nisya
Ana Kamp
Ingiltere Gezisi
Anlatmaya bir yerden başlamak lazım, dinleyin o zaman. Bir ara “bilgi” nedir diye takmıştım: “özünde nasıl bi şeydir, nasıl öğrenilir, nasıl aktarılır?” üzerine ne bulsam okuyordum. Bilgi konusunda 20. yüzyılın en önemli düşünürlerden biri de Michael Polanyi. Adam önce kimyagermiş, sonraları ekonomist olmuş ve en sonunda felsefe dersleri vermiş, her yol var yani, güzel. O sıralar yaşadığım Amerikan şehrindeki kütüphanede Polanyi’nin kitaplarını aradım. Tuğla kadar bir kitap buldum: “Kişisel Bilgi”. 1967’de kütüphaneye satın alınmış, o zamandan sonra sadece bir kez, o da 1971’de, ödünç alınmış. Raftan bir daha alınmak için 35 seneden fazla beni beklemiş. Polanyi demiş ki “ Bilginin çeşitleri vardır: bir kısmı resmidir ve formüle edilebilir. Dolayısıyla başkasına kolayca aktarılabilir. Bir kısım bilgi ise kişiselleşmiştir. Kişi, içselleştirdiği bilgiyi nasıl bildiğini bilemez, bu çeşit bilgiyi aktarmaya kalkarsa hep bir şey eksik kalacaktır. Dolayısıyla iyi bildikleriniz eğer basit ve formüle edilebilir değilse karşınızdakine asla tam olarak aktarılamaz.”. Bu girişi yaptıktan sonra “ İngiltere nasıl bir yer?” sorunuza cevap vereyim “ Bilemem. İngiltere’yi anlatabilmek için gereğinden uzun kaldım oralarda, isterseniz ülkeye iki haftalığına giden birine sorun. Onun anlatacağı daha çok hikayesi olabilir.”. Ey okuyucu, boş ver sen benim karalamalarımı. Ben sana bir şey anlatmaya kalkmayayım, böyle olmayacak. Gel seninle Birleşik Krallığın sokaklarına, bahçelerine, soluk benizli insanlarına ve havayla bozmuş İngiliz beyninin kıvrımlarına vuralım kendimizi. Arabada yanıma otur, ben süreyim, sen gör.
Bournemouth, İngiltere’nin küçük ama adı bilinen tatil beldelerinden biri. 10 kilometrelik koca bir kumsalı var. Şehrin arkası çam ormanları, şehir bakımlı. Biz doğrudan sahile inelim okuyucu, iskele civarında dolaşması keyifli oluyor. Sıcaklık kaç derece mi dedin? Bugün sekiz derece. Denize bu havada nasıl mı giriyorlar? Üstelik çamur gibi denize bu kadar dalga varken girilir mi? Ooo, dur bi dakka okuyucu. Çıkar bakayım o Akdenizli gözlüğünü. İlk sorundan cevaplamaya başlayayım. Sekiz derecede deniz girilir mi dedin di mi? Bu İngilizlerin kanında anti-friz olduğunda kuşkulanıyorum. En soğuk havada bile üzerlerine bir tişört atıp çıkarlar, sonra titrerler ama ses etmezler. Sokakta soğuktan dudakları morarmış çocukları sen görürsün, anneleri “hava soğuk değil ki” der çocuklar da dert etmez. O çamur gibi dediğin deniz İngiltere’nin en iyilerinden. Boşuna mı her yaz İngilizler İspanya kıyılarını istila ediyor, boşuna mı Marmaris İngilizleşiyor? Geçenlerde anket yapmışlar, İngilizlerin %60 ı başka ülkelere göç etmeyi planlıyormuş. Havanın etkisi büyük bu cevapta. Güneşi gördüler mi hemen açılır saçılırlar zaten. Sen güneşi gördün mü kaç bu ülkeden: ne kadar bira göbeği yapmış obez kadın, ne kadar 11 aylık hamile görüntüsünde adam varsa açılırlar. Avrupa’nın en şişman kadınları bu ülkededir bu arada. İngiltere kıyılarında gelgit farkı fazla olduğu için iskeleleri uzun yaparlar, gel bunun en ucunda çay içilecek bir yer var. Biraz serindir ama denizin üzerinde yiyip içebileceğin pek yer yok bu ülkede.
Bournemouth’tan batıya Bath’a gidiyoruz şimdi. Ne oldu okuyucu rengin sararmış, araba mı tuttu? Hızlı mı gidiyorum küçücük yolda? Hayır yavaşlamayacağım, kurallara uyuyoruz. Sıkıysa uyma, bu ülkede 20,000’den fazla hız radarı var. Bak şu sarı kutuları gördün mü? Onlar radar. Burası ada, dar yani, adamlar her karış toprağı değerlendiriyor Yol kenarlarında emniyet şeridi ancak büyük yollarda olur. Bu da şehirlerarası yol ama yok işte. Merak etme yol fazla uzun değil.
Geldik işte, burası Bath. Bath “hamam” demek, şehir Romalılar zamanında bir kaynağın çevresine kurulmuş. O zamandan beri de turistleri kendine çekmeyi bilmiş. Uzun uzun şehirde turlamayacağız. Ben seni buraya kartpostal turistliği yapasın diye getirdim okuyucu. Geldin mi geldin. Bath’ın zevki iki saatte çıkmaz, güzel bir şehirdir, daha çok vakit geçirmek lazım. Ama gel Royal Crescent’ta bir fotoğrafını çekelim, buranın en tanınan binalarındandır. Sorarlarsa gittim dersin, ama sonra sen yine gel. Bu binalar, bu nehir, bu şirin sokaklar İngiltere’nin başka yerlerinde zor bulunur.
Arkadaslar,yazi surup gidiyor,Bunaltmamak adina yazmadim.isteyen arkadaslar iolursa http://istasyonsakinleri.blogspot.com/2010/02/ingiltere-gezisi.html adresinden devam edebilir.
herkese keyifli haftalar!
Anlatmaya bir yerden başlamak lazım, dinleyin o zaman. Bir ara “bilgi” nedir diye takmıştım: “özünde nasıl bi şeydir, nasıl öğrenilir, nasıl aktarılır?” üzerine ne bulsam okuyordum. Bilgi konusunda 20. yüzyılın en önemli düşünürlerden biri de Michael Polanyi. Adam önce kimyagermiş, sonraları ekonomist olmuş ve en sonunda felsefe dersleri vermiş, her yol var yani, güzel. O sıralar yaşadığım Amerikan şehrindeki kütüphanede Polanyi’nin kitaplarını aradım. Tuğla kadar bir kitap buldum: “Kişisel Bilgi”. 1967’de kütüphaneye satın alınmış, o zamandan sonra sadece bir kez, o da 1971’de, ödünç alınmış. Raftan bir daha alınmak için 35 seneden fazla beni beklemiş. Polanyi demiş ki “ Bilginin çeşitleri vardır: bir kısmı resmidir ve formüle edilebilir. Dolayısıyla başkasına kolayca aktarılabilir. Bir kısım bilgi ise kişiselleşmiştir. Kişi, içselleştirdiği bilgiyi nasıl bildiğini bilemez, bu çeşit bilgiyi aktarmaya kalkarsa hep bir şey eksik kalacaktır. Dolayısıyla iyi bildikleriniz eğer basit ve formüle edilebilir değilse karşınızdakine asla tam olarak aktarılamaz.”. Bu girişi yaptıktan sonra “ İngiltere nasıl bir yer?” sorunuza cevap vereyim “ Bilemem. İngiltere’yi anlatabilmek için gereğinden uzun kaldım oralarda, isterseniz ülkeye iki haftalığına giden birine sorun. Onun anlatacağı daha çok hikayesi olabilir.”. Ey okuyucu, boş ver sen benim karalamalarımı. Ben sana bir şey anlatmaya kalkmayayım, böyle olmayacak. Gel seninle Birleşik Krallığın sokaklarına, bahçelerine, soluk benizli insanlarına ve havayla bozmuş İngiliz beyninin kıvrımlarına vuralım kendimizi. Arabada yanıma otur, ben süreyim, sen gör.
Bournemouth, İngiltere’nin küçük ama adı bilinen tatil beldelerinden biri. 10 kilometrelik koca bir kumsalı var. Şehrin arkası çam ormanları, şehir bakımlı. Biz doğrudan sahile inelim okuyucu, iskele civarında dolaşması keyifli oluyor. Sıcaklık kaç derece mi dedin? Bugün sekiz derece. Denize bu havada nasıl mı giriyorlar? Üstelik çamur gibi denize bu kadar dalga varken girilir mi? Ooo, dur bi dakka okuyucu. Çıkar bakayım o Akdenizli gözlüğünü. İlk sorundan cevaplamaya başlayayım. Sekiz derecede deniz girilir mi dedin di mi? Bu İngilizlerin kanında anti-friz olduğunda kuşkulanıyorum. En soğuk havada bile üzerlerine bir tişört atıp çıkarlar, sonra titrerler ama ses etmezler. Sokakta soğuktan dudakları morarmış çocukları sen görürsün, anneleri “hava soğuk değil ki” der çocuklar da dert etmez. O çamur gibi dediğin deniz İngiltere’nin en iyilerinden. Boşuna mı her yaz İngilizler İspanya kıyılarını istila ediyor, boşuna mı Marmaris İngilizleşiyor? Geçenlerde anket yapmışlar, İngilizlerin %60 ı başka ülkelere göç etmeyi planlıyormuş. Havanın etkisi büyük bu cevapta. Güneşi gördüler mi hemen açılır saçılırlar zaten. Sen güneşi gördün mü kaç bu ülkeden: ne kadar bira göbeği yapmış obez kadın, ne kadar 11 aylık hamile görüntüsünde adam varsa açılırlar. Avrupa’nın en şişman kadınları bu ülkededir bu arada. İngiltere kıyılarında gelgit farkı fazla olduğu için iskeleleri uzun yaparlar, gel bunun en ucunda çay içilecek bir yer var. Biraz serindir ama denizin üzerinde yiyip içebileceğin pek yer yok bu ülkede.
Bournemouth’tan batıya Bath’a gidiyoruz şimdi. Ne oldu okuyucu rengin sararmış, araba mı tuttu? Hızlı mı gidiyorum küçücük yolda? Hayır yavaşlamayacağım, kurallara uyuyoruz. Sıkıysa uyma, bu ülkede 20,000’den fazla hız radarı var. Bak şu sarı kutuları gördün mü? Onlar radar. Burası ada, dar yani, adamlar her karış toprağı değerlendiriyor Yol kenarlarında emniyet şeridi ancak büyük yollarda olur. Bu da şehirlerarası yol ama yok işte. Merak etme yol fazla uzun değil.
Geldik işte, burası Bath. Bath “hamam” demek, şehir Romalılar zamanında bir kaynağın çevresine kurulmuş. O zamandan beri de turistleri kendine çekmeyi bilmiş. Uzun uzun şehirde turlamayacağız. Ben seni buraya kartpostal turistliği yapasın diye getirdim okuyucu. Geldin mi geldin. Bath’ın zevki iki saatte çıkmaz, güzel bir şehirdir, daha çok vakit geçirmek lazım. Ama gel Royal Crescent’ta bir fotoğrafını çekelim, buranın en tanınan binalarındandır. Sorarlarsa gittim dersin, ama sonra sen yine gel. Bu binalar, bu nehir, bu şirin sokaklar İngiltere’nin başka yerlerinde zor bulunur.
Arkadaslar,yazi surup gidiyor,Bunaltmamak adina yazmadim.isteyen arkadaslar iolursa http://istasyonsakinleri.blogspot.com/2010/02/ingiltere-gezisi.html adresinden devam edebilir.
herkese keyifli haftalar!