skyconqueror1907
Yeni Üye
- Mesajlar
- 12
- Tepkime Puanı
- 0
Berlin-Almanya
Berlin, 6 Ağustos 2011
İnterraile başladık bugün! Sabah 05.04’te Ceske Budojovice’den Prag trenine bindik, oradan da Berlin trenine atladık, Vlata Nehri’nin inanılmaz güzellikleri eşliğinde bir yolculuk sonunda Berlin’e adımımızı attık.
[Yazı 2 bölümden oluşuyor: kendi gezi notlarım ve Berlin’i gezecek olanlara tavsiyeler]
Yazdığım blog linki (resimlere buradan ulaşılabilir): http://555sehirvefelsefe.blogspot.com/2013/02/5-berlin-almanya.html
***
Dün çok yorgundum, yazıma devam edemedim. Bundan sonrasını getirebilirim diye tahmin ediyorum. Tuhaf bir bağlamın içine düştüm. Zihnim gördüklerimi işlemekte zorlanıyor, yoruluyor. Yordam konusunda güçlük çekiyorum. Yordamdan kastım, interrail yapma yordamı: Bir şehre gidersin, orada ucuz bir hostel bulursun, eşyalarını oraya koyar gezmeye başlarsın. Bu hostel kısmında takıldım ben. Alışık olmadığımdan herhalde, 12-14 kişilik bir odada kalmak tuhaf geliyor bana. Giren çıkan belli olmuyor, hep bir hareketlilik hali var. Alışmam lazım.
Berlin’e gelince, Berin çokdeğişkenli yönüyle güzel bir metropol. Dikkatimi çeken çok oldu. Hangi birinden başlasam bilemedim. Klasik bir turist bakış açısı ile başlayabilirim. Prag’taki o tek tipli görkemliliğin yerinde, bu şehirde, geçmişten gelen ile yeni yapılan çeşitliliği var. Özellikle mimaride bu durum göze çarpıyor. Alexanderplatz’da koca televizyon binasının biraz ilerisinde gotik katedral, onunları geçince kapitalizm sığınakları cam binalar, sonrasında da tarihi yapılar var.
Bütün bu mekanları bu kadar kısa zamanda nasıl gördüm diye sorulabilir. Bisiklet kiraladık. İyi de ettik. Şehrin her tarafını dolaştık. 10 Euro verdik ama değdi. Şehrin aşağı kısmından başlayıp ta şehir kapısına kadar çıktık. Bir daire çizip kaldığımız hostele geri döndük. Bu arada Karl Marx Sokağı’nda kalıyoruz. İlginç bir tesadüf. Karl Marx demişken Marx ile Engels’in o meşhur heykelini gördük. Tuhaf hissettim. Marx ile Engels’in bizim zihnimizdeki yeri ile Berlin’deki yeri arasında dağlar kadar fark var. Bir parkın sonunda ağaçların arasında öylece duruyorlar. Onları yolda yürüyen Berlinlilerden ayırmak pek kolay değil. Yine de dünya emekçi mücadelesine koydukları katkıların bilincindeymişçesine ve her an başka bir direnişin içine dalacakmış gibi güçlü duruyorlar. Gözleri eski Doğu Almanya’ya bakıyor. Şimdi orada komünizmden yeller esiyor.
Evet, kapitalizmin kazandığı zafer insanı üzüyor. Berlin’de üzüldüğüm bir durum daha var ki o da gurbetçi olma psikolojisi, varoluşu. Bilindiği üzere, Berlin’de çok kalabalık bir Türkiyeli nüfusu var. Hatta öylesine kiş bazen ara sokaklardan geçerken kendimi Türkiye’de hissediyorum. Tabelalar, bağırışlar, sokaklardaki insan sesleri hep Türkçe. Olaya kendi açımdan bakıp sevinecek değilim, sadece Almanya’daki Türkiyelileri düşünmem yetersiz olur. Dünyanın neresinde olunursa olunsun, insanın sırf para kazanabilmek için normalde yaşadığı, bildiği, sevdiği yerden başka bir yere göç etmesi, özellikle de arada dil problemi, kültür problemi varsa, çok zor, çok acı. Üstelik sevdiğiniz insanlar da geride kalmışlarsa, bu acı katlanılmaz gibime geliyor. Her tarafta bir yabancılık hali, insan çevresindeki yabancılığa da alışır, doğru; ama içi daima buruk kalır, geçmişinde yaşar çoğunlukla, bir de büyük ihtimalle asla gerçekleşmeyecek hayaller kurar. Hayallerini gerçekleştirse, az sayıda şanslı insandan biri olur. Herkesin en mutlu olduğu yerde, sevdiği insanlarla birlikte olabildiği bir ortamda çalışmasını dilerim.
Berlin’de gördüğüm Türkiyelilerin ruhları çekilmişti sanki. Zamanın hızlı hızlı akmasını diliyor gibiydiler, zihinlerindeki hayallere böyle ulaşabileceklerini düşünüyorlardır. Zor, gerçekten zor. Görebildiğim kadarıyla, her yerde olduğu gibi, Almanya’da hayatta kalabilmek için kendi içlerinde bir göçmen kültürü oluşturmuşlar. Yine “ötekiler” ama bu yeni kültürleri dahilinde yaşıyorlar. Tabii bu durum Türkiye’ye döndüklerinde adaptasyon sorunları yaşamalarına neden oluyor. Onlar gittiğinden beri Türkiye’de kültürel bir değişim-dönüşüm olmuş oluyor ama onlar kafalarındaki eski Türkiye ile geliyorlar… Zor…
Yazıyı bitirmeden önce en çok duygulandığım ve en çok hoşuma giden anı anlatmak isterim. Benim için tuhaf bir film karesi gibiydi. Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi hep merak ettiğim bir yerdi, dünya düşünce tarihinin en önemli düşünürlerinin yolu buradan geçmiş, Markx, Engels, Lenin… Onlardan yarım yüzyıl sonra Naziler bu fakülteye gelip bütün kitapları bahçede yakmışlar. Şimdi kitapların yakıldığı yerde bir anıt var. Kitaplar artık yanmaz umarım.
Gün batmak üzereydi. Fakültenin önüne geldik. Durum heybetli binaya uzun uzun baktım. Yaşlı bir amca çok güzel org çalıyordu. Olduğum yerde, üniversite kapısını görebilecek şekilde oturdum. Marx ile Engels’in kapıdan tartışa tartışa çıkışlarını hayal ettim. Dünyayı emekçiden yana dönüştürecek sesler ilk bu binanın duvarlarında yankılandı. Taşların arasında bir yere sinmiştir belki bu devrimci fikirler ki onları daha sonra aynı üniversitede okuyan Lenin işitti, uyguladı, yeni bir dünya yarattı. O da bu kapıdan girdi çıktı, kaldırımlarda oturdu, düşündü bu gökyüzüne bakarak. Bu piyano o zaman da çalıyordu belki, yankılarıdır duyduklarım. Fakat görüntü değişiyor sonra, meydanda bir yangın peyda oluyor, kitapla, düşünceyle beslenip büyüyen dev bir ateş. Eli kanlı Naziler her biri hazine değerindeki kitapları yok ettiler, insanları yok ettikleri gibi. Binalar insanlık tarihinin en önemli anlarına tanıklardır ve Humboldt Üniversitesi, bu tanıklardan en büyüğüdür herhalde.
Berlin turu kafamda bu ve başka düşüncelerle bitti. Şimdi bizi Amsterdam’a götürecek trenin içindeyim, zihnimde farklı yönleri ile bir Berlin izlenimi kaldı, yavaş yavaş diğer düşüncelerimle bütünleşiyor. Berlin için söyleyebileceğim en genel yorum şu olur herhalde: Güzel bir şehir Berlin. Çok düzenli ama belli bir tarihselliğe kök salmış değil. Her şey o ünlü Alman mühendisliği ile en ince ayrıntısına kadar yeniden planlanmış. Bu, şehri gezen için harika bir durum ama bana sorarsanız, ruhu olan bir şehirde tarihsel bir doku, her türlü insan yaşamı kalıntısı, yani sosyal ve tarihsel bir bellek olmalı. Bence bu yüzden İstanbul Berlin’den daha güzel bir şehir. Çok yönlü bir kişiliği ve derin bir belleği var.
Berlin ise 2. Dünya Savaşı ve Nazi Dönemi sınırında dolaşıyor. Müzelerdeki eserler Anadolu’dan, Yunanistan’dan vs. taşınmış hep. Şehri süsleyen heykeller ya Latin ya da Yunan sanat geleneğinin ürünleri. Neyse sonuç olarak Berlin, “şimdi” içinde yaşayan bir şehir. Çelik, beton ve camdan dev bir şehir olarak varlığını sürdürüyor. Ve elindeki olanakları sonuna kadar verimli şekilde kullanıyor. Takdire şayan… İki günlük turumuzu düşünürken mutluyum. Şimdi önümde bir sürü şehir daha var. Umarım hepsi böyle güzel geçer.
-6 Ağustos’ta başladığım bu yazıyı 8 Ağustos’ta bitirdim. (Hollanda’ya giderken, trende, bir yerlerde)
***
Berlin’i gezecek olanlara işlevsel tavsiyeler
08.31’de Prag’tan kalkan tren ile Dresden üzerinden Berlin’e geldik. Berlin’de Hauptbahnhof tren istasyonunda indik. Berlin’in merkezi Alexanderplatz. Bu meydana S-Bahn isimli şehiriçi tren ağı kullanarak ulaşılabilir. Şehiriçi trenler Hauptbahnhof istasyonunun en üst katından kalkıyor. Bilet 2.3 euro. Bir bileti aynı güzergah üzerinde birden fazla defa kullanabiliyorsunuz. Dönmek için kullanamıyorsunuz. [Sürekli olup olmadığından emin değilim ama biz sürekli kullandık.] Alexanderplatz’dan şehrin birçok noktasına tren, metro ve otobüs var. Bizim Taksim gibi. Metrolararası aktarma yapıp gideceğiniz her yere ulaşabiliyorsunuz. Biz Karl Marx Strasse’de bir hostelde kaldık. Alexanderplatz’a gitmek için önce U7 nolu metroya biniyorduk ve Hermannplatz’a gidiyorduk. Oradan U8’e atlayıp Alexanderplatz’a geçiyorduk.
İki seçenekli bir gezi planı önerisi:
Fakülte Önündeki Anıt
1. Bizim yaptığımız gibi bisiklet kiralayıp şehri rahatça turlayabilirsiniz. Şehir dümdüz, zor olmaz. Bisiklet kirası 8-10 euro. Yanınıza harita almayı unutmayın. Tur yönü olarak Alexanderplatz-Berlin Şehir Kapısı arasındaki güzergah turistik yerlerin görülmesi için uygun. Yol boyunca Televizyon Kulesi, adını bilmediğim bir katedral, hoş bir park [İçinde Karl Marx ve Fredrich Engels’in heykelleri var], müze adası (adada birçok müze var), Berlin Dome, Humboldt Üniversitesi görülebilir. Berlin Dome’un önünden sağa dönüp DDR müzesine girilebilir. Burada bir köprü var ve çok güzel bir nehir geçiyor. Güzel bir mekana geçip soğuk bir Alman birası içilebilir. Çok güzel J Biraz daha ileride Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi var, harika bir yapı. Bu fakültenin önünde Naziler kitapları toplatıp yakmışlar. Kitapların yakıldığı yerde ilginç bir anıt var. Yerde, yerin altındaki bir odaya açılan penceremsi bir cam var.
Aşağıdaki oda rafları boş bir kütüphane olarak tasarlanmış, gerçekten çok çarpıcı bir eser. Görmeli ve olup bitenleri düşünmeli. Almaca bilen ve Almanca kitap okumayı sevenlere, üniversite önünde Pazar günleri sahaf kuruluyor. Buralar görüldükten sonra şehir kapısına kadar devam edilebilir. Şehir kapısı gün batarken çok heybetli görünüyor. O saatlerde gitmek, oradaki sanatçıları seyretmek, çalan müziği dinlemek ve bolca fotoğraf çektirmek tavsiye edilir. Biz yaptık, hoştu J Kapıdan çıkınca iki seçeneğiniz var. Birincisi sola dönüp biraz yürümek ve solunuzda kalan Holocoust (Soykırım) Müzesi’ne girmek. Oldukça etkileyici bir müze. İkinci seçenek yola dümdüz devam etmek. Yolun iki yanında büyük parklar var, sonda ise büyük bir anıt heykel var. Heykele doğru giderken Berlin Savaşı’nda (2. Dünya savaşı sırasında) hayatını kaybeden askerler askerler için yapılmış anıt görülebilir. Dönüş yolunda, artık nereye dönülecekse, farklı rotalar izlenebilir. Haritaya bakmak lazım
2. 2. Seçenek bu mekanları yürüyerek ve günlere yayarak sindire sindire gezmek. Bizim beğendiğimiz ve gezmekten keyif aldığımız bir başka yer, sanatçılara tahsis edilmiş Berlin Duvarı kalıntısı oldu. Ostbahnhof’un hemen önünde, nehir kenarında,, süslü bir köprünün yanında. Gece köprü trafiğe kapatılıyor. Köprü sanatçılarla doluyor. Resim, müzik, dans… Saat 10 civarı da nehirde ışık ve havai fişek gösterisi yapılıyor. O saatte orada olursanız, çok güzel bir deneyim yaşarsınız. Pazar günü olduğu için mi öyleydi, yoksa bayram falan mı vardı bilmiyorum ama muazzam bir gün geçirdiydik.
Berlin, 6 Ağustos 2011
İnterraile başladık bugün! Sabah 05.04’te Ceske Budojovice’den Prag trenine bindik, oradan da Berlin trenine atladık, Vlata Nehri’nin inanılmaz güzellikleri eşliğinde bir yolculuk sonunda Berlin’e adımımızı attık.
[Yazı 2 bölümden oluşuyor: kendi gezi notlarım ve Berlin’i gezecek olanlara tavsiyeler]
Yazdığım blog linki (resimlere buradan ulaşılabilir): http://555sehirvefelsefe.blogspot.com/2013/02/5-berlin-almanya.html
***
Dün çok yorgundum, yazıma devam edemedim. Bundan sonrasını getirebilirim diye tahmin ediyorum. Tuhaf bir bağlamın içine düştüm. Zihnim gördüklerimi işlemekte zorlanıyor, yoruluyor. Yordam konusunda güçlük çekiyorum. Yordamdan kastım, interrail yapma yordamı: Bir şehre gidersin, orada ucuz bir hostel bulursun, eşyalarını oraya koyar gezmeye başlarsın. Bu hostel kısmında takıldım ben. Alışık olmadığımdan herhalde, 12-14 kişilik bir odada kalmak tuhaf geliyor bana. Giren çıkan belli olmuyor, hep bir hareketlilik hali var. Alışmam lazım.
Berlin’e gelince, Berin çokdeğişkenli yönüyle güzel bir metropol. Dikkatimi çeken çok oldu. Hangi birinden başlasam bilemedim. Klasik bir turist bakış açısı ile başlayabilirim. Prag’taki o tek tipli görkemliliğin yerinde, bu şehirde, geçmişten gelen ile yeni yapılan çeşitliliği var. Özellikle mimaride bu durum göze çarpıyor. Alexanderplatz’da koca televizyon binasının biraz ilerisinde gotik katedral, onunları geçince kapitalizm sığınakları cam binalar, sonrasında da tarihi yapılar var.
Bütün bu mekanları bu kadar kısa zamanda nasıl gördüm diye sorulabilir. Bisiklet kiraladık. İyi de ettik. Şehrin her tarafını dolaştık. 10 Euro verdik ama değdi. Şehrin aşağı kısmından başlayıp ta şehir kapısına kadar çıktık. Bir daire çizip kaldığımız hostele geri döndük. Bu arada Karl Marx Sokağı’nda kalıyoruz. İlginç bir tesadüf. Karl Marx demişken Marx ile Engels’in o meşhur heykelini gördük. Tuhaf hissettim. Marx ile Engels’in bizim zihnimizdeki yeri ile Berlin’deki yeri arasında dağlar kadar fark var. Bir parkın sonunda ağaçların arasında öylece duruyorlar. Onları yolda yürüyen Berlinlilerden ayırmak pek kolay değil. Yine de dünya emekçi mücadelesine koydukları katkıların bilincindeymişçesine ve her an başka bir direnişin içine dalacakmış gibi güçlü duruyorlar. Gözleri eski Doğu Almanya’ya bakıyor. Şimdi orada komünizmden yeller esiyor.
Evet, kapitalizmin kazandığı zafer insanı üzüyor. Berlin’de üzüldüğüm bir durum daha var ki o da gurbetçi olma psikolojisi, varoluşu. Bilindiği üzere, Berlin’de çok kalabalık bir Türkiyeli nüfusu var. Hatta öylesine kiş bazen ara sokaklardan geçerken kendimi Türkiye’de hissediyorum. Tabelalar, bağırışlar, sokaklardaki insan sesleri hep Türkçe. Olaya kendi açımdan bakıp sevinecek değilim, sadece Almanya’daki Türkiyelileri düşünmem yetersiz olur. Dünyanın neresinde olunursa olunsun, insanın sırf para kazanabilmek için normalde yaşadığı, bildiği, sevdiği yerden başka bir yere göç etmesi, özellikle de arada dil problemi, kültür problemi varsa, çok zor, çok acı. Üstelik sevdiğiniz insanlar da geride kalmışlarsa, bu acı katlanılmaz gibime geliyor. Her tarafta bir yabancılık hali, insan çevresindeki yabancılığa da alışır, doğru; ama içi daima buruk kalır, geçmişinde yaşar çoğunlukla, bir de büyük ihtimalle asla gerçekleşmeyecek hayaller kurar. Hayallerini gerçekleştirse, az sayıda şanslı insandan biri olur. Herkesin en mutlu olduğu yerde, sevdiği insanlarla birlikte olabildiği bir ortamda çalışmasını dilerim.
Berlin’de gördüğüm Türkiyelilerin ruhları çekilmişti sanki. Zamanın hızlı hızlı akmasını diliyor gibiydiler, zihinlerindeki hayallere böyle ulaşabileceklerini düşünüyorlardır. Zor, gerçekten zor. Görebildiğim kadarıyla, her yerde olduğu gibi, Almanya’da hayatta kalabilmek için kendi içlerinde bir göçmen kültürü oluşturmuşlar. Yine “ötekiler” ama bu yeni kültürleri dahilinde yaşıyorlar. Tabii bu durum Türkiye’ye döndüklerinde adaptasyon sorunları yaşamalarına neden oluyor. Onlar gittiğinden beri Türkiye’de kültürel bir değişim-dönüşüm olmuş oluyor ama onlar kafalarındaki eski Türkiye ile geliyorlar… Zor…
Yazıyı bitirmeden önce en çok duygulandığım ve en çok hoşuma giden anı anlatmak isterim. Benim için tuhaf bir film karesi gibiydi. Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi hep merak ettiğim bir yerdi, dünya düşünce tarihinin en önemli düşünürlerinin yolu buradan geçmiş, Markx, Engels, Lenin… Onlardan yarım yüzyıl sonra Naziler bu fakülteye gelip bütün kitapları bahçede yakmışlar. Şimdi kitapların yakıldığı yerde bir anıt var. Kitaplar artık yanmaz umarım.
Gün batmak üzereydi. Fakültenin önüne geldik. Durum heybetli binaya uzun uzun baktım. Yaşlı bir amca çok güzel org çalıyordu. Olduğum yerde, üniversite kapısını görebilecek şekilde oturdum. Marx ile Engels’in kapıdan tartışa tartışa çıkışlarını hayal ettim. Dünyayı emekçiden yana dönüştürecek sesler ilk bu binanın duvarlarında yankılandı. Taşların arasında bir yere sinmiştir belki bu devrimci fikirler ki onları daha sonra aynı üniversitede okuyan Lenin işitti, uyguladı, yeni bir dünya yarattı. O da bu kapıdan girdi çıktı, kaldırımlarda oturdu, düşündü bu gökyüzüne bakarak. Bu piyano o zaman da çalıyordu belki, yankılarıdır duyduklarım. Fakat görüntü değişiyor sonra, meydanda bir yangın peyda oluyor, kitapla, düşünceyle beslenip büyüyen dev bir ateş. Eli kanlı Naziler her biri hazine değerindeki kitapları yok ettiler, insanları yok ettikleri gibi. Binalar insanlık tarihinin en önemli anlarına tanıklardır ve Humboldt Üniversitesi, bu tanıklardan en büyüğüdür herhalde.
Berlin turu kafamda bu ve başka düşüncelerle bitti. Şimdi bizi Amsterdam’a götürecek trenin içindeyim, zihnimde farklı yönleri ile bir Berlin izlenimi kaldı, yavaş yavaş diğer düşüncelerimle bütünleşiyor. Berlin için söyleyebileceğim en genel yorum şu olur herhalde: Güzel bir şehir Berlin. Çok düzenli ama belli bir tarihselliğe kök salmış değil. Her şey o ünlü Alman mühendisliği ile en ince ayrıntısına kadar yeniden planlanmış. Bu, şehri gezen için harika bir durum ama bana sorarsanız, ruhu olan bir şehirde tarihsel bir doku, her türlü insan yaşamı kalıntısı, yani sosyal ve tarihsel bir bellek olmalı. Bence bu yüzden İstanbul Berlin’den daha güzel bir şehir. Çok yönlü bir kişiliği ve derin bir belleği var.
Berlin ise 2. Dünya Savaşı ve Nazi Dönemi sınırında dolaşıyor. Müzelerdeki eserler Anadolu’dan, Yunanistan’dan vs. taşınmış hep. Şehri süsleyen heykeller ya Latin ya da Yunan sanat geleneğinin ürünleri. Neyse sonuç olarak Berlin, “şimdi” içinde yaşayan bir şehir. Çelik, beton ve camdan dev bir şehir olarak varlığını sürdürüyor. Ve elindeki olanakları sonuna kadar verimli şekilde kullanıyor. Takdire şayan… İki günlük turumuzu düşünürken mutluyum. Şimdi önümde bir sürü şehir daha var. Umarım hepsi böyle güzel geçer.
-6 Ağustos’ta başladığım bu yazıyı 8 Ağustos’ta bitirdim. (Hollanda’ya giderken, trende, bir yerlerde)
***
Berlin’i gezecek olanlara işlevsel tavsiyeler
08.31’de Prag’tan kalkan tren ile Dresden üzerinden Berlin’e geldik. Berlin’de Hauptbahnhof tren istasyonunda indik. Berlin’in merkezi Alexanderplatz. Bu meydana S-Bahn isimli şehiriçi tren ağı kullanarak ulaşılabilir. Şehiriçi trenler Hauptbahnhof istasyonunun en üst katından kalkıyor. Bilet 2.3 euro. Bir bileti aynı güzergah üzerinde birden fazla defa kullanabiliyorsunuz. Dönmek için kullanamıyorsunuz. [Sürekli olup olmadığından emin değilim ama biz sürekli kullandık.] Alexanderplatz’dan şehrin birçok noktasına tren, metro ve otobüs var. Bizim Taksim gibi. Metrolararası aktarma yapıp gideceğiniz her yere ulaşabiliyorsunuz. Biz Karl Marx Strasse’de bir hostelde kaldık. Alexanderplatz’a gitmek için önce U7 nolu metroya biniyorduk ve Hermannplatz’a gidiyorduk. Oradan U8’e atlayıp Alexanderplatz’a geçiyorduk.
İki seçenekli bir gezi planı önerisi:
Fakülte Önündeki Anıt
1. Bizim yaptığımız gibi bisiklet kiralayıp şehri rahatça turlayabilirsiniz. Şehir dümdüz, zor olmaz. Bisiklet kirası 8-10 euro. Yanınıza harita almayı unutmayın. Tur yönü olarak Alexanderplatz-Berlin Şehir Kapısı arasındaki güzergah turistik yerlerin görülmesi için uygun. Yol boyunca Televizyon Kulesi, adını bilmediğim bir katedral, hoş bir park [İçinde Karl Marx ve Fredrich Engels’in heykelleri var], müze adası (adada birçok müze var), Berlin Dome, Humboldt Üniversitesi görülebilir. Berlin Dome’un önünden sağa dönüp DDR müzesine girilebilir. Burada bir köprü var ve çok güzel bir nehir geçiyor. Güzel bir mekana geçip soğuk bir Alman birası içilebilir. Çok güzel J Biraz daha ileride Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi var, harika bir yapı. Bu fakültenin önünde Naziler kitapları toplatıp yakmışlar. Kitapların yakıldığı yerde ilginç bir anıt var. Yerde, yerin altındaki bir odaya açılan penceremsi bir cam var.
Aşağıdaki oda rafları boş bir kütüphane olarak tasarlanmış, gerçekten çok çarpıcı bir eser. Görmeli ve olup bitenleri düşünmeli. Almaca bilen ve Almanca kitap okumayı sevenlere, üniversite önünde Pazar günleri sahaf kuruluyor. Buralar görüldükten sonra şehir kapısına kadar devam edilebilir. Şehir kapısı gün batarken çok heybetli görünüyor. O saatlerde gitmek, oradaki sanatçıları seyretmek, çalan müziği dinlemek ve bolca fotoğraf çektirmek tavsiye edilir. Biz yaptık, hoştu J Kapıdan çıkınca iki seçeneğiniz var. Birincisi sola dönüp biraz yürümek ve solunuzda kalan Holocoust (Soykırım) Müzesi’ne girmek. Oldukça etkileyici bir müze. İkinci seçenek yola dümdüz devam etmek. Yolun iki yanında büyük parklar var, sonda ise büyük bir anıt heykel var. Heykele doğru giderken Berlin Savaşı’nda (2. Dünya savaşı sırasında) hayatını kaybeden askerler askerler için yapılmış anıt görülebilir. Dönüş yolunda, artık nereye dönülecekse, farklı rotalar izlenebilir. Haritaya bakmak lazım
2. 2. Seçenek bu mekanları yürüyerek ve günlere yayarak sindire sindire gezmek. Bizim beğendiğimiz ve gezmekten keyif aldığımız bir başka yer, sanatçılara tahsis edilmiş Berlin Duvarı kalıntısı oldu. Ostbahnhof’un hemen önünde, nehir kenarında,, süslü bir köprünün yanında. Gece köprü trafiğe kapatılıyor. Köprü sanatçılarla doluyor. Resim, müzik, dans… Saat 10 civarı da nehirde ışık ve havai fişek gösterisi yapılıyor. O saatte orada olursanız, çok güzel bir deneyim yaşarsınız. Pazar günü olduğu için mi öyleydi, yoksa bayram falan mı vardı bilmiyorum ama muazzam bir gün geçirdiydik.