Ynt: Antalya'dan Kuzey Denizi Kıyılarına
GEZİCİ' Alıntı:
Bizimde bir 3.50 mt uzunluğunda bir çekme karavanımız var ve çoktan beri bir yurtdışı seyahati düşünmemize rağmen bir tülü cesasret edemiyoruz. 1994 ten beri her sene gelecek seneye erteleyip duruyoruz. Gerek çekme karavanla yurtdışı seyahatini gerçekleştirmiş olmanız gerekse çok düzgün ve akıcı anlatımlarınız bize cesaret verdi. Paylaşımlarınız için çok teşekkür ederiz. İnşallah 2015 değilse 2016 da mutlaka yurtdışı seyahatini bugünden proğramlamaya başlıyoruz. Teşekkürler
gunozkolayli' Alıntı:
Sayın Tifa, harika anlatımınız,güzel resimler için sonsuz teşekkürler. Gerçekten bir nefeste ama sindire sindire yazdıklarınızı ve diğer katılımcı arkadaşların eklediklerini eşimle beraber okuduk. İyiki varsınız ve bizi cesaretlendirdiniz.Herşey için teşekkürler,İzmirden selamlar sevgiler...
Beğenilerinizi ifade eden güzel cümleleriniz için teşekkür ederim. Ayrıca bu anlatımımın sizi yurtdışı geziler hususunda cesaretlendirmesi beni mutlu etti.
Yurtdışı seyahatlerini bence gözünüzde çok fazla büyütmeyin. Zor olmadığını göreceksiniz. İyi bir program ama hepsinden önemlisi hedefinizi belirleyip ona ulaşabilmeyi istemek ve inanmakla ilgili. Ama gerçekten istemek ve inanmakla mümkün.
2000'li yılların başında bir kış seyahatimde Berlin'de kaldığım pansiyonun yanında bir Türk dönercisi vardı. Hem damak tadı, hem de fiyatı uyduğundan akşamları burada birşeyler yerken günün Türk gazetelerine de göz gezdiriyordum. Serviste çalışan 20' li yaşlardaki genç, akşamları mekana gelen bu değişik simanın kim olduğunun merakıyla da birkaç gün sonra milli tanışma seremonimiz olan memleket neresi hemşerim tarzı bir girişle laf atınca Mehmet ile ahbap olduk.
Dükkanın müşteri açısından sakin olduğu bir akşam biraz da benim sormamla hikayesini anlattı.
Urfa'lı olan Mehmet Berlin'e akrabalarının yanına geleli henüz 1-1,5 sene olmuştu ve Maraşlıların çalıştırdığı bu dönercide de Almanya için boğaz tokluğuna denebilecek bir ücretle ve hiç bir sosyal hakkı bulunmadan kaçak olarak çalışıyordu.
Normal yollardan vize alarak gelebilmesine imkan olmadığı belli olan Mehmet’e kaçak olarak nasıl geldiğini sorduğumda ah ağbi deyip anlatmaya başladı.
Ufak yaşta ailesiyle İstanbul'a gelip yerleşmişler, okula gidememiş kahvelerde garsonluk yapmaya başlamış. Garsonluğa devam ederken askere gitmiş, geldikten sonra garsonluğa devam etmeye çalışmış ama günlük 14-15 saat çalışma sigorta yok, asgari ücret zor çalışma şartları canına tak etmiş.
Berlin'de oturan daha önce bir şekilde Almanya'ya kaçak-göçek gelebilmiş akrabalarıyla temas kurup Almanya'ya gelebilmek için yardım istemiş. Onların yönlendirmesiyle İstanbul'da ki insan kaçakçılarıyla temas kurarak 5 Bin euro'ya anlaşmış. Sağdan soldan borç bularak bu parayı denkleştirmiş. Benimle konuşurken borç aldığı kişilere paranın hala tamamını geri ödeyemediğini söylüyordu.
Aralık ayı sonunda İstanbul'da başlayan yolculuğunda ilk durağı o zamanlar Türklerden vize istemeyen Romanya olmuş. Bükreş’te yılbaşını 10 kişi dört duvar bir odada geçirmişler. Bir hafta burada kaldıktan sonra otobüsle Belgrad'a geçmişler. Burada da yine uygun zamanı bekledikten sonra bir araçla Slovenya sınırına gelip yaklaşık 3 saatlik karlarla kaplı patikada orman içi yürüyüşü sonrası Slovenya'ya girmişler. Sınırı geçtikten sonra sınırın öbür tarafında onları karşılayan kaçakçı tarafından arabayla Lubyana'ya getirilmişler.
Lubyana'da da birkaç gün kaldıktan sonra kaçakçı tarafından bir gece kaldıkları evden alınarak İtalya sınırı yakınlarına getirilmişler ve karlar içerisinde -8,10 derece soğuklukta şu istikamete yürüyün 1 saat sonra karşınıza İtalyan köyü çıkacak diye bırakılmışlar.
Gece saat 10 civarında karlar içerisinde 10 kişi yürümeye başlamışlar, o soğuk ve karanlıkta 1 saat geçmesine rağmen herhangi bir köyle karşılaşmamışlar. Yürümeye devam etmişler ama yorgunluk ve soğuk ciddi anlamda onları etkilemeye başlamış. Gece yarısını geçince donma korkusu ve geriyemi dönelim şurdanmı gidelim burdanmı gidelim diye gurup içinde maraza çıkmaya başlamış.
Bu ikilem içerisinde ve artık yürüyecek gücü kalmadığı anda uzakta tek bir bina ve yanan ışık görünce oraya doğru gitmişler. Ancak binaya yaklaşınca burasının karakol vari bir yer olduğunu hissetmişler. Ancak yürüyecek takatı kalmayan Mehmet ne olursa olsun, yakalanırsak yakalanalım, geri gönderirlerse göndersinler deyince Mehmet'e aynı durumda olan 3 kişi daha katılmış, diğer 6 kişi ise yine binadan uzaklaşarak orman içine doğru yönelmiş.
Binaya yaklaşıp bağırınca içeriden 3-4 asker çıkmış bunları önce bir bağırış çağırış karların üzerine yere yatırmışlar. Biraz hırpalayıp üstlerini başlarını kontrol ettikten sonra binanın içerisine almışlar. Orada sabaha kadar aç bilaç bekleyip sabah yakındaki köye götürmüşler. Orada ellerine bazı kağıtlar verip adresi yazan Trieste'de ki merkeze gitmelerini söylemişler.
Tabii ki bizimkiler Trieste yerine soluğu Milano'da almışlar. Orada dernek dediği bir yere gitmişler. Orada yıkanıp paklanıp kendilerine gelmişler ve 2-3 gün kalıp trenle Paris'e geçmişler. Yine trenle Paris'ten Berlin'e geçtiğinde ve akrabalarıyla buluştuğunda İstanbul'dan çıkışı ile Berlin'e ulaşması arasında geçen süre tam tamına 1 aymış.
Peki bunca eziyete deydi mi diye sorduğumda da, duraklayarak sadece;
-Bilmiyorum demişti
Bizimse;
Pasaportlarımız ve tüm yasal evraklarımız tamdı.
Yolda belde başımıza bir iş gelirse diye araç sigortalarımız dahil olmak üzere sağlık sigortalarımız yapılmıştı.
Üzerimizde ki nakit paranın yanında bilumum banka ve kredi kartlarımızda yanımızdaydı.
Aracımızın tüm bakımları yapılmış ve eksiklikleri tamamlanmıştı.
Tüm akraba, dost ve tanıdıklarımızla iletişimimizi sağlamak üzere 3 adet telefon ve 1 netbookumuz yanımızda ve çalışır haldeydi.
Navigatörümüz elimizin altındaydı.
En önemlisi tatil için bir bilinene, tüm kış programlanan bir hedefe ulaşmanın motivasyonu içinde yolda olmak vardı.
Evet Mehmet'de Almanya'ya gitti, biz de.
O bir bilinmez yolculuğa cesaret edebildi.
Biz karavanseverler için ise yolculuklar her zaman bir bilinene.
Yurtdışı gezi yazılarınızı en kısa zamanda keyifle okumak dileğiyle.
Selamlar.