birimleri konusunda da bilgi versem iyi olacak. İran'ın para birimi riyal, fakat halk kendi arasında riyalden bir sıfır atarak yeni bir para birimi geliştirmiş, adını da tümen koymuş. Bizim bir zamanlar liradan altı sıfır atarak konuşmamız gibi, buradaki insanlar da günlük hayatlarında tümeni kullanıyorlar. Yaklaşık olarak 1 TL = 600 tümen. İran'da genel olarak fiyatlar Türkiye'ye göre ucuz, fakat son yıllarda enflasyon sorununun olması nedeniyle fiyatlarda hızlı bir artış var. Ben İran'a giderken Sayın Zafer Bozkaya'nın rehberinden çok yararlandım fakat kitap 2007'de yazılmış olmasına rağmen iki senede kitapta belirtilen fiyatlar çok artmış. Eğer İran'a giderseniz bu durumu da göz önünde bulundurmanızda yarar var.
 

Etiketler
Tebriz

Ertesi gün tüm yorgunluğuma rağmen sabah erkenden kalkıp Hoy’a doğru yola çıkıyorum. Burada trafik tescil bürosu benzeri bir şey bulup aracıma İran plakası taktıracağım ve bu şekilde mazot alabileceğim. Türkiye’dekine benzer bir idari prosedür var, bankaya para yatır (üstelik aynı bankanın iki ayrı şubesine) sonra onaylat, müdüre arabayı göster ve plakayı al. Burada elime bir kroki tutuşturuyorlar. Krokide beş dakika yürüme mesafesinde diye gösterdikleri şubeleri arayıp bulmak yaklaşık bir saatimi alıyor. İlginçtir ki yolda sorduğum her kişi beni bu şubelere götürüp işimi halletmeme yardımcı olmak istiyor. Ben zahmet olmasın diye teşekkürlerimi iletiyorum ama bir amcamız ısrar ederek benimle geliyor. Üstelik şubede tanıştığı arkadaşları da bana epey yardım ediyorlar. Benden istediği ise İstanbul’a buradaki kardeşlerinden selam iletmemdi.

Plakaları öğlen gibi alıp yola çıkıyorum ve ilk mazotu alıyorum. Litresi, İran plakam olduğu için 100 tümene (yaklaşık 18 kuruş!!!) geliyor. İran akaryakıtın en ucuz olduğu ülke. Ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Birbirine komşu iki ülkeden biri dünyanın en ucuz yakıtını diğeri ise en pahalı yakıtını satıyor. Tezada bakar mısınız?

DSC_0011.JPG

Tebriz'de tipik bir çayhane...

Bu işi de hallettikten sonra Tebriz’e doğru yola çıkıyorum. Yalnız yolda artık bünye iflas etmek üzere, üç günde 2000 km’den fazla yol elbet yoruyor. Tebriz’de arkadaşım Ali ile buluştuk. Buradan onun evine gidip bir süre istirahat ettik ki doğrusu ilaç gibi geldi. Kalktıktan sonra ise Tebriz’i gezmeye başladık. Burada esas arkadaşımız Ekber’in “hemkarı” (meslektaşı) Ferhat Bey de bize katıldı. Gece boyu keyifli bir sohbet, galyan ve çay... Daha ne olsun?
 

Tebriz

Sabah Ali ile erken kalktık. Buradaki kahvaltı adeti bal kaymak ve bizdeki tandır ekmeğine benzeyen “sengeç”ten oluşuyor. Oldukça enerji verici bir kahvaltının ardından Tebriz’i gezmeye başladık. İlk olarak İran’ın ünlü şairi Şehriyar’ın müze haline getirilen evini gezdik. İran’da insanlar şiire oldukça meraklı. Sokakta gördüğünüz konuştuğunuz bir insan Şehriyar’dan, Firdevsi’den veya diğer şairlerden birkaç dizeyi hemencecik söyleyiveriyor. Bu şiirlerin konusu ise daha çok olgun insan olma, insanların derdi, dünyadaki olumsuzluklar vb. gibidir. Daha sonra ise Terazi (Ölçü) Müzesi’ne gidiyoruz. Burada ölçülerle ilgili her türlü eşya sergileniyor. Bu evin sahibi eski bir tüccarmış, içerde teleskoplar, metreler, kantarlar ve çeşitli ölçü eşyaları bulunuyor.

DSC_0035.JPG


DSC_0014.JPG


DSC_0024.JPG

Şehriyar'ın müze haline getirilen evinden görüntüler...

DSC_0034.JPG

Terazi Müzesi’nden bir görünüm...

Bu müzeleri gezdikten sonra İran’da yeni keşfedilen ve Demir Çağı’na kadar dayanan bir medeniyetin izlerinin olduğu “Esrahan” yani Demir Çağı Müzesi’ne gidiyoruz. Burada eski döneme ait kap-kacak ve mezarları gördük.

DSC_0041.JPG


DSC_0042.JPG

Esrahan Müzesi’nden görüntüler...

Esrahan Müzesi’nin yanında ise Mescid-i Kebud (Gök Mescid) bulunuyor. Mavinin çok güzel bir tonuyla bezeli çinileri nedeniyle İslam’ın Firuzesi olarak adlandırılan bir yer burası fakat zamanın yıpratıcılığına karşı koyamamış ve çinilerin çoğu dökülmüş. Şimdi harıl harıl restorasyon çalışmaları devam ediyor. İçerde birçok mimarlık öğrencisi de çizimler yapıyordu. Herhalde bir mimarlık öğrencisi için bundan daha iyi pratik yapacak bir yer olamaz.

DSC_0047.JPG


DSC_0049.JPG

Gök Mescit’ten görüntüler...

Burayı gezdikten sonra yolumuz Azerbaycan Müzesi’ne düşüyor. Bu müzede İran’ın Azerbaycan Eyaleti’nde bulunan mezar taşları, eski koç ve insan heykelleri ile eski zamana ait çeşitli eşyalar var. Ayrıca alt katında ise İranlı bir heykeltıraşın çeşitli çalışmaları sergileniyor. Bu çalışmalar insanların hayatı, dünyadaki sorunlar, açlık, savaş ve siyasi rejimler üzerine... Bu heykellerin hepsinin yapımı toplam 5 yıl sürmüş ve gerçekten de sanatçı mesajları çok estetik bir şekilde vermiş. Bu müzedeki heykelleri görmenizi mutlaka tavsiye ederim.

DSC_0058.JPG


DSC_0066.JPG


DSC_0074.JPG


DSC_0077.JPG

Azerbaycan Müzesi’nden görüntüler... Son heykel korkuyu konu ediyor. İlginçtir, mizansendekilerin hepsi büyük insanlar, hiç küçük çocuk yok. Acaba neden?

Burayı da gezdikten sonra Tebriz’in ünlü çarşısını ziyaret ediyoruz. Çarşı inanılmaz büyük. Çarşının içerisinde çeşitli kollara ayrılmış esnaflar var. Bir bedesten içerisinde şapkacılar, bir tanesinde ayakkabıcılar, bir diğerinde ise kumaşçılar... Burası için derlermiş ki “Tebriz’in çarşısı işlemezse nizam döner”. Yani buradaki çarşı iş yapmazsa ekonominin kötü olacağına ilişkin bir itikat var. Çarşıyı gezip bitirdikten sonra Mescit Camii’ni gezdik. Burada mollalar eğitim görüyormuş.

Daha sonra Meşrutiyet Müzesi’ni ziyaret ediyoruz. Burada İran’da 1900lü yılların başındaki meşrutiyet dönemini anlatılıyor. Birçok eski fotoğraf, hatırat, antika saatler ve eşyalar ile mektuplar burada sergileniyor. Amin Maoulf’un Semerkand romanında İran’ın meşrutiyet dönemi sıkıntıları çok güzel bir şekilde yer alıyor, bu müzede de o romanda anlatılanlara ilişkin tarihi belgeleri ve fotoğrafları görebilirsiniz.

DSC_0106.JPG

Meşrutiyet Müzesi...

Akşam hava kararırken ise Kendowan’a doğru yola çıktık. Kendowan, Tebriz’e yaklaşık 45 dakika mesafede ve buradaki yeryüzü oluşumları Kapadokya’daki oluşumlara oldukça benziyor. Peribacalarının içerisinde evler var, bir kısmı restore ediliyor ve turizme kazandırılıyor. Ayrıca bazı evlerde konaklamak da mümkün. Hatırladığım kadarıyla geceliği 20000 tümen civarıydı. Tabi fazla bir konfor beklememek gerekiyor. Güneş batarken oldukça güzel fotoğraf kareleri alıyorum ve dönüş yoluna çıkıyoruz. Saat sabah 8’den akşam 10’a kadar sürekli gezdik, araba kullandık ve ikimiz de “hasta”yız (yorgun).

DSC_0017.JPG


DSC_0031.JPG


DSC_0042%7E0.JPG


DSC_0045.JPG


DSC_0047%7E0.JPG

Kapadokya’ya çok benzeyen Kendowan Bölgesi’nden kareler...

Yeri gelmişken İran yollarından ve trafiğinden de bahsetmek istiyorum. İran’da yollar gayet düzgün. Türk topraklarından İran sınırına geçerken doğrusu akla karayı seçtim çünkü yol kelimenin tam anlamıyla rezaletti. Acaba İran tarafında da durum böyle mi derken sınırdan itibaren İran’ın, bizim kaymak asfalt olarak nitelendirdiğimiz yollara sahip olduğunu gördüm. Gerçekten de tek şeritli yollar da dahil olmak üzere bütün yolları çok düzgün. Öte yandan bu durumun bir diyeti olarak İran trafiğinde herhangi bir kural kaide olmadığını belirtmek isterim. İstanbul’da olsa insanların birbirlerini öldürecekleri durumlar İran’da normal kabul ediliyor. Sağa sola dönerken işaret vermeme, tehlikeli sollamalar yapma, aniden adamın önüne kırıp durma, kavşakta yavaşlamadan Ya Allah diyip kalabalığa dalma vb. uygulamalar İran trafiğinde çok yaygın. Şerit kavramı da pek yok, saflar sürekli sıkı tutuluyor. Bütün bunlara rağmen pek korna sesi duymadım ve genelde şoförler bu durumu kanıksamış olduğundan bağrışma, hakaret ve küfür gibi şeyler olmuyor. Aynı şeylerin İstanbul trafiğinde olması durumunda neler olurdu tahayyül edemiyorum.
 

Bostanabad

Ertesi sabah oldukça geç uyandık. Araç kullanmaktan, yürümekten ve fotoğraf makinesi ile tripod u taşımaktan her tarafım ağrıyor. Şikayetçi miyim? Tabi ki hayır.

Bugünkü programımızda bir başka arkadaş beni kendi köyüne ve “Islı Su” olarak bilinen bir kaplıcaya götürecek. Köyün adı Öküzgümbeti ve Tebriz’e yaklaşık 100 km uzaklıkta. Burada yaşayan Türkler, Kıpçak Türkleri ve köy yaşantısı bizimkiyle hemen hemen aynı. Kendimi sanki Anadolu’nun bir köyünde geziyormuş gibi hissettim. Hanenin yedi kişilik mevcudu ile Türkçe konuşuyoruz ve çoğunlukla anlaşıyoruz.

İki Türk bir araya gelir de mangal olmaz mı a dostlar? Yol üzerinde Habib Bey kardeşim aşçılığını konuşturuyor, bize de yemek düşüyor.

DSC_0003.JPG

Mangalı yelleyen Habib’in mutluluğu ;D

Yol üzerinde ünlü şair Şehriyar’ın doğduğu kasaba da bulunuyor. Bu kasabanın yakınından geçerken benim radyoda da Selda Bağcan çalıyordu. Şarkıda geçen aşağıdaki söz üzerine;

“Ah yalan dünya, yalan dünya
Yalandan yüzüme gülen dünya”

Habib de bunun üzerine Şehriyar’dan aşağıdaki dizeleri hemen söyleyiveriyor:

“Senin behren yeyen kimdir? (Senin meyveni yiyen kimdir)
Kiminkisen? Yeyen kimdir? (Kimsin ki sen? Sahibin kimdir)
Sene doğru deyen kimdir?
Yalan dünya, yalan dünya.”

Coğrafyalar farklı olsa da sıkıntılar aynı sanırım...

Islı Su olarak bilinen yer Bostanabad kasabasına yakın bir şifalı su. Burada bizim kaplıcalara benzeyen bir tesis var. Kadınların ve erkeklerin ayrı yerlere girdiği bu tesiste sıcak su kaynağı, sauna ve hamam var. Doğrusu bunca yorgunluğun üzerine çok iyi geldi.

DSC_0005.JPG

Bostanabad’daki termal tesis

Buradan dönüşte Habib’in evine gidiyoruz. Mangalla başlayan ve köyde de çeşitli yiyeceklerin önümüze konmasıyla devam eden süreç burada da devam ediyor ve yemekte ısrar ediyorlar. İran’daki yemek kültürü bizdekine yakın, fakat buradaki porsiyonlar daha büyük. Ola ki İran’a giderseniz sakın ha alışkanlık eseri bir buçuk porsiyon söylemek gibi bir gaflete düşmeyin, bir porsiyon işinizi fazlasıyla görecektir.

DSC_0124.JPG

Cunubi Azerbaycan’dan insan manzaraları...

Gece misafirliğe gelen Mehmet ve Mehdi Beyler ile keyifli bir sohbet oluyor. Gerek kendilerinde gerekse İran’da konuştuğum diğer tüm kişilerde belli bir Türkiye algısı var. Burada “mahvara” (uydu) yayınları yasak olmasına rağmen bazı kişilerin evlerinde gizli olarak bulunuyor ve buradan Türk yayınlarını izleyebiliyorlar. Türk televizyonlarındaki programlar nedeniyle Türk halkını nerede akşam orada sabah, bir akşam o barda bir akşam bu diskoda eğlenen tipler olarak tanıyorlar. Doğrusunu onlara anlatıyorum ve Türkiye’deki medya konusunda bilgi veriyorum. Buradan da anlıyoruz ki medyanın insanları etkileme konusunda müthiş bir gücü var ve gördüğümüz kanıtlara göre yanlış bir yayın politikası güdüyorlar. Belki rating ve reklamdan daha önemli kavramların da üzerinde durmaları gerekiyor. Hoş, RTÜK’ün kanallara ceza verdiği durumlarda esas programın yerine belgesel koyarak cezalandırılan bir zihniyetten de bu ne derece beklenir bilemiyorum.
 

Ynt: Şairlerin ve Güllerin Ülkesi İran

Muratçığım , usta bir rehber gibi çok düzgün bir Türkçe ile anlattığın gezini bir solukta okudum.
Sana hayırlı yolculuk , İran'a selamlar.
 



Tebriz

Sabah erken kalkıp Tebriz’deki ünlü Şairler Anıtı’nı ziyaret ediyoruz. İranlılar sanatçılarına çok düşkünler ve burada ünlü şairleri Şehriyar’ın kabri bulunuyor. Ayrıca İran’a mal olmuş ünlü şairlerin temsili resimleri ve dizeleri de bulunuyor. Buradan çıkışta modern sanatlar üzerine çalışmaları olan bir heykeltıraşın küçük müzesini de gezdik. Burada İran mutfağının tüm yemekleri (kebaplar, çorbalar, sebze ve meyveler) kilden yapılmış bir şekilde sergileniyor.

DSC_0051.JPG


DSC_0049%7E0.JPG


DSC_0018.JPG

Şairler Anıtı (Mehveret ül Şüera)

Daha sonra ise Kacar Müzesi’ni ziyaret ettik. Burası çok büyük bir saray ve Kacarlar’ın sahibi olduğu çeşitli nesneler burada sergileniyor. Çeşitli silahlar, ev yaşamı, kıyafetler vb. eşyalar burada sergileniyor.

DSC_0055.JPG


DSC_0063.JPG


DSC_0077%7E0.JPG

Kacar Müzesi

Buradan çıkışta ise Ali’nin evine gittik. Burada, Ali’nin çok hoşuna giden Kazım Koyuncu’nun şarkılarını ona verirken Türkiye’nin fotoğrafları var mı diye soruyor. Bilgisayarımda kayıtlı olan Cemal Gülas’a ait fotoğrafları gösteriyorum. Çok hoşuna gidiyor ve diyor ki buraya çok benzeyen yerler var kuzeyde. Tamam deyip yola çıkıyoruz. Yola çıkmadan evvel bundan sonraki programımı da hazırlayıp uçak biletlerini alıyoruz. İran’da uçak biletleri çok ucuz çünkü devlet herkes uçak kullanabilsin diye bunları sübvanse ediyor. Toplam beş uçak biletine 150 dolar civarı bir para ödüyorum.

DSC_0082.JPG


DSC_0084.JPG

İran’da sıklıkla kullanılan Peykan marka otomobillerden modifiye edilmiş bir tanesi

Akşam yola çıkıyoruz. Gideceğimiz yer Abeshahmed. Yolda gece karanlığına kalıyoruz ve İranlı şoförlerin gözümün elifine tuttukları uzun farları ile buraya varıyoruz. Bizim Yalova Termal kaplıcası gibi bir yer. Aslında çadır kuracaktık ama bir pansiyon boşmuş, oraya yerleşiyoruz. Bu arada İran’ın dağın başındaki yolları dahi çok temiz ve düzgün. Gerçekten harika bir asfaltta ilerledik ve gideceğimiz yere vardık. Yol arkadaşımız Hasan Bey de gezmeye oldukça meraklıymış. Gezmenin asıl manasını da “Murat Efendi gezentiden çok öz yol yahşidir” diyerek; yani gezmekten çok yolda olmak güzeldir diye özetliyor. Eh, gezenbilir’e bir üye daha...

Gece çadırda yatmamanın ne kadar doğru bir karar olduğunu anladık çünkü büyük bir gürültü ile dolu yağdı. Dışardan bağrışmalar geliyordu, muhtemelen bazıları kötü yakalandı.

Abeshahmed’de bir kaplıca suyu var. Çeşitli rahatsızlıklara oldukça iyi geliyormuş ve çevre ülkelerden çok geleni varmış. Su yağ gibi yapışkan, şampuan veya sabun ile vücuttan çıkmıyor. Ayrı bir duş almak gerekiyor. Gerek Abeshahmed’da gerekse İran’ın Azerbaycan bölgesinde turistik açıdan tesisler yetersiz. Burada küçük bir havuza onlarca kişi giriyor, tesislerin durumu ise oldukça kötü. Burada oturanlar buranın Türkler’in bölgesi olduğu için devletin ilgisiz kaldığını belirtiyor.

DSC_0177.JPG


DSC_0160.JPG


DSC_0145.JPG


DSC_0103.JPG

Cunubi Azerbaycan’dan insan ve doğa manzaraları...

İran’da çadır kurmak ve ailecek başka yerlere gitmek çok yaygın. Parklarda, kaplıcalarda ve mesire yerlerinde bu tip insanları hep görebilirsiniz. Ayrıca eğlence kültürü pek yaygın olmadığından insanlar daha çok mangal yapıyorlar. Bugün Abeshahmed’den çıkıp sık sık fotoğraf arası vererek Aynalı diye bir yere gittik. Aynalı tam bir kamp ve mangal alanı... Cuma gününün tatil olmasını fırsat bilen herkes gelmiş. Burada biraz fazla vakit harcıyoruz. Bu alana girerken sorduğumuz milli park görevlisi, bize Aynalı’dan iki saatte Tebriz’e ulaşabileceğimizi söylemişti. Yalnız GPS yerine KPS (Köylü Positioning System) kullanımı, ülkemizde olduğu gibi burada da zaman birimleri açısından sorun çıkartıyor. Adamın bize dediği Culfa yolu İran ile Azerbaycan arasında Aras Nehri boyunca uzanıyor ve bol virajlarla dolu. Saat 5’te çıktık ve 9.30 civarı Tebriz’deydik! En azından sınır hattı boyunca çok güzel dağ manzaraları gördük. Araç kullanırken zorluktan yakındım, fakat yüzyıllar önce bu dağları aşarak sefere giden hükümdarlar acaba neler hissediyordu?

DSC_0054.JPG

Çocuk her yerde çocuk...
 


Şiraz

Nihayet günlerdir 3000 km’nin üzerinde yol yaptığım araba kullanma işine bugün biraz ara vereceğim. Uçak ile önce Tahran’a oradan da Şiraz’a gideceğim. Burada Vahid Bey ile beraber Şiraz’ı gezeceğiz. Aracımı ise Habib’e bırakıyorum. Yalnız Tahran’da beni arıyor yana yakıla, meğer ki lastik patlamış, adamcağız 4 saat kadar yollarda sefil olmuş. Ne diyelim, Allah tevekkül!

İran’da uçaklar oldukça eski, yalnız içerisi bizim uçaklara göre oldukça rahat. Verilen ikram da neredeyse başlı başına bir yemek gibi. Araba ile saatler sürecek ve oldukça çetin geçecek yolu uçak ile toplamda 2 saatte almak oldukça iyi.

DSC_0001.JPG


DSC_0028.JPG


DSC_0042%7E1.JPG

Kerim Han Kalesi

Akşam 8 gibi Şiraz Havaalanı’na vardım. Burada beni Vahid Bey karşıladı. Kendisi Farsi olduğu için pek Türkçe bilmiyor. Fakat bu bölgelerde İngilizce kullanımı oldukça yaygın olduğundan bu dilde anlaşıyoruz. Önümüzdeki üç gün boyunca kalacağım yer Aryo Barzan Hotel. İran için standartları oldukça iyi olan bu otelde ortalama gecelik 39 dolara kahvaltı dahil iyi bir hizmet alabiliyorsunuz. Vahid ile yarın saat 9’da buluşmak için sözleşiyoruz ve bendeniz de naçizane bu satırları yazabilmek için odama çıkıyorum. Yarından itibaren İran’a geliş sebeplerimden biri olan Pasargrad (Persepolis) de dahil olmak üzere kadim bir şehri gezeceğim.

Bana İran’ı neyle hatırlayacaksın deseler, sanırım önce gül kokusu derdim. Gerçekten de bu ülkeye girdiğimden beri ziyaret ettiğim her önemli yerde gül kokusunun hakimiyeti var. Gül özellikle İsfahan bölgesinde çokça yetiştiriliyor ve dini-kültürel açıdan önemli yerlerin yıkanmasında mutlaka kullanılıyor.
 

Şiraz

Benim için esas gezi Şiraz ile başlıyor çünkü sırtımda çanta teker teker keşfe başlayacağız. Şiraz’da arkadaşım Vahid Bey benimle olacak. Gezimize sabah Kerim Han Kalesi ile başlıyoruz. Bu kale Kacarlar zamanından beri oldukça iyi korunmuş ve günümüze gelmiş. Kerim Han’ın özel ikametgahı olan bu yerin içerisinde harika bir bahçe, banyo, dinlenme ve ibadet odası gibi çeşitli yerler mevcut. İçerisinde ayrıca sergi salonu da bulunuyor. Özellikle duvar işlemeleri çok hoş. Bizimle beraber Tahran’daki bir okulun öğrencileri de bu kaleyi geziyor. Hazır yeri gelmişken İranlı hanımlardan da bahsetmek lazım diye düşünüyorum. İran’da İslami hicap kuralları hanımların örtünmesini gerektiriyor fakat bu durum ülke genelinde biraz farklı olarak uygulanıyor. Burada kadınların saçlarının bir kısmının açık olduğunu ve yüzlerinde oldukça fazla makyaj olduğunu görebilirsiniz. Bu durumdan ise eşleri oldukça rahatsız, benzinin litresinin 100 tümen olduğu ülkede makyaj malzemeleri oldukça pahalı!

Kale’nin civarında sıcaktan bunalan bünyeleri hafifletmek için Şiraz’da oldukça sevilen “Feluda”yı deniyoruz. Feluda, nişasta ve buz karışımına limon suyu dökülerek yapılan bir tatlı. Dondurma benzeri ama bence dondurmadan daha çok ferahlık veriyor.

DSC_0048.JPG

İki sene önce restoran olarak kullanılan fakat şimdi Halı Müzesi olarak değiştirilen yer

Buradan çıkışta ise Kale’nin yakınındaki Fars Müzesi’ni ziyaret ettik. Burada eski uygarlıklara ait çeşitli eşyalar sergileniyor. Benim ilgimi özellikle Büyük İskender zamanından kalma paralar çekti. Yine buranın yakınında İran halılarının sergilendiği bir yer daha mevcut. Birkaç sene öncesine kadar restoran olarak kullanılan bu yerde çok güzel halılar sergileniyor. Mekanın ortasındaki havuzun şırıltısı ile burada biraz dinlenip sessizliğin keyfini çıkardık. İran’ın park ve müzelerinde bu tip havuzlar oldukça yaygın. Gerçekten insana huzur veriyor.

DSC_0055%7E0.JPG


DSC_0059.JPG


DSC_0071.JPG


DSC_0068.JPG

Vekil Pazarı ve Vekil Camii’nden görüntüler...

Saat öğlene yaklaşırken bu sefer yakındaki Vekil Camii’ni ve Vekil Pazarı’nı geziyoruz. Vekil Camii içerisinde restorasyon çalışmaları sürüyor. Camiinin içi çok büyük ve tavanlardaki işlemeler çok güzel. Cami sadece Cuma günleri ibadete açıkmış.

DSC_0074%7E0.JPG

Şiraz Caddeleri’nden bir görüntü...

Kerim Han Şiraz için gerçekten çok önemli yapılar yaptırmış. Bunlardan biri de Vekil Camii’nin hemen yanındaki Vekil Pazarı. Burada da İran’daki diğer tüm çarşılar gibi labirente benzeyen bir yapı var. Çeşitli baharatlar, yiyecekler ve tekstil ürünleri bu çarşıda alıcı bekliyor. Esnaf şu sıralar özellikle siftahsız dükkan kapattıklarından şikayetçi. Bu çarşının içerisinde Sarayı Mushir isimli bir kervansaray da var. Burada çeşitli hediyelik eşyalar satılıyor.

Öğlen güneş tepede ve şehir gerçekten çok sıcak. Biz de yapılabilecek en uygun şeyi yapıp İrem Bağları’nı ziyarete gidiyoruz. İran’da halkın vakit geçirip dinlenmesi için gerçekten harika parklar var. Keşke İstanbul’da da böyle büyük parklar olsaydı...

DSC_0083.JPG


DSC_0107.JPG


DSC_0108.JPG

Şiraz’ın ünlü İrem Bağları’ndan görüntüler...

İrem Bağları bir nevi arberetum işlevi görüyor. Burada İran’ın ve dünyanın çeşitli yerlerinde yetişen bitkiler ve ağaçlar var. Ayrıca burada çeşitli aşı çalışmaları da yapılıyormuş. Bu sıcak havada gerçekten çok serin ve çiçek kokularıyla bezeli bu yerde iki saate yakın kalıyoruz. Sonrasında ise yemek için buralardaki ünlü bir restorana gidiyoruz. Burası oldukça güzel ve rahat bir restoran. Bizim Türk olduğumuzu öğrenince masaya bir İran bir de Türk bayrağı getiriyorlar. Burada yaklaşık üç saate yakın vakit geçiriyoruz. İran’da restoranların bazılarında büyük sedirler var ve oturarak yemek yiyorsunuz. Yemeği yedikten sonra biraz kestiren insanlar da oluyor. Doğrusunu isterseniz böyle bir yemekten sonra güzel bir uyku iyi giderdi. Vahid Bey’in acil bir işi çıktığı için bir saat kadar izin istiyor. Ben de fırsatı değerlendirip dinlenmek için otele dönüyorum.

Foto%F0raf0494.jpg

”Ortalama” bir İran sofrası...

Saat 6 civarı tekrar buluşup Hafız’ın Türbesi’ne gidiyoruz. Hafız çok ünlü bir şair ve İranlılar’ın şiire ve sanatkara verdiği önem de malum. Her evde mutlaka kitabı bulunan bu şairin temaları genelde din, felsefe ve ahlak üzerine...

DSC_0111.JPG


DSC_0114.JPG

Hafız’ın Türbesi’nden görüntüler...

Hafız’ın Türbesi’nden çıktıktan sonra biz gezginler için son derece önemli bir kişilik olan Sadi’nin Türbesi’ne gidiyoruz. Sadi’nin hayatı dünyanın bir yanından öteki yanına geçmiştir ve gezginlerin şairi olmuştur. Dünyanın birçok yerini dolaşmış, sefil olmuş, esir alınmış, baş tacı edilmiş veya kapı dışarı konmuştur. Her iki türbe de daha önce bahsettiğim gibi çok güzel çiçeklerle bezenmiş ve insana huzur veren yerler.

DSC_0132.JPG


DSC_0126.JPG


DSC_0122.JPG

Sadi’nin Türbesi’nden görüntüler...

Bugünkü gezi programımızı saat 7 gibi bitiriyoruz. Yarın İran’da esas merak ettiğim yerlerden biri olan Persepolis (Pasargrad) gezisi var. Bir tam gün sürecek bu gezide Büyük Pers İmparatorluğu’nun başkentini göreceğiz.
 

Şiraz

Günümüzde yoğun geçen iş yaşamı tatillere de yansıyor. Bütün planlar projeler “zaman” üzerine kurulu... Sabah kaçta kalkılacağı, o gün nerelerin gezileceği, nerede ne yeneceği gibi faaliyetler önceden planlanıp tüketiciye sunuluyor. Belki rahatlatıcı bir tatil için bu zaman kavramından biraz uzaklaşmak gerekiyor. Hangi gün olduğunu unutmak, saatin kaç olduğunu düşünmeden hala sokaklarda dolaşmak insana iş stresini unutturduğu gibi programlanmış bir hayat yaşamanın verdiği hazırcılığı da bir nebze olsun unutturuyor. İran’da da bunu yaşama fırsatı bulabildim. Ki zaten İran’da hafta tatili Perşembe ve Cuma günleri olduğu için öncelikle bir fark oluşuyor. Bunun dışında da hava sıcaklığı nedeniyle ülkede kamu kuruluşları “genel olarak” öğle 2’ye kadar çalışıyorlar. Esnaf ise öğlen kapatıp saat 3-4 gibi tekrar iş başı yapabiliyor.

DSC_0241.JPG

Persepolis olarak bilinen kentin genel görünümü

Bugünkü programımızda Büyük Pers İmparatorluğu’na başkentlik yapmış ünlü Persepolis var. Şiraz’da bu antik eserlerin olduğu yere genel olarak Pasargrad yani Perslerin Kampı dense de esasen birbirlerine çeşitli mesafede dört farklı yeri anlamamız gerekiyor. Birincisi Şiraz’a 60 km mesafede bulunan Persepolis, ikincisi Persepolis’ten 6 km mesafede bulunan Nakş-ı Rüstem ve Nakş-ı Recep kaya mezarları ve Kral Kurus’un mezarının bulunduğu Pasargrad.

DSC_0224.JPG


DSC_0227.JPG


DSC_0234.JPG


DSC_0143.JPG


DSC_0161.JPG


DSC_0158.JPG


DSC_0151.JPG


DSC_0223.JPG


DSC_0245.JPG

Persepolis’ten genel görünümler...

Pers İmparatoru 1. Darius zamanında yapılmaya başlanan ve toplamda bir asrı aşkın bir inşa süresine sahip olan Persepolis, Akamenidler’in tören merkezi ve imparatorların sarayı olarak kullanılan binalardan oluşmaktadır. Büyük İskender tarafından yakılıp yıkılıncaya kadar oldukça iyi dönemler geçiren bu yerde yapıların çoğunluğu taştan yapılmıştır. Genel olarak iki taraflı büyük bir merdivenden çıkılarak Tüm Milletler Kapısı’na giden büyük bir avluya ulaşılıyor. Buradan ise Apadana Sarayı’na, Kışlık Saray’a veya 100 Sütunlu Saray’a gidiliyor. Duvarlarda o dönemdeki ziyaretçileri ve getirdikleri hediyeleri resmeden figürler bulunuyor. Bu hediyeler Nevruz sırasında krala sunulurmuş ve gelen ziyaretçilerin organizasyonunu ölümsüz olduklarına inanılan kraliyet muhafızları (300 Spartalı filminde farklı bir şekilde izlediğimiz muhafızlar!) yaparmış.

DSC_0185.JPG


DSC_0211.JPG


DSC_0208.JPG


DSC_0202.JPG


DSC_0195.JPG

”Xerxes’in Haremi” olarak bilinen ve şu an müze olarak kullanılan yer...

Persepolis’in arkasındaki tepede ise Kral 2. Artaxerxes’in mezarı bulunuyor. Sıkı bir tırmanışla buraya çıkılıp şehir baştan başa seyredilebilir.

Persepolis’e 6 km mesafede olan Nakş-ı Rüstem’de ise Xerxes, 1. ve 2. Darius ile 1. Artaxerxes’in mezarları bulunuyor. Mezar dediysem bildiğimiz mezarlardan değil, bu kralların kahramanlıklarını anlatan figürlerin üzerinde kayalara oyulmuş devasa yapılar!


Nakş-ı Rüstem’in yakınlarında ise Sasaniler’den kalma rölyeflerin olduğu Nakş-ı Recep bulunuyor. Yine, Persepolis’e 85 km kadar uzakta da Kral Kurus’un mezarının olduğu Pasargrad’ı ziyaret edebilirsiniz. Biz buraya gitmedik.

DSC_0285.JPG


DSC_0279.JPG


DSC_0268.JPG


DSC_0267.JPG


DSC_0262.JPG


DSC_0295.JPG


DSC_0299.JPG


DSC_0305.JPG

Nakş-ı Recep’teki kaya mezarları ve Zerdüşt Tapınağı...

Şiraz’daki son günümde geriye kalan yerleri gezip bu şehrin harika bahçelerinde vakit geçirmek istiyorum. Öncelikle Şah Çerağ Türbesi’ne gidiyoruz. Burası İmam Rıza’nın kardeşi Seyyit Emir Ahmet’in türbesidir. İçerde bulunan birçok küçük aynanın yarattığı yansımalarla buraya herhalde ışık manasında “çırak” adını vermişler. İçerde fotoğraf çekmek yasak fakat insanlar cep telefonlarıyla fotoğraf çekiyorlar. Ben de örfe uyup aşağıdaki fotoğrafları alıyorum.

Foto%F0raf0501.jpg


Foto%F0raf0497.jpg


Foto%F0raf0498.jpg


Foto%F0raf0499.jpg


Foto%F0raf0500.jpg

Şah Çerağ Türbesi...

Türbe ziyaretinden sonra ise Narenjestan Müzesi’ne gidiyoruz. Burada eski döneme ait eşyalar ve İran tarihinde önemli yer tutan insanlar var. Hallac-ı Mansur’un figürüne burada rastlamak doğrusu epey şaşırttı beni... Öğle vaktine başlayıp yaklaşık beş saat süren yemeğimizin ardından havaalanına gitmek üzere yola çıkıyoruz. Yolumuz üzerindeki Dervaz-ı Kuran’ı da ziyaret edip birkaç fotoğraf alıyoruz. Bu kapı eskiden Şiraz’a giriş kapısıymış ve kapının altından geçen kişinin her ne suretle olursa olsun Şiraz’a güvenli bir şekilde döneceğine inanılırmış. Kapının üzerinde Kuran’dan sayfalar olduğu için bu adı almış.

DSC_0033.JPG

Dervaz-ı Kuran Kapısı...

DSC_0017%7E0.JPG


DSC_0007.JPG


DSC_0011%7E0.JPG

Narenjestan Müzesi’nden görüntüler...
 



İsfahan

Yolun bundan sonraki kısmında ise yalnızım. Esasen gezinin “Lonely Planet” kısmı bundan sonrası... Elimde Zafer Bey’in kitabı ile İsfahan’a geldim ve yine kitaptan seçtiğim Siosepol Köprüsü’ne çok yakın Pol and Park Hotel’e gitmek için taksiye biniyorum. Böylesine turistik bir yerde taksici tek kelime İngilizce bilmiyor, üstüne üstlük Pol and Park Hotel’i de bilmiyor. Artık Allah ne verdiyse İngilizce, Arapça, Rusça bütün diller havada uçuşuyor. En sonunda Türkçe “Julfa Mahallesi’nin orası, Siosepol Köprüsü” dediğimde haaaa diyor. Bundan sonra birine derdimi anlatmak için eş anlamlı kelimeleri söylesem kafi gelecek gibi...

DSC_0001%7E0.JPG


DSC_0005%7E0.JPG


DSC_0174.JPG


DSC_0181.JPG

Zayende Rud ırmağı kuruyunca geriye sadece suda aksi olmayan Siosepol Köprüsü ve Khaju Köprüsü kalmış

İran’a geldiğimden bu yana en yorucu günümdü diyebilirim. Sabah 9’dan akşam 10’a kadar sırtımda fotoğraf malzemelerinin olduğu çantayla bir o yana bir bu yana gitmekten gerçekten inanılmaz yoruldum. Sık sık verdiğim molalar da kafi gelmedi ve buradaki halkın yaptığı gibi bir parka boylu boyunca uzandım. Ayaklar iflas etmiş, gezecek çok yer var, zaman az...

DSC_0022.JPG


DSC_0050.JPG

İmam Meydanı’ndan görüntüler...

Gece otele gelirken çok güzel bir Siosepol manzarası görmüştüm fakat sabah kalktığımda köprünün altından şırıl şırıl akması gereken nehrin kuruduğunu gördüm. Bazı İranlılar da karşıya geçmek için köprüye çıkmaktansa kuruyan yataktan geçmeyi yeğliyorlardı! İlk durağım olan Hos Behest Sarayı restorasyon altında, dolayısıyla içeri bırakmadılar. Buradan devam edip ünlü İmam Meydanı’na geliyorum. Burası 512 m x 163 m ebatlarında ve Çin’deki Tiananmen Meydanı’ndan sonra dünyadaki ikinci büyük meydandır. İçinde birçok eser, çarşı ve parklar olan bu meydan gerçekten de oldukça büyük. Şah döneminde ise polo karşılaşmaları için kullanılıyormuş.

DSC_0039.JPG


DSC_0026.JPG


DSC_0032.JPG


DSC_0035%7E0.JPG


DSC_0037.JPG

Şeyh Lütfullah Camii

Meydanın ortasında Şeyh Lütfullah Camii bulunmakta. Gariptir, İran’daki çoğu camide ibadet göremedim. Bunun yerine ibadetler daha çok türbelerde yerine getiriliyordu. Ayrıca camilere girişte de sürekli olarak bilet kesiliyor. Fiyatlar Türkiye şartlarına göre hiç önemsenecek bir şey değil, fakat garibime giden ibadet yerlerinin ibadet yerine teşhir amacıyla sunulması. Her neyse, girişteki tanıtımda oldukça iddialı bir şekilde dünyanın en güzel camii olarak anılan bu mekan dünyanın en güzeli midir bilinmez, fakat içerisindeki mavi renkli çini süslemeleri gerçekten çok güzel. Tabandan tavana kadar ilk kez tamamı bitirilmiş bir restorasyon çalışması ve işlemeler gerçekten de harika. İran’da aşina olduğum sarı rengin dışında bir renk görmek çok güzel.

DSC_0043.JPG


DSC_0051%7E0.JPG

Ali Gapu Sarayı

Bundan sonra ise meydanın tam ortasındaki Ali Gapu Sarayı’na gidiyorum. Burası meydanı yüksek görebileceğiniz bir yer. İçerisindeki çalışmalar halen devam ediyor ve oda oda yükseliyor. Tavan süslemelerine ise diyecek yok.

DSC_0070.JPG


DSC_0083%7E0.JPG


DSC_0085.JPG


DSC_0090.JPG


DSC_0094.JPG

İmam Camii’nden görüntüler...

Meydanın diğer ucunda bulunan İmam Camii, bir büyük avluyu da içerisinde barındırıyor. Şeyh Lütfullah Camii’nde olduğu gibi buranın da çini işlemeleri çok güzel bir mavi renkten oluşuyor. Camii içerisinde bazı yerler işaretlenmiş ve buradan ses verildiğinde değişik noktalardan eko yapıyor. Ben oradayken camiyi gezen bir molla grubunun ezan ile deneyişine şahit oldum, sahiden de büyük bir hoparlörün içindeymişçesine ses geliyor.

DSC_0103%7E0.JPG


DSC_0107%7E0.JPG


DSC_0111%7E0.JPG


DSC_0126%7E0.JPG


DSC_0127%7E0.JPG


DSC_0142.JPG

Cehel Sütun Sarayı’ndan görüntüler...

Meydan içerisindeki keşiflerimi bitirip bu sefer civara el atıyorum. En yakında Cehel Sütun Sarayı (Kırk Sütun) var. Esasen kırk sütunu filan yok, fakat rivayete göre sütunların havuzda yaptığı yansımalar sonucu bu adı almış. Bu sarayın içerisinde çok çeşitli olaylar duvarlara nakşedilerek anlatılmış. Bir minyatürde ise Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail’in Yavuz Selim’e yenilmesinin resmedilmesi beni çok şaşırttı.

DSC_0017%7E1.JPG

Baba Rıza... İmam Meydanı’ndan pazara Qayseriyye Kapısı’ndan girince sağdaki bir kervansarayda el emeği göz nuru masaörtülerini ve kilimlerini yapıp satan bu kişiyle sohbet edebilirsiniz

Cehel Sütun Sarayı’ndan sonra İmam Meydanı’na 6 km uzaklıktaki Minarel Junban yani Sallanan Minareler olarak bilinen yere gidiyorum. Bu sefer yolculuk için otobüsü seçtim. İran’da otobüsler ön tarafında erkekler arka tarafında ise kadınlar oturuyor. Geleceğiniz durakta indikten sonra biletinizi şoförün yanındaki kutuya atıyorsunuz.

Sallanan Minareler olarak bilinen yer, bir mühendislik hatası mıdır yoksa bilerek yapılmış mıdır bilinmez, biri sallandığına diğeri de sallanan iki minareye sahip bir türbedir. Aşağıda yeteri kadar kalabalık biriktiğinde veya her saat başı bir görevli bir minareye çıkarak sallamaya başlar, bu şekilde diğeri de sallanır. Minarelere asılmış olan zillerle bunu daha iyi gözlemleyebilirsiniz.

DSC_0161%7E0.JPG

Sallanan Minareler

Hava kararırken ise kurumaya yüz tutmuş Zayende Rud ırmağı üzerindeki Siosepol ve Kaju köprülerinin fotoğrafını çekmek için çabalıyorum. Çabalıyorum çünkü tüm o teçhizatla kurulum yapıp sonra değişik açılardan fotoğraflar yakalamak gerçekten zorluyor beni. En nihayetinde fotoğraf çekimi bittikten sonra yorgun bir şekilde otele gidiyorum.
 

Yezd

Bugün İsfahan’dan ayrılıp otobüs ile Yezd’e gittim. Takribi 5 saat süreceğini tahmin ettiğim yolculuk, çılgın şoför sayesinde 3.5 saatte tamamlanmıştı. Buraya vardığımda beni karşılayacak olan arkadaşın bir yanlış anlama sonucu beni Cumartesi beklediğini ve şu an Yezd’in dışında olduğunu öğreniyorum. Çaresiz, daha önceden araştırıp bulduğum Kohan Keshane otelinin yolunu tutuyorum. Fakat otele vardığımda otelin dolu olduğunu, beni yakındaki başka bir otele yerleştirebileceklerini söylüyorlar. Bu kadar aksiliğin üzerine çaresiz kabul edip diğer otele yerleşiyorum. Buranın da adı Kooresh Otel. Yezd’de eski evleri düzenleyip bu şekilde otel olarak kullanan çok işletme var.

Yezd gibi bir kenti dolaşmanın epey vakit alacağını, benim ise vaktimin az olduğunu göz önünde bulundurarak yerel bir rehberle anlaşıyorum. Bir günde bana tüm tarihi eserleri gösterecek. Burada özellikle Zerdüştler’in ölülerini gömdüğü Sessizlik Kuleleri ilgimi çekiyor.

Yezd kenti çok ilginç bir kent. Otelin olduğu eski yere gelirken geçtiğimiz daracık sokaklar, yüzlerce yıllık evler ve kadim bir zamanda donup kalmış yüzler... Burada öyle dar sokaklar var ki insanlar bunlara barış sokakları derlermiş çünkü bu sokaklarda rast gelen iki dargın kişi birbirleriyle temas etmeden ve dolayısıyla barışmadan geçemezlermiş. Bu sokaklarda kaybolmak gerçekten iş bile değil fakat keşfetmenin de en iyi yolu “kaybolmak” değil midir?

Yezd’deki yolculuğumuz sabahın erken saatlerinde Dahkme olarak bilinen Sessizlik Kuleleri’nde başlıyor. Bunun için sabahın erken saatlerini seçmemiz gerçekten çok isabet olmuş çünkü Yezd kelimenin tam anlamıyla “yanıyor”.

DSC_0002.JPG


DSC_0005%7E1.JPG


DSC_0013.JPG


DSC_0014%7E0.JPG


DSC_0010.JPG

Sessizlik Kuleleri... En son karede buradan çekilen Yezd manzarasını görüyorsunuz. Tarihi şehir, bu fotoğrafın solunda kalan kısımdır

Zerdüştler’e göre dört element olan ateş, su, toprak ve hava kutsaldır. Dolayısıyla ölen Zerdüştler’in toprağı kirletmemek için gömülmeyerek Sessizlik Kuleleri’nde vahşi kuşlar tarafından yenmeye bırakılması bir gelenektir. Günümüzde böyle bir gelenekleri yok çünkü yasaklanmış, bunun yerine ölülerini toprağa değmeyecek bir biçimde kayadan yapılma kabirlere koyuyorlar. Ölen kişinin bedeni buraya bırakıldığında bir Zerdüşt kuşların adamın önce hangi gözünü yiyeceğini gözlemek için burada kalırmış. Kuşun önce sağ gözü yemesi kişinin diğer tarafta mutlu olacağına, önce sol gözü yemesi ise kişinin diğer tarafta rahat edemeyeceğine delaletmiş. Saat sabahın 8’i fakat ortalık yanıyor. Öğlen burayı düşünemiyorum.

DSC_0021.JPG


DSC_0024%7E0.JPG


DSC_0031%7E0.JPG

Güvercin Kulesi

Buradan ise Yezd’e 50 km uzaklıktaki Meybud Kasabası’na gidiyoruz. Burada ilk ziyaret ettiğimiz yer Güvercin Kulesi. Güvercin pisliğinin gübre olarak kullanılması maksadıyla yapılmış olan bu kulenin içerisinde onlarca güvercin yuvası var. Yılanların kuleye tırmanamaması için beyaz ve kaygan bir şerit çekilmiş. Sonraki durağımız ise Narin Kalesi’ydi. Bu kale, İslam öncesi devirlerden beri kullanılmış ve gelişen medeniyetlerin izlerini esas temeli olan çamurdan tuğlalarda görebiliyorsunuz. Kale yıkıldıkça ek yapılmış ve aşağıdan yukarıya doğru gittikçe zarifleşen çamur tuğlalardan oluşuyor. Rehberim Hamid bana burayı anlatırken ben daha çok iyice yükselen güneş ışığının etkisiyle uğraşıyorum!

DSC_0041%7E0.JPG


DSC_0042%7E2.JPG


DSC_0046.JPG

Narin Kalesi’nden görüntüler...

Yolda İstanbul’dan gelen Kanadalı misafirleri görmek güzeldi. Yaptıkları rota ise araçlarından anladığım kadarıyla İstanbul’dan Pekin’e İpek Yolu’ndan oluşuyordu.

DSC_0066%7E0.JPG

Benim kısrağın arkadaşları :D
 

Yezd

Yezd resmen çölün ortasında bir yer. Böyle bir yerin sulama sistemi de tabi ki normalin dışında bir yaratıcılık gerektiriyor. Aşağıda Qanat adı verilen sulama sistemine ilişkin fotoğrafları görebilirsiniz. Kısaca, dağda yüksekte bulunan bir su kaynağı tünellerle şehre getiriliyor ve buradan çeşitli yerlere taksim ediliyor. Suyu muhafaza etmek için büyük su kümbetleri inşa edilerek tepesi açık bırakılmış. Böylece sıcak hava yukardan çıkıyor ve su serin kalıyor. Su önce evlere, sonra camilere sonra da çeşitli yerlere taksim ediliyormuş ve hepsi aynı “Qanat”tan yararlandıkları ve suyun temiz kalması için su alımı belli saatlere bölünmüş ve herkes kendine ait vakitte suyu kullanıyormuş. Su kanalları için çalışan işçiler beyaz renk giyermiş, bunun nedeni hem arkadan gelenler tarafından kolayca fark edilmeleri hem de yer altında çalıştıkları için herhangi bir göçük olması durumunda kefenlerinin hazır olmasıymış.

DSC_0065.JPG


DSC_0063%7E0.JPG

Su müzesi ve rehberim Hamid...Hamid İran'da Turizm ve Otelcilik okuyor, ayrıca İngilizcesi gayet iyi. İran'ın herhangi bir coğrafyasında rehberlik isterseniz size yardımcı olacaktır. Telefonu 0913 358 31 82 e-posta adresi: hamid_reza_kalantari(@)yahoo.com

Su Müzesi’nde ayrıca eskiden yapılan bazı evlilik akitlerini gördük. Bizim gündemimizde birkaç senedir var olan bu akitte evlenmeden kocanın eşine ne tip hediyelerde bulunacağı açık açık yazılıyor (tabi ki en önemli hediye su).

Buranın yakınındaki bir restoranda yemek yedikten sonra sıcağın iyice ayyuka çıkması nedeniyle saat 12 ila 16.30 arasında bir mola vermeye karar veriyoruz. Sanırım bende sıcak çarpması belirtileri mevcut çünkü şapkasız bir biçimde bir oraya bir buraya günlerdir dolanıyorum ve bazen de klimaya maruz kalıyorum. Otelde dinlenerek geçirdiğim bu ara oldukça iyi geldi.

DSC_0053.JPG

200 metre ötedeki “modern” fabrikalara inat hala el emeğini kullanan bir usta... “CV”si ise arkasındaki duvarda...

Öğleden sonra “biraz” serinleyen havada Emir Çakmak Kompleksi’ni ziyaret ettik. Burada Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi sırasında yapılan anma gösterileri için kullanılan bir araç var, adı “Nakhl”. Bu araç siyah ve yeşil bayraklarla süsleniyor, ayrıca insanların kalbini yansıttığına inandıkları için aynalar ve cihattan çekinmediklerini belirtmek için kılıçlar da araca asılıyor.

DSC_0076.JPG


DSC_0085%7E0.JPG

Nakhl ve Emir Çakmak Kompleksi...

Buradan gittiğimiz Devlet Abad Bağı ise Yezd’in bir özetini oluşturuyor. Güzel bir bahçe, iki katlı harika bir ev, rüzgarı yakalayıp soğutarak evin içine dağıtma görevi gören “Bad-Gir”ler ve havuz...

DSC_0109.JPG


DSC_0112.JPG


DSC_0121.JPG

Devlet Abad Bağı’ndan görüntüler...

İran’ın geleneksel sporu olan Zurhane’yi seyretmek için gittiğimiz salon ise kapalı çünkü bugün “Cume”. Biz de birkaç fotoğraf çekmekle yetiniyoruz.

DSC_0128.JPG

Zurhane’nin yapıldığı salon...

Bugün için gittiğimiz son yer ise Cami Camii. Caminin süslemeleri ve mistik atmosferi, bugünün Hz. Fatima’nın öldüğü gün olması nedeniyle okunan Kuran ile daha da cezbedici oluyor. Camiinin her tarafında Kufi harflerle yazılan çeşitli dini isimler mevcut. Titreşimden dolayı pek net çekemedim, fakat aşağıda Cami Camii’nin Kıble’ye bakan tarafındaki pencerenin altında Kufi harflerle birşeyler yazıyor. Bu yazanların yanı başında bir işaret var, bilin bakalım bu işaret nedir? Rehberim Hamid’in bu işaret ile ilgili yaptığı açıklamayı ben burada yazmayacağım ve bunları sizlerin takdirine bırakacağım. Bu işaret ve ait olduğu en son kavmin insanlığa yaptıkları; öte yandan bunun bir camide ne işinin olduğu ve bu kavmin İslam ile olan ilişkisi konusunda net üzerinde yeteri kadar komplo teorisi mevcut. İyisi mi biz burada yer işgal etmeyelim.

DSC_0147.JPG


DSC_0141.JPG


DSC_0140.JPG


DSC_0144.JPG

Cami Camii’nden görüntüler ve “işaret”...

Kaldığım otel konusunda bilgi vermek gerekirse, bu otel eski bir Yezd evinin restore edilerek otele dönüştürülmüş halidir. Yaklaşık 400 yıllık olduğu yazan otelde bir avlu, avlunun ortasında bir havuz, etrafta odalar ve odaların önünde de büyük sedirler var. Aşağıda fotoğrafını görebilirsiniz. Temizlik konusunda ne yazık ki geçer not veremeyeceğim, bu otelin yerine Kohan Keşhane’de kalabilirsiniz.

DSC_0003%7E0.JPG

Kooresh Otel’in avlusu...
 

Yezd

Yezd’de göreceğimiz son birkaç yeri sabaha bıraktık. Bunlardan biri, Zerdüştler’in kutsal ateşinin 1400 yıldır yandığı Ateşgede’ydi. Ateşin orijinali Ardakan’dan Yezd’e getirilmiş. Zerdüşt rahipler tarafından günde birkaç kez besleniyor ve bu şekilde tam 1400 yıldır yanıyor. Tapınağın girişinde Zerdüştlük’ün sembolü kuş adam portresi bulunuyor. Bu sembolde sol elinde yüzük tutan adam sadakati ifade ediyor. Sol el kalbe daha yakın olduğu için bu eliyle yüzüğü kavramış. Üç katlı kanatları ise düşüncede, sözde ve harekette doğruluğu simgeliyor. Kuşun kuyruğundaki üç katlı katman ise her insanın kötü düşüncelerinin ve fiillerinin olabileceğini belirtiyor.

DSC_0008.JPG


DSC_0010%7E0.JPG


DSC_0012.JPG

Ateşgede'den görüntüler...

Buradan sonra ise İskender Hapishanesi ve Yezd’in dar sokaklarını geziyoruz. Bu dar sokaklarda, daha önce de belirttiğim gibi şöyle bir adet var: İki dargın kişi, aracıların da teşvikiyle bu sokaklara sokuluyor. Sokaklar dar ve uzun, öyle ki bu kişiler birbirlerine dokunmadan veyahut temas etmeden ne geri dönebilirler ne de ileri gidebilirler. Bu şekilde dargınlar barıştırılıyor. Burayı da bitirdikten sonra arkadaşım Ekber’in Tahran’daki evine doğru yola çıkıyorum.

DSC00002.jpg

Yezd çöllerinden alışıldık manzaralar....

img_57501.jpg
Doors-of-Yazd-by-Syma2.jpg

Yezd’deki eski evlerin kapısından bir örnek... Sağdaki tokmak kadınlar için ve ince bir ses veriyor, soldaki ise erkekler için ve daha tok bir ses vererek ev sahibine gelenin cinsiyeti konusunda bilgi veriyor. Kadınlar için olan sağda çünkü kadınlar sol elleriyle çarşaflarını tutarken sağ elleriyle de kapıyı çalabiliyorlar. Erkekler için olan ise solda çünkü eve geldiklerine getirdikleri yiyecek vb. şeyleri sağ ellerinde taşıyorlar
 

Tahran

Oldukça sarsıntılı bir yolculuk sonrası Tahran Havaalanı’na inip oradan da arkadaşım Ekber’in evine varmam takribi 1.5 saatlik bir süreyi almıştı. Zaman kıstı nedeniyle Tahran’ı fazla gezemeyeceğimi bildiğimden nokta atışı yapabilmek için yaptığım programda en uygun olarak Sadabad Sarayı’nın olduğu yeri seçmiştim. Burası esasen birbirinden farklı 15-20 civarında ayrı müzeyi içeren çok geniş bir alan. Şah’ın yazlık saray olarak kullandığı bu komplekste o devrin yaşantısı konusunda bilgi alabilirsiniz. Fotoğraflardan da göreceğiniz gibi ihtişamın bini bir para!

DSC_0012%7E0.JPG

Areş Kemangir... Rivayete göre vakti zamanında İran’ın sınırlarının belirlenmesi için bir ok atımı mesafe belirlenmiş. Oku atmak için bir kemani seçilmiş ve attığı ok üç gün üç gece yol aldıktan sonra bir ağaca saplanmış. Burası da İran’ın sınırını oluşturmuş.

Bir diğer gün ise Karanj’den kuzeye doğru giderek buradaki doğal yaşamı izleme fırsatı buldum. Hazar’a çok yaklaştığımızdan bölge aynı bizim Karadeniz Bölgesi gibiydi. Taksicinin de teypte sürekli Karadeniz müzikleri çalmasından dolayı kendimi Trabzon’un yaylalarında gibi hissettim. Ne yazık ki zaman kıstından dolayı Tahran’dan Tebriz’e “şimal” yoluyla gitme planlarım ise suya düşüyor. Ne diyelim, tekrar gelmek için bahanemiz olsun değil mi?

Bundan sonrası ise Tebriz'e gidip dostlarla vedalaşmak ve kabus gibi bir yolculuk sonrası İstanbul'a varmak şeklinde cereyan ediyor.

DSC_0015.JPG


DSC_0018%7E0.JPG


DSC_0020.JPG


DSC_0042%7E3.JPG

Sadabad Sarayı'ndan görüntüler...

İran’da bulunduğum süre içerisinde sanki 20-30 yıl öncesinin Türkiye’sini yaşadım. Araç kaymasın diye tekerleğin altına konan taşlar, aracın ışığının açık olması durumunda tüm şoförlerin ve halkın ışıkları söndürmem için seferber olması, kutu kolalarda dışarı doğru açılan kapaklar, hemen hemen kamuya açık her yerde rastlayabileceğiniz su hayratları ve insanların nezaketi... Hepsi bana bir zamanlar yaşadığım fakat şu an olmayan şeyleri anımsattı. Gelişme ve değişim iyi güzel, fakat insan biraz da değişmeyen şeylerin özlemini çekmez mi?

DSC_0046%7E0.JPG

Şah devrildikten sonra heykelinden kalan...

İran’da en çok nereyi gezdin diye soracak olursanız Tebriz ile Tahran ve çevresi derim fakat bu tamamen benim hayat görüşüm ve deneyimim ile ilgilidir. İran’ın güneyi turizme daha yatkın, tesisler daha modern ve dil bilen sayısı çok daha fazla. Fakat benim için “şeref-ül mekan bil-mekin” yani mekanlar insanlarla güzeldir. Yaptığım seyahatlerde gezip gördüklerimden daha önemli olan oradaki insanların yaşayış biçimleri ve hayatı algılayışları olduğu ve ben de bunu en iyi Tebriz’de ve Tahran’da gözlemleyebildiğim için bu yerler bana İran’ın en güzel yeri gibi geldi. Tabi ki herkesin yaşayacağı deneyimler farklıdır. Kötü olaylarla karşılaşmadım mı? Tabi ki karşılaştım. Fakat bunlardan bahsedip sizi gereksiz algılamalara sürüklemek ve bir iki saksağanın yanlış davranışlarını genelin özü gibi sunmak bence yanlış. Bu nedenle bunlardan bahsetmeye lüzum görmüyorum.

Bu yazıyı okuyan ve beni misafirperverlikleriyle ailelerinden biri gibi ağırlayan İran’daki dostlara tekrar teşekkür ediyorum.
 



Ynt: Şairlerin ve Güllerin Ülkesi İran

Çok güzel bir gezi ve onun kadar güzel anlatım. Teşekkür ederim Murat Hocam.
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,764
Mesajlar
1,523,476
Kayıtlı Üye Sayımız
166,584
Kaydolan Son Üyemiz
ouzdede08

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst