Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 130,079

Etiketler



Ynt: Hikayeler

KUSURSUZ OLMAK…


Yaşlı adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna astığı testilerle dereden su taşırmış evine.. Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış... Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış; ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve.. Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış. İki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış...

Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş. Fakat zavallı çatlak olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş. İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama şöyle demiş:

'Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor..'

Adam gülümseyerek dönmüş testiye; 'Göremedin mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlaklığını biliyordum..Senin tarafına çiçek tohumları ektim.. Ve her gün o yolda ben su taşırken,sen onları suladın.. 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim' diye cevap vermiş.

Aslında hepimiz birer çatlak testiyiz. Her birimizin kendine has kusurları var. Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı ilginç yapan, mükafatlandıran, renklendiren.. Etrafınızdaki her kişiyi, olduğu gibi kabullenin.. Onlardaki kusurları değil, güzelliklerini görün...
 




Ynt: Hikayeler

bir de güzel bir aşk hikayesi var sırada :smiley:

Bir otobüs duraginda karsilasmislardi ilk kez....
Biri tipta okuyordu,öbürü mimarlikta. O ilk karsilasmadan
sonra, bir kere,
bir kere, bir kere daha karsilasabilmek için, hep ayni saatte,
ayni duraktan,
ayni otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle
konusacak cesareti
bulmalari biraz zaman aldi ama sonunda basardilar. Ikisi de
her sabah otobüse bindikleri
semtte oturmuyorlardi aslinda. Delikanli arkadasinda kaldigi
için o duraktan binmisti otobüse, kiz ise ablasinda....
Sirf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden
evlerinden çikip, sehrin öbür ucundaki o duraga, onlarin
duragina
geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarini bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok
mutlu...
Bazen issiz, bazen parasiz kaldilar ama öylesine siki
kenetlenmisti ki
yürekleri ve elleri hiçbir seyi umursamadilar. Ayin sonunu zor

getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar
olduklarinda
da hep mutluydular. Zaman asimina ugrayan, aliskanliklara
yenik düsen,
banka
hesabinda para kalmadigi için ya da tam tersine o hesabi daha
da kabarik
hale getirmek uguruna bitip-tükeniveren sevgilerden degildi
onlarinki...
Günler günleri, yillar yillari kovaladikça sevgileri de
büyüdü, büyüdü...
Tek eksikleri çocuklarinin olmamasiydi. Zorlu bir tedavi
sürecine ragman
çocuk sahibi olmayinca, ?bütün mutluluklarin bizim olmasini
beklemek,
bencillik olur? diyerek devam ettiler hayatlarina. Çocuk
yerine,
sevgilerini büyüttüler... Senin için ölürüm? derdi kadin,
simsiki sarilip
adama ve adam Hayir, ben senin için ölürüm diye yanit verirdi
hep...

Bazen eve geldiginde, aynanin üzerinde bir not görürdü kadin,
?Bir
tanem, kütüphanenin ikinci rafina bak....? Kütüphanenin ikinci
rafinda
baska bir not olurdu, Mutfaktaki masanin üzerine bak ve seni
çok sevdigimi sakin unutma?
Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notlari okuya
okuya kosturan kadin, sonunda kimi zaman bir demet çiçek,
kimi zaman en sevdigi çikolatalar,
kimi zaman da pahali armaganlarla karsilasirdi...
Aldigi hediyenin ne oldugu önemli degildi zaten....

Hayat ne kadar hizli akarsa aksin, isleri ne kadar yogun
olursa olsun hep
birbirlerine ayiracak zaman buluyorlardi bulmasina ama kirkli
yaslarin
ortalarina geldiklerinde, daha az çalismaya karar verdiler.
Adam,
hastaneden ayrildi ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye
basladi. Kadin da mimarlik bürosunu kapadi ve sadece özel
projelerde görev aldi. Artik daha fazla beraber
olabiliyorlardi. Bir gün sahilde dolasirken, harap
durumda bir ev gördü kadin, üzerinde ?satilik? levhasi asili
olan. ?Ne
dersin, bu evi alalim mi?? dedi adama. ?Bu viraneyi yiktirir,
harika bir
ev yapariz. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terasi olan,
martilari
kahvaltiya davet edecegimiz bir deniz evi yapalim burayi...?
?Sen
istersin de ben hiç hayir diyebilirmiyim?? diye yanit verdi
adam.
Amerikadaki tip kongresinden döner dönmez ararim emlakçiyi...
Kaç para olursa olsun, burasi bizimdir artik....?

Sadece bir hafta ayri kalacaklarini bildikleri halde,
ayrilmalari zor
oldu adam Amerika?ya giderken. Her gün, her saat konustular
telefonla.
Gözyaslari içinde kucaklastilar havaalaninda. Fakat birkaç gün
sonra,
kocasinda bir tuhaflik oldugunu fark etti kadin. Eskisi kadar
mutlu
görünmüyor, konusmaktan kaçiniyordu. Onu neselendirmek için,
sahildeki
evi hatirlatti ve çizdigi projeyi verdi kadin ama hiç
beklemedigi bir cevap
aldi: Canim, o ev bizim bütçemizi asiyor. Sen en iyisi o evi
unut...?

Mutsuzluk, mutlulugun tadina alismis insanlara daha da aci,
daha da
çekilmez gelir. Kadin, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri.
Derdini
söylemesi için yalvardi adama, Senin için ölürüm, biliyorsun,
ne olur
anlat? diye dil döktü bos yere... Yillardir sevdigi adam,
duyarsiz ve
sevgisiz biriyle yer degistirmisti sanki. Ona ulasmaya
çalistikça, beton
duvarlara çarpiyordu kadin, her çarpmada daha fazla kaniyordu
yüregi...

Bir gün, çocuklugunun, gençliginin ve bütün hayatinin birlikte
geçtigi
arkadasina dert yanarken, ?Artik dayanamiyorum, sana söylemek
zorundayim?
diye sözünü kesti arkadasi. O, seni aldatiyor. Is yerimin tam
karsisindaki restoranda genç bir kadinla yemek yiyiyor her
öglen. Sonra
sarmas dolas biniyorlar arabaya....
Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanlari? diye bagirdi
kadin.
Onca yillik arkadasini, kendisini kiskanmakla suçladi....
Ertesi gün, ögle
vakti o restoranin hemen karsisinda bir köseye sindi sessizce
ve peri
masallarinin sadece masal oldugunu anladi... Kocasinin eskiden
ayni
hastanede çalistigi genç çocuk doktorunu tanidi hemen. Bazen
evlerinde
agirladiklari kadina nasil sarildigini gördü adamin...

Aksam kocasi eve gelir gelmez, bazen bagirip,
bazen aglayarak, bazen ona simsiki sarilip bazen de
yumruklayarak haykirdi suratina her seyi. Inkar etmedi adam.
Zamanla duygularin degisebildigi, insanlarin orta yasa
geldiklerinde farklilik aradigi gibi bir seyler geveledi
agzinda ve
bavulunu alip gitti evden. Kapidan çikarken, ?son bir kez
kucaklamak
isterim seni? diyecek oldu ama kadin, ?defol? dedi nefretle...


Ilk celsede bosandilar... Modern bir ask hikayesinin böyle son
bulmasina
kimse inanamadi. Arkadaslarinin destegiyle ayakta kalmaya
çalisti kadin.
Adamin, sevgilisiyle birlikte Amerika?ya yerlestigini ögrendi.
Bazen
yalniz kaldiginda, onu hala sevdigini hissedince, aglama
nöbetleri
geçiriyor, askin yerini, en az onun kadar yogun bir duygu olan
nefretin
almasi için dua ediyordu.

Aradan bir yil geçti... Her seyin ilaci oldugu söylenen zaman
bile,
kadinin derdine çare olamamisti. Bir sabah, israrla çalan
zilin sesiyle
uyandi. Kapiyi açtiginda, karsisinda o kadini gördü. ?Sen,
buraya ne
yüzle geliyorsun? diye bagirmak istedi ama sesi çikmadi.
?Lütfen, içeri
girmeme
izin ver, mutlaka konusmamiz gerekiyor.? dedi genç kadin.
Kanepeye ilisti
ve zor duyulan bir sesle konusmaya basladi: ?Hiçbir sey
göründügü gibi
degil aslinda. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yil

Amerika?daki kongre sirasinda ögrendi hastaligini ve yaklasik
bir senelik
ömrü kaldgini. Buna dayanamayacagini, hep söyledigin gibi
onunla birlikte
ölmek isteyecegini biliyordu. Seni kendinden uzaklastirmak
için, benden
sevgilisi rolünü oynamami istedi. Ailesine de haber vermedi.
Birlikte
Amerika?ya yerlestigimiz yalanini yaydi. Oysa ilk
karsilastiginiz otobüs
duraginin karsisinda bir ev tutmustu. Tedavi görüyor ve
kurtulacagina
inaniyordu ama olmadi. Gece fenalasmis, bakicisi beni aradi,
son anda
yetistim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...? Gözlerinden akan
yaslari
durduramayacagini biliyordu kadin. Hemen oracikta ölmek
istiyordu. Eline
tutusturulan kutuyu açmayi neden sonra akil edebildi. Itinayla
katlanmis
bir sürü kagit duruyordu kutuda. Ilk kagitta, ?Lütfen bütün
notlari
sirayla oku bir tanem? diyordu... Sirayla okudu; ?Seni çok
sevdim?, ?Seni
sevmekten hiç vazgeçmedim?, ?Senin için ölürüm derdin hep,
dogru
söyledigini bilirdim.? ?Fakat benim için ölmeni istemedim?
?Simdi bana
söz vermeni istiyorum.? ?Benim için yasayacaksin, anlastik
mi?? son kagidi eline alirken, kutuda bir anahtar oldugunu
gördü kadin... Ve son kagitta sunlar yaziliydi:

Sahildeki evimizi senin çizdigin projeye göre yaptirdim.
Kocaman terasta
martilarla kahvalti ederken, ben hep seni izliyor olacağım...
 







Ynt: Hikayeler

OSMAN
EFENDİ
(Bir Yönetim Dersi)

Osman Efendi bir sabah müthiş bir başağrısıyla uyanır. İlaç alır geçmez. Bir iki gün
bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider.

Lakin Osman Efendi'nin başağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük başağrısı yanısıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır...

Osman Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaadeder.

Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibisebebinide bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, başağrısından geceleriuyuyamayan Osman Efendi'yi İstanbul'agötürmeye karar verirler.

İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir,
testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.

Oysa dayanması gittikçe zorlaşan başağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih'e gidilir.Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.

Sonuç:
Efendi'ye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendi'ye ağrı kesici
iğneler verilir, altmışlarını süren adamın memleketine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu
son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.

Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.

Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendi'nin eski berberi "Berber Mehmet"
çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendi'yi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.

Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim" der, "Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın?”
Bir bakar, "Hah işte" der. "Kıl dönmüş.“

Osman Efendi'nin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.

Ev halkı Osman Efendi'nin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet,
Osman Efendi'nin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla
kapı dışarı edilir.

Osman Efendi'nin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Başağrısından ise eser kalmamıştır.

Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ızdıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.

Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

Şimdi bu gerçek hikayeyi niye anlattık?

1- Berber Mehmet efendilerin fikirleri var, dinlemek gerek.

2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur.

3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.
 


Ynt: Hikayeler


Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış…Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. ”Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler…İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş.”Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş…Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.”Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..” “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?” Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler…Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.”Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.”O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.” Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler… “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…” “Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:

“Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
 

Ynt: Hikayeler


Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslüman günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadı.Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu’ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
-Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al, diye yazdı.
Bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığı rivayet edilir…
 



Ynt: Hikayeler


Kartallar Ve İnsanlar

Kartallar, kuş türleri içinde
en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan
kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için,
40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek
zorundadırlar. Kartalların yaşı 40′a vardığında
pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu
nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını
kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar
ve göğüsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır
ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.
Dolayısıyla kartal burada iki seçimden
birini yapmak zorundadır;

Ya ölümü seçecektir.
Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu
sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci, 150 gün kadar
sürecektir. Bu yönde karar verirse, kartal
bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya
duvarda, artık uçmasına gerek olmayan
bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri
bulduktan sonra kartal gagasını sert bir
şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda
kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını
bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni
gaga ile pençelerini yerinden söker
çıkartır. Yeni penceleri çıkınca kartal
bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine
20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam
bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş”
uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden
doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.
Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı
veren eski alışkanlıklarımızdan ve
anılarımızdan kurtulmak zorundayız.
Ancak geçmişin gereksiz safrasından
kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden
doğuşumuzun getireceği olağanüstü
sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

İnsanlar ile hayvanları ayıran en önemli
özelliklerden bir tanesi hayvanların
düşünmemekten kaynaklanan,
içgüdüsel olarak karar verebilmeleri
ve uygulayabilmeleridir. İnsanoğlu
düşündükçe karar vermekte zorluklar
yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor.

Bazen kararlarımız acı da verse
her zaman “Yeniden Doğuş”u
müjdeleyebilir.
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,785
Mesajlar
1,523,754
Kayıtlı Üye Sayımız
166,600
Kaydolan Son Üyemiz
emirkucukgenc

SON KONULAR



Geri
Üst