Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Wadi Rum, çöl coğrafyasına ilk adım.
Petra’da kaldığım son akşamda, diğer gezginlerle vakit geçirirken, sonraki durağım Wadi Rum’a ne şekilde gideceğime karar vermek istiyordum. İki seçenek vardı, tek başıma veya gecelemeli turla gitmek. Sonunda ikisini de ayrı ayrı yapmaya karar verdim, önce tura katılıp vadiye aşina hale gelip, sonra da tek başıma dolaşacaktım. Buradan ertesi günkü tura katılacaklar otobüsle otelden alınıp götürüleceklerdi, ben arabayı Petra’da bırakıp, tur bitimi tekrar gelmek istemediğimden, soföre, kendisini arkadan takip edeceğimi söyledim, beni kaybetmemesini rica ettim. Sabah otobüsün kalkacağı saatte ben de hazırdım, aracı takip ederek, tura katılacak diğer insanlarla birlikte, vadinin girişindeki köye vardım. Burada arabayı bırakıp gerekli eşyaları aldım ve Kanadalı Denis, Güney Afrikalı Amy, Fransız Silvano ile birlikte bir Toyota kamyonetin arkasına binip öğleye doğru yola çıktık. Wadi Rum, adından da anlaşılacağı üzere sarp kayalık dağ sıraları arasında kalan, vadiler sistemi görüntüsünde, dağları ve kumları kızıla çalan bir coğrafi bölge, gün batımına yakın kızıl renk daha da belirginleşiyor, sonradan geçtiğim diğer çöllerle kıyasladığımda yüksek rakımın da etkisiyle daha az bunaltıcı havası var.
Şoförümüz Naci bizi 5-6 saat boyunca vadi içindeki, muhtelif özellikli yerlere götürdü, ilgimi çeken kısımlar büyük kum tepesi, kaya kemeri oluşumu ve kaya resimleri bulunan duvardı. Rivayete göre, Birinci Dünya Savaşı sonunda Arapları Osmanlı’ya karşı ayaklandıran Lawrence de buralarda yaşamış kısa süre. Bir dağın gölgesinde mola verip odun ateşinde demlenen çayları içtik ve güneşin batmasına yakın, kalacağımız Bedevi kampına vardık. Yemek hazırlanana dek diğer gezginlerle kumlara oturup sohbet ettik. Denis yetmiş yaşlarında emekli bir hemşire. Uçakla Mısır’a gelmiş, sonra Ürdün’e geçmiş, gezisinin son noktası İstanbul’du. Konuşkan ve sempatik bir insandı, sayesinde iyi vakit geçirdim, ona Türkiye ile ilgili tavsiyelerde bulundum. Amy başladığı üniversiteyi bırakıp yollara düşmüş ve aylardır geziyormuş, parasının bittiği yerde kalıp, bütçeyi doğrulttuktan sonra kaldığı yerden devam ediyormuş, önceki yaz üç ay kadar Marmaris’de garsonluk yapmış. Silvano da, “Hayatın kendisi en güzel okuldur.” diyenlerden. Üniversite eğitimini yarım bırakıp Mısır’a gitmiş, iki yıl dalış eğitmenliği yapmış.
Akşam yemeğinde bizim guruba Amerikalı bir kız ve halen Erasmus vesilesiyle Ankara’da yaşayan üç Polonyalı genç de katıldı, Ankara’ya pek alışamadıklarını söylediler. Geceyi çöl sessizliğinde, dışarıda oturup gökyüzünü izleyerek tamamladık, Bedevi çadırlarının içindeki kabarık ve rahat yün yatakların üzerinde uyuduk.
Ertesi sabah kahvaltı diye önümüze konan kırıntılar pek içaçıcı değildi, tıpkı akşam yediğimiz etli bulgur pilavı gibi kötüydü, neyse ki başıma geleceği hissetmiş yanıma biraz takviye yiyecek de almıştım, onlarla durumu kurtardım.
Kahvaltıdan sonra kamyonetle köydeki başlangıç noktasına döndük. Burada diğer insanlarla vedalaştıktan sonra bu kez arabayla tek başıma aynı yoldan çöle girdim. Dünden aşinalık oluştuğundan elimdeki basit harita ve pusulayla yön bulmakta fazla zorlanmadım, çevredeki dağları referans noktası alarak dura kalka saatlerce etrafı dolaştım, arada karşılaştığım ticari tur kamyonetleriyle bol bol selamlaştık, benden başka kendi aracıyla dolaşan kişi yoktu, bir kamyonet şoförüne sorduğumda “Buraya kendi aracıyla giren yabancı pek yok, nadiren kendi arabalarıyla gelenlerin yanında burayı bilen rehber bulunur, senin gibi tek kişi dolaşana hiç rastlamadım, dikkat et fazla zorlama.” dedi. Gece bir kayalığın kuytusunda karnımı doyurup yattım.