Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 129,362

Etiketler
Ynt: Hikayeler

Murat Bey hoşgeldiniz aramıza :smiley:...



NOT: Bunu okurken hem çok güldüm, hem düşündüm, hem sizleri de biraz neşelendireyim dedim. Biraz atmasyon olmuş ama beni keyiflendirdi :smiley:...




öküzler trene niye bakar


Bir varmış iki varmış üç varmış vaktin birinde bir köyde gariban fakat yakışıklı bir öküz varmış bu öküz bir gün köyün çesmesine inmiş birde bakmışki çeşmenin başında güzeller güzeli bir inek görür görmez aşık olmuş ve başlamış yanık yanık böğürmeye

Bi şarkı sölemeye başlamış ÇEŞMENİN BAŞINA BİR İNEK İNMİŞ EĞİLMİŞ KUYRUĞUNU SUYA DÜŞÜRMÜŞ MEVLAN BU İNEĞİ KİME YAR ETMİŞ GELMEZ OLAYDIM GÜZEL YÜZÜNÜ GÖRMEZ OLAYDIM
Güzel inek sana aşık oldum möö mööö yakışıklı öküzü gören inekte yüreciğinden vurulmuş ve karşılık vermiş bende sana vuruldum möööö

Güzel inek suyunu doldurmuş evine doğru yürümüş nazlı nazlı tabii bizim öküzde ardından inek nereye öküz oraya güzel inek arada bi ardına bakıp yakışıklı ineği süzüyormuş

Derken dünyalar güzeli inek lüks bir ahırın içine girmiş ve kapıyı kapatırken dışarıya sümüklü mendilini yazmış yakışıklı öküz hemen yerdeki mendili almış ve içine bakmış mendilin üzerinde sümüklerle seni seviyorum die yazılmış ve birde cep telefon numarası

Yakışıklı öküz oradan geçmekte olan kör sağır dilsiz bir dilenciye o güzel ineği sormuş aldığı cevap korkunçmuş inek köyün ağasının kızıymış ve ağa tam bir hıyar ağasıymış

Fakat bizim aşık öküzün gözü hiçbişeyi görmüyormuş ağaya bir paşaya iki diyerek dalmış

Ağanın havuzlu dubleks ahırına başlamış bir şarkıya tekrar EVLERE ŞENLİK KIZINIZ VAR BİZİMDE ONDA GÖZÜMÜZ VAR BELKİ BİRAZDA NAZINIZ VAR ALMAYA GELECEZ VALLAHİ ŞANSINIZ YOK BİLLAHİ ağa öfkeyle yerinden doğrulmuş ve genç öküze bağırmış ulan öküz o gariban haline bakmadan koskoca bir ağanın kızını istemeye nasıl cesaret edersin lan defol gariban öküz gözyaşların içinde evden çıkmış acıklı sölemeye başlanmış YIKILMADIM AYAKTAYIM DERTLERİMLE BAŞBAŞAYIM HIYAR AĞASI AĞALARA KARŞI YENİLMEDİM BURDAYIM

ineği cepten bi arayayım demiş öküz
(alo aşkım ben meçhul sevgilin seni babandan istedim ama vermedi bu gece kaçıracam seni hazırla bohçanı inek :kaçır beni öküzüm kaçır )tam bu arada kızın babası olacak hıyar ağası gelmiş ve kızını kapsama alanı dışına çıkarmış ve hemen aceleyle kzını köy sosyetesinden zengin bi öküze vermiş güzel inek kahrından aids olmuş ve öyle ağlamışki rivayete göre göz yaşlarından van gölü oluşmuş derken düğün günü gelmiş çatmış genç öküz düğün meydanına gelerek soluksuz mölemeye başlamış NİKAHINA BENİ ÇAĞIR İNEĞİM İSTERSEN ŞAHİDİN OLURUM SENİN BU ÖKÜZ KİM DİYE SORAN OLURSA ESKİ BİR TANIDIK DERSİN SEVGİLİM

zalim ağa yeni damadının adamları ile yakışıklı öküzün ağzını burnunu kırarak yakışıksız hale getirmişler güzel inek bu sahneyi görürken kahrından grip olmuş rivayete göre öyle bir ağlamışki bu göz yaşlarından karadeniz olmuş acımasız hıyar ağası kızıyla damadı olacak öküzü bir daha rahatsız edilmesinler diye trenle şehire göndermiş bunu duyan genç öküz dört nala sekerek tren istasyonuna gelmiş fakat öküzoğluöküz geç kalmış tren çoktan hareket etmiş gidiyormuş zavallı öküz trenin ardından gözyaşları içinde kala kalmış ve ölene kadar yerinden hiç kıpırdamamış güzeller güzeli inek gittiği yerde sevgilisinin bu şekilde öldüğünü duyunca kahrından kör sağır dilsiz ve topal olmuş ve yine rivayete göre öyle ağlamış öyle ağlamış gözyaşlarından atlas okyanusu oluşmuş tabii güzel inek yüzme bilmediği için kendi gözyaşları içinde boğulmuş işte o gün bugündür bu gariban öküzle güzel ineğin hatırasını yad etmek için bütün öküzler tren geçince öyle öküz öküz bakarlarmış.

;D ;D ;D
 

Ynt: Hikayeler

ALINTI

Her kim ki utanmaktan ve acı vermekten sakınır, soyunanların bağırmasından, çıplaklığın çirkinliğinden korkar, o kimse son sırrı hiçbir zaman keşfedemez. En sonuna kadar gitmeyen her hakikat , köktenciliği olmayan her doğruculuk, ahlaki değerden yoksundur.
İçtenlik olmadan bilgi olmaz, kararlılık olmadan içtenlik olmaz, “düşünce vicdanlılığı” olmaz. “içtenliğin bittiği yerde, körümdür; bilmek istediğim yerde aynı zamanda içten olmakta isterim, yani sert, sıkı, dar, hunhar ve acımasız”.
Tutku varolmaktan değerlidir, hayatın anlamı hayatın kendisinden değerlidir.
Kabuk değiştirmeyen yılan, ölür. Aynı şekilde, düşüncelerini değiştirmesine engel olunan kafalar da kafa olmaları son bulur.
Düşünen için zararlıdır, bir tek kişiye bağlı olmak. İnsan kendini bulunca, zaman zaman kaybetmeyi ve sonra yine bulmayı denemeli.”



Stefan ZWEIG
(Yıldızının Parladığı Anlar)
 

Ynt: Hikayeler

selamlar..yine çok güzel hikayeler paylasılmış tesekkürler. Fatoş; öküz hikayesi gercekten komikti. Selvi. boylum al yazmalımla baslıyor sonra diger Türk filmlerinden alıntılarla devam ediyor. ;D
 

Ynt: Hikayeler

arkadaslar, sayfamız edebiyat kösesinden devam ediyor. duyanlar duymayanlara anlatsın :D


Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı.

Gemiden sağ kurtulan adamı, dalgalar küçük,ıssız bir adaya kadar sürükledi.

Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah'a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı.Ama ne gelen oldu, ne giden…

Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı.

Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.

Günler hep aynı şekilde geçiyordu.

Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor,kendisini kurtarması için Allah'a dua ediyordu.

Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler

içinde yandığını gördü.

Duman, dans ede ede göğe yükseliyordu.

Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.

Keder ve öfke içinde donakaldı.

Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı.

"Allah'ım, bunu bana nasıl yapabildin?" diye feryat etti.

O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi.

O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti.

Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı!

Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu; "Benim burada olduğumu nasıl anladınız?"

Cevap onu hem şaşırttı,hem de utandırdı:

"Dumanla verdiğiniz işareti gördük!"



Canımızı sıkan, göz yaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesi belki de…


İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar,sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu

ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüyor.


Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık,karanlık basınca fenerimiz oluyor.

Keyfimiz yerindeyken burun kıvırdığımız tavsiyeler, yaslı anlarımızda imdadımıza yetişiyor.


İyilik hallerinde sırt çevirdiklerimiz, zor anlarda sırtımızı dayadıklarımız oluyor.


Hikayede yanan kulübenin dumanıyla kurtuluş umudunun yeşermesi gibi,yaşamımızdaki kırık dökükler, yıkıntı ve ziyanlar,kayıp ve yenilgiler yenilenmenin, yeniden doğuşun tohumlarını ekiyor aslında...
 



Ynt: Hikayeler


Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yasayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar. Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür.

Ve der ki,
"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardim edemem.'


Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda söyle diyor :

'İnsanların çoğu Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için...
 

Ynt: Hikayeler

Barış Manço Fransa'da bir televizyon kanalinin canli yayinina konuktur...
Küstah bir spiker vardir ve Barış Manço ile dalga geçmektedir... Sürekli, "iste Türk, yani barbar, vahsi vs..." demektedir... Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere "yaninizda kâgit para var mi?" diye sorar! Bu soruya spiker sasirir ve "evet var ama n'olacak" der... Barış Manço israr edince spiker cebindeki kâgit paraları çikartir... Bu olaydan az önce Barış Manço canli yayinda "Anahtar" adlı sarkisini söylemistir... Bu sarkinin bir bölümü söyledir:
"Bes Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, bes Fatih-bir Mevlana, iki Mevlana-bir Sinan" (Baris Manço / Anahtar sarkisi / Darisi Basiniza Albümü / 1992)
Bu sarki bir matematik sorusudur ve sarkida adi geçen kisiler o dönemdeki Türk parası olan banknotlarin arkasinda fotografi olan kisilerdir... Baris Manço spikere sorar: "Bu paranizda fotografi olan kisi kim?"
Spiker:
"General......." Barış Manço diger paralardaki fotograflari olan kisileri de sorar,spikerin verdigi cevaplar hep aynidir "General.......", "Amiral...........", "Komutan............."
Spikerin bu "falanca General, falanca Amiral, falanca Komutan" cevabyndan sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarini çikarir... Spikere der ki:
"Bu parada fotografi olan kisi Mehmet Akif Ersoy'dur. sairdir... Bu fotograftaki kisi Mevlana'dir. Düsünürdür... Bu paradaki fotografi olan kisi Fatih Sultan Mehmet'dir. Adaletin sembolüdür... Bu paradaki kisi ise Atatürk'tür. "Yurtta baris, dünyada baris" diyen kisidir... Bizim paralarimiz bunlar... Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar oldugumuz için paralarimizin arkasına "sairlerimizin", "düsünürlerimizin","bilim adamalarimizin" fotograflarini bastik... Siz Fransizlar kendiniz barbar, vahsi oldugunuz için paralarinizin arkasina hep savas Adamlarinin fotograflarini basmisiniz!" der... Barış Manço nun bu müthis cevabindan sonra televizyon yöneticileri Canli yayini keserler ve spikeri oradan kovarlar, baska bir spiker yerine gelir ve canli yayin yeniden baslar, yeni spiker Barış Manço'dan ve Türklerden özür diler, programa böylece devam edilir...
 

Ynt: Hikayeler

Adamın biri, her mehtaplı gecede alır başını deniz kıyısına gidermiş. Dönüşünde sorarlarmış :
- Ne gördün?
- Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlardı, dermiş hep.
Bir gece yine tek başına deniz kıyısına vardığında, gerçekten dünya güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış. Döndüğünde yine sormuşlar :
- Ne gördün?
- Hiç demiş. Hiç bir şey...
Oscar Wilde'ın yukarıda ki harika öyküsünü ilk okuduğumda ortaokuldaydım ve ne demek istediğini anlamamıştım. Daha sonra unutmuşum.
Yıllar sonra rastladığım Haldun Taner'in bir sözü bana öyküyü hem hatırlattı hem de ne demek istediğini çok çarpıcı bir şekilde gösterdi. Şöyleydi söz :
"Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey yoktur."
Daha sonraları ise bu tema pek çok edebi eserde karşıma çıktı. Örneğin Simyacı'da. Hâlâ okumamış olan var mı bilmiyorum ama hatırlarsanız orada bütün yaşamı boyunca tek hayali para biriktirip Mekke'ye hacca gitmek olan bir dükkan sahibi vardı. Adam artik gerekli parayı fazlasıyla biriktirmiş olduğu halde bir türlü gitmiyordu. Bu hayalin kendisini yaşama bağlayan çok önemli bağ olduğunu düşünüyor ve onun gerçekleşmesi halinde bu önemli bağı yitireceğinden korkuyordu. Haklıydı aslında.
Düşünüyorum da hepimizin böyle hayalleri var mutluluğumuzu bağladığımız, gerçekleşene kadar yaşamı sanki ertelediğimiz. Acaba hiç düşünüyor muyuz bu istediğimiz her neyse, gerçekleştiğinde iyi mi olacak. Bir düşünürün hep aklımda tuttuğum bir sözü vardır :
"Bütün dualarımı kabul etmediği için Tanrı'ya şükrediyorum"
Belki de daha az üzülmeliyiz gerçekleşmeyen hayallerimiz için. Belki de aslında sevinmemiz, mutlu olmamız gereken bir şey için gözyaşları döküyoruzdur. Belki de olaylara bir de bu açıdan bakmayı artik öğrenmeliyiz... Yalnız hakkınızda hayırlı olan hayallerinizin gerçekleşmesi dileğiyle...

Dr. Fatih Suha TAPAR
 

Ynt: Hikayeler

Sultan Murad Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler
söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz
hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?...
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördüğü
rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla
Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı
civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o
sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar:
- Kimdir bu?
Ahali:
- Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhuşun biri iste!...
- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz...
Bir başkası lafa girer:
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı'nda
çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa
harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın
varsa takar peşine...
Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
- İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören
olmuş mu?...
Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kıyafet mollalar
kalırlar mı ortada!... Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser
yolunu:
- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz,
şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam... Naaşi kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini,
telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih
Camii'nden...
- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem.
Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim...
Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah
bakir kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki,
naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü
sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında.
Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Meçhul nalıncıyı
kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir
hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
- Nasıl yani?...
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim
bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?...
- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp
geleyim.
Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladiği
noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı
yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler
gibidir.
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe
çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama
gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar
hayal dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir
âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde
şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra
getirip dökerdi helaya!..
- Niye?
- Ümmeti Muhammed içmesin diye...
- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin
zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz
gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı
ilmihal. Hücceti islam okurdum...
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere
giderdi. Öyle bir imamin arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken
Kabe'yi görmeli...
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- İşte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün:
- Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü
belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada...
- Dogru, öyle ya? Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı
bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim
yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra:
- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?
 

Ynt: Hikayeler

Nadir bey paylastıgınız hikayeler çok güzeldi zevkle okudum. :smiley: tesekkürler. Fatoşcum dün gece fazla mesai yapmıssın :D
 




Ynt: Hikayeler

Bir adam kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektas Veli ‘nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.



O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektas Veli ‘ye anlatır ve Hacı Bektas Veli

- ‘ helal değildir ‘ diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana ‘ya anlatır .

Mevlana ise ; bu hediyeyi kabul eder.

Adam ayni şeyi Hacı Bektas Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar.

Mevlana söyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektası Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.

O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas dergâhı’na gider ve Hacı Bektas Veli ‘ye, Mevlana ‘nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli ‘ye sorar.

Hacı Bektaşı Veli de söyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.

Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.”



Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilen bir insan olmamız dileğiyle...
 


Ynt: Hikayeler

Yıl 1912, İngilizler Hindistan’ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı’dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan’a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan’a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.

Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlükmücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.

Bir sure sonra, adı Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar.

1918′de Avustralya Çanakkale’ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar.

Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya’da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.

Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:

Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri..:

Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.

Bu bir “Osmanlı Savaş Fermanı “dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.

Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet, Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah İki Osmanlı askeri, Sidney’ in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.

Ne olduğunu bir turlu çözemeyen Avustralya devletının sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur

Ve iki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda şehit edilir.

İki askerin şu an mezarı Sidney’e 250 km uzakta Karlıdaglar’da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan’da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.
 

Ynt: Hikayeler


ATES PAHASI

Kanuni Sultan Süleyman, adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkmıstı. Bir ceylanın pesinden kosarlarken zamanın nasıl geçtiginin ayırdına varamadılar.

“Biz nerelere geldik böyle?” diyerek çevrelerine bakındıklarında hava kararmaya yüz tutmustu.

Gök kararmakla kalmamıs, siddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yagmur bastırmıstı. Hünkar ve adamları, bu dag basında bulabildikleri bir kulübeye kendilerini zor attılar.

Sıgındıkları kulübede, geçimini odunculuk yaparak saglayan yoksul bir köylü yasıyordu. Adamcagız bu Tanrı konuklarını içeri aldı, onlara elinden geldigince yardımcı olmaya basladı.

Padisah kendini özellikle tanıtmak istememisti; ama yoksul oduncu onun kim oldugunu anlamakta gecikmedi. O nedenle ocaga büyük büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıttı.Bir de sıcacık çorba ikram etti.

Dısarıda hem ıslanıp hem üsüyen padisah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmıslardı. Geceyi orada rahatça geçirdiler. Hatta padisah bir ara çevresindekilere, “Dogrusu su ates bin altın eder” diye de söylendi.

Ertesi gün yola çıkmadan önce padisah oduncuya önce memnuniyetini bildirdi:

“Efendi! Bizi ihya ettin. Harlı atesin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik” dedi ve sordu:

“Söyle bakalım borcumuz ne kadar?”

Oduncu, kırk yılda bir eline geçen bu olanagı degerlendi ve parayı biraz yüksek söyledi:

“Binbir altın yeter, beyzadem” dedi.
"Çok fazla istemedin mi?"diye soran padisaha.
"Yemek ve yatak bedeli bir altın,atesin bin altın ettigini de zaten siz söylediniz."dedi.

Padisah adamın kıvrak zekası karsısında gülümsedi ve binbir altını ödedi
 



Ynt: Hikayeler

Darı Ekmek

Bir hükümdar maiyetiyle birlikte ülkesinde bir gezintiye çıkmıştı Yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına fidan dikmekle meşgul olduğunu gördü İhtiyara uzaktan seslendi:

- Baba, sen ne diye fidan dikmeye uğraşıyorsun? Maşallah yaşını yaşamışsın, bu diktiğin fidanların meyvesinden herhalde yiyemezsin

İhtiyar cevap verdi:

- Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yedikse, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer

Bu cevap hükümdarın hoşuna gitti ve ihtiyara bir kese altın verilmesini emretti

İhtiyar bu ihsanı karşılıksız bırakmadı:

- Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve verdi

Bu cevap da hükümdarın hoşuna gitti, bir kese daha altın verilmesini emretti

Yaşlı köylü sıradan biri değildi Çarıklı erkânı harp diye nitelenen kişilerden biriydi:

- Evlat herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir, bizim diktiğimiz fidan yılda iki defa meyva verdi

Bu diplomatça cevap da hükümdarın hoşuna gitti ve bir kese daha altın verilmesini emretti Ama bu defa vezir araya girdi ve hükümdarı uyardı:

- Aman sultanım bir an önce buradan uzaklaşalım Bu ihtiyar bu gidişle tarlasına fidan dikmek yerine, devletin hazinesine darı ekecek..
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,670
Mesajlar
1,521,924
Kayıtlı Üye Sayımız
166,524
Kaydolan Son Üyemiz
cixman

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst