Lütfü Uzsoylu
Ana Kamp
Petra ile tanışmama televizyonda seyrettiğim bir belgesel vesile olmuştu. Aman yarabbi o ne ihtişam, o ne işçilik, o ne tabiat. İzlediklerim ile yetinmeyip biraz araştırıp okumuş, resimlerine bakmış ve nefsimi bir parça köreltmiştim. Hafızamda arka plana itilmiş, kenarda köşede beklerken bir gün yol arkadaşım Murat’ın gözüme soktuğu rotanın içinde Petra’yı görünce, burayı bizzat görme ve buraya motorum ile gitme fikri tüm rotadan daha ağır bastı.
Petra, Ürdün’de Lut Gölü (Aslında sadece biz Lut Gölü diyoruz, dünya bu gölü Dead Sea olarak biliyor) ile Akabe Körfezi arasında yer alan antik kenttir. Kent M.Ö. 400 ile M.S. 106 yılları arasında Nebatiler'e (Suriye ve Arabistan arasında yaşamış, Arabistan kervan yollarını ele geçirerek büyük bir krallık kurmuş, Romalılar tarafından egemenliklerine son verilmiş millettir.) başkentlik yapmıştır. Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilene kadar başkent olarak varlığını sürdürmüştür. M.S. 400 yıllarından sonra deprem ve ekonomik sıkıntılardan dolayı kent gözden düşmüş ve zaman içinde unutulmuştur. 1812 yılında Petra’yı, Şam üzerinden Mısır’a giden İsviçreli seyyah Johan Burckhardt duyduğu bir efsanenin peşine takılmasıyla keşfetmiş, yüzlerce yıl süren uykusundan uyandırmıştır.
Bu kayaların arasında bir tarih gizli
Haçlı Seferleri’nin ardından tarihin derinliklerine gömülen ve unutulan Petra Burckhardt tarafından yeniden keşfinden sonra arkeologların başlıca çalışma alanları içerisinde yer aldı. Kayıtlara göre milattan önce 4. yüzyılda bütün Mezopotamya’yı tehdit eden Perslerden kaçan Nebatiler, ulaşılması çok zor olan Musa Vadisi’ne sığınırlar. Çöl düzlüğünün ve uçsuz bucaksızlığının içinde yer yer kayalara oyulmuş, bazen o kayaların aralarına dolanmış, taştan bir şehir inşa ederler. Ölü Deniz’in 80 km güneyinde, Arap çölünün kenarındaki bu şehrin anfi tiyatrosu, tapınakları, sarayları ve mezarları vardır ki bunların tamamı kaya bloklarının oyulması suretiyle inşa edilmiştir. Putperestlikleri ile bilinen Nebatiler tanrıları Duşara için dev tapınaklar inşa etmişlerdi. Bu antik kentin dünyaca bilinen yüzü ise 30 metre eninde, 43 metre yüksekliğindeki Al-Khazneh’tir. Burası kimileri tarafından önemli bir Nebati kralının mezarı olarak düşünülürken, başka bir görüş burasının bir tapınak olduğu fikrini savunuyor. Burası aldığımız broşürde “ Treasury “ (El Hazne hazine binası demek. Nebatiler zamanında hazine binası olarak kullanılmamasına rağmen buranın isminin El Hazne olarak anılma sebebi, haramilerin çaldıklarını burada saklamalarından dolayıymış.) olarak da lanse edilmiş. Burası zamanında ne olursa olsun inanılmaz bir yapı. Ürdün’de birçok otel ve turistik yerdeki posterlerde bu yapı sergileniyor. Bu yapı Ürdün’ün turistik yüzüdür.
Çok geniş bir alana yayılan Petra’yı hakkıyla gezmek, tüm tepelerine tırmanıp, tüm vadilerinde yürümek istiyorsanız üç dört günü gözden çıkarmak gerekiyor. Şehri şöyle bir gezmek bile birkaç güne ancak sığabilir. Antik kentin girişinden bir , iki ve üç günlük bilet almanız mümkün. Biletlerde ucuz değil, ama ödediğiniz paranın hakkını son kuruşuna kadar alıyorsunuz.
Daha önce okuduğum, burayı gezmiş bir Türk’ün gezi yazısında , “Petra; Efes türü klasik bir mimarinin Ihlara Vadisi türü kayalık bir dokuya kazınmış halidir. Fakat bir farkla; burada her yer gülkurusu renginde.” Bu okuduklarım burasını bir Türk vatandaşına tarif etmenin en kolay yoludur. Bu gülkurusu kayalardan hatıra olarak küçük bir parça bende aldım, bunu da kentin en yüksek ve en uç noktası olan Ad-Deir manastırının önündeki meydanda yerden aldım. Buraya çıkmak için harcadığım zaman ve döktüğüm teri hep hatırlamak için.
Petra, Ürdün’de Lut Gölü (Aslında sadece biz Lut Gölü diyoruz, dünya bu gölü Dead Sea olarak biliyor) ile Akabe Körfezi arasında yer alan antik kenttir. Kent M.Ö. 400 ile M.S. 106 yılları arasında Nebatiler'e (Suriye ve Arabistan arasında yaşamış, Arabistan kervan yollarını ele geçirerek büyük bir krallık kurmuş, Romalılar tarafından egemenliklerine son verilmiş millettir.) başkentlik yapmıştır. Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilene kadar başkent olarak varlığını sürdürmüştür. M.S. 400 yıllarından sonra deprem ve ekonomik sıkıntılardan dolayı kent gözden düşmüş ve zaman içinde unutulmuştur. 1812 yılında Petra’yı, Şam üzerinden Mısır’a giden İsviçreli seyyah Johan Burckhardt duyduğu bir efsanenin peşine takılmasıyla keşfetmiş, yüzlerce yıl süren uykusundan uyandırmıştır.
Bu kayaların arasında bir tarih gizli

Haçlı Seferleri’nin ardından tarihin derinliklerine gömülen ve unutulan Petra Burckhardt tarafından yeniden keşfinden sonra arkeologların başlıca çalışma alanları içerisinde yer aldı. Kayıtlara göre milattan önce 4. yüzyılda bütün Mezopotamya’yı tehdit eden Perslerden kaçan Nebatiler, ulaşılması çok zor olan Musa Vadisi’ne sığınırlar. Çöl düzlüğünün ve uçsuz bucaksızlığının içinde yer yer kayalara oyulmuş, bazen o kayaların aralarına dolanmış, taştan bir şehir inşa ederler. Ölü Deniz’in 80 km güneyinde, Arap çölünün kenarındaki bu şehrin anfi tiyatrosu, tapınakları, sarayları ve mezarları vardır ki bunların tamamı kaya bloklarının oyulması suretiyle inşa edilmiştir. Putperestlikleri ile bilinen Nebatiler tanrıları Duşara için dev tapınaklar inşa etmişlerdi. Bu antik kentin dünyaca bilinen yüzü ise 30 metre eninde, 43 metre yüksekliğindeki Al-Khazneh’tir. Burası kimileri tarafından önemli bir Nebati kralının mezarı olarak düşünülürken, başka bir görüş burasının bir tapınak olduğu fikrini savunuyor. Burası aldığımız broşürde “ Treasury “ (El Hazne hazine binası demek. Nebatiler zamanında hazine binası olarak kullanılmamasına rağmen buranın isminin El Hazne olarak anılma sebebi, haramilerin çaldıklarını burada saklamalarından dolayıymış.) olarak da lanse edilmiş. Burası zamanında ne olursa olsun inanılmaz bir yapı. Ürdün’de birçok otel ve turistik yerdeki posterlerde bu yapı sergileniyor. Bu yapı Ürdün’ün turistik yüzüdür.
Çok geniş bir alana yayılan Petra’yı hakkıyla gezmek, tüm tepelerine tırmanıp, tüm vadilerinde yürümek istiyorsanız üç dört günü gözden çıkarmak gerekiyor. Şehri şöyle bir gezmek bile birkaç güne ancak sığabilir. Antik kentin girişinden bir , iki ve üç günlük bilet almanız mümkün. Biletlerde ucuz değil, ama ödediğiniz paranın hakkını son kuruşuna kadar alıyorsunuz.
Daha önce okuduğum, burayı gezmiş bir Türk’ün gezi yazısında , “Petra; Efes türü klasik bir mimarinin Ihlara Vadisi türü kayalık bir dokuya kazınmış halidir. Fakat bir farkla; burada her yer gülkurusu renginde.” Bu okuduklarım burasını bir Türk vatandaşına tarif etmenin en kolay yoludur. Bu gülkurusu kayalardan hatıra olarak küçük bir parça bende aldım, bunu da kentin en yüksek ve en uç noktası olan Ad-Deir manastırının önündeki meydanda yerden aldım. Buraya çıkmak için harcadığım zaman ve döktüğüm teri hep hatırlamak için.