Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 129,363
Ynt: Hikayeler


Tanınmış gezgin Thomas Cook bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu'nun ıssız bir yerinde çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.

Bu olaya yalnızca Thomas Cook değil¤ o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar fakat onların birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.

Gerçek geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada bir deprem sonunda okyanusa gömülmüştü. İnsanların yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı uzun yolculuklarının ortasında biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama... Olması gereken yerde adayı bulamayınca yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.

Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç "kendinizi toparlayacağınız" bir adanız oldumu? Yaşamın uzun "göç yolları"nda acaba sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? Birgün yerinde bulamadığınızda ise ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşantınızda kendinize?

Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş size her zaman huzur verecek bir eş ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize... Size gelen¤ size sığınan...Sizin gittiğiniz sizin sığındığınız...Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:

Sizin durup soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve...

Durup sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?
 

Etiketler
Ynt: Hikayeler


Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu:
“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikaye olma ihtimali var mı?”

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:

“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.

“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç de farklı değil ki!”

“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.

“Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Allah’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”

“İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin. Bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.”

“Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığınız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın. Aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden birisidir.”

“Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.”

“Beşinci ve son özelliği ise: Her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.”--
 






Ynt: Hikayeler

BİR CENİNİN GÜNLÜĞÜ
5 EKİM:Bugün var olmaya başladım.durumu henüz annemle babam bilmiyor.Bir elma çekirdeğinden daha da küçüğüm,ama ne de olsa ben,benim.Belirli bir şekle girmediğim halde benliğimi hissediyorum.Kız olacağım ve çiçekleri seveceğim.

19 EKİM:Biraz büyüdümse de herhangi bir hareket yapacak kudrette değilim,annem beni kendi kanı ile besliyor.Kalbinin alt yönünde beni barındırıyor.Hoşuma giden şu ki,annem henüz hiçbir şeyden haberdar değil.

23 EKİM:Agzım teşekkül etmeye başladı.Düşünün bir yıl sonra rahatça gülebileceğim!Daha sonra konuşabileceğim.Söyleyeceğim ilk kelimenin “anne” olacağından eminim.Kim iddia ediyor henüz bir varlık olmadığımı!Bir parça ekmek kırıntısı da ekmek değil mi?

27 EKİM:Bugün ilk olarak kalbim atmaya başladı.Bundan böyle hayatımın sonuna kadar da atacak.Ben kalbimi sevgilerle dolduracağım.

2 KASIM:Her gün biraz daha büyüyorum.Kollarım ve bacaklarım biçimlenmeye başladı.Fakat bu bacaklarımla anneme koşmak ve kollarımı açıp babama sarılmak için henüz çok erken.

12 KASIM:parmaklarım çıkmaya başladı.O kadar küçük ki beni bile şaşırtıyor.Yine de hoşuma gidiyor.İleride onlar bir bebeği okşayacak,top oynayacak ve çiçek toplayacaklar.

20 KASIM:Bugün annem doktora gitti.Varlığımdan böylece haberdar oldu.Sevinmiyor musun anneciğim?Kısa bir süre sonra kollarının arasında olacağım.

25 KASIM:Annemle babam,kız olduğumdan habersizler.Belki de bir erkek veya ikiz bekliyorlar.Onlara sürpriz yapacağım.Annem gibi siyah gözlü olmayı çok istiyorum.

10 ARALIK:Yüzüm tam olarak biçimlendi.Keşke anneciğime benzesem.

13 ARALIK:Artık çevreme bakabiliyorum.Fakat bulunduğum yer çok karanlık.Yine de mutluyum.Yaşıyorum.Kısa bir süre sonra gözlerim dünya ışığını görecek.Diğer çocukların oynamasını seyredebileceğim.Denizleri,dağları,gökkuşağını henüz görmedim.Bunlar nasıl şeyler?Sen nasıl bir varlıksın anneciğim?Bir görebilsem.

24 ARALIK:Anneciğim kalbinin sesini duyuyorum.Benim kalbimin atışlarını da sen hissedebiliyor musun?Çok sağlıklı bir kız olacağım.Bazı bebeklerin dünyaya gelmeleri güç oluyormuş.Fakat iyi ve tecrübeli doktorlar yardım ediyor.Bazı kalpsiz annelerin,bebeklerini istemediklerini de biliyorum.Ama ben dünyaya gelmek,kollarında yüzüne bakmak istiyorum anneciğim.Sen de beni aynı sevgiyle bekliyorsun değil mi?Beni koklayacak mısın?Çok sevecek misin?

28 ARALIK:Ah anneciğim!Niçin hayatıma son vermelerini istedin?Halbuki bir arada öyle mutlu günlerimiz olacaktı ki,Anneciğim…
Anneciğim…
(İşte size hiç doğmayan bir bebeğin elli günlük anıları)
Bu hikaye film ve tv yıldızı Loretha Young un defterinden alınmadır.ve H.Schwab tarafından kaleme alınmıştır.
 



Ynt: Hikayeler

HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....

O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
çerçevelenmiş olarak asılı.
Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
"Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
hayal hırsızıydım. O yıllarda
öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."
 





Ynt: Hikayeler


Bir hikaye vardır, iki arkadaşın çölde yürüyüşünü anlatır.

Yolculuğun bir noktasında bir münakaşa olur ve biri diğerine tokat atar. Tokadı yiyenin canı acır ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazar:

"Bugün en iyi arkadaşım beni tokatladı."

Bir vahaya gelene kadar yürümeye devam ederler ve suya girmeye karar verirler. Tokadı yiyen bataklığa saplanır ve boğulmaya başlar ama arkadaşı kurtarır. Yarı boğulmadan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazar:

"Bugün en iyi arkadaşım hayatımı kurtardı."

Tokadı atan ve hayat kurtaran sorar: "Canını acıttığımda kuma yazdın neden şimdi taşa?"

Diğeri cevaplar: "Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı silebilsin ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız ki hiç bir rüzgar silemesin."

Bana kalırsa insan biraz da arkadaşlarınındıur bu dünyada.

Kardeşleri kadardır... Gerie ne kadar çok kardeş bırakırsa, o denli sevinç yaşamıştır...

Kardeş kalabilmek içinse, acıları kuma, iyilikleri taşa yazmak gerekir...

Özel bir kimseyi bulmak bir dakika alır ve unutmak ise bir ömrü.

Genç adamın biri, dermiş babasına her gün; "Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi"
Baba, itiraz eder, "Olmaz öyle çok dost, hakikisi belki bir, belki iki, fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki..." Devam eder durur konuşma...

Aralarında başlar bir tartışma, karar verirler bir sınava, dostun hakikisini anlamaya...

Bir akşam bir koyun keserler ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna, "Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna".

Çuvaldan kanlar damlamakta, sanki öldürmüşler de bir adamı, koymuşlar çuvala, dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı, gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı.

O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı, kapar hızla kapıyı delikanlının suratına, almaz içeri arkadaşını...

Böylece tek tek dolaşır delikanlı, kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.

Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. Evlat geriye döner. Ama içten yıkılır...

Babasına dönerek; "Haklıymışsın baba" der. "Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana".

Baba "Hayır evlat" der, benim bir dostum var bildiğim. Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona. Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.

Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar... Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.

O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte, çuvaldaki koyunu gömerler adam diye, üzerine de serpiştirirler toprak. Belli olmasın diye dikerler sarımsak...

Genç adam gelir babasına; "Baba, işte dost buymuş" diye konuşunca, babası; "Daaha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga, atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi. Sonra gel olanları anlat bana..."

Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, maksadı anlamaktır dostun hakikisini, babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!

Der ki tokadı yiyen dost:

"Git de söyle babana, biz satmayız
Sarımsak tarlasını böyle iki tokada"
 

Ynt: Hikayeler


Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova, her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş.

Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1.5 kova su götürebilirmiş.

Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.

İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş: "Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
"Neden?..." diye sormuş sucu."Niye utanç duyuyorsun?..."
Kova cevap vermiş: "Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun."

Sucu şöyle demiş: "Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum." Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yandaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş.

Sucu kovaya sormuş. "Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."
Hepimizin kendimize özgü kusurları vardır. Hepimiz aslında çatlak kovalarız. Büyük planda hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın, onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz
 

Ynt: Hikayeler


CHARLES GOODYEAR VE LASTİĞİN GARİP HİKAYESİ

Amerikalı Charles Goodyear, 10 yıldan beri ham kauçuğu daha sağlam ve elastik hale getirmenin çarelerini arıyordu. Bu onda bir takıntı halini almıştı ve hatta ödenmemiş borçları nedeniyle hapse bile girdi. Goodyear bu konuda her şeyi denemişti.Goodyear artık kauçuğa magnesium yanında sönmemiş kireçte ilave etmeyi denedi hatta bu karışım ona Newyork sergisinde bir madalya kazandırdı.Bu elde ettiği maddeyi cazip hale getirmek için birçok yol denedi.Bir sabah elinde malzeme kalmayınca Güherçile asidine başvurdu.Fakat madde asitle temas neticesinde simsiyah kesilince Goodyear elindeki parçayı fırlatıp attı.Birkaç gün sonra maddenin siyahlaşıpdeğişik bir hal aldığını hatırlayan Goodyear parçayı çöpten aldı ve gözden geçirdi şimdiye kadar bukadar iyi kalitede lastik yapılmış değildi.Asıl büyük keşfini 1939 yılında kükürtle denemelere başladığında yaptı.Birgün kükürt kauçuk karışımı kazara elinden fırladı sobanın üstüne düştü.Derhal sobanın yanına giden Goodyear sobanın sathı üzerinde yepyeni bir maddenin,asıl lastiğin meydana gelmiş olduğunu gördü.
Yöntemin Amerika´daki patentini almayı başardı, ancak Fransa ve İngiltere´den yasal formaliteler nedeniyle patent alamadı. Goodyear, Paris´te borçları nedeniyle hapis yattıktan sonra Amerika´ya döndü. Patentleri ortakları tarafından yağmalandığından yoksulluk içinde öldü. Ancak en azından "Goodyear Tyre" ve "Rubber Company" gibi şirketler onun isminin gelecek kuşaklar tarafından da anılmasını sağladı...
 

Ynt: Hikayeler

Titanic' i Batıran Mumya


Titanic'in sahibi The White Star Line diye bi şirketmiş. Bu firmanın ortaklarından olan Sir James Cole'un babası, vakti zamanında, Mısır'da Ramses mumyasının kazılarına katılan 70 kişiden biriymiş. Bu yüzden ailesiyle birlikte sonsuza dek lanetlenmiş. Mister Cole, kazılardan kısa bi süre sonra diğer arkadaşları gibi esrarengiz bi şekilde hastalanıp ölmüş. Üstelik cenazesini taşıyan gemi de Akdeniz'de kaybolmuş.

Oğlu James ise hayatı boyunca bu lanetten nasibini almış. Annesi ve kız kardeşini evlerinde çıkan bi yangında kaybetmiş. 18 yaşına kadar yetiştirme yurdunda yaşamak zorunda kalmış. Yine de başarılı bi iş adamı olup, The White Star Line adlı bir deniz taşımacılığı şirketine ortak olmuş. Ancak babasının katıldığı kazının 20'inci yılında şirketin gemileri tek tek talihsiz kazalar geçirmeye ve batmaya başlamış.

Şirket bi türlü kazaların önünü alamamış. Üstelik basın da üzerine geliyor, her gün boy boy eleştiri yazıları çıkıyomuş. Şirketin zararı feci boyutlara ulaşmış. The White Star Line son kozunu oynamaya karar vermiş. Tüm mal varlığını üç büyük, süper lüks gemiye yatırmış. Bu gemilerin adları Olympic, Titanic ve Britannic'miş.

Bu üç geminin de üzerinde bi lanet varmış. İlk gemi Olympic, 1911'de, Atlantik Okyanusu'nda bi buzdağına çarpmış. Tamir için getirildiği tersanede çıkan bir yangında da tamamen yanmış. Titanic illegal bir şekilde mumya taşıdığı söylentilerine rağmen 1912 yılında ilk seferine çıkmış. Titanic'in trajik hikayesini herkes bilir; onun da yoluna bi buzdağı çıkmış. Britannic ise 1. Dünya Savaşı sırasında Atina açıklarında, 1916 yılında meydana gelen bi patlamada batmış. Kısa süre sonra The White Starline şirketi denizcilikten çekildiğini açıklamış.

James Cole'un babasının katıldığı kazıda mumyası çıkartılan Ramses'in laneti ise şöyleymiş: "Beni yerimden oynatan herkesi sulara gömeceğim".
 



Ynt: Hikayeler

ABD'nin New York şehri,trafik yoğunluğu en çok olan dünyanın belli başlı metropollerinden biridir. İşte, New York'un bu oldukça hareketli günlerinin birinde şehrin 5. caddesinde yürüyen bir adama bir otomobil hafifçe çarptı. Bu istenmeyen kazada yayaya bir şey olmamıştı. Otomobilin şoförü yayayla konuştu, özür diledi ve iş tatlıya bağlandı.Fakat yaya düştüğü yerden kalkmaya hazırlanıyordu ki, hadiseyi uzaktan görüp gelen bir aklı evvel, düşen adamın yanına gelerek yerinden kalkmadığı taktirde yaralandığını öne sürerek sigortadan hatırı sayılır miktarda para alabileceğini söyledi. Bir anda emeksiz kazanacağı yeşil dolarları gözünün önünde canlandıran adam, paranın cazibesiyle doğrulduğu yerden yeniden arabanın önüne yattı.Araç sürücüsü ise bütün bu olanlardan habersiz, adamın gittiğini düşünüp, bir an önce hadise mahallinden uzaklaşma telaşıyla arabasını çalıştırıp gaza bastı.Bir anlık hırsa kapılan arabanın altındaki adam, daha ne olduğunu bile anlayamadan hırsının bedelini canıyla ödedi.
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,670
Mesajlar
1,521,924
Kayıtlı Üye Sayımız
166,524
Kaydolan Son Üyemiz
cixman

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst