arwin
Sadık yarim , kara toprak...
Ynt: Hikayeler
Uçmağa varan yiğitler adına!
Güçer KAFA — Cts, 18/04/2009 - 19:21
Kehkeşanlar tutuldu nârına… Ecel… Koyu bir şerbet olup inerken dudaklarına… Şahadet mırıldandı dil… Ey başı dönen zamanı parmağına dolamak hevesindeki nefsim bil! Yarın dünden daha eski günah çukuruna yuvarlanan için… Âkıbet bir uzun yoldur susmayı bilen kamışlara… Tevbe makamı yegâne kurtuluş affa susamışlara… Ve zaman… Yâr olur imiş ruhunu kirden budamışlara…
Salınarak gelen gecenin eteklerine tutunan depresif anlar… Söyletmeyin beni şimdi! Beni kim anlar? Tutku denen yağlı direğe çıkanların savurduğu yalanlar… Bir defa dahi çözülmez mi sanırsınız? Bakmayın ötelerden öteye kıvrılıp giden patikanın dumanlara erdiği yere! Kıskanırsınız…
Necip Fazıl’ın ebedi istirahatgâhını ziyaret ederken titreyen kalplerin şiir ikliminde avunmaya çalıştığı bir an hayal edin… Bir nev’i rabıta kurun gölgesiz gövdelerin servilerle söyleştiği mekânlarla… Sonra çıkarın varlık cübbenizi üzerinizden… Soyunun hakikate… Sonbahara hediye olsun diye yaprak döken çınarlar gibi… Muhasebelerinizin aslında beyhude olduğunu kulağınıza fısıldasın rüzgâr… Ve bulutlardan aşağı bir sâdâ süzülsün… Makamı nevâkâr…
Göz göre göre gitmektir bu… Bile bile bitmektir bu… Ruhunuzu gerdiğiniz kasnakta varlığınızı eğitmektir bu…
Sonra dokunun ıstırâbına zil, şal ve gül şairinin… Yalnızlığını irdeleyin mısralarında… Mensup olduğu ulu kervanın yol başçılarına olan akrabalığını sezin inceden… Farz edin ki şiir diye bir ilim yokmuş önceden! Zamanı ölçen saatlerin özümüze sapladığı kancadan… Kurtulun ve uçun… Uçmak vakti gelmeden… Henüz herhangi bir fani telaş… Sizi sizden çelmeden!
Haydar Baba’ya bir selam da siz gönderin! Bırakın Hazar kıyılarında kişneye dursun eşkin atlar! Belki içinizdeki sıkıntı bir yolunu bulup sessiz sedasız patlar. Çağatay lehçesine gizleyin kasvetinizi… İçli bir Uygur gibi yumulun kendi kendinize… Amu Derya bir omuz vursun yıkılmaz sandığınız bendinize… Ta ki Yesi köyünde dinsin şaşkınlığınız. Ve… Felsefenin genişleyen dairesine sığmasın aşkınlığınız!
Hille’ye düşsün yolunuz… Bayat köylerinden birinde… Bir ocak başında… Bir Türkmen anasının pişirdiği çorbaya kaşık sallayın… Hayaliniz kararmasın! Allayın… Pullayın… Zülüf dökülsün dumanlı gözlerinizin yakalamaya çalıştığı o düşün bir kenarına… Altunköprü’den bir hoyrat titretsin kalbinizi… Kerkük divanıyla inleyen bir saz kesilin… Kerbela şehitlerinin yaraları gibi sızlasın içiniz! Bu Kevser şarabı tadında hayali durmayınız! İçiniz…
Sonra bir allı turna gelsin… Kolunuzdan alıp kaldırsın semaya… Yıldızlara sesiniz ulaşacak kadar yükselin… Tanrı Dağlarının azametine kapıldığınız anda ayaklarınız yere bassın ata yurdun meçhul bir bozkırında… Poyraz yalasın yanaklarınızı… Bir kopuz çağırsın duymayı unutmuş kulaklarınızı… Hanım hey! Nidâsıyla Dedem Korkut huzuruna giriniz. Boncuk boncuk alnınızdan dökülürken teriniz… Dün, bugün ve yarın sarmalına bir son veriniz. Veriniz ki tek bir çizgide hizaya gelsin özünüz… Ama lütfen susunuz! Varsa da söyleyecek bir sözünüz…
Uçmağa varan yiğitler adına!
Söz kifayet eylemez bilirim… Bir hicran olup inince Muhsin ismi gönlüme…
İşte bu demde… Yetiş imdadıma Fatihâ!
Uçmağa varan yiğitler adına!
Güçer KAFA — Cts, 18/04/2009 - 19:21
Kehkeşanlar tutuldu nârına… Ecel… Koyu bir şerbet olup inerken dudaklarına… Şahadet mırıldandı dil… Ey başı dönen zamanı parmağına dolamak hevesindeki nefsim bil! Yarın dünden daha eski günah çukuruna yuvarlanan için… Âkıbet bir uzun yoldur susmayı bilen kamışlara… Tevbe makamı yegâne kurtuluş affa susamışlara… Ve zaman… Yâr olur imiş ruhunu kirden budamışlara…
Salınarak gelen gecenin eteklerine tutunan depresif anlar… Söyletmeyin beni şimdi! Beni kim anlar? Tutku denen yağlı direğe çıkanların savurduğu yalanlar… Bir defa dahi çözülmez mi sanırsınız? Bakmayın ötelerden öteye kıvrılıp giden patikanın dumanlara erdiği yere! Kıskanırsınız…
Necip Fazıl’ın ebedi istirahatgâhını ziyaret ederken titreyen kalplerin şiir ikliminde avunmaya çalıştığı bir an hayal edin… Bir nev’i rabıta kurun gölgesiz gövdelerin servilerle söyleştiği mekânlarla… Sonra çıkarın varlık cübbenizi üzerinizden… Soyunun hakikate… Sonbahara hediye olsun diye yaprak döken çınarlar gibi… Muhasebelerinizin aslında beyhude olduğunu kulağınıza fısıldasın rüzgâr… Ve bulutlardan aşağı bir sâdâ süzülsün… Makamı nevâkâr…
Göz göre göre gitmektir bu… Bile bile bitmektir bu… Ruhunuzu gerdiğiniz kasnakta varlığınızı eğitmektir bu…
Sonra dokunun ıstırâbına zil, şal ve gül şairinin… Yalnızlığını irdeleyin mısralarında… Mensup olduğu ulu kervanın yol başçılarına olan akrabalığını sezin inceden… Farz edin ki şiir diye bir ilim yokmuş önceden! Zamanı ölçen saatlerin özümüze sapladığı kancadan… Kurtulun ve uçun… Uçmak vakti gelmeden… Henüz herhangi bir fani telaş… Sizi sizden çelmeden!
Haydar Baba’ya bir selam da siz gönderin! Bırakın Hazar kıyılarında kişneye dursun eşkin atlar! Belki içinizdeki sıkıntı bir yolunu bulup sessiz sedasız patlar. Çağatay lehçesine gizleyin kasvetinizi… İçli bir Uygur gibi yumulun kendi kendinize… Amu Derya bir omuz vursun yıkılmaz sandığınız bendinize… Ta ki Yesi köyünde dinsin şaşkınlığınız. Ve… Felsefenin genişleyen dairesine sığmasın aşkınlığınız!
Hille’ye düşsün yolunuz… Bayat köylerinden birinde… Bir ocak başında… Bir Türkmen anasının pişirdiği çorbaya kaşık sallayın… Hayaliniz kararmasın! Allayın… Pullayın… Zülüf dökülsün dumanlı gözlerinizin yakalamaya çalıştığı o düşün bir kenarına… Altunköprü’den bir hoyrat titretsin kalbinizi… Kerkük divanıyla inleyen bir saz kesilin… Kerbela şehitlerinin yaraları gibi sızlasın içiniz! Bu Kevser şarabı tadında hayali durmayınız! İçiniz…
Sonra bir allı turna gelsin… Kolunuzdan alıp kaldırsın semaya… Yıldızlara sesiniz ulaşacak kadar yükselin… Tanrı Dağlarının azametine kapıldığınız anda ayaklarınız yere bassın ata yurdun meçhul bir bozkırında… Poyraz yalasın yanaklarınızı… Bir kopuz çağırsın duymayı unutmuş kulaklarınızı… Hanım hey! Nidâsıyla Dedem Korkut huzuruna giriniz. Boncuk boncuk alnınızdan dökülürken teriniz… Dün, bugün ve yarın sarmalına bir son veriniz. Veriniz ki tek bir çizgide hizaya gelsin özünüz… Ama lütfen susunuz! Varsa da söyleyecek bir sözünüz…
Uçmağa varan yiğitler adına!
Söz kifayet eylemez bilirim… Bir hicran olup inince Muhsin ismi gönlüme…
İşte bu demde… Yetiş imdadıma Fatihâ!