Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Luxor’a giden çileli yol.
Piramitlerle vedalaştıktan sonra Luxor’a gitmek için geçmem gereken etabın zor olacağını hiç tahmin etmemiştim, sonuçta asfalt kaplamalı orta konforda dümdüz bir yoldu beklediğim. Yol aynen öyleydi, ancak başka faktörler devreye girmişti. Kahire’den Luxor’a, oradan Aswan ve Ebu Simbel’e giden yol yüzlerce kilometre uzunluğunda, bitmek bilmeyen bir meskun mahal geçişi gibi. Mısır halkının büyük çoğunluğu su kaynağına yakın ve tarım arazileriyle dolu Nil Nehri boyunda yaşadığından ard arda sayısız köy ve kasaba var. Arap kültüründe sürücüler trafik kuralları, hız limitleri gibi toplumsal yaşamın gerekliliklerini umursamadıklarından, kilometre başına hız kesme tümsekleri yapılmış, bunların çoğunda işaret yok. Kaç yüz kere yavaşlamak zorunda kaldığımı hatırlamıyorum, bir de üstüne hava kararmaya başlayınca durum iyiden sıkıntılı hale gelmeye başlamıştı. Mısır’da gece araçla giderken park lambası dışında ışık açmak mümkün değil, şehir içi veya şehir dışı fark etmiyor. Kısa farları açıp ayarı en kısa konuma düşürseniz bile, karşıdan gelen araçların istisnasız hepsi korna ve farla taciz ediyorlar. Ben hayatımda böyle şey görmedim, anlatsalar inanmaz, abartıldığını düşünürdüm. Gece zifiri karanlıkta, aydınlatması, çizgisi, reflektörlü kenar taşları bulunmayan bir yolda insanlar hiç istiflerini bozmadan ışıksız gidiyorlar, karşıdakine de far açtırmıyorlar. Şehirlerarası yolun ortasında çocuklar top oynuyorlar; ak sakallı, sarıklı, asalı evliyalar Gürcistan’daki inekler gibi yavaş ve aldırış etmeyen tavırlarla karşıdan karşıya geçiyorlar.. Kendi canımın tehlikesini geçtim, birisini ezme ihtimali gayet yüksekti, Sohag’da kenara çekip uyumaya karar verdim, zaten ne yapsam o gece yol bitmeyecekti, etrafın manzarasını da kaçırmak istemiyordum..
Ertesi sabah erken yola koyulup, batı kıyısındaki yola geçip birkaç saat içinde Luxor’a vardım. Luxor Tapınağı’nın bulunduğu merkez meydanına bakan bir otele yerleştim, akşamdan bünyeme borçlandığım uykuyu ödeyip, sıcağın belinin bükülmeye başlamasıyla, şehri arabayla turlamaya çıktım. Burada hava sıcaklığı; Antalya, İzmir gibi şehirlerde büyümüş benim için bile zorlayıcı, gündüz 11-5 arası gezme amaçlı dışarı çıkılacak gibi değil, oranın yerlileri de evlerine kapanıyorlar genelde, dükkanların çoğu akşamüstüne dek açılmıyor.
Luxor fazla büyük bir kent değil, ama içinde ve çevresinde, yeryüzünde eşi benzeri olmayan tarihi mirası barındırıyor. Şehrin merkezinde Luxor Tapınağı, hemen kuzeyinde Mumya Müzesi var. Cadde boyunca devam edildiğinde büyük müzeye, oradan bir kilometre kadar uzakta görkemli Karnak Tapınağı’na varılıyor, hepsi harcanacak zamana, verilen bilet parasına değer. Ülkede her şey ucuz, yalnız turistik yerlere giriş ücretleri batıdaki emsalleri kadar var. Başta insanın eli cebine zor gitse de, görülenlerden sonra verilen para helal ediliyor. Sahil bulvarında fayton sefasının bedeli de fazla sayılmaz, denedim, memnun kaldım.
Kent Nil Nehri’nin doğu kıyısında kurulu. Karşı tarafta ise meraklısını günlerce meşgul edebilecek çok sayıda tarihi eser var. Kuzeybatıda, dağların arkasında kalan Krallar Vadisi’nde yumuşak kayalara oyulmuş büyük tüneller ve galerilerden oluşan onlarca Firavun mezarı mevcut. Mezarların iç duvarlarında iyi durumda kalmış rölyefler var. Vadiden çıkıp güneydeki Kraliçeler Vadisi’ne giderken batı yönünde kalan sıradağ kütlesinde çok sayıda soylu mezarları görülebilir. Yine aynı bölge içerisinde Medinat Habu, Seti ve diğer tapınaklar yeralıyor. Bu yapıların tümünü teker teker gezmek mümkün de değil, gerekli de. Zaten bilet sistemi ona göre düzenlenmiş; vadiler, mezarlar ve tapınaklar için ayrı ayrı üçlü kombine biletler var. Tek biletle aynı gruptan seçilen üç yer görülebiliyor ve yeterli oluyor. Ben gideceğim yerleri, çevrede tur gezdiren rehberlere ayaküstü sorarak belirlemiştim.
Luxor’a gidildiğinde mutlaka yapılması gereken şeylerden biri de balon turudur şüphesiz. Gerek sunduğu manzara açısından, gerekse de maliyetinin cazibesi yüzünden, tereddüt etmeden bu uçuşu yapmak lazım, Bütün seyahatim boyunca “İyi ki buralara gelmişim.” dedirten en değerli ve unutulmaz anılarımdan biriydi. Sabaha karşı dörtte otelden arabayla aldılar, nehir kenarına getirdiler. Motorla karşıya geçtik ve minibüsle kalkış noktasına vardık. Beş civarı daha güneş yüzünü göstermeden kaptan pilotumuz Tarık “Allahu Ekber!!” diye haykırdı, yer ekibi aynı şekilde bağırarak sepeti bıraktı yavaşça havalandık. Tarık ile konuşup burada işlerin nasıl yürüdüğüyle ilgili bilgi edinme fırsatı buldum. O çok tecrübeli ve güven veren bir pilot, eskiden yamaç paraşütçülüğüyle uğraştığımdan değerlendirebiliyorum, 600 metrenin üzerine balonla giderken “Bak tam şuraya ineceğiz.” deyip söylediği yere konması her babayiğidin harcı değil. Uçuş sorunsuz ve beklendik rotada geçti, malum balon uçuşlarında bir gün diğerini tutmaz, nitekim ertesi gün havada gördüğüm balonlar Nil Nehri’ni aşıp, Luxor’un üzerinden geçip doğuya yönelmişlerdi. Arabaları ve ekipmanları belki Kapadokya’dakiler kadar yeni model değil, ama zihniyet açısından bizimkilerden daha profesyoneller. Kapadokya’dakiler tek pilotla, Luxor’dakiler çift pilotla uçuyorlar, ayrıca buradakilerin yer ekibi daha kalabalık.
Luxor’da üç gün kaldım, hem gezdim, hem dinlendim, Mısır’a has yemeklerden tatmaya gayret ettim. Kahvehanelerinde sunulan çay ve nargile kalitelerini test ettim. Kahvecinin “ Abi istersen tömbekine biraz ot katalım, memnun kalırsın.” yollu önerisini nazikçe reddettim. Benden alkol isteyen, ısrarla cinsel içerikli muhabbet açmaya çalışan gençlerin, nasıl nargileye talim ederek iradelerine hakim olabildiklerini daha iyi idrak ettim. Velhasıl Mısır ilginç ülke, gezgin konumundakileri oyalayacak çok şey veriyor, İtalya’da yaşadığım tekdüzelik ve mükemmeliyeti kanıksama duygusunu burada hiç hissetmedim, ülkedeki 20 gün ve 4500 kilometrelik serüvenim süresince, her gün beni mutlu edecek şeylerle karşılaştım..