Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan MK51 Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 146
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 36,709
Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)


Tanri'nin Kahvesi
>>
>> Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski
>> universitelerindeki
>> profesorlerini ziyaret icin biraraya gelirler.
>> Sohbet, sonunda isin ve hayatin stresinden
>> sikayetlenmeye doner.
>>
>> Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesor
>> mutfaga gider
>> ve yaninda buyuk bir termos icinde kahve ve
>> porselen,
>> plastik, cam, kristal olmak uzere degisik tarzda ve
>> ucuz gorunenden,
>> pahali ve hatta cok ozel olanlarina kadar degisik
>> kahve bardaklari ile gelir.
>>
>> Herkes bir bardak secince, profesor soyle soyler:
>>
>> 'Farkettiyseniz, tum pahali gorunen bardaklar
>> alindi ve geriye ucuz gorunumlu,
>> sade bardaklar kaldi.
>> Kendiniz icin en iyi olani istemeniz normal olsa
>> da,
>> bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynagi
>> aslinda.
>>
>> Emin olun ki, bardagin kendisi kahvenin kalitesine
>> hic bir sey katmaz.
>> Cogu zaman, sadece daha pahalidir ve hatta bazi
>> durumlarda da ictigimizi saklar.
>>
>> Hepinizin aslinda istedigi kahveydi, bardak degil,
>> ama bilincli olarak
>> en iyi bardaklara yoneldiniz ve sonra birbirinizin
>> bardagina bakmaya basladiniz.
>>
>> Sunu bir dusunun: Hayat kahvedir. Is, para ve
>> toplumdaki konumunuz da bardaklar.
>> Onlar hayati tutmak icin sadece araclardir ve
>> sectigimiz bardak yasadigimiz hayatin
>> kalitesini belirlemedigi gibi degistirmez de.
>>
>> Bazen sadece bardaga odaklanarak Tanrinin sundugu
>> kahvenin tadini cikarmayi unuturuz.
>>
>> Kahvenizin tadina varin!
>>
>> En mutlu insanlar her seyin en iyisine sahip
>> degildirler.
>> Sadece her seyin en iyi sekilde tadini cikartirlar.
>>
>> Basit yasayin. Comertce sevin.
>> Birbirinize derinden itina gosterin.. Nazik olun.
>>
>> Gerisini Tanriya birakin.
 

Etiketler
Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

PİRİNÇ TANESİ



> >*Beş yaşında idim. **
> > Babaannem rahmetli,pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere
> > düştü. Babaannem eğildi, aramaya
> > başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya
> > çalışıyor. Çocukluk iste,'aman babaanne dedim. Bir
> > pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya
> > değer mi?' Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı,
> > öfkeyle doğruldu. 'Sen oturduğun yerden ahkâm
> > kesiyorsun, ' dedi. 'Hiç pirinç üretilirken gördün
> > mü?
> > İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç
> > tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği,
> > çilesi var biliyor musun?'
> > Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.
> >
> >*Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
> > Alain'in proposlarini okuyorum. Birden irkildim.
> > Babaannemi hatırladım. Alain, bir insan yerde bir
> > iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı
> > ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu. Bir
> > iğnenin
> > üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el
> > emeği vardır diyordu.
> >
> >*On dokuz yıl evveldi.**
> > Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi.
> > Sabahleyin, traş olmak için lavaboya
> > gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
> > Lütfen diyordu, traştan sonra jiletinizi çöpe
> > atmayın.
> > Yanda bir kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle
> > dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı
> > olun. Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan
> > beri çelik eşya
> > denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya
> > üzerinde'
> > İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı. İste o
> > ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe
> > gitmesini is temiyor, ona sahip çıkıyor, gelen
> > turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu. *
> >
> >*İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda,
> > radyolar,
> > televizyonlar, bir haberi duyurur.
> > Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz
> > lütfen
> > hazırlığınızı yapın.**
> > Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne
> > kadar kitap,dergi , gazete varsa, kâğıt, ambalaj,kutu
> > varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa,
> > kapının önüne koyun.
> > İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç
> > ziyanına engel olun. *
> >
> >*Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı
> > yasayan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile
> > dolduranlar Japonlara göre ruhen tekâmül edememiş ,
> > hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir.
> > Böyleleri ile, zavallı, evini mezat salonuna
> > çevirmiş
> > diye eğlenirler.
> > Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne
> > kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi bir
> > darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar
> > gırtlağı
> > aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi
> > toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve
> > tehlikeleri ile anlatır ve su andan itibaren der,
> > Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış
> > borçları
> > son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir
> > şey
> > yemeyeceğim. Su üstümdeki elbiseden başka elbise
> > giymeyeceğim. Dediklerini yapar, en üstten en alta
> > bir
> > israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün
> > borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün
> > kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını
> > söylemeye
> > gerek yok. Geçenlerde Japon im paratorunun sarayını
> > gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı,
> > ne
> > kadar gösterişten uzak...
> >
> >*Gerekmediği halde elektriği yakmakla, Suyu
> > kapamadan bos yere akıtmakta, Gece çamurlu
> > ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, Yemek
> > yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de
> >zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?
> >
> >*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle
> > örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki,
> > İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.
> >
> >Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı,bir at
> > bir
> > komutanı, bir komutan bir orduyu,
> >
> >bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..
> >
> >Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin
> > olalım,
> > ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak
& gt; > zorundayız. Bunda parayı da, maddiyatı da aşan
> >büyük
> > bir edep ve incelik vardır.
> >
> >*Sanırım ' forward ' edilmesi gereken bir mesaj
> > varsa
> > o da budur... *
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

KAPI.jpg
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Torunu, pamuk gibi bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla soruyor:
"Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur?" Dede tatlı bir gülücükle:
"Ezanla namaz arası kadar yavrucuğum." deyince torun:
"Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı?" der. Dede:
"Evet yavrum. ömür, namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır."
diye cevap verir. Torun yeniden sorar:
"Namazsız ezan ve ezansız namaz sözlerinden ne kastettiğini anlamadım
dedeciğim. Bu ne demek açıklar mısın?" Dede şefkatle ellerinden tuttuğu
torununa:
"Bak yavrum, geçenlerde komşumuzun çocuğu doğdu. O çocuğun kulağına
ezan >okundu değil mi? işte o ezanın namazı kılındı mı? Kılınmadı. O ezan
"Namazsız ezan"dı. insan öldüğü zaman kılınan cenaze namazının da ezanı
yoktur. O da "Ezansız namaz"dır. Aslında o namazın ezanı insan doğunca
okunmuştu kulağına.

"Bak ey insan! Doğdun, ama öleceksin, ömür çabuk biter, hayatını iyi
değerlendir. Boşa vakit harcama!" ikazını yapıyordu o ezan. İşte yavrum
öMüR, EZANLA NAMAZ ARASI KADARDIR. Sakın boşa geçirme. ömrünü dolu dolu
yaşa, bir nefes bile boşluk bırakma!"
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

2007 Yılında Yaşamak
1. Şifrenizi yanlışlıkla mikro dalga fırınınıza girmeye çalışıyorsanız
2. Gerçek iskambil kâğıtlarıyla yıllardır fal bakmadığınızı fark ettiyseniz
3. 3 kişilik ailenize ait 15 adet telefon numaranız varsa
4. Yan masada çalışan arkadaşınıza e-mail gönderiyorsanız
5. Arkadaşlarını ve yakınlarını arayamama sebebin e-mail adreslerinin olmamasıysa
6. Alışverişten dönerken evinizde aldıklarınıza taşımaya yardım edecek birinin olup olmadığını anlamak için cep telefonunuzu kullanıyorsanız
7. Televizyondaki her reklâm, ekranın altında bir web adresi içeriyorsa
8. Hayatınızın ilk 20, 30 belki de 60 yılında sahip olmamanıza karşın, bugün evinizden cep telefonunuzu almadan çıkmak sizde paniğe yol açıyor ve almak için geri döndürüyorsa
10. Sabah uyandığınızda kahvaltıdan önce online oluyorsanız
11. Gülümserken başınızı yana yatırıyorsanız:smiley:
12. Bu yazıyı okuyorsanız, başınızı sallıyor ve gülümsüyorsanız
13. Daha da kötüsü, bu maili kimlere forward edeceğinizi şimdiden biliyorsanız
14. Listede 9. maddenin olmadığını fark edemeyecek kadar meşgulseniz
15. Yukarı çıkıp listede 9. madenin olup olmadığını kontrol ettiyseniz
ve şu an kendi kendinize gülüyorsanız 2007 Yılında yaşıyorsunuz demektir.
 



Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

OKUMAYA DEĞER............................

Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri


Kaliforniya' da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi' nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, "Armudun iyisini ayılar yer" düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.

Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.

Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:

"Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?

"Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini "

"Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?

Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'

Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, "O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim" dedi.

O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının erkeğine, "Sen benim kahramanımsın" duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.

"Nasıl yani?" dedim.

"Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor."

Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu "ayı" olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer' diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.

Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış . Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum. "Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir, " dedi ve iki gün sonra, "Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler," dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.

Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, "O gün ben de aileme gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz, " dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.

Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. "Evet" yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. "Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz", dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George'a "Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz! " dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, "Tabii, onlar küçük insanlar!" yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.

O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.

Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.

Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke' olmayacak.

Sally'e sordum: "Baban seninle randevulaşır mıydı?"

"Evet", dedi, "yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman geçirirdi. Ve ilave etti, "Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!". Gülümseyerek, "Nereden biliyorsun?" diye sordum.

"Biz Frank'le konuştuk" diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.

Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.

Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne yapabilirim? ' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.

Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.

Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır

Yazan: Doğan Cüceloğlu
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Her tombul bayanı şişko sanmamalıyız! Sonra hem siz hem karşınzıdaki bayan üzülür, kırılır, incinir...
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Her gördüğün beyaz postlu kurdu koyun sanma!
 


Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

bakın bakalım neler varmış

http://www.youtube.com/watch?v=Wr0qiivJZgI

[youtube=600,470]Wr0qiivJZgI[/youtube]
 



Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Eflatun'a iki soru sormuşlar:

Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir? demişler.
"Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."

Sıra gelmiş ikinci soruya; "Peki, sen ne öneriyorsun?"
"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır."
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Bazen "pratik çözümler üretebilen zeka"nın en önemli şey olduğunu düşünüyorum...

Aşırı hız yapmayı engellemek için bulunan çözüme bakın:
(Projede "mal canın yongasıdır" sözü çok iyi kullanılmış.)
Hizkesmekicin.jpg
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Basit yaşayacaksın, basbasit. İki çift ayakkabın olacak, iki çift pantolonun, iki gömleğin, bir kazağın… Herkes saçını boyatırken sen doğal renginde bırakacaksın. Berbere gitmeyecek, kuaförün önünden geçmeyeceksin. Ne sigaran olacak ne alkolün. Karı-kız muhabbetlerine girmeyeceksin. Adam olmaya çalışmayacaksın; adam gibi olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Televizyon, klima, müzik seti için ayrı ayrı kumandaların olmayacak. Olsa da hepsinin tek bir açma düğmesi olacak. Cep telefonun olmayacak, olsa da kullanmayacaksın; kullansan da içinde 100 kontörden fazla kontör olmayacak. Her GSM operatöründen birer tane hattın olmayacak. Tek hattın olacak, birini açıp diğerini kapatmayacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Faturalara otomatik ödeme talimatı vermeyeceksin. Onları gidip paşa paşa kendin yatıracaksın. Bahaneyle halkla bütünleşeceksin. Kredi kartı almayacaksın, zorla mı verdiler kullanmayacaksın. Kullandırttılar mı taksite böldürmeyeceksin. Borcunu gidip bankamatikten zarflı/zarfsız yatırmayacaksın. Hususi bankaya kadar zahmet edip, vezneden yatıracaksın. Banka personeliyle de yüz göz olacaksın. Her bankanın kredi kartı illaki cüzdanında olmayacak. Cüzdanını her açtığında onlarla hava atmayacaksın. Kredi kartlarının limiti kadar değil, maaşın kadar zengin olduğunu unutmayacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

İnternetten alışveriş yapmayacaksın. Kitapmış, telefonmuş hepsini gidip ellerinle dokunarak alacaksın. Kitapçının raflarında dolaşacak gözlerin, sayfalarını açıp o kâğıt kokusunu çekeceksin içine. Esnafla da içli dışlı olacaksın. Sanallaşmayacak, elle tutulur gerçek bir insan olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Sırf yürüyen merdiveni var diye devasa alışveriş merkezlerine gidip, oralarda gezip dolaşmayacaksın. Hadi gittin diyelim bir seferde bilmem kaç yüz ytl’lik alışveriş yapmayacaksın. Hayatta sana neler lazımsa sadece onları alacaksın. Biraz sokağa inip bakkalla çakalla da sohbet edeceksin. Gösterişli ışıl ışıl vitrinlerin önünde, rengârenk reyonlarda gezeceğine parklarda bahçelerde adım atacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Büyük hayallerin olmayacak. Boyunu aşan laflar etmeyeceksin. Ağzından çıkanı kulağın duyacak, duymadan önce içinden on defa düşünüp tekrar edeceksin. Sözünün arkasında duracak, tükürdüğünü yalamayacaksın. Sözünün eri olacak, “lâf” ile “söz” arasındaki ince ayrıma dikkat edeceksin. En güzeli basit yaşayacaksın!

Saçın için ayrı, vücut için ayrı şampuan; yüzün için ayrı, elin için ayrı, ayakların için ayrı krem kullanmayacaksın. Yüz maskelerin, peelinglerin, gece kremlerin, ter önleyici spreylerin olmayacak. Jöle kullanmayacak, saç spreyini eline almayacaksın. Doğal geldin dünyaya, doğal olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Yan apartmandaki komşuna bayram tebriği için cepten mesaj çekmeyeceksin. Mesaj çektin diyelim, öyle yüz kişiye yolladığın hazır mesajlardan yollamayacaksın. Bir zahmet yola düşüp el sıkacaksın, kucaklaşacaksın, gerekirse el öpeceksin. Çocukların başını okşayacak; onlara mendil, çikolata, bayram harçlığı vereceksin. Öyle her canın sıkıldığında telefona sarılmayacaksın. Gidip eşin dostun, arkadaşın kardeşin boynuna sarılacaksın. 3–5 tane elektronik posta adresin olmayacak. Olacaksa bir tane olacak. Öyle zırt pırt da e-posta yazmayacaksın. Alacaksın eline kâğıdı kalemi, özene bezene mektup yazacaksın. En iyisi basit yaşayacaksın!

“Neyim eksik, neyim yok, neye ihtiyacım” var demeyeceksin. Nelere sahipsin onları düşüneceksin. Aza kanaat getirecek, çoğu bulabileceksin. “Hep bana hep bana” demeyecek, biraz da sağına soluna bakacaksın. Kafan yukarıda değil, aşağılarda gezecek. “Seviye seviye” diye tutturup, üst kültür insanı gibi ortalıkta dolaşmayacaksın. Biraz da geçmişine bakıp, her zaman haddini bileceksin. En iyisi basit yaşayacaksın!

“Başımı sokacak bir göz evim olsun” diyenleri, kaloriferli, asansörlü, deprem sigortalı, çift camlı lüks dairende oturduğun yerden yadırgamayacaksın. Bir adada bir modada evin; iş için ayrı, gezi için ayrı arabaların olmayacak. Biraz da otobüse binecek, trenlerde seyahat edeceksin. Yan koltuğunda oturan yol arkadaşınla sohbet edecek, gazeteni okumasına izin vereceksin. Unutma sen Türk’sün, geleneklerini, geçmişini, değer yargılarını unutmayacak, herkesi potansiyel tehlike olarak görmeyeceksin. İçin fesat olmayacak, art niyetli düşünmeyeceksin ki karşıdaki masumu da öyle görmeyeceksin. En güzeli basit yaşayacaksın!

Öyle çok büyük adam olmayacaksın. Aydın’ın bulvarında elini kolunu sallaya sallaya dolaşacaksın. İnsanlar sana paran, mevkiin için değil “sen” olduğun için güler yüz gösterecek. Saygı gördüğün zaman, içinde soru işaretleri olmayacak. Her gün ayrı bir kıyafetle salınmayacaksın ortalıkta. Ulaşılmaz edalarıyla tepeden bakmayacaksın kimseye. Yolda tökezlediğin zaman başkaları gibi sen de gülebileceksin kendine. Fazla ciddiye almayacaksın kendini, dalga geçmeyi bileceksin kendinle. En iyisi basit yaşayacaksın!

Ölmeyecek kadar yiyecek, bir kuru soğan, bir dilim ekmekle yetinmeyi bileceksin. Sağlığın yerinde mi; bunun en büyük zenginlik olduğunun farkında olacaksın. Etrafındaki sevenlerinin, “yoksulluğun, sıradanlığın, ulaşılabilirliğin, alçakgönüllülüğün”den dolayı yanında olduğunu, malın mülkün için seni sevmediklerini bilecek, daha bir huzurlu olacaksın. Büyük adamların büyük dertleri olur misali, bu dünyada basit yaşayacaksın, basit! Şairin de dediği gibi “rakı şişesinin dibinde balık” olacaksın. Hiç başın ağrımayacak! Basit yaşayacaksın, basbasit!
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)



KISSA

Çölde yolculuk eden iki arkadaş, yolculuğun bir aşamasında tartışırlar, biri ötekine bir tokat atar.
Tokadı yiyenin canı çok yanar; ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar:
"BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BANA BİR TOKAT ATTI."

Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler.Tokadı yiyen yıkanırken batağa saplanır, boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır.
Boğulmak üzere olan arkadaş tam selamete çıktıktan sonra bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır:
"BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BENİM HAYATIMI KURTARDI."
Tokadı vuran ve sonra en iyi arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şöyle der:
"Senin canını yaktığımda bunu kum üzerine yazdın; ama şimdi kayaya kazıyorsun, neden?"
Diğeri ona şöyle cevap verir.
"Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize iyi bir şey yaparsa onu kayaya kazımalı ki onu hiçbir rüzgar yok etmesin."

Denilir ki: Özel birini bulmak bir dakikanızı alır, onu değerlendirmeniz bir saat içinde olur, onu sevmek için bir gün yeter; ama sonra onu unutabilmek için bir ömrün geçmesi gerekir.

Eski günler dediğimiz sadece bizim kalıplarımızdır…aslında o günler hala yaşamakta ve devam etmektedir…bugün dünün devamı değilmi kii…..sen varsan ben varsam hala bu yaşamda hiçbir şey eskimedi ozaman…
 

Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Ozalite gönderdiğimiz paftalar dağılmasın diye sardıkları kağıtta vardı bu dizeler :

Hak bela yazmaz kul azmayınca

zengin babayı hayırsız evlat
orta halli memuru süslü avrat
fakir işçiyi kuru inat
varlıklı esnafıda hovardalık bitirir

tarlada buğdayım var deme ambara girmeyince
hayırlı evladım var deme el koynuna girmeyince
vefalı karım var deme kötü gün görmeyince
hayırlı kardeşim var deme miras bölünmeyince
vefalı dostum var deme zor günü görmeyince

:smiley: :smiley: :smiley:
 



Ynt: Hayat Bilgisi (Ders Çıkartılacak Anılar, Alıntılar...)

Usta bir ressam, genç öğrencisinin eğitimini tamamlaması için bir
öneride bulunmuş. Buna göre, yaptığı son resmi kentin en kalabalık
meydanına götürüp, birkaç gün herkesin göreceği şekilde sergilemesi
gerekiyormuş.

Genç adam tam kapıdan çıkmak üzereyken, ustası yanına birkaç kırmızı
kalem alması gerektiğini söylemiş. Ve eklemiş; 'Tabloyu bıraktığın
yere bir de not yazmalısın. Lütfen beğenmediğiniz yerleri bu kalemle
işaretleyiniz.'

Çırak, ustasının dediğini yapıp, doğru en kalabalık meydana koşmuş
yaptığı resimle.

Kalemleri tablonun yanına bırakıp, notu da en görünülür yere
iliştirmiş.

Aradan birkaç gün geçmiş, ustası bu kez, gidip resme bakmasını istemiş
genç öğrencisinden.

Merakla koşmuş meydana ki; ne görsün?

Yaptığı güzelim resmin, kırmızı kalemle işaretlenmiş çarpılardan
neredeyse görünmüyor.

Boynu bükük, hüsran içinde dönmüş ustasının yanına.

Ustası üzülmemesini, resme devam etmesini önermiş.

Biraz daha hırslı, biraz daha cesur davranmış bu kez. Resmi
tamamladığında, yine aynı meydana gitmek üzere hazırlanırken, ustası
bu kez, kırmızı kalemleri bırakıp, yerine bir palet dolusu çeşitli
renklerde boya ve birkaç fırça almasını salık vermiş. Tabii yine aynı
notla; 'Beğenmediğiniz yerleri lütfen düzeltir misiniz?'

Bir hafta sonra, genç adam sabırsızlıkla meydana koşmuş. Bir de bakmış
ki; resminde tek bir fırça darbesi, fazladan bir renk şekil yok.

Mutluluktan uça, uça ustasına koşmuş, 'Nihayet' demiş, 'Resmimi
beğendiler. Kimse elini sürmemiş boyalara. Kimse düzeltme yapmamış.'

Ustası durumu şöyle özetlemiş genç adama; 'İlkinde insanlara fırsat
verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile
karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi,
gelip senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını
istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir
konuyu düzeltmeye cesaret edemez.'

Dolayısıyla;

1)Emeğinin karşılığını ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın,

2)Değerini bilmeyenlere sakın emeğini sunma,

3)Asla bilmeyenle tartışma
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,682
Mesajlar
1,522,153
Kayıtlı Üye Sayımız
166,528
Kaydolan Son Üyemiz
yusufkaptan41

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst