muratsahin
Kamp I
Güneydoğu... Doğu... Gürcistan... Doğu Karadeniz
Murat Şahin Öcal
Vinzenz Henke
Behlül Baydar
Sedat Ademoğlu
Zihni Aslan
Suat Cengiz
Kendi Doğu’na
Bir Japon arkadaşım kendi haritasını önüme koyup, “neden bütün dünya bize ‘uzak doğu’ diyor işte dünyanın tam ortasındayız” diye sitem etmişti. Haksız da sayılmaz. Her insan gibi, her toplum ve ulusun da kendini dünyanın merkezine koyma hakkı yok mu? Medeniyetler geliştikçe, kendi egosunu city centre’ın tam da göbeğine koymaz mı? Burası benim ve bana benzeyenlerin demez mi ? Ve başkasını dışlayarak kendi sınırlarını çizmez mi? En yoksulundan en zenginine her kesin sallandırdığı bayraklar sınırı değil çoğu zaman bir merkezi simgeler. Caddelerde satılan, yoksul paslı balkon demirlerine asılan bir ortak onurdur. Ben ve benim gibi olanlar işte merkez biziz demenin renkli bir yoludur bayraklar. Bir ulusun onuru, yoksulu ve zengini aynı kazanda kaynatıp aynı duygu kabına bir anda boşaltıveren sihirli semboller…
Hep bir bütünü temsil etmeye niyetlidir. Ama bütün her zaman o kadar da bütün olmayabilir. Bazı an kendi durduğumuz yeri dünyanın merkezi yapar, sıralamaya başlarız. Diğeri, uzakta olan, hal ve davranışları bize benzemeyen ama bizden olan, en azından aynı bayrağı asıp sallayan ve maç gecelerinde ve aynı duyguları paylaştığımız… hep biraz yabancıdır bize. Biz de ona tanıdık geliriz, ama bazı an orada nasıl davranacağımızı biz de bilemeyiz.
Dünyanın her yerinde herkesin alabileceği ucuzlukta bayraklar satılıyor. Babil Kulesini inşa edenlerin kefaretini ödeyelim diye herkes kendi dilinde sevinip üzülüyor… Ve yetmezmiş gibi her kes kendini bir daha bölüyor… ikiye… üçe… dörde.
Boş bir kağıt alın. Yukarıdan aşağıya bir çizgi ile ikiye bölün; sol tarafını batı sağ tarafını doğu diye adlandırın. Kağıt, dünyayı, yan yana kıtaları, şehri, hatta aynı apartmanda yaşayan komşuların yan yana dizildiği hayali bir içtima alanını temsil edebilir… Kolaydır çizgiyle ayırmak. Yine kolaydır, çizgiyle ayrılmış ayrılıklara inanmak !
Beğenilerinize uymadıysa çizginin sağında solunda kalan unsurların yerlerini de değiştirebilirsiniz. Bu orada kalmış ama aslında şurada olması lazım diyerek. Küçük bir çember içine alıp bir ok işareti ile öteki tarafa geçirebilirsin. Misal, Gazi Antep’de bir sokak görüntüsü… sokak panolarından birinde son derece Avrupai çizgileri ile bir grafiti yapılmış. Bunun gibi yan yana onlarca var. Aynı zamanda şehirde limonlu Meksika birası bulmak ve içerek yolda yürümek de mümkün. Eh bu kadar kanaat yeterliyse çember içine alıp batıya taşıyabilirim Antep’i. (Turist refleksleri böyle acele kararlara neden olabilir, turist gibi değil de seyyah gibi gezmeye hevesliyseniz mümkün olduğunca hızlı sınıflandırmalardan kaçınmakta yarar var). Konuya dönelim.
Şimdi başka bir boş kağıt alın… buruşturarak avucunuzun içinde kağıttan bir top yapın. Sonra, açıldığında kağıdın tam ortasından geçmek üzere hayali bir çizgi geçirin topun üzerinden. Kağıttan topu açın ve çizginin geçtiği yerleri görmeye çalışın…
Sonuç: buruşuk bir kağıt ve kağıdın her yerinde kesik kesik, yer yer silik, yer yer keskin çizgiler… İşte ülkemin doğusu ve batısı. Her bir çizginin solu batı, sağı doğu… Ülkemin her beyaz sayfası biraz buruşuk… Bu gezi yazısı, böyle buruşuk bir kağıda, bazı an yazabilen bazı an yazamayan bir kalemle aldığım notları derleme çabası. Şehirler ilçeler ve köylerde konakladım. Herkes bir başkasının doğusunda sürgün ve her kes kendi batısında, mahcup bir acemilikle biraz daha dünyaya karışmaya biraz daha onun olmaya çalışıyor. Dünyayı kucaklamaya çalışan her ademoğlu aynı şefkati göremeyebiliyor. Ve şefkatten yoksun büyümüş insanların sevgisi yırtıcı ve çılgınca olabiliyor. Senden gördüğü samimiyete, hemen bir bıçak darbesiyle sahip olduğu tek hindinin eti ile karşılık vermek isteyebiliyor mesela… Onu kabul ettiremezse, bir fincan kahveyi ikram etmek için üçer dörder seferber olup gönlünü hoş etmeye çalışıyor.
Ülkemde insanların yürekleri buruşturulup top edilmiş kağıtlar gibi. O kağıtlardan okuduklarımı yazdım. Elbette hata ve yanlış okumalar olacaktır. O’na olan sevdamız, bizi bir miktar kör edebildiyse, bu toprağa olan borcumuzun bir zerre hafiflemesi niyetine bu kusurumuz da af ola.
Üstelik bu toprağın bilmecesi yetmezmiş gibi bir de bilmediğimiz bir alfabenin içine daldık. Cüretkarlık nadiren ödüllendirilir, ki biz bu anlamda şanslı idik, Gürcistan bize peçesinin altından gülümsedi. Tam göremesek de yüzünü, sıcak tebessümü görmeye değerdi.
Murat Şahin Öcal
Vinzenz Henke
Behlül Baydar
Sedat Ademoğlu
Zihni Aslan
Suat Cengiz
Kendi Doğu’na
Bir Japon arkadaşım kendi haritasını önüme koyup, “neden bütün dünya bize ‘uzak doğu’ diyor işte dünyanın tam ortasındayız” diye sitem etmişti. Haksız da sayılmaz. Her insan gibi, her toplum ve ulusun da kendini dünyanın merkezine koyma hakkı yok mu? Medeniyetler geliştikçe, kendi egosunu city centre’ın tam da göbeğine koymaz mı? Burası benim ve bana benzeyenlerin demez mi ? Ve başkasını dışlayarak kendi sınırlarını çizmez mi? En yoksulundan en zenginine her kesin sallandırdığı bayraklar sınırı değil çoğu zaman bir merkezi simgeler. Caddelerde satılan, yoksul paslı balkon demirlerine asılan bir ortak onurdur. Ben ve benim gibi olanlar işte merkez biziz demenin renkli bir yoludur bayraklar. Bir ulusun onuru, yoksulu ve zengini aynı kazanda kaynatıp aynı duygu kabına bir anda boşaltıveren sihirli semboller…
Hep bir bütünü temsil etmeye niyetlidir. Ama bütün her zaman o kadar da bütün olmayabilir. Bazı an kendi durduğumuz yeri dünyanın merkezi yapar, sıralamaya başlarız. Diğeri, uzakta olan, hal ve davranışları bize benzemeyen ama bizden olan, en azından aynı bayrağı asıp sallayan ve maç gecelerinde ve aynı duyguları paylaştığımız… hep biraz yabancıdır bize. Biz de ona tanıdık geliriz, ama bazı an orada nasıl davranacağımızı biz de bilemeyiz.
Dünyanın her yerinde herkesin alabileceği ucuzlukta bayraklar satılıyor. Babil Kulesini inşa edenlerin kefaretini ödeyelim diye herkes kendi dilinde sevinip üzülüyor… Ve yetmezmiş gibi her kes kendini bir daha bölüyor… ikiye… üçe… dörde.
Boş bir kağıt alın. Yukarıdan aşağıya bir çizgi ile ikiye bölün; sol tarafını batı sağ tarafını doğu diye adlandırın. Kağıt, dünyayı, yan yana kıtaları, şehri, hatta aynı apartmanda yaşayan komşuların yan yana dizildiği hayali bir içtima alanını temsil edebilir… Kolaydır çizgiyle ayırmak. Yine kolaydır, çizgiyle ayrılmış ayrılıklara inanmak !
Beğenilerinize uymadıysa çizginin sağında solunda kalan unsurların yerlerini de değiştirebilirsiniz. Bu orada kalmış ama aslında şurada olması lazım diyerek. Küçük bir çember içine alıp bir ok işareti ile öteki tarafa geçirebilirsin. Misal, Gazi Antep’de bir sokak görüntüsü… sokak panolarından birinde son derece Avrupai çizgileri ile bir grafiti yapılmış. Bunun gibi yan yana onlarca var. Aynı zamanda şehirde limonlu Meksika birası bulmak ve içerek yolda yürümek de mümkün. Eh bu kadar kanaat yeterliyse çember içine alıp batıya taşıyabilirim Antep’i. (Turist refleksleri böyle acele kararlara neden olabilir, turist gibi değil de seyyah gibi gezmeye hevesliyseniz mümkün olduğunca hızlı sınıflandırmalardan kaçınmakta yarar var). Konuya dönelim.
Şimdi başka bir boş kağıt alın… buruşturarak avucunuzun içinde kağıttan bir top yapın. Sonra, açıldığında kağıdın tam ortasından geçmek üzere hayali bir çizgi geçirin topun üzerinden. Kağıttan topu açın ve çizginin geçtiği yerleri görmeye çalışın…
Sonuç: buruşuk bir kağıt ve kağıdın her yerinde kesik kesik, yer yer silik, yer yer keskin çizgiler… İşte ülkemin doğusu ve batısı. Her bir çizginin solu batı, sağı doğu… Ülkemin her beyaz sayfası biraz buruşuk… Bu gezi yazısı, böyle buruşuk bir kağıda, bazı an yazabilen bazı an yazamayan bir kalemle aldığım notları derleme çabası. Şehirler ilçeler ve köylerde konakladım. Herkes bir başkasının doğusunda sürgün ve her kes kendi batısında, mahcup bir acemilikle biraz daha dünyaya karışmaya biraz daha onun olmaya çalışıyor. Dünyayı kucaklamaya çalışan her ademoğlu aynı şefkati göremeyebiliyor. Ve şefkatten yoksun büyümüş insanların sevgisi yırtıcı ve çılgınca olabiliyor. Senden gördüğü samimiyete, hemen bir bıçak darbesiyle sahip olduğu tek hindinin eti ile karşılık vermek isteyebiliyor mesela… Onu kabul ettiremezse, bir fincan kahveyi ikram etmek için üçer dörder seferber olup gönlünü hoş etmeye çalışıyor.
Ülkemde insanların yürekleri buruşturulup top edilmiş kağıtlar gibi. O kağıtlardan okuduklarımı yazdım. Elbette hata ve yanlış okumalar olacaktır. O’na olan sevdamız, bizi bir miktar kör edebildiyse, bu toprağa olan borcumuzun bir zerre hafiflemesi niyetine bu kusurumuz da af ola.
Üstelik bu toprağın bilmecesi yetmezmiş gibi bir de bilmediğimiz bir alfabenin içine daldık. Cüretkarlık nadiren ödüllendirilir, ki biz bu anlamda şanslı idik, Gürcistan bize peçesinin altından gülümsedi. Tam göremesek de yüzünü, sıcak tebessümü görmeye değerdi.