Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 129,474
Ynt: Hikayeler

İhtiyar Çöpçü


İhtiyarlığa adım atalı çok olmuştu. Gözleri dalgalara takılmış halde, iyi kötü yönleriyle geçmişi düşünüyordu. İnsanlığa karşı pek güveni kalmamıştı. İyilik yaptıkça nankörlük gördüğünü düşünüyordu. Çoğu kişinin kendisine "enayi" gözüyle baktığını da biliyordu. Fakat karşılıksız iyilik yapmaktan vazgeçmiyordu. Çünkü kendisini hayata bağlayan çok az değerden birisi de, kendisine olan saygısıydı. Onu da kaybederse , herşeyini kaybetmiş olacağını düşünüyordu.

İhtiyar adam kayalıkların üzerinden yavaşça doğruldu, denizin kenarına atılmış kırık içki şişesi gözüne takılmıştı. İçki içmezdi ama görüp de almazsa ve bu kırık şişe birine zarar verirse vicdan azabı duyacağını düşündü. Onun şişeyi yerden aldığını gören biri kız, biri erkek iki genç gülüştü. Erkek ; "-Çöpçü herhalde. " dedi. İhtiyar adam herkesi hoş görmeye çalışırdı, özellikle gençleri ama yine de gencin, kendisi hakkında arkadaşıyla şakalaşırken biraz sesini alçaltmamasına, kendisinin duymaması için gayret etmemesine canı sıkılmıştı.

İhtiyar kırık camları atmış dönerken, gençlerin az önce kendisinin oturduğu kayalarda, azgın dalgalara karşı şakalaştığını, birbirini itekler gibi yaptığını gördü. Biraz daha uzakta bir kayaya gidecekti ki, birinin denize düşme sesi ve çığlığı kulaklarında çınladı. Kız düşmüştü, . Sportif yapılı gencin hemen atlayıp kızı kurtarmasını bekledi. Fakat kayadan kayaya telaşla koşan genç atlamaya cesaret edemiyordu.

Genç ne yapacağını bilemez halde dalgaların uzaklaştırdığı kız arkadaşına bakıyor, bağırıyordu. Sağa sola deli gibi koştururken, hemen yanından birinin denize atladığını duydu, bu az önce dalga geçtiği ihtiyar adamdı.

İhtiyar adam dalgaların tüm zorluğuna rağmen, güçlü kulaçlarla kıza yetişti, saçlarından yakaladı kayalara doğru çekti. Kayalara yaklaştığında kıyıdaki genç, kızı yakalayıp önce yukarı, sonra sahile çekti. İhtiyar adamı o anda unutmuştu bile. Birden aklına gelip denize doğru baktığında ihtiyar adamın hala çıkamadığını gördü.

İhtiyar kollarında derman kalmamış halde, kendisini kıyıdan koparmaya çalışan dalgalara kendini bıraktı. Genç çılgına döndü, sevdiği kızı kurtaran , az önce dalga geçtiği ihtiyar gidiyordu. Kısa zamanda büyük şeyler olmuştu hayatında. Hayatta en çok sevdiği kişiyi kurtaramamış, başkası kurtarmıştı ve o da şimdi kendisinden özür bile dileyemeden, boynuna tüm utançları takarak sonsuza dek gidiyordu.

Kendine tam gelememiş kız , gencin Sulara atlayışına baktı bağırdı ama nafile. Oysa arkadaşının kendisi kadar bile yüzemediğini iyi biliyordu.

Genç erkek tüm çabasına rağmen ihtiyara yaklaşamamıştı bile , dalgaların üzerinde boğulan değil, sanki dinlenen biri gibi duran ihtiyar da sanki gülümsüyor gibiydi. Genç bir anda ihtiyardan daha çok kıyıdan uzaklaştığını farketti. Bitiyordu herşey. "Gerçekmiş demek ki " diye düşündü, hayatı, arkadaşları , sevdikleri hızlıca gözlerinin önünden geçiyor gibiydi. İnsan ölüme yaklaşınca böyle oluyormuş. Su yutuyordu ama mücadeleyi bırakmıştı.

****************

Birden beklenmedik birşey oldu; genç adam kolunun kuvvetlice yakalandığını hissetti, önce köpekbalığı aklına gelip telaşla çekmek istedi ama hemen yanında ihtiyar adamı farketti. İhtiyar adam önce kolundan yakalamış, sonra yakasından tutup, onu bir bebek gibi çekmeye başlamıştı.

Göz açıp kapayana kadar kıyıya gelmişlerdi. İhtiyar adam, genci kızın yanına kadar atmış, nefesleniyordu. Gençlere gülümsedi ; "- Siz de, ben de bu Gün güzel dersler aldık. Ben kendi adıma çok mutlu oldum. Siz kimseyi küçümsememeyi öğrendiniz. Ben de bu küçük dalgalarda sizi deneyerek, insanlığın ölmediğini gördüm. Delikanlı beni kurtarmaya gelmen, beni ne kadar mutlu etti sana anlatamam. Fakat ben daha bu dalgalara yenilecek kadar kocamadım"

İhtiyar kıyıda kendilerini toparlamaya çalışan gençlerin birşey söylemesine fırsat vermedi; "-Hoşçakalın !. . . " deyip yürüdü.

Gençler peşinden koşamadıkları ihtiyara şaşkınlıkla, içlerinde bir buruk sevinçle bakakaldılar.

YAZAR : Ahmet Ünal ÇAM
 

Etiketler
Ynt: Hikayeler

Teşekkürler Fatoş hanım.Sayfanın taşınmasına tepkiyle ara vermiştim beni çekiceksiniz gine güzel hikayelerle..
 







Ynt: Hikayeler


Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?” Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. ”O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin” Öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!” Öğrenciler , bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: “Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.” Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar.” Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.” “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık.” “Hem sıkıldık, hem yorulduk?” Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: “Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.
 

Ynt: Hikayeler


Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.
Hükümdarın yasamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş. Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:
-Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?
Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:
-Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?
-Verirdim tabii.
-Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?
Hükümdar biraz düşünür ve ardından:
-Ölmemek için evet, der.
Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söyler:
-Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim sizin servetiniz yalnızca iki
bardak sudur.
 


Ynt: Hikayeler

Yenikapı

4. Murat devri. Padişah tarafından, mey (şarap), afyon ve fal bakmak yasaklanmış. İstanbul'da bütün meyhaneler ve keşhaneler "underground" takılmaya başlamış. 4. Murat bi gece, tebdil-i kıyafet İstanbul'a indiğinde, karşıya geçmeye karar verip bi sandal kiralamış.

Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyomuş tabii. Bi ara, sandalın yanından sarkan bi ipi çekmiş. İpin ucunda bi testi! Sultan, "Ne var o testinin içinde?" diye sormuş. Sandalcı "Ne olacak, mey işte" diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da, 4. Murat'ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama yine de, "Mey yasak. Hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyo musun?" diye sormaktan da geri kalmamış. Sandalcı da haliyle, "Yahu hünkar ner'den görecek bizi denizin ortasında" demiş.

Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Gönlü zengin adam, hemen müşterisine de ikram etmiş. Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde, "Kim görecek ki bizi denizin ortasında" demiş. Biraz daha vakit geçmiş. Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. Hünkara, "Ver 5 akçe de falına bakayım" demiş. Fal 4. Murat'ın en kızdığı şeymiş, ama "Hadi biraz daha sabredeyim" diye düşünüp, "Bak bari" demiş.

Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, "Efendi, sorunu sor bakalım" demiş. Padişah, "Hünkar şu anda nerededir?" diye sormuş. Sandalcı taşlara bakıp "Hünkar şu an denizdedir" demiş. 4. Murat güya endişelenmiş havalarına girip, "Sakın yakınımızda bi yerde olmasın" diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş. Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden, 4. Murat'ın ayaklarına kapanıp, "Affet beni hünkarım " diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş. Padişah dayanamayıp, "Sana bi soru sorucam. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynunu anında vurduracam" demiş. Sandalcı sevinçle, "Padişahım çok yaşa" demiş ve merakla soruyu beklemye başlamış.

4. Murat, sandalcıya, "Dönüşte İstanbul'a hangi kapıdan giricem?" diye sormuş. Tabii sandalcı hemen itiraz etmiş, "Hünkarım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. Affinıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bi kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?" demiş. Hünkar başını "Olur" anlamında sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş.

Padişah kağıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, "Hemen boynunu vur şu kafirin" emrini vermiş. Sonra da, "Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul'a oradan giricem" demiş çevresindekilere. Kapı 5-10 dakikada açılıp, padişah ve erkanı şehre girmiş. 4. Murat bi ara, sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. Kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış. Ama okuyunca hayretler içinde kalmış. Sandalcı kağıda şunları yazmışmış: "Hünkarım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun"

O gün bugündür de işte o kapı, "Yenikapı" olarak anılıyormuş.
 




Ynt: Hikayeler



Hamalsan iki şey önemlidir senin için : Yük ve yol..
Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen, ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa, cereme çekiyorsun!
Bunu düşünüyordum. Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise bir kaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği… Diyordum ki içimden “Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!..”
Nitekim, çok geçmeden dedi ki;
“Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!..”
“Ne molası”, dedim ona hayretle. “Ben daha terlemedim!..” Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini, “Sen de dinlen hadi” dedi.
Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum.
Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, sonra uzanarak dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında.. “Yükünü indirip sen de dinlen” demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım.. Sonra yine durdu. Bana da dinlenmemi söyledi yine ama onu dinlemedim, dinlenmedim.
Yarım sat sonra “dinlenelim mi?” diye sordu, aksi aksi başımı salladım.. Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım. Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek; “Haydi kalk”, dedi “Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra yine dinleniriz.” Dediğini yaptım. Omuzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
“Ben yılların hamalıyım”, dedi. “Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda. Yolda gördüğümüz, saçılmış kuru kemiklerin çoğu anlattığım bu insanlara ait. Halbuki bir yükü taşımak bizim işimiz, altında ezilmek değil!. Unutma ki bur yük taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem. Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma !.. Akşamları bırak ve hafifle. Sabah dinlenmiş olarak yeniden taşırsın yükünü. Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil!
Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler var..”

Bu hikayeyi okuyunca arkadasım Gökhan Aksoy'un Balat'ta çektigi bu fotograf geldi gözümün önüne. Paylasmak istedim...

yorgun.jpg
 


Ynt: Hikayeler

Çanakkale Masalı


“Bir varmış bir yokmuş...Evvel zaman içinde kalbur saman içinde...” diye başlar ya masallar. Bizim masal da öyle başlasın!... Çok çok eski zamanlarda yaşamış bir ailenin masalı bu...Bu aile, bizim bu gün üzerinde yaşadığımız topraklarda yaşamış...Adam, bahçesinden aldığı toprakla suyu karıştırıp çamur yaparmış. Bu çamurdan, çok çok güzel çanaklar üretirmiş. Yapmış olduğu ürünleri satıp para kazanırmış. O zamanlar, para yerine deniz kabukları kullanılırmış...

Zamanla adamın adı unutulmuş ve yaptığı işle anılır olmuş. Komşuları adama “Çanak Bey...” demeye başlamışlar... Çanak Bey’in çok sevdiği; gül tenli, gül yüzlü ve gül kokulu bir de karısı varmış. Güller gibi güzel olan bu kadın, gülleri pek çok severmiş. Bahçesinde bol bol gül yetiştirirmiş. Komşuları, Çanak Bey’in karısına, güzelliği ve güllerinin bolluğu nedeniyle Gülübol Hanım diyorlarmış... Çanak Bey ve Gülübol Hanım’ın birbirinden güzel, birbirinden sevimli, Ayvacık, Bayramiç, Biga, Çan, Eceabat, Ezine, Lapseki, Yenice, Bozca ve Gökçe isimli akıllı ve güzel çocukları varmış. Ama içlerinden Gökçe ve Bozca çok yaramazmış... Çanak Bey, Gülübol Hanım ve çocukları hep birlikte yaşayıp gidiyorlarmış...
Masal bu ya!...Günlerden bir gün, çok çok uzaklarda kasırgalar, tufanlar başlamış...Yağmurlar ve sert rüzgarlar Çanak Bey ve ailesinin yaşadığı yerlere kadar esip gelmiş. Hava bir karışmış bir kararmış ki; yer yerinden oynamış...Çanak Bey hemen yaptığı çanakları, yakınlardaki kalenin içine taşımaya başlamış. Gülübol Hanım da çok sevdiği güllerinin arasına karışıp, onlara sarılıp kucaklayıp korumaya çalışmış. Bu arada, çocuklarına seslenip durmuşlar, ama avazları duyulmaz olmuş rüzgarın uğultusundan...Yağan yağmurlardan her tarafı sel almış. Sel suları önüne çıkan tüm varlıkları sürükleyip götürmüş. Korkutucu ve büyük bir felaket yaşanmış...
Fırtına ve yağmurlar dindikten sonra bir de ne görsünler! Çanak Bey ile Gülübol Hanımın yaşadığı topraklar ikiye ayrılmış. İkiye ayrılan toprağın tam arasından gürül gürül akan kocaman su oluşmuş... Çanak Bey suyun bir yakasında, Gülübol Hanım öteki yakasında kala kalmışlar. Düşünmüşler taşınmışlar, ağlayıp yakarmışlar ama bir birlerine kavuşamamışlar. Çaresiz kaderlerine razı olmuşlar...Çanak Bey,akan suyun bir yanında çanaklarıyla; Gülübol Hanım karşı kıyıda gülleri ile yaşamaya çalışmışlar. Yaşanan bu felaketin ardından çocuklarını kalenin içerisinden ve gül yapraklarının arasından bulup çıkartmışlar. Ama Gökçe ve Bozca’ dan uzun bir süre haber alamamışlar. Her ikisinin yüreğinde de evlat hasreti, acıya dönüşmüş... Günlerden bir gün, iki kıyının arasından akan suyun üzerinde, beyaz kanatlı martılar dolaşmaya başlamış... Çanak Bey, martılar kendi kıyısına yaklaştıklarında, onlara seslenip çocuklarını sorarmış. Gülübol Hanım da karşı kıyıdan feryat edip ağlarmış.
“Ah! Çocuklarımın nerede olduğunu bir öğrensem...” Diye dua edermiş...
Ve bir gün martılar, Gökçe ve Bozca’ dan haber getirdiklerini müjdelemişler, Çanak Bey ve Gülübol Hanım’a...Nasıl sevinmişler, nasıl sevinmişler bir görseniz... Martıların anlattığına göre; Gökçe ve Bozca kardeşler bir birlerine yakın mesafelerde yaşamlarını sürdürüyorlarmış. Onların da arasında sadece suyun uzaklığı varmış. Çanak Bey ve Gülübol Hanım’ ın arasından akan suyun sonunda aşağılarda bir yerde yaşıyorlarmış iki kardeş. Gökçe ve Bozca, durgun ve sakin havalarda bir birlerini; hatta Çanak Bey ve Gülübol Hanımı da uzaktan da olsa görebiliyorlarmış... Gökçe, ıssızlığını ve sessizliğini bozmamış hiç. Zaman zaman kükreyip “ Ulaşılmaz olabilirim, ama ben buradayım!...” diye öfkeyle haykırırmış...Bozca ise kıpır kıpır ve hareketli bir yaşam sürmeyi severmiş. Bedeninden fışkıran asmalar, bol bol üzüm verirmiş...Denizin ve üzüm bağlarının keyfini çıkartıp,cıvıl cıvıl bir yaşam sürüyormuş...
Kim bilir kaç yıldır yaşarlar böyle birbirlerine hasret... Suyun ayırdığı sevgililer gibi... İki kardeş ada ve iki kıyı karşı karşıya, ama özlem dolu...Ayrı ayrı ve uzak mesafelerde olsalar da; bir birlerine olan sevgilerini hiç eksiltmemişler yüreklerinden...
Rüzgarlar hep eser; kimi zaman deli kimi zaman hafif nemli. Esintiler Gülübol Hanımın yüreğinin yangınıdır. Esinti durduğunda bilirsiniz ki; Gülübol Hanımın gözyaşları yağmur olup iner üzerimize...
Boğazın üzerinde uçup duran martılar da bu masalı anlatıp dururlar. Kanat seslerini, ıslıklarını ve çığlıklarını duyarsanız bir gün; kulak verin lütfen martılara. Bu garip masalı sizinle paylaşmak istiyorlardır mutlaka...

Yazan : Emel Aygören Şen/ÇANAKKALE
 

Ynt: Hikayeler

EFLATUN'UN CEVABI

Eflatun'a iki soru sormuşlar... Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?"
Eflatun tek tek sıralamış: - Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...
Sıra gelmiş ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış;
- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey,
sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...
- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır".
- Sizi seven çok kişi vardır ama onlar duygularını nasıl ifade edeceklerini bilmeyebilirler...
- Bazen başkaları tarafından affedilmek yetmez, siz de kendinizi affedebilmelisiniz...
 



Ynt: Hikayeler

Çanakkale ne güzel anlatılmış :smiley: Çok özel bir şehirdir.Bambaşkadır...
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,679
Mesajlar
1,522,093
Kayıtlı Üye Sayımız
166,527
Kaydolan Son Üyemiz
Selma Yörük

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst