Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Çöl ve Yol
Bu seyahatin Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölümünde bol bol çöl manzarası gördüm. Okyanus geçmeden, sadece kıyısından bakarak okyanus neye benzer tam bilinemez ya; çöl yolculuğu yapmadan da öyle fotoğrafından, belgeselinden çöl nedir çok anlaşılamıyor. Issızlığı, kişideki perspektif ve yön duygusunu yok etme gücü insanoğlunu ürkütse de bence çöller yeryüzündeki en görülmeye değer ve güvenli yerlerden. İklimin karakteristiği belli, bunu bilerek ve gereken tedbirleri alarak gidenler kolayca ölmezler. Gidilecek mesafe belliyse ona göre yiyecek ve sıvı alınırsa geriye tek konu kalır, yön bulmak. Biraz tecrübe varsa pusula, güneş ve yıldızlar yardımıyla doğru yönde gidilebilir. Ben Mısır’ın Batı Çölü’ndeki yolculuğumda, yoldan ayrıldığım zamanlarda sadece pusula kullandım. “ Başına bir aksilik gelseydi yalnız başına ne yapacaktın” diye soranlar oldu. Kabul ediyorum ben biraz risk aldım bu açıdan, bazı tehlikeleri göze alabilecek vazgeçilebilirlikte bir hayatım var, tamamen kendimle ilgili bir durum, başkasına tavsiye etmem. Çöl yolu bile yeterince tenha iken, yoldan uzaklaşmak, hele de tek kişi ve tek araçlayken, yapılmaması gereken bir davranış.
Aswan’dan ayrılıp Nil’in batı kıyısındaki yoldan kuzeye yönelip Esna’nın elli altmış kilometre kadar ilerisindeki sapaktan çöl yoluna girmekti niyetim. Kavşağı buldum ama, yol üzerinde benzin istasyonu görmediğimden, takviye yapamadım ve yarım depodan az yakıtım kalmıştı. Normal koşullarda Al-Kharga’ya ulaşmam için yeterliydi tekrar kilometrelerce geriye gidip benzinci aramaya gerek görmedim. Çöl yolunda mutlu mesut ilerlerken, insan izleri hızla yokolmuştu bile. Ev yok, araba yok öylece gidiyordum. Karşıma çıkan tabelada ‘New Valley-Desert Road’ ayrımı belirmişti. Çöl kelimesine şartlanmış beynim çöl yolu istikametini seçmişti, yine de geçen birine sormak için yarım saat hem dinlendim hem de bekledim. Kimse geçmedi.. Hava çok ısımıştı, devam etmeye karar verdim. Bodur bir kanyon tabanından ilerleyen yolda uzun süre ilerledim. Benzin iyice azalmıştı, kanyondan çıktığımda hafiften kum fırtınasını yemeye başlamıştım. Artık Al-Kharga’ya varmaktan vazgeçip, önceliği bir şekilde yakıt bulmaya vermem gerektiği kesindi. ‘Yol varsa sonunda medeniyet de vardır.’ kuralı elbette burada da geçerli, ama buranın gerçekliği biraz farklı, o medeniyet ve benzin istasyonu ikiyüz kilometre ötede de olabilir, nitekim ilerleyen günlerde insan, taşıt ve yerleşim yüzü görmediğim, üçyüz kilometreye varan ıssızlıklar da geçecektim.
Konsolda deponun kırmızı ışığını gördüğümde, sefalet yaşama ihtimalim artmıştı haliyle, yine de fayda etmeyeceğini bildiğimden panik yapmadım, sürmeye devam ettim. Birkaç kilometre ileride, yol yine ikiye ayrılıyordu, ama hiç işaret yoktu. Durup dışarıya çıktım, kuvvetli rüzgar yüzünden kumlar gözüme kaçıyordu ve çevreyi düzgün göremiyordum. Arabanın yan basamağına çıkıp iyice yükseldim. Fotoğraf makinesinin zoom özelliği fena değil(20X optik), onunla çevreye baktım. Sağa giden yolun ilerisinde belli belirsiz elektrik direkleri var gibiydi, o tarafa dönmeye karar verdim. Birkaç kilometre sonra direklerin sola dönen başka bir yol boyunca uzandığı kavşağa vardım. Uzaklarda palmiye olduğunun zannettiğim bir yeşillik vardı, başka seçeneğim bulunmadığından o tarafa yöneldim. Kısa süre sonra küçük bir köye vardım. İnsanlara benzin istasyonu soruyordum, diğer yandan köyün sokaklarında tek benzinli araç da yoktu, en azından çevrede hayat mevcuttu, bu bile teselliydi bir saat önceki durumuma göre. Yolun kenarında çocuklarla otururken bir otomobil gelip yanımda durdu. Adının Halit olduğunu öğrendiğim genç adam inip, bildiği az sayıdaki İngilizce kelimeyle derdimi sordu. Sıkıntılı durumumu hemen anlayıp, kendisini arabayla takip etmemi istedi, yola düştük. Bakkal ve tamirci dükkanlarının önünde dura kalka dakikalarca benzin aradık. Sonunda Halit de pes edip, “ İstasyon daha ileride, doğrudan oraya gidelim.” dedi. Tozlu topraklı yollardan geçerek Nag Hamadi Kasabası’na vardık, depo doldurulmaya başlandığında sevinçten bardakla benzin içesim gelmişti. Onun aldığı benzini de ödemek istedim, kabul etmedi. Halit ile bir kahvehanede oturup sohbet ettik. İkinci el araba alıp satıyormuş, kullanılmıştan kastım en yenisi 1975 model Peugeot 504’ler. Neden çöle doğru gitmek istediğime gerçekten anlam veremedi. “Ne yapacaksın oralarda, ben bile gitmiyorum, hiçbir şey yok, zorlanırsın.” dedi. Yakıt meselesi zihnen ve fiziken biraz yorsa da, dersimi almıştım, tekrar sorun yaşamayacağımdan emindim, bu yüzden vazgeçmek istemedim, ha iki gün sonra kumlara batıp saatlerce mahsur kaldım, ayrı konu..
‘Desert Road’ haritada görünmeyen görece yeni ve az kullanılan bir yolmuş, doğru istikamet ‘New Valley’ imiş. Halit’den Asyut’a giden yolun tarifini aldıktan sonra tekrar hareket ettim. Aynı yoldan geri dönmeyip, Asyut’un kuzeyindeki eski yoldan Al-Kharga’ya yöneldim. Kenti geçip tekrar çöl yoluna saptım. Elli kilometre ilerlemişken hava kararmaya başlamıştı. Yoldan çıkıp bir kilometre kadar çölde dikkatlice ilerledim ve kamp yapmak üzere durdum. Çöl konaklama açısından insanın ezberini bozuyor. Kenar, kuytu yok; çadır yeri için seçim yapmanın gereksizliği başta yadırgatıyor. Ardından mutlak sessizlik ve karanlık çöküyor, sadece gökyüzündeki yıldızlar kalıyor. Çölde yattığım o ilk geceyi sanırım ömrümün sonuna kadar unutamayacağım.
Çölde kamp yapmanın mutluluğu yorgunluğumu bastırmış olmalı ki, akşamki badireden sonra daha güneş doğmadan uyanmıştım. Kahvaltı ve fotoğraf çekmeyle vakit geçirdim. Vertigo denir ya yön duygusunun kaybolmasına, ilk kez yıllar önce gece dalışı yaparken başıma gelmişti, şimdi benzerini yaşıyordum, yolun ne tarafta kaldığına dair hiç fikrim yoktu, neyse ki akşam asfalttan çıkarken ilerlediğim yöne pusulayla bakıp not etmiştim, tekrar yolu buldum.
Batı Çölü bölgesinde belli başlı üç-dört kasaba ve yakınlarındaki birkaç köyden başka yerleşim yok, sadece oralarda su kaynağı var, diğer her yer kupkuru ve boş. Ben toplamda bin kilometreyi aşan çöl yolculuğumda Al-Kharga, Dakhla, Farafra ve Bahariya Vahaları’ndaki kasabalardan geçtim. Buralardaki yaşam gayet iptidai ve mütevazı, dışarıdan bir insanın gelip buradaki iklime ve hayata ayak uydurması zor, Mısırlı bile olsa.
Al-Kharga’da mola verip erzak ve yakıt ikmali yaptım. Kasabada tek benzin istasyonu vardı ve benzin 80 oktandı, motorda belirgin güç kaybı ve vuruntu yaptı, oktan yükseltici eklememe rağmen.
Çöl bölgesi Mısır’ın turistik yerlerinden sayılmaz, hiç yabancı turiste rastlamadım, benim düşüncem, burasının erişim kolaylığı ve sunduğu manzara zenginliği dikkate alındığında, çöl macerası yaşamak isteyenlerin gitmesi gereken ilk yer. Çöl görmek için Tunus’a gidenler buraya gelselerdi herhalde gözlerine inanamazlardı. Daha önce de belirttiğim gibi Mısır tembel ve konfor düşkünü turistlere göre değil pek, ama meraklı ve salaş gezginler için adeta cennet.
Al-Kharga’dan sonra Dakhla Vahası’ndaki Mut Kasabası’na yöneldim. Mesafe zaten uzundu, bir de belli noktalarda yol dışına çıkıp çölden gitmeye çalıştığımdan ve askeri kontrol noktasındaki görevlilerlerle konuştuğumdan Mut’a güneş battıktan sonra varabildim, burada Enver’in otelinde konakladım. Enver yıllardır pansiyon işletiyormuş, oniki yaşlarındaki oğlu Hasan da yeterli düzeyde İngilizce biliyordu. Akşamı Hasan ile domino oynayıp çay içerek geçirdik. Nasıl oynandığını biliyordum, ama hayatımda daha önce hiç oynamamıştım.
Sabah otelden ayrılırken girişte bir askerin nöbet tuttuğunu gördüm, otelde sadece ben kalıyordum. Enver’in söylediğine göre, bu standart güvenlik tedbiriymiş, otelde yabancı müşteri varsa mutlaka asker bekliyormuş. Mısır’ın her tarafında yabancıların güvenliğini sağlamak üzere bu tarz abartılı tedbirler alınıyor. Karayollarında neredeyse her kasaba giriş-çıkışında kontrol noktaları var, defalarca pasaport gösterdim.
Dakhla’dan Farafra üzeri Baharia Vahası’na yolculuğum dolu dolu iki gün sürdü. Genelde karayolundan ilerlemekle birlikte, arabanın gidebileceği kadar sert zeminli kısımlarda yoldan bazen kilometrelerce uzaklaşarak, özellikle Beyaz ve Kara Çöl bölgelerindeki kaya oluşumlarını ve tepeleri görmeye çalıştım. Bu yol dışı etapların birinde henüz yeni kuma girmişken patinaja düştüm ve gömüldüm. Bir saat kadar uğraştım, çıkamadım, yol lastikleri yumuşak kumda tutunmuyordu. Mahsur kaldığımı kabullenip yolun kenarına yürüdüm iki saate yakın bekledim, araç geçmedi. Baktım belirsiz bekleyişin faydası yok, arabaya dönüp, erzak koyduğum karton kutuyu parçaladım ve tekerleklerin altına yerleştirdim. Arabaya patinaj yaptırmadan biraz geriye aldım ve bu kez tekerleklerin diğer tarafına karton koyup kum serptim. Lastiklerin tümü karton üzerine çıkınca yine defalarca ileri geri beş-on santim hareket ederek, arada kum atıp çukurları kapatarak, arabayı yaşlandığı zeminden yükselttim. Son kez gaza dikkatlice basıp tekerlek izimden geri geri gidip yola çıkabildim. Nihayet, beş saat kadar sonra zihnen ve bedenen yorgun düşmüş halde tekrar yoldaydım.
Kasabasız, insansız geçen iki günden sonra çölün en büyük yerleşimi Bawiti’ye ulaştım. Burada dinlenmek ve çevredeki Tuz Gölü, Altın Mumyalar sit alanı gibi bazı yerleri görmek için bir gece kaldım.
Bawiti’den ayrılıp 330 kilometre sürecek Kahire yoluna girdiğimde, hayatım boyunca tekrarlayamayacağımı bildiğim bu çöl yolculuğunun yaptığım için çok mutluydum, ufak aksilikleri çoktan unutmuştum..