Arabayla Polonya (transilvanya-lviv'den Devam) 2017

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan myguldo Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 46
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 9,030


1942’den başlayarak Auschwitz’e Avrupa’nın dört bir yanından kapalı yük vagonlarına tıkıştırılarak yüz binlerce Yahudi yollandı.




İnsanlara “Duş almaya gidiyorsunuz. Yıkanıp, temizlenmeniz lazım” denirdi. Çünkü kimse “ölüme gittiklerini” bilmemeliydi. Ellerine sabun verilerek duşlara (gaz odalarına) gönderilirler, tasarruf amacıyla mümkün olduğunca çok kişi sıkıştırılırdı.”


"Gaz bölmesine ortalama 7 gaz kutusu bırakılır ve en geç 20 dakika sonra herkes ölmüş olurdu. Sağ kalanların anlattığı hikayelere göre de gaz odalarının önünde bekleyen araçlar “insanların çığlıklarını bastırmak” için çalıştırılır ve gürültü yapması sağlanırdı.



Gaz odalarında günde ortalama 6 bin kişi öldürülürdü.”



Ardından cesetlerin üzerinden altın dişleri ve vücutlarındaki diğer "işe yarar" şeyler toplandıktan sonra yan taraftaki fırınlara (kremotaryum) taşınır, orada yakılarak "tamamen" yok edilirlerdi.


 





Bedenen güçlü olanlar da zorla çalıştırılıyordu. Doğru düzgün giyinmeden, yemeden, içmeden ve hiçbir tıbbî olanak sunulmadan ağır işlerde çalışmaya zorlanıyorlardı.

Tutsakların kaçması imkansız gibiydi.


Holokost olarak adlandırılan Yahudi soykırımı bu kampta 1 milyon 100 bin, toplamda ise 6 milyon kişinin canına mal oldu. En az yaklaşık 5 milyon 600 bin Yahudi, yarım milyon Sinti ve Roman öldürüldü. Nazi döneminde ayrıca fiziksel engelliler, eşcinseller ve Yehova Şahitleri sistematik olarak yok edildi. Öldürülenler arasında 1,5 milyon da çocuk var.








Yukarıdaki avlu yan koğuşta toplanan Sovyet tutsaklarının kurşuna dizildiği yermiş.




 

Garip bir ruh hali içinde Auschwitz'den ayrılıyor ve 210 km uzaklıktaki Wroclaw!a doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde bir AVM'ye girip karnımız doyurduktan sonra Carrefour'dan eksiklerimizi tamamlıyoruz. Müzede hüngür hüngür ağlayan kızımız hala kendini toparlayamadı. Kendi haline bırakıyoruz.

Akşam saatlerinde ulaştığımız kentte kalacağımız yer bir apartman dairesi. Gayet güzel bir mekan. Ama yiyeceğimiz çok az. Yakındaki iki benzincide de doğru dürüst bir şey bulamayınca, bir McDonalds'dan tavuk burger ve patates kızartması alarak geceyi geçiştiriyoruz.

Sabah toparlanıp çıkıyoruz. Merkez fazla uzak değil. Bir iki tur attıktan sonra arabayı Üniversite yakınındaki bir grup evin önünde bulduğumuz bir parka zar zor sıkıştırarak karşıya geçiyoruz. Her yönde nehir ve köprü görüyoruz. Önünden iki tur attığımız müzik akademisini geçtikten sonra avlusunda ilginç heykeller bulunan çok güzel bir bina çıkıyor karşımıza.



Kent Sanatı Müzesi olduğunu anladığımız binaya girip resim ve çeşitli tarihi eşyaların bulunduğu, ayrıca şehrin coğrafi yapısını anlatan video gösterimlerinin yapıldığı müzeyi baştan sona geziyoruz.







Bu arada şehrin etrafı tamamen Oder nehriyle kuşatılmış bir bölgede kurulduğunu, sürekli genişletilen surlarla çevrili olduğunu öğreniyoruz. Nehrin kolları şehir etrafında çeşitli doğa şekilleri ve birçok ada oluşturmuş, bu nedenle de çeşitli tarihlerde inşa edilmiş farklı mimarilerde köprülere sahip.

Müzeden çıkınca bir süre nehir boyu ilerledikten sonra, güzel binalarla süslü ara sokaklar ve geçitleri aşıp, Pazar Meydanına ulaşıyoruz.
Pazar Meydanı (Rynek Glowny) çok sayıda renkli binalarla çevrelenmiş devasa bir alan.

Bu nedenle Wroclaw'a RENKLİ EVLER KENTİ de deniyor.
Silezya bölgesinde yer alan şehir (Breslau diye de bilinyor) Alman-Çek-Polonya arasında paylaşılamamış çok kültürlü bir kent.

Placny Saly (Tuz Meydanı), eczacılık müzesi ve bugün Şehir Müzesi olarak kullanılan Stary Ratusz (meclis binası ve kulesi) önemli noktalar.

Ancak bu şehri diğer Polonya kentlerinden ayıran tamamen farklı ilginç bir özelliği var. Her köşe başında, yerde - gökte sevimli cüce heykellerinin gizlenmiş olması. Cüce heykeli avı turistlerin başlıca eğlenceleri arasında. (haritası bile satılıyor) Biz de bol miktarda gnomla ahbaplık kurduk.




 






Cüce çılgınlığından başımızı zar zor kaldırıp çevredeki evleri ve binalara bakmaya başladık.

Şehir Meclisinin binası cumbaları ve kuleleriyle, zaman içinde yapılan çeşitli eklemelerle pek çok farklı karakter barındıran son derece ilginç bir yapı.
 



İlerde Elizabet Katedralinin 100 metrelik kulesi kendini gösteriyor. O yöne yürüyoruz. Karşımızda masallardan çıkıp gelmiş bir bina ikilisi beliriyor.


Hansel ve Gretel Evleri diye ünlenen John-Margaret evleri Elizabeth Katedralinin önünde eşsiz bir güzellik sunuyor. Aralarındaki kemerli geçitten katedralin avlusuna geçiyoruz. Gotik tarza 12. yy.da yapımına başlanan katedralin kulesi 200'ün züerinde basamakla çıkılıyor.






 
















Duvarları ve sütunları tamamen gazete ve dergi sayfalarıyla kaplanmış bir kafeye girip Polonya mutfağına özgü lezzetleri tatmaya devam ettik.





Kibar bir cüce yemeğin üzerine dondurma ikram etti bize. Kıramadık tabii.






Hala Targova'ya doğru ilerliyoruz. Ara sokaklara daldık,
 



Burası nefis bir bahçeye sahip bir müze- kafe. Bahçenin bir kapısından girip diğerinden çıktık.





Bu renkli katedrali bulduk karşımızda. Yürüdüğümüz kaldırıma arka arkaya gümüş karışımlı plakalar gömülmüş. Üzerinde çeşitli tarihler yer alıyor. Anlaşılan önemli olayları anmak amacı taşıyor.





Birinde 1980 Solidarnoş(dayanışma) hareketinin doğuşu anılıyor.


 





Kaldırıma park etmiş takma kirpikli BMW'yi geçince nehre bakan hareketli bir yol kavşağına geldik. Kapalı Pazarın hemen önündeki büyük otobüs durağından geçip Hala Targova'ya dalıyoruz.




Orta ve Doğu Avrupa'nın hemen bütün şehirlerinde değişik bir yerel mimariye sahip bu tür pazar yerleri var. Her türlü taze sebze-meyve-et-balık ve çiçeğin yanısıra, hediyelik eşya ve sanat eserlerinin satıldığı, ayrıca zengin yerel mutfağın da yer aldığı bu tür pazarlar bizler için ideal bir mekan oluşturuyor.


Balıkçılar alt katta (Budapeşte'de de öyleydi)


isteyene baklava bile var





 

Saatimize bakınca, biraz uzakta kalan ve oldukça uzun bir zaman isteyen Spor ve Gösteri merkezini göremeyeceğimizi anlıyoruz. Oldukça ilginç yuvarlak bir bina olan Centennial Hall (Hala Stulica) nehrin karşı yakasında devasa bir park alanı içinde yer alıyor. Arkasında Japon Bahçesi ve Hayvanat Bahçesi bulunuyor.

Ayrıca Katedral Adası ve onunla diğer bir adayı birbirine bağlayan Tumski Köprüsünü (genç aşıkların "ömür boyu bağlılık" taahhütlerine parmaklıklarına bağladıkları asma kilitle tanık gösterdikleri o köprülerden biri), Maria Magdelana (Mecdelli Meryem) Kilisesinin 45 metre yükselikteki iki kulesini birleştiren Tövbe Köprüsünü de göremeyeceğiz.

Geri dönüş yolunda son güzellikleri kaçırmadan arabamıza doğru ilerliyoruz.







 

Eşi Polonya'lı bir çocukluk arkadaşım dolayısıyla Polonya'yı uzunca bir süredir mercek altına almak istiyordum . Bu harika gezi paylaşımınız ile konuyu daha ciddiele almam gerektiğini farkettim ;-)

Merakla gezinizi takipteyim , harika paylaşımlar ve bilgilendirmeler için teşekkürler
 


Sayın "ikili konyalılar" Usta bir gezgin olduğunuzu yazılarınızdan biliyorum.
Övücü tanımlamanız için teşekkür ederim. Doğrusunu söylemek gerekirse, içimde hep "çok eksik anlattım, yeterince dile getiremedim" duygusu kalıyor gezi sonrası anlatımlarda. Ama tabi hızlı yaşıyorsunuz, çok kısa sürede çok fazla değişik algı topluyorsunuz; sonra onları ortaya dökmek, belli bir mantık dizilişi içinde sunmak zor iş haliyle. Bu yüzden eğer planlamanızı yaparken aklınıza soracak bir şeyler gelirse, anımsayabildiğim kadarıyla yardımcı olmak için elimden geleni yaparım. Şimdiden iyi geziler dileğiyle.
Ümit
 

Çok doyurucu, bilgilendirici ve güzel bir üslupla aktardığınız paylaşımlarınız ve emekleriniz için teşekkürler.