4. BÖLÜM
Sabah Mardin'den yola çıkıp Midyat'a doğru koyuluyorum.
Gezide beni en çok etkileyen yerlerden biri galiba burasıydı.
Araplar, Kürtler, Süryaniler...
Eski bir makinanın birbirini tamamlayan parçaları gibi.
Biri olmazsa Mardin eksik kalırmış gibi.
Midyat
70 km.lik bir yolculuğun ardından Midyat'tayım.
Midyat, eski yerleşim yerinin adı. Midyat'ın asıl ticaret, yerleşim, idare merkezi "Estel". Ya da yeni Midyat.
Otelim Estel'de olsa da gezilmesi gereken asıl yer labirent sokakları, kemerleri ve kirli sarı evleriyle Midyat.
İlk durağım Midyat'ın 25 km. güneydoğusunda İdil yolu üzerindeki "Mor Gabriel Manastırı".
Burası, bir çoban kız ve üç beş keçisi dışında kimsenin olmadığı kuş uçmaz kervan geçmez bir arazide görkemli ve yalnız bir yapı.
Manastırdan çıkıp Midyat'a giderken yol üzerindeki türbelerden biri. Kimin türbesi olduğunu bilmiyorum. Başında türbeyi ziyarete gelmiş 5-6 kişi var... Bez bağlıyorlar, ama türbenin kime ait olduğunu onlar da bilmiyorlar. Yol boyunda çokça türbe var.
Midyat'a dönüyorum. Çocuklar beni gezdirmek için çevremde. Hepsi sözleşmiş gibi ısrarla "Abi seni Sıla'nın konağına götürelim mi?" diye zıplaşıp duruyor çevremde. "Ne sılası yav, Sıla kim?" Bilmemek ciddi bir ayıpmış gibi bakıyorlar. Cehaletim yüzünden biraz utandım.
"Sıla" tvdeki dizi. Onu duymuştum da, dizi burada çekiliyormuş, ve Midyat'da "Sıla turizmi" diye bişey oluşmuş. Hakkaten de "Sıla Konağı" (Sıla konağı deyip duruyorum. İsmi o değil aslında. Burası Çekül Vakfı'nın konuk evi.) ve çevresinde kadın ağırlıklı bir güruh var. Konuk evine giriş 1 lira.
Mekan olarak güzel bir yer de kalabalıktan ve bana Sıla tokası, Sıla bilmem nesi satmaya çalışan çocuklardan sıkılıp ara sokaklara kaçtım.
Hafta sonu. Sokaklar hep çocuk. Arada gelip konuşmaya çalışıyorlar. Baştan "Sıla konağını gördüm" diyorum ki orayı bir daha sormasınlar. Hadi bakalım bir kaçıyla birlikte Midyat'ı geziyoruz. Bana rehberlik ediyorlar. Aslında eğlenceli çocuklar.
Sonra rehberliklerinin karşılığı olarak biraz da harçlık veriyorum. Sevine sevine gidiyorlar.
10:00 gibi hayat bitiyor burda. Otelime geldim. Çok rahat bir otel değil.. Ama alt tarafı bir gece.
Yarın Hasankeyf yolcusuyum.
Hasankeyf
Sabah erkenden Midyat'dan Hasankeyf'e doğru yola çıkıyorum. Bu taraflarda askerleri, kontrol noktalarını artık daha sık görmeye başladım. Ama tehlike ya da rahatsızlık arzeden bir durum yok.
Dicle'yi geçince bir düzlükte tek başına kalmış Zeynel Bey türbesi ile karşılaşırsınız.... 1480 civarında yapılmış. Üzerindeki mavi süslemelerde "Allah", "Muhammet" ve "Ali" yazıları gizli.
Hasankeyf, 5000 yıllık bir kale şehir. İnsanlığın en eski yerleşim yererinden biri. Kale surları görüldüğü üzere tek parça dev bir kayalık.
"Kefo" Süryanice'de kaya demek. Arapça "Hısn-ı Kifa" Kaya kalesi demek.
Yani Hasankeyf'te, ne "Hasan" var, ne de "keyif"...
Motoru Park eder etmez burda da çocuklar ellerinde Hasankeyf'le ilgili broşür, kitapla etrafımı sarıyorlar. "Abi gezdireyim, abi gezdireyim!.." İyi gezdirin de hepiniz birden böyle bağıra çağıra gezdirirseniz bende ne kafa kalır ne bişey... "İçimizden birini seç" diyorlar. Az bağıran ufak tefek olanını seçtim. Hadi gidelim.
Burası kalenin arka tarafı. Fotoğraftaki zigzag merdiven yukarı kadar çıkıyor. Daha önce birileri düştüğü için buradan çıkış yasakmış.
Burası muhtarın eski evi... Buralarda akrep çok olurmuş. O yüzden kapı ve pencereler mavi renkli. Akrep mavi renge yanaşmıyormuş.
Burası cami. Geçen haftaya kadar cami biraz daha sağlammış. Sonra Hasankeyf'in gençleri tepeye çıkıp cami avlusunda halay çekince cami yıkılmış. Çocuk sık sık zeminin ne kadar gevşek olduğu konusunda uyarıyor.
Bu insanlık tarihinin ilk yerleşim yerlerinden biri, üç beş yıla kadar yapılması planlanan Ilıca Barajı'nın suları altında kalacak... Dünyada eşi olmayan muhteşem bir tarih hazinesi yok olacak...
Bir de oranın asıl sahibi Hasankeyf halkı var.
Bir kısmı suların altında kalacak evleri karşılığında devletten aldıkları parayla belki iş kurma, belki başka yere taşınma planları kuruyor. Bu yılki sağlam kuraklık yüzünden böyle düşünenler artacak.
Tarihin hazineleri, açlıklarını gidermeye yetmiyor.
Nemrut
Batman yolu üstündeki petrol sondaj kuyuları. "İçeri girmek yasaktır." yazıyor. Ama kapı filan yok. Gayet ortalık yerde bir petrol kuyusu. Demek ki o kadar da yasak değil.
Hasankeyf'ten çıkıp Batman üzerinden Nemrut'a gitmeyi planlıyorum. Diyarbakır'ı geçip, Kahta Siverek Feribotu'na bineceğim sözde. Ama feribot iskelesinde kötü bir sürprizle karşılaşıyorum. Seferler iptal edilmiş. Koca Atatürk Baraj Gölü'nün etrafından dolaşacağım. Normalde 320 km kadar olan yolum, 540 kmye çıktı.
Üstelik çok merak ettiğim "Menzil Köyü"nü göremeyeceğim.
Saat 18:20. Kahta civarında ikinci kez radara yakalanıyorum. Kafayı yiyecem. Neyse benzinliğin birine saklanıp ilerdeki ekibin evine gitmesini bekleyeceğim.
Ama işgüzar radar geri dönüp peşimden benzinliğe girip, cezamı kesiyor. Kaçla? 85 km/s ile.
Saat 18:20! Mesai bitmiş, gitsenize evinize yav. Çoluk çocuk Sıla'yı seyredersiniz ne güzel.
Hoş mu şu yaptığınız?
Neyse, akşam üzeri Nemrut Dağı'na 8 km. uzaklıktaki Karadut Köyü'nde, Kervansaray Pansiyon'dayım.
2 pansiyon ve 2 otelin olduğu bir yerde, fazla birşey beklemenin hata olduğu bir pansiyon. Günlüğü kahvaltı dahil 50 lira.
Burada italyan motorcu bir karı koca var. Türkiye'ye üçüncü gelişleriymiş. Benim yaptığım rotayı tersten yapmak üzere yola çıkmışlar. Onlara rota, gidilecek yerler konusunda birşeyler anlatmaya çalıştım.
Ertesi gün sabaha karşı 4:30 gibi uyanıp Nemrut'a tırmanacağım. Bu yüzden erkenden yattım.
Sabah 8 km lik taş yolu motorla geçip Nemrut'a kadar geldim. Motorla buraya kadar. Yolun gerisini yürüyeceğim.
2100 metre yükseklikteki tepenin en üzerinde yığma taştan mezar tepesi var. Yaklaşık 50 m. yüksekliğinde.
Bu tepenin iki yanında, batıya (Roma) ve doğuya (İran) bakan Kommagene tanrılarının heykelleri var.
Kommagene Kralığı, bir Orta Asya kavmi tarafından dogu Anadolu'da m.ö.65-70 gibi yıllarda kurulmuş, sonra Roma İmparatorluğu'na baglanmış.
Hava aydınlandı... Artık yola çıkmalıyım.
1400 km. ve 16 saat sürecek olan yorucu İstanbul yolu beni bekliyor.
BİTTİ